• Sonuç bulunamadı

B. ALLAH’IN VARLIĞININ İSPATINDA KULLANILAN AKLİ

III. ALLAH’IN BİLİNMESİ

Marifetullah’tan maksat Allah’ın varlığının zorunlu olduğu, Allah’ın selbi ve subutî sıfatlarının var olduğunun kabul edilmesidir. Marifetullah’tan kasıt Allah’ın zatının hakikatine ve künhüne vakıf olmak değildir.203

Mâtürîdî, marifetullah konusundaki görüşlerini takdim etmeden önce bu konudaki düşüncelere değinmektedir. Müşebbihe: Rab cisimdir. Çünkü duyular ile elde edilen bilgi ancak cisme ait olan bilgidir. Cehm b. Safvan ise: İnsan bir zaman yok iken sonradan var edildiğini, bir şeyin, cisim, işiten ve gören olduğunu anladığında kendini yaratan için böyle bir şeyin düşünülmeyeceğinin şuuruna varır. Seneviyye’ye mensup birine göre, kişi, iyi ile kötülük tanrısını ve bunların kendi özünde olduğunu anladığı zaman marifete ulaşmış olur. Yahudiler ise rabbi birkaç cüzün bileşimi olarak kabul etmişlerdir. Bu yüzden onlara göre marifete dair olan bilgi cisme ait olan bilgidir. 204

201 Mâtürîdî, Tevilâtu’l-Kur’an, IV, 79.

202 Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, s. 16.

203Bahçıvan, Seyit, Şeyhü’l-İslam İbn Kemâl Başa ve Arâühü’l-İ’tikâdiyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

1426, s. 181; İbn Kemâl Paşâ, Şemsuddîn Ahmed b. Süleyman (v. 940/1534), “Risale fi’l-İhtilâf beyne’l- Eşâire ve’l-Mâtüridiyye”, Hamsu Resâil fi’l-Fırak ve’l-Mezâhib, (Thk. Seyit Bahçıvan), Dâru’s-Selâm, Kahire, 2005, s. 69; Beyâzîzâde, Ahmed Efendi (v. 1098/1686), İşârâtü’l-Merâm min İbârâti’l-İmâm,(Thk. Muhammed Zâhid el-Kevserî), Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, İstanbul, 1949; 75, 100, 102.

92

Tasavvuf ve tarikat ehli marifetullahın insanda ortaya çıkabilmesi için bazı hususların yerine getirilmesi gerekir. Bu hususların başında da kişinin bir takım nefsi terbiyelerden geçmesi şarttır. Kişi bu eğitimden sonra cismani kirlerin ağırlığından kurtularak saf bir nefse ve ruha sahip olur. Bu durumda olan kişide ise marifettullah güneşi doğmuş olur. Ehl-i tarike mensup olanlardan bir kısmına göre ise marifetullah ancak insanda ilham ile hasıl olabilir.205

İslam’ın ilk dönemlerinde marifetullah konusunda kayda değer bir tartışmaya rastlamak mümkün değildir. İslam’ın konuyla ilgili sunduğu hususlar tam bir imanla kabul edilmekteydi. Ancak sağlam bir iman ve ihlasa rağmen ashabın aklına marifetullah ile ilgili yine de bazı sorular geliyordu.206 Bu sorulara karşılık Hz. Peygamber, ashabın kalbinde oluşabilecek şüphe ve tereddütlerin önüne geçmek için sözleriyle ve davranışlarıyla onlara rehberlik etmiştir. Hz. Peygamber, ashabına: “Allah’ın zatı

hakkında düşünmeyin. Düşünecekseniz Allah’ın yaratmış olduğu varlıklar üzerinde

tefekkür ediniz.”207 diyerek Allah’ın zatı ile ilgili düşünmenin faydasızlığına dikkat

çekmiştir. Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlar, aralarında Allah’ın zatı üzerinde: Bunları Allah yaratmıştır. Ya

Allah’ı kim yaratmıştır? şeklinde sorular soracaklar. Kim bu ifadelerden birini duyarsa Allah’a iman ettim desin.”208

Hz. Peygamber, marifetullah konusunda tabilerine kalpten inanmayı tavsiye etmektedir. Çünkü bu hususta düşünme sonucunda bir faydanın meydana gelebilmesi şüphelidir. Hz. Peyamberin amacı da şüphelerden uzak bir toplum meydana getirmektir. Bunun için ilk dönem müminleri Allah’ın zatı yerine Allah’ın yaratmış olduğu varlıklar

205 İbn Rüşd, Mahammed b. Ahmed b. Muhammed (v. 595/1198), el-Keşf ani’l-Menâhici’l-Edille fî Akaidi’l-

Mille, Merkezu Dırasâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, Beyrut, 1998, s. 117; Bâbertî, a.g.e., s. 41; Bkz. Taftazânî, Ebu’l-Vefâ el-Ğüneymî, İlmül-Kelam ve Ba’du Müşkilâtih, Dâru’s-Sakâfe, Kahire, trs., s. 98.

