• Sonuç bulunamadı

SEMPOZYUM BİLDİRİ SUNUMLARINA İLİŞKİN PANELLER (B Blok 1 Kat 402 ve 403 nolu Toplantı Salonlarında gerçekleştirilmiştir.)

Enerjide Sürdürülebilirlik Uygulamaları Paneli:

Doç. Dr. Sevim BUDAK / İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi, Moderatör

Hoş geldiniz arkadaşlar, bu ikinci oturumumuzda sabahki sürdürülebilirlik konusunda şimdiye kadar kurumumuzun yapmış oldukları çalıştayları ve bunun sonuçlarını inceledik ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilirliğe, riske bakışını ve çevresel politikalara, enerji politikalarına, eğitim politikalarına bakışları, yönetim politikalarına bakışları ve şirket politikalarına bakışını dile getirdi arkadaşlarımız. Ödüllerimizi aldık. Esas itibariyle bu çalıştayın sonuçlarına dayalı olarak da geliştirilen birtakım bildiriler oldu; onları da kurum bünyesinde tasnif ettik ve layık görülenler üç oturum şeklinde bugün sizlere sunulacak. Benim payıma enerji konusu, özellikle yenilenebilir enerji ve enerji politikaları ve bunun çevresel etkileri konusunda moderatörlük yapmak düştü. 

Bugün çok şanslıyım, çünkü bildirileri seçilen kişilerin birisi yüksek lisans öğrencim, doktora tezini yeni bitirdi, şu an tezini okuyorum; AB yüksek lisans programında yapıyor. Diğeri de Kutay, doktora yeterliliğinde bulunmuştum, hem İAÜ’nün araştırma görevlisi hem de Marmara Üniversitesi’nde doktorasını devam ettiriyor, bitmek üzereymiş, ona da sevindim. İki genç meslektaşımızı burada görmek beni çok sevindirdi. Seyra’nın konusuna daha hâkimim, o yüzden, o sunumunu yaptıktan sonra soruları alacağım, on beş ile yirmi dakikalık bir sunum yapacak. Sonra çalışmasının bir bölümü, tamamı oldukça yorucu 358 sayfadan oluşuyor, gözlerimi kör etti. İkisi de yenilenebilir enerjinin güneş boyutuna ve jeotermal boyutuna değiniyor. İkisi de problemli alanlar. Problemli alanlardan sadece birisine değindi burada, bürokratik nedenlere değindi. Aslında hukuki, siyasi, ekonomik ve bürokratik nedenlerin hepsini araştırdı. Sadece üretim boyutuna değil, tüketim boyutuna da değindi Seyran. Sanıyorum senin de benzer çalışmaların Kutay. Çünkü jeotermal enerjinin Türkiye’de yaygınlaştırılmasının önünde ciddi engeller var, ama açmaya kalktığınızda da bu sefer halk direnci ile karşılaşıyorsunuz. Çok ciddi çevresel etkileri var, burada da handikaplar yumağı ile karşı karşıyayız. Sayın Dekanımız bir kısa açılış konuşması yapsın, buyurunuz. 

Prof. Dr. Celal Nazım İREM / İAÜ İİBF Dekanı 

Kusura bakmayın, ben teşekkür ediyorum geldiğiniz için. Umarım herkes birbirinden faydalanır. Sonuçta burada güzel bir alışverişin sonunda evlerimize de güzel gideriz. Jatkılarınız için tekrar Teşekkür ederiz.

Doç. Dr. Sevim BUDAK, Moderatör

Şimdi, Seyran›dan, «AB›de Yenilenebilir Enerji politikasında Güneş Enerjisinin Yeri, Türkiye-Almanya Analizi ve Bürokratik Engeller» konusunda sunumunu yapmasını bekliyoruz. 

