• Sonuç bulunamadı

Finans piyasaları çeşitli şekillerde sınıflandırılır. En çok kullanılan ayrım, fonların ödünç veriliş sürelerine göre, para ve sermaye piyasaları şeklindeki ayrımdır. Piyasada kullanılan araca göre hisse senedi, tahvil, döviz piyasaları vb. şeklinde yapılan ayrıma da

28

çok sık rastlanır. Gelişmekte olan ülkeler için önem taşıyan bir başka ayrım ise örgütlenme derecelerine göre yapılan ayrımdır. Örgütlenmiş finansal piyasalar, fiziki ve resmi olarak belirli bir mekânı bulunan, hukuki ve idari kuralları saptanmış ilgili kurum ve kuruluşların denetim ve gözetimi altında çalışan piyasalardır. Türkiye’de, para piyasalarının örgütlenmiş kesimine örnek olarak bankacılık sektörü, sermaye piyasalarının örgütlenmiş kesimine örnek olarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) gösterilebilir. Örgütlenmemiş finansal piyasalar ise alım satım işlemlerine devam ederken, fiziki ve resmi bir mekâna sahip olmayan hukuki ve idari kuralları bulunmayan, ilgili kurum ve kuruluşların denetim ve gözetiminden uzak piyasalardır. Gelişmekte olan ülkelerin bazılarında kayıt dışı ekonominin hala büyük boyutlarda olması dolayısıyla, örgütlenmemiş finansal piyasaların da önemli boyutlarda işlem hacimlerine sahip oldukları düşünülebilir.

Gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasaların genel ayırıcı özellikleri şu başlıklar altında toplanabilir:

i)Gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarında, genel olarak, birkaç finansal

kurumun veya devletin güçlü hakimiyeti vardır:

Gelişmekte olan ülkelerin finansal yapılarını gelişmiş ülkelerin finansal yapılarından ayıran en önemli özellik belki de birkaç finansal kurumun veya doğrudan devletin denetiminde serbest piyasa işleyişinden uzak yapılar olmalarıdır. Bunun nedeni de gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarının ve finansal kurumlarının, gelişmiş ülkelerdekinden farklı olarak, kökleri eskiye dayanan bir geçmişlerinin olmamasıdır. Gelişmekte olan ülkelerin finansal yapıları yakın zamanda bizzat devlet tarafından kurulmaya ve geliştirilmeye başlanmıştır. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarında, kamu payının genel olarak yüksek olduğu görülmektedir.

ii)Gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasaları, ekonomik yapıdaki sorunlardan

kaynaklanan önemli güçlüklerle karşı karşıyadır:

Dünyanın her yerinde finansal piyasalar ile ülkenin ekonomik yapısı ve temel ekonomik göstergeleri arasında tek yönlü değil, karşılıklı, yoğun etkileme ve belirleme ilişkilerinin varlığı, genel kabul gören bir görüştür29. Bu anlamda gelişmekte olan ülkelerde de, finansal piyasalar ile ekonomik yapılar, enflasyon, faiz oranları, bütçe dengesi, kamu borçları, GSMH gibi unsurlar birbirinden ayrı düşünülemez. Gelişmiş ülkelerden farklı olarak, gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarının karşı karşıya

29

oldukları güçlükler olumsuz temel ekonomik göstergelerden, daha fazla etkilenirler veya bu göstergeleri çok daha kolay bozabilirler30.

iii)Gelişmekte olan ülkelerde finansal gelişme ile ekonomik büyüme ilişkisi, bu

ülkeler tarafından, bugüne kadar yeterince değerlendirilmemiştir:

Finansal gelişme ve ekonomik büyüme ilişkisi hakkında yapılan ampirik çalışmalar, gerek banka, gerekse hisse senedi piyasalarının gelişmesi ile, reel ekonomik büyüme arasında pozitif, anlamlı bir ilişkinin varlığına işaret ederler. Bu pozitif ilişkinin gelişmiş ülkelerde gelişmekte olan ülkelere nazaran daha güçlü olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasaları açısından, finansal gelişme ile büyüme ilişkisinde, nedenselliğin ne yönde olduğu son derece önemlidir. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde, büyümenin diğer belirleyicileri ya da etkileyicileri, ülkeler arasında önemli farklılıklar gösterir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarının ve genel olarak finansal yapılarının ekonomik krizlere karşı daha duyarlı olduğu bilinmektedir. Finansal piyasalarda globalleşmenin hızlanması, gelişmekte olan ülkelerin mali yapılarını çok kırılgan hale getirmiştir. Çünkü globalleşme süreci içinde, gelişmekte olan ülkelerin finans piyasalarında yapılan düzenlemeler, yerine göre sıcak paraya da açılmak demektir. Bu çerçevede, gelişmekte olan ülkeler için, finansal piyasaların gelişmesi ile makroekonomik göstergeler arasında, muhtemel bir negatif nedensellik ilişkisinin, her iki taraflı ve son derece güçlü olabileceğini düşünmek mümkündür31.