206 Müslim, İman, 209.

207 Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman (v. 911/1505), Camiu’l-Ehâdis, (Thk. Abbas Ahmed Sakr-Ahmed

Abdulcevvad), I-XXI, Beyrut, 1414, IV, 114.

208 Müttakî, Alauddin Ali b. Hüsamüddin (v. 975/1567), Kenzu’l-Ummâl fi Süneni’l-Akvâl ve Efâl, (Thk.

93

üzerinde tefekkür ederek hayatlarına pratik bazı katkılar sağlamaya çalışmışlardır.209 Çünkü bir yanda bütün noksan sıfatlardan münezzeh, hiç kimsenin görmediği, hayal ve tasavvur edemediği Allah’ın zatı yer alırken öbür tarafta düşünme kabiliyeti mahdut bir akıl bulunmaktadır. Bu aklın müteal bir yaratıcıyı düşünmesi, O’nun zatını idrak etmesi mümkün değildir.

Tahâvî’ye göre ise, “hiçbir vehm ve fehm Allah’ı kavrayamaz ve O’na ulaşamaz.”210 Bu cümlede geçen fehm ve vehm karamları üzerinde durmak gerekir. Vehm, tahmin, zan, hayal gibi anlamlara gelir.211 Yine bu kavram, vehm etme, yanılma, kalbin meyletmesi, düşünme gibi değişik anlamlara gelir. Töhmetin de bu kökten geldiği unutulmamalıdır.212 Fehm ise akletme, anlama, tanıma213 anlamlarına gelir. Bâbertî’ye göre ise vehm cüziyyâtı; fehm ise külliyyâtı anlamaya yarayan kabiliyyettir.214 O halde Allah’ın zatı hakkında hiçbir şekilde zanda, tahminde ve akıl yürütmede bulunulamaz. O’nun zatı mukaddestir. Dil ile herhangi bir biçimde tasvir edilemez. Biz ancak Allah’ı Kur’an’da ve sahih hadislerde belirtilen sıfatlarından, fiillerinden tanıyabiliriz.215 Bir şeyin akılla kavranabilmesi için onun belli sınırlar içinde olması, belli bir şekilde yer alması, nihayetinin ve bidayetinin olması gerekir. Ama Allah tüm bu noksan şeylerden münezzehtir.216

Tahâvî’nin bu cümlesinden birçok İslam fırkasına reddiye de görebiliriz. Bu cümle Mücessime, Mu’tezile ve bazı tasavvufi anlayışlara bir cevap niteliği taşımaktadır. Zira Mücessime görülmeyen, işitilmeyen, aşkın olan Allah’a cisim atfederek O’nu zihnin sınır ve kalıpları içine sokmaya çalışmıştır. Muattıla ise Allah’ın kendi nefsi için zikrettiği vasıfları farklı şekilde tevil ettiğinden dolayı Tahâvî tarafından eleştirilmiştir.

209 Lâlekâî, a.g.e., II, 580.

210 Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, s. 8.

211

İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrim (v. 711/1311), Lisânü’l-Arab, Dâru’l-Meârif, (Thk. Abdullah Ali el- Kebir, Muhammed Ahmed, Hâşim Muhammed eş-Şâzilî), I-VI, Kahire, 1401, VI, 4933 - 4934.

212 İbn Manzûr, a.g.e., VI, 4933 - 4934.

213 İbn Manzûr, a.g.e., V, 3481.

214Bâbertî, a.g.e., s. 41.