Seyran DURAN 

Merhaba öncelikle, hepiniz hoş geldiniz. Uluslararası ilişkiler mezunuyum, İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmaktayım. Bu konunun AB’nin yenilenebilir enerji politikasında güneşin payı, Almanya ve Türkiye’nin karşılaştırmasını yapacağım. Aslında alan araştırmasında ekonomik, politik, teknoloji, hukuki ve bürokratik nedenleri araştırdım; ancak burada sadece bürokratik nedenleri anlatacağım. Tez çalışmam aşamasında otuz tane derinlemesine mülakat gerçekleştirdim. Bu derinlemesine mülakatları gerçekleştirirken Ankara’da bürokratlar ile İzmir’de Ege Üniversitesi Güneş Enerji Enstitüsü’nde, Türkiye’nin iki büyük enerji şirketi ile ve altı STK ve beş tane de hükumet dışı örgütlerle yüz yüze yaptığım görüşmeler sonunda bilgileri elde ettim. Ancak araştırmamın derinlemesine mülakat bölümünde bazı zorluklar yaşadım ki özellikle 15 Temmuz darbesi sonrasında yaşanan olağanüstü hal döneminden dolayı bürokratlardan randevu almam o kadar kolay olmadı. Açıkçası randevularım son anda reddedildi. Solar Baba Derneği, Güneş Araştırma Merkezi, ODTÜ’de, daha sonra Bilim Sanayi ve Dışişleri Bakanlığı ve bu dört derinlemesine mülakatı gerçekleştiremedim. Diğer mülakatları gerçekleştirme aşamasında da önlerini kesebildim. Bunu söylememin amacı, bu alanda araştırma yapacak insanların bu tür zorlukları göz önünde bulundurması. Ben önlerini kesebildim, ama arkadan dolanabiliyorlarsa inşallah veri elde ederler. 

AB’nin yenilenebilir politikasını anlatmadan önce, fosil enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları hakkında küçük bir bilgi vermek istiyorum. Fosil enerji kaynakları dediğimiz kömür, petrol, doğalgaz gibi enerji kaynakları. Yenilenebilir

enerji kaynakları ise güneş, rüzgâr, jeotermal, hidroelektrik ve dalga enerjisi şeklinde sıralayabiliriz. Fosil enerji kaynaklarının ve yenilenebilir enerji kaynaklarının özelliklerini karşılaştıracak olursak, fosil enerji kaynakları sürdürülebilir enerji kaynakları değiller. Aynı zamanda aşırı kullanım sonucunda küresel ısınmaya sebebiyet vermekteler. Küresel ısınmanın bize yansıması iklim değişikliği şeklinde olmaktadır. Yenilenebilir enerjinin özellerine bakacak olursak, sürdürülebilir ve aynı zamanda doğa dostu, kendini yenileyebilen enerji kaynaklarıdır. Ki güneşin doğmadığı bir günü düşünemeyiz. 

Burada AB’nin yenilenebilir enerji politikasında güneş enerji politikasını anlatacak olursam, 1950’li yıllarda AB aslında iki dünya savaşından çıkmış ve savaşın sebepleri kömür ve çelik diyebiliriz. Burada Alsas-Loren dediğimiz bölge hem Almanya hem de Fransa’nın sınırında bulunan bölgede Avrupa’daki ülkelerin hepsi o bölgede bir hâkimiyet kurma içerisinde ve bir barış ortamının sağlanması için Avrupa ülkeleri bir araya geliyor ve kömür, çelik topluluğunu kuruyorlar 1951 yılında. Aslında savaşın ham maddesi olan kömür ve çelik barışın aracı oluyor diyebiliriz. Burada yine belirtmek istediğim bir şey daha var, AB ekonomik bir birlik olarak oluşturulmaya çalışılsa da aslında bir enerji birliği de kurulmaya çalışılıyor diyebiliriz. 1958 yılında Avrupa Atom Topluluğu’nun oluşturulması ise bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşının sonlandırılması için ABD Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıyor ve AB burada, ABD’de böyle bir gücün olduğunu, kendilerine karşı bir risk düşüncesi ile Avrupa Atom ve Enerji topluluğunu kuruyorlar ve atomun sivil hayatta kullanılması için bunu sivil hayata yaygınlaştırmayı hedefliyorlar diyebiliriz.  