iv)Gelişmekte olan ülkeler, finans piyasalarında ülke ve kredi riski açısından

önemli sorunlarla karşı karşıyadırlar:

Yasal düzenleme eksiklikleri, düzenleyici otoritenin güçsüz kalmasından kaynaklanan sorunlar, kredi piyasasında kısa vadelerin ve yüksek faizin hakim olması nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, finansal derinleşme eksikliği vb. nedenlerle, gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasaları genel olarak etkinlikten yoksundur. Bu, gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasaların ülke ve kredi riskini arttırmaktadır. Bu piyasaların geleceklerinin belirsizlik içine girmesinde de temel neden olmaktadır32.

Gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasaları ile ilgili olarak aslında sorun ülkelerin ekonomik yapılarından kaynaklanmaktadır. Ülkenin ekonomik kalkınmasını hızlandırması için geliştirilmeye çalışılan bu piyasalar, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik sorunlarından olumsuz ekonomik yapılarından etkilenebilmekte ve yerine göre bu ekonomik sorunları 30 Özgen, s.7. 31 Özgen, ss.7–8. 32 Özgen, s. 8.

daha da ağırlaştırabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde başlangıçtan beri finansal piyasalarda yoğun devlet müdahalelerinin var olmasının temel nedeni budur.

v)Gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasalarda devlet kontrolü, gelişmiş

ülkelerden daha farklı değerlendirilmelidir:

Birçok gelişmekte olan ülkede, finansal piyasalarda devlet kontrolü, kaynakların etkin dağılımını arttırmış, büyümeyi hızlandırmıştır. Örneğin, hızla kalkınan Doğu Asya ülkelerinde devlet, finansal kurumları oluşturma, onları düzenleme, kredileri yönlendirme konusunda, ekonomik istikrarı arttıran, finansal kurumları güçlendiren ve büyüme beklentilerini yükselten bir biçimde aktif rol oynamıştır. Bu anlamda, Doğu Asya’da yakın zamana kadar hızla gelişen ülkelerin başarısı, genellikle finansal piyasalardaki yoğun devlet kontrolüyle yakından ilgilidir33. Finansal sistemde yaşanan karışıklıkların makroekonomik sonuçlarının büyük olması; tek bir finansal kurumun (örneğin bir bankanın) başarısız olması halinde bile piyasada çok önemli etkilerin ortaya çıkabilmesi ihtimali, gelişmekte olan ülkelerde, devlet kontrollerini kaçınılmaz hale getirmektedir. Finansal piyasalara devlet kontrolleri, genellikle, tüketicinin korunması, makroekonomik istikrarın sağlanması, rekabetin geliştirilmesi, kaynak tahsisinin iyileştirilmesi gibi faaliyetler üzerinde yoğunlaşır veya yoğunlaşmalıdır. Bu kontroller, finansal piyasalarda işleyişi iyileştiren devlet kontrolleridir.

vi)Gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasalarda finansal baskı niteliği taşıyan

devlet müdahalelerinin varlığından da söz edilmesi gereklidir:

Gelişmekte olan ülkelerde piyasanın işleyişini iyileştirmeyecek biçimde, tasarruf artışını ve sermaye tahsisini desteklemeyen nitelikte, devlet müdahaleleri de olmaktadır. Finansal baskı niteliği taşıyan bu müdahalelerin nedenleri çeşitlidir. Finansal baskıda, bazı özel çıkar gruplarından gelen baskılar etkili olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde devletin, bazı bütçe kısıtlarıyla karşı karşıya olması da finansal baskıyı arttırabilir. Bu arada, gelişmekte olan ülkelerde devlet, temel ekonomik göstergelerindeki bozuklukları düzeltmek amacıyla, finansal piyasalara yükleniyor olabilir. Her ne olursa olsun gelişmekte olan ülkelerde, finansal baskı, gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir ve bunun finansal piyasaların gelişmesi üzerinde kesinlikle olumsuz etkileri vardır. Başarılı bir devlet ve hükümet, finansal baskılardan kaçınmalıdır. Başarılı devlet, kötü makroekonomik politikalar uygulamayan, enflasyon oranını düşürebilen devlet demektir34.