215 Bâbertî, a.g.e., s. 97.

94

Marifetullah konusunda şöyle bir ifade üzerinde de durulması gerekir. “Allah ile igili zihnine her ne geliyorsa Allah ondan farklıdır.” Allah’la ilgili olarak insanın zihnine ve hatırına gelen şeyler üç kategoride tasnif edilebilir. Berâk’a göre: Bunlar ya caiz olan, ya caiz olmayan veya caiz olup olmadığı bilinmeyen şeylerdir. Allah ile ilgili insanın zihninde oluşan ve O’nun hakkında kullanılması caiz olmayan şeylerin Allah’ın zatı için kullanılması doğru ve caiz değildir. Allah hakkında kullanılıp kullanılmayacağı şüpheli olan şeyler konusunda ise ihtiyatlı davranmak gerekir. Allah’ın zatı ile ilgili insanın aklına gelip de caiz olan şeylerin kullanılmasında ise bir sakınca yoktur.217

Direkt Allah’ın zatı üzerinde salt akıl eksenli yapılan akıl yürütmeler ve zihni faaliyetler genelde Allah’ın zatıyla pek mütenasip olmayan bazı sonuçlar doğurmuştur.218 O halde Allah’ın zatı ile ilgili fikri ameliyelerde sadece akıl değil nassın da ışığından istifade edilmelidir. Çünkü metafizik saha salt aklın hareket alanı değildir. Akıl bağlantılardan yola çıkarak bilgiler üretmeye çalışır. Metafizik ile ilgili tecrübe sahasına girebilecek fazla bir şey yoktur. Böyle bir yol ve yöntem yerine kutsal kitapları ve peygamberlerin gösterdikleri yolu takip etmek aklı ve zihni selamete erdirir.219

Nassın ışığıyla birlikte olaylar, sebepler ve sonuçlar arasında önemli bağlantılar kurmaya yarayan akıl, Allah’ın zatı yerine O’nun her bir isminin ve sıfatının tecellisi olan mahlukatın yaratılmışlığına baktığında Allah’ın azametini ve benzersizliğini kavrar. İslam düşüncesinde önemli bir geleneğe atıfta bulunan “kendi nefsini tanıyan rabbini tanımış olur”220 ifadesi aslında bize marifetullah konusunda bir yöntem ortaya koymaktadır.221 Zira akl-ı selim sahibi olan bir insan günümüzde tıp ilminin verilerini de göz önüne alarak sahip olduğu özellikler üzerinde düşündüğü zaman ne kadar büyük yeteneklere sahip olduğunu anlayacaktır. Bu sistemin işleyişinin ihtişamı karşısında her işi hikmete mebni

217 Berâk, Abdurrahman b. Nasır, Şerhü’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Dâru’t-Tedmüriyye, Riyad, 2008, s. 45-46.

218

Ebu’l-Hayr, Muhammed Eyyüb Ali, Akidetu’l-İslam ve’l-İmâm el-Mâtürîdî, el-Müessesetu’l-İslamiyye, Dakka, 1983, s. 359.

219 Bâbertî, a.g.e.,s. 97.

220 Rivayetle ilgili bkz. Zerkeşî, Bedrüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah (v. 794/1391), el-Leâliu’l-

Mensûre fi’l-Ehâdisi’l-Meşhûre, (Thk. Mustafa Abdulkadir Ata), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1986, s. 129.

95

bir yaratıcının varlığı zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak sahip olduğu bu muhteşem düzene rağmen insan birçok konuda da acziyet içerisindedir. Karşılaştığı maddi ve manevi sorunlar karşısında insanın ne kadar aciz kaldığı ortadadır. Zaman içerisinde geçirmiş olduğu yaşam evrelerinde başına gelen sıkıntılar karşısında anlıyoruz ki kainattaki en akıllı varlık olan insan yüce bir kudretin ürünüdür. O kudretin kanunlarının dışına hiç kimsenin çıkması mümkün değildir.222

Politeist ve pagan tanrı tasavvurları incelendiğinde genelde insan biçimci bir tanrısal yapıdan bahsedilebilir. İnsanları irşatla vazifeli peygamberlerin tebliğlerinin üzerinden uzun süre geçince insanlar görmedikleri, duymadıkları Allah’ı kendi zihinlerine göre şekillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu tasvirlerin şekli çok değişik olabilmektedir. Bu durumda kabile, birey, fert ve belli bir coğrafyanın subjektif şuuruna göre tanrı biçimlendirilmektedir. Aradan geçen zamanlarda ise nesiller tarafından bu tanrısal anlayışa eklemelerde bulunulabilir. Tanrı anlayışının bu şekilde resimlenmesinin altında yatan en önemli nedenlerden biri insanlarda var olan metafiziği biçimlendirme arzusudur.

