• Sonuç bulunamadı

Müslümanlar kısa bir süre içinde çok geniş topraklara sahip oldular. Daha Hz. Ömer döneminde dünyanın süper güçlerinden biri olan Sasani İmparatorluğu İslam topraklarına katıldı.100 Bu imparatorluğu diğer yerler takip etti. Özellikle, Sasani İmparatorluğunun müslümanlar tarafından fethedilmesi, birçok alanda İslam toplumunu olumlu yönde etkilemiştir. Ancak yapılan bu fetihlerin İslam devleti için bazı dezavantajlara da sebep olduğunu görmekteyiz. Zira Sasani imparatorluğu, çok geniş topraklara ve bu topraklarda yaşayan çok çeşitli dini kültürlere sahipti. Yine Sasani imparatorluğu, Hint kıtasına, Orta Asyanın steplerinde yaşayan Türklere ve diğer kadîm medeniyetlere karşı da bir set görevi görüyordu.101 Gerek İran’da ve gerekse Hindistan’da kökleri derin, birçok dini kalıntı mevcuttu. Mecûsilik, Maniheizm, Sâbiîlik, Budizm, Hint Fakirzm’i vs. birçok din ve mezhep buralarda yaşıyordu. Bu dinler her ne kadar ilahi menşeli olmasalar da hayata, kainata vs. birçok alana dair fikre sahiptirler.102

İslam dünyasının genişlemesi ile İslam medeniyetinin sınırlarının içine giren dinlerden biri de Mecûsilik’tir. Mecûsilik şemsiyesi altında birçok alt mezhep yer almaktadır. Zerdüştlük, Tenasuh fikrine inananlar, Markuniyye, Mezdekiyye ve Seneviyye bunlardan birkaçıdır. Mecûsilere göre alemin temelini iki asıl oluşturmaktadır. Bunlar nur ilahı ve hayrın yaratıcısı olan Yezdan ile zulmetin ilahı ve şerrin yaratıcısı olan Ehriman’dır.103

100 Heykel, Muhammed Hüseyin, el-Fârûk Ömer, Dâru’l-Mearif, Mısır, 2000, s. 167-168.

101 Bayrakdar, Mehmet, a.g.e., s. 67-68.

102 Bayrakdar, Mehmet, a.g.e., s. 76-77.

68

Seneviyye’ye mensup olanlar da, iki ezeli varlığın mevcudiyetine inanıyorlar.104 Bunlara göre alem ezelidir. Buna göre zulmetle nur önceleri birbirinden ayrı iken sonradan birleşip karışmış, alem de onların karışmasından meydana gelmiştir.105

Mâtürîdî’ye göre böyle bir tez bile Seneviyye müntesiplerinin görüşlerinin çürüklüğünü ve tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Çünkü karışmanın kendisi zaten hadistir.106 Zira nur ile zulmetin ayrılığı önceydi ve o zaman bunlar alem diye isimlendirilmiyorlardı. Ancak bir sebepten dolayı bunlar karışarak alemi meydana getirmiş oluyorlar. Bu görüşe göre nur, zulmetin parçalarının kendisine sirayet ettiğini görünce kendi parçalarının zulmetinkinden ayrılması amacıyla alemi yaratmıştır. Yani alem meydana gelen karışımdan sonra vücut buluyor ve bundan sonra kadîm oluyor. Oysa bunun ne kadar gayr-i mantıki olduğu ortadadır. Zira böyle bir düşünce başlangıçta kendi kendini çürütmektedir. Çünkü bu durumda nurun acziyeti ve cehaleti ortaya çıkmaktadır. Aciz ve cahil olan bir şey de elbette ki Tanrı olmaktan uzaktır.107

Mâtürîdî’ye göre; “Gerek zulmet gerek nur değişime ve başkalaşıma, cüzlere ve parçalara ayrılmaya, güzelliğe ve çirkinliğe, iyiliğe ve kötülüğe ve bunlardan başka her şeye eşit olarak müsait bulunma konumundadır. Eğer bu ikisi tabiat ünitelerine karışırlarsa onunla birlikte vücut bulur, onunla birlikte yok olurlar. Kaldı ki bunların hiçbirinin ulûhiyete sahip olması mümkün değildir. Çünkü nur ve zulmetin kudretsizlik ve bilgisizlikleri ortadadır. Tabiatın bizzat kendisi ise ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcının kudretinin delilidir, nurla zulmet de bu ilahi kudret vasıtaları arasında yer almaktadır.”108

Mâtürîdî’ye göre nurla zulmetin sonradan yaratılmış olduğunun bir delili de bunların hiçbiri kendisini kanıtlayabilecek herhangi bir güce sahip değildir. Bundan

104 Şehristânî, a.g.e., I, 243; İbn Ebi’l-İzz, Şerhü’t-Tahâviyye fi’l-Akîdeti’s-Selefiyye, (Thk. Ahmed

Muhammed Şâkir), Riyad, 1418, s. 29. 105

Nesefî, Tabsiratü’l-Edille, I, 132, 135; 19; Âmidî, Seyfüddin (v. 631/1234), Ğâyetü’l-Merâm fi İlmi’l- Kelam, Meclisu’l-A’la li Şuûni’l-İslâmiyye, Kahire, 1391, s. 206; Taftazânî, Sa’du’d-Dîn (v. 791/1390), Şerhu’l-Makâsıd, (Thk. Abdurrahman Umeyra), I-IV, Alemu’l-Kütüb, Lübnan, 1998, III, 109; IV, 138.