33

Nurdan Aslan, “Finansal Piyasaların Serbestleşmesi”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, Ocak, 1996, s. 19. 34

vii)Gelişmekte olan ülkelerde, hisse senedi piyasalarının da geliştirilmesi ve dışa

açılması yönünde çabalar vardır:

Dünyada para ve döviz piyasaları büyük ölçüde globalleşmiştir. Tahvil piyasaları hızla globalleşmektedir. Hisse senedi piyasalarında da globalleşme eğilimleri başlamıştır. Dünyada finansal sistemler çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. Bankacılığa dayalı finansal sistemler ve sermaye piyasalarına dayalı finansal sistemler şeklinde ikili bir sınıflandırma vardır. Bir başka sınıflandırma sermaye piyasalarına dayalı, kaynakların rekabetçi piyasalarda oluşan fiyatlar tarafından tahsis edildiği finansal sistem, krediye dayalı, fiyatların hükümet tarafından belirlendiği sistem ve krediye dayalı ancak finansal kurumların egemen olduğu sistem şeklindedir35. Anglo Sakson ülkelerinde, (ABD ve İngiltere’de) sermaye piyasalarına dayalı bir finansal sistem vardır. Almanya, Japonya ve Fransa’da finansal sistem bankacılığa dayalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, genel olarak fiyatların hükümet tarafından belirlendiği bir sistem hakimdir. Türkiye’de sermaye piyasası faaliyetlerinin % 90’ına yakın bir kısmı, bankalar tarafından gerçekleştirilir. Bu anlamda en önemli finansal kurumların Türkiye’de bankalar olduğu iddia edilebilir36.

Bu tip finansal sistemlere sahip gelişmekte olan ülkelerde, hisse senedi piyasalarının da geliştirilmesi ve dışa açılması yönünde çabalar vardır. Gelişmekte olan ülkelerde hisse senedi piyasaları globalleştikçe, piyasa aksaklıklarının düzeleceği, riskin azalacağı, bu piyasaların ekonomi içindeki paylarının artacağı, tasarrufları teşvik edebileceği ve kaynak dağılımını düzenleyebileceği, dolayısıyla bu piyasaların ekonomiye olumlu katkılarının olacağı düşünülmektedir.

Halbuki, gelişmiş ülkelerle ilgili ampirik çalışmalar; sermaye piyasası ağırlıklı finansal sistemlerin, ekonomik gelişmeye katkısının sınırlı kaldığını hatta, tasarrufları teşvik etme fonksiyonunun negatif olabildiği, bankacılığa dayalı gelişmiş ülke finansal sistemlerinin ise, ekonomik gelişmeye katkısının, sermaye piyasalarına dayalı gelişmiş ülke finansal sistemlerinden daha iyi olduğu, sonucuna ulaşmışlardır. Türkiye’de ve diğer gelişmekte olan ülkelerde, borsanın gelişiminin sanayileşmeyi ve ekonomik kalkınmayı hızlandıracağı yönünde yaygın bir kanı vardır37.

35

Funda Erdoğan Telatar ,“Türkiye’de Enflasyon ve Reel Hisse Senedi Getirisi Arasındaki İlişkiler”, Finans Dergisi, Ağustos, 1998, ss.30–31.

36

Metin Toprak, “1980 Sonrası Ekonomide Yapısal Değişme ve Finansal Derinleşme”, İşletme ve Finans, Sayı: 83, Şubat, 1993.

37

1.6.1.Türkiye’de Finansal Kesimin Yapısı

Türkiye’de finansal yapıdaki ve kurumlardaki gelişme uzun yıllar, üretim sürecindeki gelişmenin çok gerisinde kalmıştır. Diğer bir deyişle, finansal kesim ekonominin ulaştığı sanayileşme aşamasının gereklerini karşılayabilecek düzeye gelememiştir.

Türkiye’de yıllar boyu, birikim sahiplerinin elde ettikleri faizler, fonları kullananların sağladıkları karların, özellikle enflasyonun da etkisi ile çok gerisinde kalmış ve bu durum fon sunumunun kısılması, tüketimin ve öz finansmanın özendirilmesi sonucunu yaratmıştır.

