• Sonuç bulunamadı

DÜZENLENEN ÇALIŞTAYLARIN SONUÇ BİLDİRİLERİ

I. Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Çalıştayı Sunumu

Fatma ÇELENK

Türkiye Sosyal Sorumluluk Derneği Başkan Yardımcısı

Sevgili Hocalarım, Değerli Öğrenciler, genellikle üniversitelere sunum yapmak, konuşma yapmak ya da eğitim vermek için davet edilirim, bugün burada bir çalıştay sunumunu okuyacağım için ilk defa kürsüde gözlük kullanmak durumunda kaldım. Yaşım ortaya çıktığından dolayı biraz mutsuzum. 

Türkiye’de Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamaları Çalıştayı sonuç bildirisini okuyorum: Sanayi devriminden günümüze kadar geçen süre içerisinde sistematik olarak artan küresel problemler sürdürülebilirlik kavramını yakın tarihimizde en çok konuşulan konulardan birisi haline getirmiştir. Sürdürülebilirlik konusunun toplumsal yaşamı doğrudan ilgilendiren ekonomi, sosyal ve çevre temaları üzerine odaklanılarak gerçekleştirilmesi, son yarım asırda görmezden gelinen küresel problemlerin artık ötekileştirilemeyeceğini göstermektedir. Sürdürülebilirlik kavramının ortaya atıldığı 1980›li yıllardan itibaren, beşeri kaynaklı tahribatlarda belirgin bir azalmanın sağlanamaması, bir sorunun çözümü için hükümetler, kamu kurumları, üniversiteler, medya, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ihtiyaç duyulduğunu açıkça göstermektedir. 

İAÜ›nün ev sahipliğinde 6 Şubat 2009 tarihinde düzenlenen «Türkiye›de Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamaları Çalıştayı» bu amaç doğrultusunda hareket etmekte, sorunların çözümlerine ilişkin belirlenen başlıklardan birisini kapsamaktadır. Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk oturumu olarak iki bölümde ve kapalı toplantı yöntemi ile gerçekleştirilen çalıştaya halkla ilişkiler alanında çalışan akademisyenler, sektör temsilcileri ve sivil toplum örgütleri katılmıştır. Çalıştayda mevcut durum içerisinde karşılaşılan sorunlar ve sorunların çözümüne yönelik yapılması gereken çalışmalar değerlendirilmiş ve bu bağlamda elde edilen veriler sonucunda kriz iletişimi ve kurumsal sosyal sorumluluk alanına yönelik aşağıda yer alan öneriler geliştirilmiştir. 

Fatma ÇELENK, Türkiye Sosyal Sorumluluk Derneği Başkan Yardımcısı

21’inci yüzyılda yaşanan teknolojik dönüşüm ile beraber geleneksel medya ve yeni medyanın git gide iç içe girdiği, yakınsal bir hale geldiği görülmektedir. Öte yandan hedef kitlelerin özellikleri değişmekte, geçmişe oranla hedef kitle daha bilinçli hale gelmektedir. Bu durumun sonucunda ise kurum ve kuruluşlar kendi meşruluklarını devam ettirmek için daha küçük hedef kitlelere seslenmek durumundadır. 

Kurumların karşılaştığı sorunlarda, risklerde veya krizlerde farklı stratejilere yönelme ihtiyacını doğuran, bu yönde taktik ve araçsal arayışları ortaya çıkartan bu durum, iletişimci bakış açısıyla önemli bir sorun olarak görülmektedir.  21’inci yüzyılda yaşanan krizler incelendiğinde  krizin kaynağının tespit edilemediği, krizi tetikleyen etkenlerin incelenmediği ve sonuçlarının yeterince irdelenmediği görülmektedir.  Bu durum ise kurum ve kuruluşların karşılaştığı krizleri yönetmeyi ve paydaşların uğradıkları zararın ve hasarın tespitini zorlaştırmaktadır. Örneğin Malezya Hava Yolları uçağının kaybolması ve hâlâ bulunamaması, bu krize hangi durumun neden olduğunun cevabının verilememesi, bu krizin yarattığı hasarın gittikçe artmasına ve kurum itibarının zarar görmesine sebep olmaktadır. Ortaya çıkan belirsizlik nedeniyle sorumluluk çerçevesinin çizilemediği durumlarda oluşan boşlukları söylentilerin, dedikoduların, komplo teorilerinin doğrulduğu görülmektedir. 

