• Sonuç bulunamadı

Boğaziçi Üniversitesi, Kurumsal Yönetim ve Finansal Düzenleme Uygulama ve Araştırma Merkez Müdürü 

Şimdi, kurumsal yönetimde yaklaşık yirmi yıldır şu veya bu şekilde ilgileniyoruz. Sürdürülebilirlik, maalesef hem çok önemli hem de çok rol bir kavram haline geldi günümüz dünyasında. Geçen gün bir yerde bir konuşma yapmamız gerekti, kriz çıkacak mı bir daha gibi sorular soruldu. Gün ve saat bildireceğim dedim, salon güldü. 

Sevgili Gençler, dünya değişti, bu grafikte okuyamıyorsunuz maalesef, ama 1600’lerden günümüze kadar krizlerin tarihçesi. Okunmasa bile bir şey fark ediyorsunuzdur, 1980’lerden sonra finansal kriz denen olayların sayısı ve sıklığı arttı. Değişik bir dünya oldu. Sizlerin çoğunuzun doğduğu, büyüdüğü dünya, kitaplarda yazan dünya değil artık. Fakat hâlâ öyleymiş gibi politika üretmeye devam ediyoruz

finans kurumları olarak. Son kırk yılda olan kriz sayısı, son dört yüz yılda olan kriz sayısından daha fazla.

Kitaplardan okuyorsunuzdur, filmlere konu oluyor ABD’nin çöküşü, çok kötü. 2008’de henüz on sene önce, on bir sene önce başımıza gelen kriz ondan daha çok kötüydü. Mukayese etmek gerekmiyor, ama yapmakta fayda var. 2008 senesinde ABD’de ABD halkı on üç trilyon dolar servet kaybına uğradı. Ev fiyatlarındaki, servetteki, şirket değerleri gibi düşüş, 1929 krizinden çok daha fazlaydı. Bunun etkileri bugün hâlâ devam ediyor dünyada. Bir kere güven kayboldu. Finans sektörüne halkın, global düzende konuşuyorum, güveni kalmadı. Yine paramızı bankaya yatırıyoruz belki, ama herhangi bir kriz ihtimali belirginleştiği gün dünyadaki insanların davranışları, 2008’den çok daha sert olacaktır öyle gözüküyor.  Evet, dünya zenginleşiyor, gelir artıyor. 1960’larda bugün dünyadaki ortalama kişi başı gelir on bin dolar civarında. Bizim Türkiye’de ortalama bir yerde. Finans sektörü çok büyüdü. Yani artık gelirle ve servetle açıklanamayacak kadar büyük bir finans sektörü oldu. Dünyanın toplam milli gelirinin dört mislinden daha büyük bir finans var. Niye var, çok merak eden yok galiba. 2008 krizinin tek kelimelik özeti, “aşırı borçlanma” deniliyordu. Dünyadaki toplam borç, dünyalının dünyalıya borcu, aşağı yukarı, yetmiş trilyon dolardı. 

2008’de krizin çıktığı sene yüz yetmiş küsur trilyon dolara varmıştı. Borç kötü, borcu azaltalım diye bir sürü kararlar alındı. Bugün geldiğimiz noktada Çin’deki ve Afrika’daki bazı abidik gubidik borçları saymazsak bile üç yüz trilyon dolara yakın bir borç var. Ödenmeyecek bir borç, ödenemeyecek bir borç, çocuklarım ödemeyecek, torunlarım tespit edemez. Başka türlü hallolacak. 

Dünyayı bir şirket gibi düşünürseniz Sevgili Arkadaşlarım, bu şirket toplam dünyanın reel büyüme hızından hesaplarsak, seksen beş trilyon dolar toplam CDP, iki trilyon net nakit yağdırır. Ödemesi gereken faiz yükü aşağı yukarı beş trilyon dolardır. Faizini dahi ödeyemeyen bir borç miktarı taşıyor dünya. Bu sürdürülemez. Borçların savaş yoluyla veya af yoluyla silinmesi olabilir. 