Türkiye’de Bakanlar Kurulu’nun 1 Temmuz 1980 tarihinde yürürlüğe giren, 29.05.1980 gün ve 8/909 sayılı Kararnamesi ile kredi faizleri serbest bırakılıp, vadeli tasarruf mevduatındaki faiz serbestliği genişletilinceye kadar, örgütlenmiş pazarda geçerli olan faiz oranları, normal ekonomik koşulların sonucu oluşmamıştır. Bu nedenle, bu oranlar ödünç verilebilir fonlara olan arz ve talebi yansıtan bir gösterge olmaktan uzak kalmıştır.

Bu koşullarla birlikte 1970’li yıllarda hızlanan enflasyon, her türlü finansal varlığa yatırılan birikimlerin getirisini negatif kılmıştır. Bu durum, bir yandan fon akımlarının gelişmesini önlemiş, öte yandan mevcut fonların büyük bir kısmının örgütlenmemiş finansal pazara kaymasına neden olmuştur.

Türkiye’de, fonların büyük bir kısmı bankacılık kesiminde toplanmakta ve buradan kullananlara aktarılmaktadır. Oysaki bu kesim, 1970’li yıllardan faizlerin kural olarak serbest bırakıldığı Temmuz 1980’e kadar hızlı enflasyon nedeniyle birikimleri negatif faizle bünyesinde toplamış ve ödünç alanlara sıfır veya çok düşük faizlerle aktarmıştır. Bunun içindir ki o dönemlerde bankalar sisteminin yüksek aracılık maliyetlerine ve karlarına karşın, bu kesimden fon sağlamak bir ayrıcalık haline gelmiştir. Sonuçta örgütlü finansal kesimde, birikim sahipleri genellikle net sermaye kaybına uğramış, buna karşın bu kesimden fon kullananlar önemli rantlar elde etmişlerdir. Düşük faiz nedeniyle banka kredilerine talep çok artmış, ancak bankalar, faiz üzerinden değişmez giderleri az olan, büyük miktardaki ve güvencesi yüksek talepleri öncelikle karşılamayı yeğlemişlerdir. Böylece banka sisteminden, daha çok güçlü ve büyük firmalar yararlanır olmuşlardır. Ayrıca bankalar kredi dağıtımında, kendi mülkiyet haklarının olduğu firmalara da ağırlık vermişlerdir.

Banka sisteminde karşılanmayan büyük bir fon talebinin varlığı ve bu sistemde alınacak faizlerin genellikle negatif oluşu bu iki grubun başka pazarda fon alışverişine

geçmesine uygun ortam hazırlamıştır. Bu nedenlerle Türkiye’de öteden beri banka dışı fon arz ve talebinin karşılaştığı örgütsüz ve yasa dışı bir pazar (tefecilik) varlığını sürdürmüştür.

Öte yandan, fon sunanlarla fon kullananların karşılaşabileceği diğer bir pazar sermaye pazarıdır. Gerçekten tüm gelişmiş ülkelerde, sermaye pazarı, bankacılık kesiminin yanında yer alan ve finansal mekanizmanın en önemli uzun vadeli fon kaynağı olarak ekonomiye yön veren bir alt sektördür. Bu pazar, Türkiye’de çeşitli nedenlerle uzun süre gelişememiş, ancak planlı döneme geçildikten sonra yavaş yavaş varlık göstermeye başlamıştır. Özellikle 1970’lerin sonlarına doğru “banker” olarak tanımlanan ve faaliyetleri aynı zamanda kısa vadeli parasal işlemleri de içeren kuruluşların, işlem hacimlerindeki önemli genişlemenin etkisi ile dinamik, ancak sağlıklı olmayan, bir gelişme kaydetmiştir. Yasal düzenleme eksikliği nedeni ile bu pazarda faaliyet gösteren banker kuruluşların denetim altına alınması mümkün olamamış ve 1981 yılı sonlarında başlayan “bankerler olayı” 1982 yılında da devam ederek, sermaye pazarındaki fon akımını olumsuz yönde etkilemiştir. Üstelik daha önce de belirtilen iç içelikleri nedeniyle bankacılık sektöründe de önemli sorunların su yüzüne çıkmasına neden olmuştur.

Kısaca özetlenen sermaye pazarındaki bu gelişme, önceleri, özellikle bu pazarın tahvil pazarı kısmında yoğunlaşmıştır.