AB, 1950’lerde altı kurucu ülkenin enerji ihtiyacının yüzde atmışı kömürden sağlanıyordu ve bu şekilde AB herhangi bir sorun yaşamıyordu enerji konusunda. 1960’lı yıllarda petrol AB pazarına girdi ve bu dönemde yine petrol fiyatları uygun ve yine enerji arz güvenliğinde bir sorun yoktu, ancak 1970’li yıllarda petrol krizlerinin yaşanması ile birlikte AB ilk defa yenilenebilir enerjiye ihtiyaç olduğunun bilincine varmıştır. Özellikle 1979 yılında Arap ülkeleri ve İsrail arasında yaşanan savaş ile beraber, Batı Avrupa ülkelerine uygulanan petrol ambargoları, petrol fiyatlarının neredeyse birkaç ay içinde dört katına çıkması ile beraber AB enerji ithalat oranlarını düşürme yönünde politikalar oluşturulmaya başlanmıştır. 1980’li yıllarda Ar-Ge, yenilenebilir enerji teknolojisine destek veriyor, ayrıca Avrupa genelinde bir çevre bilincinin oluştuğunu ifade edebiliriz. 

1990’lı yıllara gelecek olursak AB, aslında tek hedefin haricinde bir ortak hedef, birlik çapında hedefler belirlemeye çalışıyor. Özellikle 1997 yılında “Gelecek İçin

Enerji, Enerjinin Yenilenebilir Kaynakları” isimli kitabı yayımlıyorlar ve burada AB, yenilenebilir enerji politikası için ilk adımı atmıştır diyebiliriz. Bu da önemli; AB, yenilenebilir enerjinin payını yüzde 6’dan 2010 yılına kadar yüzde 12’ye çıkarmayı hedeflemiştir ve bu doğrultuda politikalar oluşturmuştur diyebiliriz. 1997 yılında belirlenen bu hedeflerin altında da güneş enerjisinden elektrik üretimi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda güneş enerjisinin önünü açtığını söyleyebiliriz. Ayrıca güneş enerjisinden elektrik üretimimin yanında, güneş enerjisinden sıcak suyun elde edilmesi de yine alt hedefler içinde yer almaktadır. 

2000’li yıllara gelecek olursak, 1980 ve 1990 arasında AB, ithalat oranını neredeyse yüzde 10 oranında azalttı; ancak 2000’li yıllara geldiğimiz zaman AB, bir genişlemeye gitti ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye üye olması ile beraber ithalat oranları tekrar yükseldi ve yenilenebilir enerjinin gelişimi için üç önemli direktif yayınlamıştır. Bunlardan birisi 2001 Direktifi, 2003 Direktifi ve 2009 Direktifi. Bu direktifler arasında 2002 yılında ise AB, Kyoto Protokolü’nü onaylıyor ve burada da sera gazı salınımını 2008’den 2012 yılına kadar yüzde 8 oranında azaltmayı planlıyor. 2001 yılında ise AB, çevre odaklı sürdürülebilir kalkınmayı sağlıyor ve bu yönde politikalar oluşturuyor. 2003 Direktifi ile beraber, Kyoto Protokolüne verilen taahhütlerin yerine getirilmesi için yine yenilenebilir enerji kaynakları bir araç olarak kullanılıyor diyebiliriz. Burada 2003 Direktifi ile beraber özellikle ulaşımda benzin ve dizel yerine bioyakıtın kullanılması teşvik ediliyor. Bioyakıt ve diğer yenilenebilir enerjilerin kullanılması şeklinde politikalar oluşturuluyor. 