Herkes borçlanıyor. Çünkü geliri on lira, ben on beş liralık yaşamayı hak ediyorum, beş lira borçlanacağım, yeni ev alacağım, yeni ayakkabı alacağım, harcayacağım. Dünya da böyle gidiyor. Herkes herkesin ne yaptığını görüyor, herkes herkese imreniyor, ama gelir belli, sınırlı. Harcamak istiyorum, elbiseyi almam lazım, kredi kartı var, oradan alıyorum. Bu borç böyle büyüyor ve büyümeye devam edecek. Maalesef bu da kötülüklerin başı. Borçlanma devam ederken sermaye piyasaları, ortaklık, sermaye, kazanılan para ile finansman ölüyor. Yükselen Doğu diyoruz ya Çin ve Japonya. Bakın bu grafikte halka açık şirket sayısı var. ABD’de epey azalmış, sekiz binlerden düştü dört binlere. Avrupa da öyle, Batı Avrupa da. Fakat Çin ve Japonya farklı bir trend izliyor. Çin ve Japonya’da halka açılma sayısı artıyor gittikçe. Yani borç değil, sermaye yolu ile finansman tercih ediyorlar, akıllı yapıyorlar. Bakın bu grafikte düz çizgi, kesik çizgi 2000 senesindeki Avrupa’yı gösteriyor. O Avrupa ve ABD’de bir kanun geçti. O kanun yoluyla artık türev araçları, ticarette aşağı yukarı sıfır denetime tabii olarak serbest bırakıldı. Herkes her türlü türevi çıkartabilir hale geldi. Grafikte buğday, petrol, altın ve bakır fiyatları var. 2000 öncesi resim ile 2000 sonrası resim karşılaştırılsa iki şey görüyoruz, hepsinin fiyatı artmış. Bambaşka bir paradigma ortaya çıkmış 2000 yılından sonra. Türevleri kontrol eden varlıkların toplam değeri aşağı yukarı yüz trilyon altında bir rakam iken, yedi yüz trilyona yaklaştı. Bu da finansal gelişim. Önemli, çünkü Afrika’daki, Güney Amerika’daki fakir ailenin bütçesinin yüzde doksan beşi gıdaya giriyor.  Kuzey Avrupa’daki, Kuzey Amerika’daki zengin ailelerin bütçesinin yüzde beşi gıdaya giriyor. Gıda fiyatları iki misli artarsa fakir aç kalıyor, zengin yüzde on kadar aç kalıyor. Buğday fiyatı arttı, petrol fiyatı arttı, ne olacak? Demek finansın ötesinde insani sonuçları olan bir değişim. Dünya bu artık. 

Gelir dağılımı, servet dağılımı çok tuhaf oldu. Eskiden krallar, sultanlar varmış. Bütün herkes, tek onlar zengin sanırmış. Şimdi kral, sultan sayısı arttı. Bakın Forbes

dergisi var, her sene dünyanın liderlerini yayınlar. 2018 rakamlarına bakarsak, dünyanın en zengin seksen beş insanı, onların ilk seksen beşinin servetinin toplamı, dünyanın fakir yarısından daha fazla. Böyle bir gelir eşitsizliği bizim bildiğimiz, bilinen yazılı tarihte yok. Gittikçe servet daha çok konsantre olmaya başlıyor. Böyle bir ortamda demokrasiyi nasıl yapacağız, hukuku nasıl yapacağız. Bir de finansal mülkiyet gittikçe yoğunlaşıyor. Mülkiyet gittikçe daha az kurum, daha az karar vericinin elinde toplaşmaya başlıyor. Zenginlerin sayısı azalıyor, ama zenginliği artıyor. Böyle bir yoğunlaşma eğilimi var.