106 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 57; Nesefî, Tabsiratü’l-Edille, I,135.

107 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 57; Nesefî, Tabsiratü’l-Edille, I, 136.

69

anlaşılıyor ki nur ve zulmet faal değil meful konumundadır. Nur ve zulmetin hadis olmasının diğer bir delili de bunların öz yapıları itibariyle kendilerinde zıt olan şeyleri barındırmalarıdır. Yani nur kendisinde zulmeti; zulmet de kendisinde nuru taşımaktadır. Bu da bir şey yüzde yüz hayır veya yüzde yüz şer değildir demektir. Böyle bir kainat ise ancak bir yaratıcıya muhtaçtır.109

Çalışmamızın bu bölümünde farklı ulûhiyet tasavvurlarını Mâtürîdî’yi temel alarak incelemeye çalıştık. Mâtürîdî eksenli bir çalışmanın ortaya çıkmasının temelinde yatan en önemli sebep Mâtürîdî’nin konuya özel bir biçimde eğilmiş olmasıdır. Çünkü

Kitâbü’t-Tevhîd’e bakıldığında konuyla ilgili tafsilatlı bilgilerin verilmiş olduğu

görülecektir.

II. ALLAH’IN VARLIĞININ İSBATINDA KULLANILAN DELİLLER

Allah’ın varlığı ve bu varlığın isbat edilmesi kısaca isbat-ı vacib kelamın önemli konuları arasında yer almaktadır. Bu mevzu etrafında çeşitli tartışmalar da yapılmıştır. Tartışmaların başında isbat-ı vacibin mümkün olup olmaması gelmektedir. Acaba insan Allah’ın varlığını isbat edebilir mi? Böyle bir düşünme ameliyesinin olumlu bir neticesi olabilir mi? Diğer taraftan Allah’ın varlığı ispatlanacaksa bu hangi metotlarla yapılacaktır?110

Bazı mantıkçı pozitivistler hariç -ki onlara göre dini önermeler üzerinde konuşmak anlamsızdır. Çünkü bu tip önermelerin doğrulanabilmeleri veya yanlışlanabilmeleri mümkün değildir. Bunun için dini kaynaklı önermeler mantık sınırlarının dışındadırlar. Böyle olmalarından dolayı bir anlam ifade etmezler- birçok ilahiyatçı ve filozof bu hususla ilgilenme ihtiyacı hissetmiştir.111 Hatta ağırlıklı olarak bir kelam kitabı olmamasına rağmen Gazzali İhya’sında konuya değinmekten kendini alamamıştır.112

109 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 59.

110 Topaloğlu, Bekir, Allah’ın Varlığı (İsbât-ı Vâcib), s. 126.

111 Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, DEÜİF. Yayınları, İzmir, 2002, s. 19.

112 Gazzâlî, Ebu Hamid (v. 505/1111), İhyâu’ Ulûmi’d-Din, (Trc. Abdullah Aydın), Ayfa Basın, I-IV,

70

İsbat-ı vacible ilgili mütekaddim dönemlerde işlenmiş önermeler zaman içerisinde farklı ilim erbabınca geliştirilmiş ve daha sistematik hale getirilmişlerdir. Bu yöntemler, sadece bir dinin, medeniyetin, ilmin erbabına münhasır kalmamış bilakis çok çeşitli düşünce müntesipleri tarafından kullanılmıştır.113

İsbat-ı vacible ilgili hususi birçok kitap yazılmıştır.114 Bu kitaplarda konunun tarihi arka planı analiz edilmiştir. Özellikle bu sahada yazılmış çağdaş eserlerde günümüzde konunun almış olduğu mahiyet de göz önünde bulundurularak içerik daha da zenginleştirilmiş ve güncelleştirilmiştir. İlk dönem kelam problemlerinde olmayan ama günümüzde güncel kelam problemleri arasında yer alan yeni akımlara (Ateizm, Materyalizm, Panteizm, Deizm, Determinizm, Sekülerizm, Darvinizm, Rasyonalizm- Pozitivizm)115 karşı da bu eserlerde yeni perspektifler geliştirilmeye çalışılmıştır.116

İsbat-ı vacib alanında akli ve nakli delillerden istifade edilmiştir.

A. ALLAH’IN VARLIĞININ İSPATINDA KULLANILAN NAKLİ

Benzer Belgeler