21’inci yüzyıldaki krizlerin genel özelliklerden bir diğeri de çoklu nedene dayalı krizlerde tekli çözümlerin üretilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İtalya açıklarında batan gemi için tek sorumlu olarak kaptanın görülmesi ya da pilotunun kasıtlı olarak düşürdüğü iddia edilen hava yolu şirketine ait uçak için sorumluluğun sadece pilota atfedilmesi gibi örneklerde görüldüğü gibi, günah geçişi bugünün en fazla kullanılan kriz iletişimi stratejilerinden biri haline gelmiştir. Bu durumsa resmin tamamının görülmesini engellemektedir. 

Kurumlarda kriz meydana geldiğinde kitleler ne olduğunu merak etmekte, krizin hangi sebeplerden doğduğuna yönelik cevap beklemektedirler. Cevap ne kadar gecikirse, heyecan o kadar artmakta, endişe haline gelmekte ve paniğe neden olabilmektedir. Bu nedenle kriz sonrasında belirsizliklerin söylentilerle, dedikodularla, spekülasyonlarla doldurulmasının engelleneceği eylemlere ihtiyaç duyulmaktadır. 

Bu bağlamda kriz iletişimi, istikrarsız  enformasyon ortamının yönetilmesi anlamına gelmektedir. İstikrarsız enformasyon ortamı kaotik bir ortam olarak da tanımlanabilmekte, ortamı yönetmek kolay olmamakta ve yönetebilmek için de sunulan enformasyonun şeffaf, doğru, anlık ve kullanılabilirlik gibi bazı niteliklere sahip olması gerekmektedir. 

Kriz kavramı, risk kavramı ile birlikte değerlendirilmektedir. Geleneksel toplumlarda algılanan risk kavramı ile günümüz toplumunda algılanan risk kavramının aynı olduğu söylenemez.

Risk kavramı insan eli ile imal edilmiş ve doğal kaynaklı olarak ikiye ayrılmaktadır. 21’inci yüzyılda insan eli ile imal edilmiş risklerin olumsuz etkileri ne yazık ki daha fazladır. Risk ortamını üretenler, ürettikleri risklerin neden olacağı tehlikelerden de etkileneceklerdir. Risk iletişimi farklı paydaşlar arasında riskleri ve bu risklerin doğasını sorgulamak açısından önemlidir. Risk analizleri paydaşlar arasında var olan risklerin ciddiyetini ve derecesine yönelik çalışmalar yapmakta, kabul edilebilir veya kabul edilemez olarak sınıflandırmaktadır. Bu sınıflandırmada kamu yararının da belirleyici bir unsur olarak eklenmesi önem taşımaktadır. Kamu yararının sağlanmasında bilgilendirilmiş karar alınması önemli bir unsurdur. Risklerin oluşturacağı tehditlere yönelik uzlaşının sağlanmasında bilgilendirilmiş kararların alınması, kurumlara olan güvenilirliğin artmasına destek olmaktadır. 

belirsizlik tekrarına düşülmektedir. Bu durum ise risk sorumsuzluğunun varlığını göstermektedir. 

21’inci yüzyılın bir diğer sorunu, içgüdünün aklın önüne geçmesidir. Örneğin sosyal medyada sıkça facenoods tartışmaları ile karşılaşılmaktadır. Tahribata uğramış, manipüle edilmiş, haber alan anlamına gelen bu kavram için içgüdünün, aklın bir adım önüne geçtiğini söylemek mümkündür. Bu sorunun çözümü için toplumsal sorunlar üzerinde daha fazla durulması, toplum ve kurumlar bazında sorunlara dikkat çekilmesi, sosyal adalet ve insani değerlere bireylerin, toplumların daha fazla değer vermesi gerekmektedir. 