2009 yılına gelecek olursak 2009 Direktifi, aslında AB için en önemli direktifin bu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Avrupa Komisyonu burada her bir ülkenin ulusal, yenilenebilir enerji eylem planı oluşturmasını zorunlu kılıyor ve bu doğrultuda hedefler belirleniyor. Her bir ülke farklı bir enerji kaynağına farklı teşvikler geliştiriyor. Örnek verecek olursak, İspanya’nın güneşe, Danimarka’nın rüzgâra, Almanya’nın yine güneş enerjisine ve burada AB ülkeleri sübvansiyon, KDV, vergi ve çeşitli teşvikler vererek güneş enerjisinin, yenilenebilir enerjinin önünü açıyor.  Bir diğer önemli gelişme ise 2009 yılında Lizbon Antlaşması’nın imzalanması ile beraber yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve enerji ağlarının birbiri ile bağlantısının desteklenmesi hedeflenmiştir diyebiliriz. 2009 Direktifi ile beraber alınan 2020 hedefleri, bunlar nelerdir, sera gazı emisyonlarının yüzde 20 azaltılması, enerji verimliliğinin yüzde 20 arttırılması, bioyakıtın en az yüzde 10 oranında zorunlu hedef olarak belirlenmesi ve yenilenebilir enerjinin payının yüzde 20’ye

Burada Almanya’nın 2020 hedefi, yenilenebilir enerjiden elektrik üretimi hedefi yüzde 18; AB’nin yüzde 20 olarak belirliyor. Benim aldığım en son veri ise 2016 verisiydi ve Almanya şu an 2016’da yüzde 14’ü sağladı. AB yüzde 17 oranında bir pay oranı arttırdı ve bu tabloya baktığımız zaman hem Almanya’nın hem de AB’nin 2020 hedeflerini yakalayabileceğini söyleyebiliriz. 

Yine 2000’li yıllara, 2011 yılına gelecek olursak, AB’nin ilk belirlediği taahhütler de yüzde 8 oranında yakalamak. Bunu yakalamalı ve bunun doğrultusunda iklim değişikliği ile mücadele edebilmek için 2050 yol haritasını oluşturdu ve burada emisyonların yüzde 80, yüzde 95 oranında azaltılması ve 1990 yılına göre azaltılması hedeflendi. Yine 2014 yılına gelecek olursak, AB’nin özellikle 2009 yılında yaşanan ekonomik kriz ile beraber petrol fiyatlarının yükselmesi ile Avrupa’nın hem ticaret dengesinde hem de enerji maliyetlerinde bir dengesizlik yaşandığından dolayı 2050 hedeflerine bir ara hedef olan 2030 hedefleri belirlenmiştir. Burada yine hem enerji güvenliğinin sağlanması hem iklim değişikliği ile mücadele ve ayrıca yine AB’nin burada rekabet edebilirliği sağlaması için 2030 hedeflerini belirledi. Burada emisyonların yüzde 40 oranında azaltılması, yenilenebilir enerji kaynakları oranının en az yüzde 27’ye çıkartılması, yine enerji tüketiminin yüzde 27 oranında azaltılması hedeflenmiştir diyebiliriz. 

2015 yılına gelecek olursak, AB’de ileriye yönelik iklim değişikliği politikası ile esnek enerji birliği için bir çerçeve stratejisi oluşturulmuştur. Şimdi burada şunu söylemek istiyorum, AB, kuruluş yıllarından beri sürekli bir enerji birliği oluşturmaya çalışıyor, ancak bunu sert anlamda gerçekleştiremiyor. Gerçekleştiremediği için bir esnek enerji birliği oluşturmaya çalışıyor ve yine şunu söylemek istiyorum, bir tane bürokrat söylemişti, AB, 2014 yılında Rusya’nın Doğu Avrupa ülkelerine enerji satmasını ve Batı Avrupa ülkelerine göre yüzde 24 daha pahalı sattığını, 2013 için söylemişti bunu. 2014 yılında ise bu oranın yüzde 14’e düştüğünü, AB’nin bunu göz önünde bulundurması, daha sonra 2015 yılında bir de enerji ithalat oranlarının yüzde 54’e çıkması ile beraber tekrar yine bir enerji birliğine vurgu yapılıyor ve Paris İklim Değişikliği imzalanıyor. Yine iklim değişikliği ile mücadele ortaya çıkıyor ve 2016 yılında tüm bu politikalar doğrultusunda tüm Avrupalılara temiz enerji paketi sunuluyor Avrupa Komisyonu tarafından ve bunun amacı yine AB’nin küresel anlamda hem yenilenebilir enerjide hem de iklim değişikliğinde lider olma statüsüne getirebilme diyebiliriz. 