Tanrı hakkındaki konuşmalarımızın O’nun yapısıyla ilgili olmadığı görülür. Bu konuşmalar O’nun zatının kendisi, sıfatları değil, bunların yansımaları üzerinde olacaktır. Çünkü Allah’ın zatını bir kenara bırakalım O’nun ilmi veya kudreti nedir? diye sorulduğunda direkt O’nun ilminin kendisiyle ilgili bir fikrin yürütülemeyeceği görülecektir. Bunun yerine ilmin müteallıkları üzerinde konuşmalar olacaktır.223 Tanrı nedir? sorusunun karşılığı tanımlama kuralları çerçevesinde bulunamaz. Bunun yanında Tanrı ne değildir? sorusuna da bazı olumsuzlama cevapları verilebilir. Ancak tüm bu cevaplar Tanrının zatıyla ve O’nun ilintileriyle değil, bunların akisleriyle ilgili olacaktır. Her bakımdan aşkın bir yaratıcı olan Allah’ın varlığının künhüne hiçbir mahluk varamaz. 224

222 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 159.

223 Râzî, Fahrettin, Kelam’a Giriş (el-Muhassal), s. 199-200.

96

Allah’ın zatı üzerinde düşünme aklın sınırlarını aşan bir konudur. Ancak bu, Allah’la ilgili hiçbir ifadede bulunulamaz anlamına gelmemektedir

Son olarak bu bölümde gerek Allah’ın varlığının isbat edilmesi, gerek isbat-ı vacib ile ilgili deliller ve gerekse marifetullah konusunda Matûrîdî ağırlıklı bazı incelemelerde bulunuldu. Konunun Mâtürîdî eksenli işlenmesi Mâtürîdî’de mevzu ile ilgili çokça malzemenin bulunmasından dolayıdır. Ancak tezimizin diğer önemli örneği olan Tahâvî’den de gerekli noktalarda istifade edilmeye çalışıldı. Ancak Tahâvî’ye fazla vurgunun yapılmaması Tahâvî’nin hem özgün çizgisinden hem de itikatla ilgili başlıca eseri olan el-Akîdetu’t-Tahâviyye adlı eserinde konuyla ilgili fazla malumatın bulunmamasındandır. Akli istidlallere yer verilmemesi gerçeği Tahâvî’de olduğu gibi onun şarihleri için de geçerlidir. Gerek İbn Ebi’l-İzz gerek Berrâk, gerekse Babertî gibi şarihlerde isbat-ı vacib konusuyla ilgili malumatın ya hiç olmadığı ya da az olduğu görülmektedir.

97

İKİNCİ BÖLÜM ALLAH’IN SIFATLARI I. DÜŞÜNCE TARİHİNDE SIFAT MESELESİ

Sıfat problemi sadece İslam düşüncesine özgü bir husus değildir. Bilakis İslam öncesi din ve düşüncelerde de bu soruna rastlanmaktadır. Keyfiyeti farklılık arzetse de Sabiiler, Yahudiler ve Hıristiyanlar da aynı sorun etrafında bazı tartışmalarda bulunmuşlardır.

Bu kısımda genel hatları ile sıfatlar konusundaki yaklaşımlara değinilecektir. Ancak buna geçmeden önce sıfat meselesinin çıkışıyle ilgili birkaç şeyin söylenmesi gerekir.

İlk müslümanların sıfat diye bir problemi yoktu. Zira onların bu konuda her hangi bir şüpheleri mevcut değildi. Ashab, teşbihe düşmeden Allah’ın sıfatlarını kabul etmiş ve yine ta’tile düşmeden Allah’ı tenzih etmişlerdir.1

Düşünce tarihinde genel hatları ile sıfatlar konusunda iki yaklaşım söz konusudur. Birinci yaklaşım sıfatların nefyedilmesi veya tevil edilmesine kanaat getirenler tarafından temsil edilmektedir. İkinci yaklaşım ise sıfatların kabul edilmesi gerektiğine kail olanlar tarafından ortaya konmaktadır. Ancak detayda ne sıfatları kabul edenler ne de kabul etmeyenler arasında herhangi bir fikir birliği söz konusu değildir.2 Sıfatlar konusunda iki uç nokta görülmektedir. Bunlardan biri Mücessime/Müşebbihe diğeri ise Muattıla’dır

1 Taftazânî, Ebu’l-Vefâ el-Ğüneymî, İlmül-Kelam ve Ba’du Müşkilâtih, Dâru’s-Sakâfe, Kahire, trs., s. 100-

101.

98

Benzer Belgeler