1.6.1.1.Tahvil Piyasası

Türkiye’de özel sektör kuruluşlarının tahville finansman yöntemine başvurmaları 1967 yılına rastlamaktadır. 1970 yılına kadar 100 milyon TL dolaylarında olan yıllık ihraçlar sonraki yıllarda artan oranda büyüme göstermiş ve 1980 yılında rekor düzeyine ulaşarak 18 milyar TL’ni bulmuştur. Daha sonra 1981 ve 1982 yıllarında özel sektör tahvil ihraçları bankerlerin birçoğunun ödeme güçlüğü içine düşmeleri nedeni ile sırasıyla 16 milyar TL ve 13,2 milyar TL ile gerilemeye başlamıştır. Kamu kesimi, tahvil pazarından önemli ölçüde yararlanmaktadır. Pazarın yasal ve yönetsel çerçevesinin oluşturulması sorumluluğunun kamu kesiminde olması, bu kesimin her zaman anılan pazardan aslan payını almasına olanak sağlamıştır. Tahvil pazarında 1975–1982 yılları arasında kamu kesimi 431,5 milyar TL fon sağlarken özel kesim ancak 58,9 milyar TL fon kullanabilmiştir. Günümüzde de kamu kesimi, tahvil pazarından en çok yararlanan kesimdir. Birincil piyasadaki bu durum, doğal olarak, ikincil piyasada da kendini göstermektedir38.

38

İşletmeler çıkarttıkları tahvillerin satışını iki şekilde yaparlar: Bunlardan birincisi, doğrudan halka arz yöntemidir. Burada işletme, satışları aracısız yapar. İkinci yöntem ise bankalar ve öteki mali kurumlardan oluşan bir grubun aracılığından yararlanmaktır. Bu aracılar grubunun rolü tahvillerin satışını yüklenmektir. Bu yüklenme, tahvillerin tümü veya bir kısmının satışıyla ilgili olabilir. İlkinde, yükleniciler çıkartılan tahvilleri müşterilerine satmaya çalışır, satılamayanları da kendileri devralırlar. Dolayısıyla tahvilleri çıkartan firma tüm miktarın satışını garanti altına almış olur. Diğer yöntemde ise, yükleniciler tahvillerin satışı için “en iyi çaba”yı gösterir, ama satılmayan payları kendileri satın almazlar39.

1.6.1.2.Hisse Senedi Piyasası

Türkiye’de, hisse senedi piyasasının gelişimi tahvil piyasasına göre çok daha sınırlı olmuştur. 1965 yılından itibaren halka açık anonim ortaklıkların kurulmaya başlaması halkta, bankaların sabit faiz getirilerine göre daha çok gelir elde etme umudu yaratmış ve hisse senetlerine karşı birdenbire büyük ilgi uyanmıştır. Ancak, sermaye pazarını düzenleyen bir yasanın 1980’li yılların başlarına kadar çıkarılmamış olması, bunun sonucu olarak yaşanan bazı olumsuz örnekler, 1973’ten itibaren Türkiye’de giderek artan enflasyonun etkisi, firmaların, birikimcilerin kar payı beklentilerini karşılayacak bir kar dağıtım politikası izlememeleri, ikinci el piyasasının işlerlik kazanmaması gibi nedenlerle, birikimciler için hisse senetlerine yatırımın riski giderek artmıştır.

Bu olgu karşısında, 1981 yılında alınan yasal önlemlere, 1982 yılında yenileri eklenmiş ve bu konudaki yasal boşluk doldurulmaya çalışılmıştır. 2499 Sayılı Sermaye Piyasası Kanunu 30 Temmuz 1981 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile oluşturulan Sermaye Piyasası Kurulu ise Şubat 1982’den itibaren işlerlik kazanmış ve sermaye pazarını düzenleme ve denetleme işlevlerini üstlenmiştir. Daha sonra diğer yasalarda yapılan değişiklikler ve eklemelerle sermaye piyasasının gelişmesine ve özendirilmesine yönelik çabalar artırılmıştır40.

1985 Aralık ayında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın yeniden yapılanarak faaliyete geçmesi likidite sorununu çözümlemiş, bu arada kredi bulmadaki güçlük ve reel pozitif faiz uygulaması sonucu kredi maliyetlerindeki artışlar da firmaları halka açılmaya ve öz kaynaklarını güçlendirmeye yöneltmiştir.