Birkaç örneğim var, AB üyesi ülkelerde güneş enerjisi ile ilgili. Avusturya’daki çatılarda kurulan güneş enerji sistemi, Almanya’daki güneş enerjisi sistemleri. Bu

özellikle çok dikkatimi çekti. Teknolojinin gelişmesi ile beraber güneş enerjisinin elde edilmesi. Türkiye’de Yeditepe Üniversitesi kendi enerjisini üretebiliyor. Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü’nü kuruyor, oraya da gidip araştırmalar yaptığım zaman oradaki hocalarımdan almıştım bilgileri. Eskişehir’de Tepebaşı Belediyesi, AB’den destek alıp bir yaşam köyü oluşturuyor ve bu köydeki evlere güneş enerjisi sistemlerini koyuyor ve güzel bir proje oluyor. Yine bizim Türkiye’de özellikle su ısıtıcıların kullanılması. Konya Karapınar Projesi. Türkiye’nin ve Avrupa’nın güneş enerji potansiyelini kıyaslarsak, metrekare başına düşen güneş enerji potansiyeli, Türkiye’de 1.700-1.900 kilovat/saat arasında iken, Avrupa’da ise 900-1.100 arasında görülmektedir. Bu oranlamadan çıkardığımız sonuç, Türkiye’nin güneş enerji potansiyeli, Almanya’nın güneş enerji  potansiyelinden yüzde 60 daha yüksek, buna rağmen biz güneş enerjisini hâlâ etkin kullanamıyoruz. Yine buradaki Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’ndan aldığım verilere göre Türkiye’nin toplam yenilenebilir enerji kapasitesi 2018 yılında 42.215 megavat, Almanya’nın 120.000 megavat, AB’nin 446.000 megavat kapasiteye sahip olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin 5.064 megavat, Almanya’nın 45.000, AB’nin 117.000. Bu sayılarda görüldüğü gibi, Türkiye’nin güneş enerji potansiyeli yüksek olmasına rağmen, güneş enerji kapasitesinin ne kadar az olduğu, yani Türkiye’de bu oran yüzde 12, Almanya’da yüzde 38, AB’de ise yüzde 25’e denk gelmektedir. 

Almanya’ya gelecek olursak, bir enerji dönüşümü gerçekleşmiştir. Aslında 1968 siyasi hareketleri, çevre hareketleri ve özellikle enerji karşıtı hareketleri ile beraber enerji dönüşümünün gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Almanya’daki asıl kırılma noktası 1986 yılında yaşanan facia diyebiliriz ki burada hem sosyal demokrat partisi hem de 1980 yılında kurulan yeşil parti temsilcilerinin ortak kararı ile beraber Müller Enerji Santrallerinin kapatılması kararı aşama aşama alınıyor. Yine 1990’lı yıllarda yeşillerin etkisi ile beraber yenilenebilir enerjiden üretilen elektriğin alınması zorunlu kılınıyor ve burada yine özellikle belirtmek istediğim şey, AB, özellikle güneş enerjisinden elektrik üretimi pazarını oluşturuyor. 1989 ve 1993 yılları arasında Almanya 1.000 çatı, 1998 ve 2003 yılları arasında ise 100.000 çatı hedefliyor ve bu hedefleri de gerçekleştiriyor. Yani bu doğrultuda da güneş enerjisinin hem önünü açıyor hem de etkin bir şekilde kullanmaya başlıyor. 