Sürdürülebilirliğin sosyal boyutu için de gerekli olan bu duruma karşın, sosyal açıdan risk kültürüne yönelik farkındalığın sağlanmadığı görülmektedir. Bütün kurum ve kuruluşların bu aşamada ortak bir çaba göstermeleri öncelik taşımaktadır. Bu bağlamda kurumsal iletişim konusunda çalışan bireylere ve medyaya büyük sorumluluklar düşmektedir. Medyanın tarafsızlığının sağlanması oldukça önemli olmakla birlikte, aksi durumda herkesin bundan zarar göreceği dikkate alınmalıdır. Aynı zamanda kurumların etik ilkeleri önem arz etmektedir. Etik ilkelerinden yoksun olan bir kurumun itibar yönetimi konusunda doğru adımlar atması mümkün değildir. Kriz yönetimi ve iletişimini gerçekleştirmesi imkânsızdır. Bu sebeple kurumlarda etik ve etik yönetimi anlamında bir paradigma değişimine ihtiyaç duyulmaktadır. 

Kurumsal açıdan değerlendirildiğinde, teoride hazırlanan kriz yönetimi senaryoları kriz uygulamalarında gerçekleştirememektedir. Kâğıt üzerindeki planlamalara göre tüm ekip ne kadar bilgilendirirse de planlandığı şekilde aksiyon alınamamaktadır. Bu durumun temelinde ise yine etik kurallarının eksikliği veya benimsenmemesi, kurumsallığın önünde sürdürülebilirliğin sağlanamaması yer almaktadır. Özellikle kurumsallaşma sürecinde sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için risk kavramına gereken değerin verilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda risklere yönelik farkındalık durumunun ve bu risklere yönelik ne tür hazırlıklar yapıldığının sorgulanması gerekmektedir. 

Günümüzde yaşanan krizlerin en çok geniş kitlelere çok hızlı bir şekilde ulaşmasında sosyal medyanın etkisi açık bir şekilde görülmektedir. Sosyal medya ortamında kolaylıkla yayılan krizlere yönelik dürüstlüğün benimsendiği, gerektiğinde özür dilendiği, gereken sorumlulukların üstlenildiği, güvencesinin verildiği bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir. Bu tür yaklaşımın kurumun tüm iletişim ortamlarında

sergilenmesi ve kriz iletişimi yönetiminin profesyonel bir şekilde gerçekleşmesi önem taşımaktadır. Kurumların yaşadığı krizlerde bir sözcünün bulunmadığı, kurum içinde farklı uzmanların birbirinden farklı açıklamalar yaptığı ve farklı boyutlarda yaşanan krizlere yönelik hazırlanan metinlerin bir iletişimci gözüyle incelenmediği görülmektedir. Bu durumun temelinde ise görev tanımı anlayışının konularla karşılık bulmaması, yani kurumsallaşmanın eksikliği yer almaktadır. 

Yaşadığımız çağda gerek teknolojik olarak gerekse de toplumsal olarak çok hızlı değişimler yaşanmaktadır. Kurumların bu değişime uyum sağlayabilmesinden hâkim olan yaklaşımların yerini, proaktif yaklaşımların alması önem taşımaktadır. Bu bağlamda risk yönetimi ön plana çıkmakta, risk yönetimi kültürünün oluşabilmesi için kurumların kurumsallaşmaya yönelik bir felsefelerinin olması gereklilik taşımaktadır. Değişimin bu kadar hızlı yaşandığı ve  inovasyonun bu kadar öne çıktığı bir dönemde, insani ve evrensel değerlere önem veren, kurum kültürünü oturtabilen kurumların bu sorunları yaşamayacağı düşünülmektedir. 21’inci yüzyılın dünyasında kurumlar küresel birçok sorunla karşı karşıya gelmektedir. Bu sorunların ne kadar devam edeceği, sonucunda neler olacağı, yürütülen çalışmaların bu sorunlara ne kadar çözüm olacağı üzerine ciddi tartışmalar gerçekleştirilmektedir. Günümüzde insana ne kadar değer verildiği,  sosyal adaletin ne kadar sağlandığı, geçmişte yaşanan deneyimlerden ne kadar ders alındığına yönelik ne yazık ki umut verici sonuçlar ortaya çıkmamaktadır. 