39

Halil Seyidoğlu, Uluslararası Finans, İstanbul: Güzem Can Yayınları, 1994, s.198. 40

Şekil 1: İMKB’de İşlem Gören Şirket Adedi 1990–2005 134 145 160 176 205 228 258 277 285 315 310 288 285 297 298 110 0 50 100 150 200 250 300 350 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004

Kaynak: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası

http://www.tusiad.org/sunumlar/obirsen.ppt#273,10,İMKB Ulusal Pazar Sektörel Dağılım 6/2005 (12.09.2005)

1.6.2. Genel Olarak Sermaye Piyasaları

Mali fonların kaynağını kişi veya kuruluşların yaptıkları tasarruflar oluşturur. Kişiler, ileride elde etmeyi umdukları daha yüksek bir reel gelir karşılığında bugünkü gelirlerinin bir kısmını tüketmeyip ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunarlar. Diğer yandan, bazı işletmeler veya kişiler de ileride elde edecekleri gelirlerinin bir kısmına karşılık, başkalarından sağlayacakları fonlarla bugünkü gelirlerinden daha fazlasını kullanma olanağı elde ederler.

İşletmelerin başkalarından sağlayacakları fonlar ya ödünç alma (kredi), ya da mülkiyete ortaklık (hisse senedi satışı) biçiminde olabilir. Birincisinde bir faiz, ikincisinde de kâr payı ödenmesi söz konusudur. Krediler ya banka gibi aracı kurumlardan sağlanır ya da tahvil ihraç edip halka satarak doğrudan tasarruf sahiplerinden elde edilir. Ticari banka kredileri çoğunlukla kısa vadeli, bazen de orta vadeli olmaktadır. Ancak uzun vadeli kredi vermek amacıyla kurulmuş yatırım bankaları da vardır.

Tahviller orta ve uzun vadeli olarak çıkartılan, karşılığında sabit veya değişebilir bir faiz ödenen menkul değerlerdir. Bunlar piyasası olan yani ilk çıkarıldıktan sonra da alınıp satılabilen mali varlıklardır. Genellikle işletmeler çıkarttıkları tahvilleri halka arz ederek ödünç fon sağlarlar. Bazı tahvillerin satışı ise halka açık olmayıp bunlar aradaki geleneksel anlaşmalara dayalı olarak, sigorta şirketleri ve emekli sandığı gibi tasarruf kurumlarına satılır. Piyasada el değiştiren nitelikte olmayan bu tür araçlar da özel tahvilleri oluşturur.

Banka kredisi ve tahvillerden ayrı olarak işletmeler çıkarttıkları hisse senetlerini halka satarak da fon sağlayabilirler. Hisse senetleri, işletmenin mülkiyetine ortaklık hakkı doğuran, belirli bir geri ödeme süresi bulunmayan araçlardır. Bunları ellerinde bulunduranlar işletme karından pay alma hakkı elde ederler. Bu paylara da “temettü” veya “dividant” denmektedir.

Genellikle hisse senetleri örgütlü borsalarda tahviller de borsa dışı piyasada işlem görür. Borsaya kayıtlı olmayan hisse senetleri ile borsaya kayıtlı olanların bazıları da borsa dışı piyasada alınıp satılabilirler.

Fon sağlamak üzere yeni çıkartılan tahvil ve hisse senetlerinin satışı birincil sermaye piyasasını (primary market) oluşturur. İşletmelerin menkul değer ihracıyla sermaye fonu sağladıkları piyasalar birincil piyasalardır. Oysa tahvil ve hisse senetleri bir kez çıkarıldıktan sonra da piyasada el değiştirirler. Bu şekilde mevcut menkullerin alınıp satıldıkları piyasalara da ikincil sermaye piyasası (secondary market) denmektedir. Birincil piyasada bir menkul bir kez el değiştirir. Ama ikincil piyasadaki alım satımların bir sınırı yoktur. İkincil piyasada menkul satışları bir mali yatırımcıdan diğerine doğru yapılır. Satış gelirleri ise o hisse senedini (veya tahvili) çıkaran firmaya değil, onu satan yatırımcıya gider. Dolayısıyla işletmelere fon sağlayan asıl kaynak birincil piyasalardır. Bununla birlikte, ikincil piyasalardaki alım satım olanakları birincil piyasayı da etkiler. Şöyle ki, daha sonra satış olanakları kısıtlı olan menkullerin ilk satışı da güç olacaktır. Diğer bir