Yine 2000’li yıllara gelecek olursak Almanya, hem yeşillerin hem de sosyal demokratların ortak kararı ile yani politik bir kararla Yenilenebilir Enerji Kanunu yürürlüğü giriyor ve bu kanunla beraber enerji arz güvenliğinin sağlanması, enerji maliyetlerinin düşürülmesi ve iklim değişikliği ile mücadele hedeflenerek 2025

yılında yenilenebilir enerji kaynaklarına elektrik üretimini yüzde 40-45 oranında, 2050 yılında ise yüzde 80 oranına çıkarmayı hedefliyor. Yine Almanya bu hedefleri belirlerken yaptığı en büyük avantaj, güneş enerjisinin Ar-Ge’sini ciddi alanda geliştirmiş olması. Burada yatırım maliyetlerine neredeyse yüzde 50 oranında teşvik veriyor, hatta bazı eyaletlerde bunun yüzde 80’e kadar çıktığını ifade edebilirim. Şunu da söylemem gerekiyor, aslında bu kadar teşvikin verilmesi de iyi bir şey değil; 2014 yılında ve 2017 yılında Almanya bir revizyona gidiyor, çünkü çok fazla teşvik verdiler ve bu teşvikler tüketicilerin cebine güneş enerji vergisi şeklinde yansıdı. Bu görünürde yok, ama bundan dolayı özellikle büyük santraller için bir sınırlandırılmaya ve ihale yöntemine gidildi. Bu şekilde hem maliyetlerde hem de kapasitelerde daha rahat üretilebilmek için revizyona gidildiği ve bu yönde pratik oluşturduğunu söyleyebiliriz. 

Türkiye’ye gelecek olursak, Türkiye özellikle 2000’li yıllarda enerji sektörünün liberalleşmesi ile beraber 2003 yılında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nu kurmuştur. Türkiye için şunu söylemek gerekirse, yenilenebilir enerji ve güneş enerjisi özellikle her açıdan büyük bir potansiyelinin olduğunu ifade edebiliriz; ancak Türkiye petrolde yüzde 92, doğalgazda yüzde 98, kömürde yüzde 50, toplamda ise yüzde 72 dışa bağımlı enerji konusunda. Türkiye’de 2005 yılında yenilenebilir enerji kanunu ve elektrik üretimi kanunu yürürlüğe giriyor ve bu kanunla bütün yenilenebilir enerji kaynaklarına beş ile beş buçuk Euro civarında sabit fiyat garantisi yönünde teşvikler veriliyor. Ancak bu dönemde özellikle güneş enerjisinin teknolojisinde yeterli gelişme yaşanmadığından dolayı bu teşvik güneş enerjisinin etkin kullanımında yeterli olmuyor. Bu dönemde özellikle bir şey belirtmek istiyorum, 2009 yılında AB’nin üye ülke statüsünde bulunan Türkiye, 2009 Direktifi ile AB’ye uyum süreci içerisinde 2009 yılında Ulusal Yenilenebilir Planını oluşturuyor. Aynı zamanda Kyoto Protokolü’nü onaylıyor ve bu doğrultuda politikalar oluşturuyor. 2009 yılında Türkiye’nin 2019 yılında güneş enerjisinden 3.000 megavat, 2023 yılında ise 5.000 megavat güneş enerjisinden elektrik üretimi hedefleniyor. Ancak bu hedeflere ulaşılıyor, daha şimdiden ulaşılıyor ki bu da bize kamunun reel sektör ve teknolojideki gelişmelere ayak uydurmadığını ve daha yüksek hedefler belirlemesi gerektiğini görüyoruz. 