Bir de o hale geldi ki finans, hakikaten, finans sektörünün basit şemasını el ile çizsek, bu tahtaya sığmaz. Sonuçta finans bir aracılık işi. Para sahipleri var, paraya ihtiyacı olanlar var, aracılık yapar finans sektörü. O kadar karmaşık hale gelmiş ki, bugünkü finans sektöründe kimin eli kimin cebinde hakikaten belli değil. İşler çok sınırlı. Bazı kanunlar, düzenlemeler yapılırsa her şeyi konuşuruz, dernekler kurarız.  Bir şey oldu, sorumlu kim bulamıyorsunuz, suçlu kim bulamıyorsunuz, yalan söylüyorsunuz. Düzenlenemez bir hali var, dolayısıyla okuduğunuz hiçbir şeye inanmayın. Şimdi bu bilgisayarlar, robotlar. Kuzey Amerika borçlarında toplam ticaret hacminin yüzde doksanına yakın, seksen küsurunu robotlar yapıyor, insan yok. Dolayısıyla ciddi iş adamları, bir şey üretenler artık bankacı ve borsacı görmek istemiyor. “Benim finans ilişkim yok, istemiyorum. Mecbur kalmazsam borç da almam, borca da açılmam”  diyor. Hem finansa bulaşacağım finansal risk yöneteceğim hem de finansal risk yönetebilmek için finansal risk yöneticisi bulacağım, dernek kuracağım, kendi ürettiğim problemi kendim çözmeye çalışacağım. Gerçek sanayici istemiyor. Apple firması dünyanın en başarılı firması, borcuna bakarsanız sıfır borç var, net borcu sıfır ve üç yüz milyar dolar nakit var Apple firmasında. Apple’ı kuranlar finans bilmiyor mu, aptallar mı, değil. Bugün batan firmaların çoğu borç yüzünden batıyor. Öyle bir şey var, tuhaflık var. Teknoloji çok gelişti, herkes konuşuyor, ama o iş bitecek. Sizlerin ödemeler dünyası on sene sonra kredi kartı ya da nakit para olmayacak, başka bir şey olacak. Hukuk ve kanun teknolojinin çok gerisinde kaldı. Belki de en geri kalmış, Türk hocalarıma saygı sunarak söylüyorum, hukuk olduğunu düşünüyorum. Şirketi yürütenler artık yeni değişim görmüyorlar.  Finans sektörü kendi kendine oynayan, büyük devasa sektör haline geldi, kötü, zor. Biz çok şanslı bir ülkeyiz, çünkü küçüğüz finansal olarak. Her şeyimiz bankalara bağlı. Kırmızı grafik 2000 ile 20018 sonuna kadar Borsa İstanbul’da halka açlık firmaların toplam değeri. Mavi olan da Apple firmasının değeri. Bir Apple firması,  Borsa İstanbul’daki dört yüz firmanın  sekiz misli toplam değeri, bir tane firma. Ne

Emeklilik fonlarının, ülkelerin toplam gelirine oranı. Dünyanın genel ortalaması fakir ülkeler dahil yüzde on yedi, on sekiz. Türkiye’de bu iş yüzde iki buçuk. Fon pazarımız yok. Var, ama yok. Şöyle ki Türkiye’nin CDP’sine sekiz yüz milyar dolar dersek, eski hesaba göre ortalama olmak için bizdeki emeklilik fonlarının toplam büyüklüğü aşağı yukarı dört yüz milyar dolar olması lazım, şu anda yirmi bile değil. Dört yüz milyar dolar sermaye, ortalama yüzde iki para kazansa beş sene sonra kişi başı gelirimiz bakkal hesabı, on bin dolardan yirmi dört, yirmi beş bin dolara çıkıyor. Türkiye ekonomisinin dört yüz milyar dolardaki fon pazarına üretme gücü var, ama yapı yanlış olduğu için büyütemiyoruz. Bunu becerebilirsek biz, ortalama olabilsek, biz o orta gelirden çıkmamız çok kolay. Yüzde iki kazandın ve beş yıl içinde kişi başı gelirimiz yirmi beş bin dolara yaklaşıyor. Yani zengin bir ülke oluyoruz. Bunu Türkiye’nin yapabilecek gücü var, ama nasıl yapacağımıza karar vermemiz lazım. Veremezsek işimiz zor. Bugün Türkiye’de gençlerde start-up hevesi bitti. Şu anda gözüken resim, 2007’deki resimden çok daha kötü. Her bakımdan, ev fiyatları, borsa fiyatları, borç oranı. Bir kriz daha atlatırsak -ki çok yakın zamanda patlayabilir- çok fena patlayacak gençler. 

Herkes kapitalizmden şikâyetçi. Kapitalizm artık ahlaksızlaştı diyorlar. Ne yapacağız bilmiyorum. Bütün bunların cevabını arıyorsanız, bir hafta on gün sonra çok güzel bir kitap çıkıyor, pembe renkli, yazarı Vedat AKGİRAY diye birisi; orada bütün cevaplar yazıyor, çok şey öğrenirsiniz. 

Dr. Öğr. Üyesi Gonca YILDIRIM

İAÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, Sunucu

Sayın Hocamıza çok teşekkür ederiz konuşmalarından dolayı. Değerli Konuklarımız, şimdi sempozyum öncesinde gerçekleştirilen çalıştayların sonuç bildirilerinin okunması bölümüne geçiyoruz. Sempozyumun akademik sonuçları arasında önemli bir yeri olan ve iki ayrı oturum ile düzenlenen “Sosyal ve Ekonomik Boyutuyla Risk Yönetimi Çalıştayı” sonuçları sunulacaktır. 

Sosyal ve Ekonomik Boyutuyla Risk Yönetimi Çalıştayının, “Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk” oturumda ele alınan değerlendirmeleri kapsayan çalıştay bildirisini sunmak üzere Türkiye Sosyal Sorumluluk Derneği Başkan Yardımcısı Sayın Fatma ÇELENK’i kürsüye davet ediyoruz.