2010 yılında yine burada belirtmek istediğim bir şey var, 2009 yılında Türkiye kömür Ar-Ge’si için 2.500.000 TL harcamış ve tekrar kömür yakıtlı elektrik santrallerinde yapılan kamu harcaması 2013 yılında 15 milyon dolar. 2014 yılında ise 14 milyon dolar ki, bu da bize arka planda güneşten ziyade kömürün ve fosil

enerji kaynaklarının olduğunu belirtebiliriz. Ki zaten 2010 ve 2014 stratejik eylem planında ise kömür, petrol, doğalgaz çalışmaları için 51 milyon TL’nin harcanması planlanmaktadır diyebiliriz. 

Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü kapatılmadı, ancak Enerji İşleri Genel Müdürlüğünün bir alt birimi olarak yer aldı. Bu da kurumların sürdürülebilirliği açısından önem arz etmekte, aynı zamanda yenilenebilir enerji kaynakları için de bir engel oluşturduğunu ifade edebiliriz. 

Burada yine elektrik üretiminde doğalgazın yüzde 27, ithal kömürün yüzde 21, barajların yüzde 15 olduğu görülmektedir. Lisanssız üretimde ise güneş enerjisinin bu en son zamanda yapılan değişiklikler ile beraber özellikle 2010 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının sabit garanti fiyatlarında bir değişiklik yapılıyor, güneş enerjisine 13.13 cent civarında bir sabit fiyat garantisi getiriliyor, bir teşvik oluşturuluyor ve bu teşviklerden sonra özellikle güneş enerjisinin lisanssız tarafta arttığını ifade edebiliriz. 

Elektrik kurulu gücüne bakacak olursak, lisanssızda güneş yüzde 94 oranında. Lisanssız tarafta bunun elektrik üretiminin güneşte yüzde 89 oranına çıktığını ifade edebiliriz. Biyokütlede yüzde 6, rüzgârda yüzde 2, hidroelektrik de ise yüzde 1 oranında.

Alan çalışmam içerisinde belirttiğim gibi yaklaşık otuz derinlemesine mülakat gerçekleştirdim. Bunların onu bürokratik kesimler ile gerçekleştirdiğim görüşmeler ve bunların çoğu yüz yüze yapıldı, Ankara’da, İzmir’de ve İstanbul’da gerçekleştirildi. Bu bürokratik nedenleri elde ettiğim bilgileri şu şekilde ifade edecek olursam, AB Bakanlığındaki görüşme yaptığım enerji uzmanlarından aldığım bilgiye göre, güneş enerjisinin yatırım sürecinde birden çok farklı kurumdan izin alınması ve her ilde ayrı belgelerin istenmesi güneş enerjisinin etkin kullanılmasında bir engel oluşturduğunu ifade ettiler. Ayrıca ulusal bir yenilenebilir enerji ajansının olmamasından dolayı gelişmenin görülmediği, aslında ne söylüyor buradaki bürokrat, “Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü bir çalışma yapıyor, Çevre Bakanlığı yapıyor, ancak ulusal bir yenilenebilir ajansımız olmadığından dolayı bunlar görünür kılınmıyor” demişti.  Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunda çalışan bir güneş enerji uzmanı ile bir görüşme yaptım ki, bu uzmanı yakalamak hiç kolay olmadı, bir sempozyum çıkışında tutup soru sormuştum ve bana söylediği şey şu olmuştu, “Biz kapasite açmıyoruz, kapasite açmamamızın sebebi süreci tam anlamı ile bilmiyoruz, bilmediğimizden dolayı

yeterli kapasite açamıyoruz. Bizim bankalarımız ve uluslararası kuruluşlardan kredi sağladığı için bunların tüketiciye bir vergi şeklinde geri dönmemesinden dolayı da kapasiteyi açmıyoruz” diye ifade etti. Yine özellikle burada, lisanslı projede ihalelerin görüşme esnasında bana çantacı demişti, ancak ben bunun üsluba uygun olmadığından dolayı bunu arabulucu şeklinde ifade ettim. Bu şirketler tarafından