Sorunların çözümüne ilişkin katkının da kamu yararına olduğu söylenebilmektedir. Kurumlar açısından kamu yararının sağlanabilmesinde kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) uygulamaları önemli bir araç olarak görülmektedir. KSS gerçekleştiren kurumların kurumsal sorumluluk ve sosyal sorumluluk olgunluğuna erişmesi gerektiği düşünülmektedir. Kurumların kurumsal sosyal sorumluluğunu yerine getirebilmesi için öncelikle kâr etmek gerekliliğini yerine getirmesi, ardından hukuki sorumluluklarını yerine getirmesi beklenmektedir. Bunun yanında sosyal ve etik sorumluluklarını yerine getiren kurumlar da sosyal sorumlu kurumlar olarak tanımlanabilmektedir. Kâr eden hukuki, sosyal ve etik sorumluluklarını yerine getiren kurumlar KSS uygulamalarını gerçekleştirebilirler. Kurumların sosyal ve çevresel duyarlılığı olarak da kabul edilen KSS uygulamalarından yalnızca müşteri, tedarikçi ve çalışanlarına değil, aynı zamanda toplum içerisinde de sorumluluk sahibi yaklaşımlar sergilemeleri gerekmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk alanı olarak sosyal, ekonomik, çevresel ve kültürel konularda değer yaratacak işlere, paydaşlarını gönüllü bir şekilde entegre etmeleri ise kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarının

KSS uygulamalarının uzun süreli ve bir strateji olarak gerçekleştirilmesi gerekliliği dikkate alınmamakta, uluslararası kurumlarda genellikle görülmese de yardım ve bağış faaliyetleri ile karıştırılmaktadır. Bu durumun oluşmasında ise kavramın sosyal pazarlama, sponsorluk ve hayırseverlik ile karıştırılması, kurum yöneticilerinin çok kısa bir sürede geri bildirim beklemesi ve çalışmaların medyada ne kadar alanı kapsayacağı kaygısı etkili olmaktadır. Ayrıca KSS uygulamaları kayıt dışı personel çalıştırmanın ya da zehirli atıkların doğaya karışmasının bir telafisi olarak görülmemektedir. Aynı zamanda KSS uygulamaları için ayrılan bütçenin, uygulamaların tanıtımı için ayrılan bütçenin onda birine denk gelmesi, yürütülen KSS uygulamalarının samimiyetinin sorgulanmasına yol açmaktadır. 

Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumsal vatandaşlık olarak da tanımlanmaktadır. Bu durum kurumların sosyal sorumluluğun ötesinde siyasal bir sorumluluk yüklemektedir. Siyasal sorumluluk anlayışının da sosyal devlet anlayışı ile örtüşmediği alanlar bulunmaktadır. Devletin yetişemediği sosyal alanlarda, kurum çalışmalarının katkı sağlayacağı savunulsa da, nihayetinde devletlerin asli görevinin şirketlere bırakılması gibi bir sonucun ortaya çıkma tehlikesi dikkate alınmalıdır. KSS uygulamaları rekabet ortamında birbiri ile benzeşen kurumların farklılaşması için önemli bir fırsat tanımaktadır. KSS uygulamaları kurumların içinde bulundukları toplumun gelişimine gönüllü olarak katkı sunmalarına imkân tanımaktadır. 8 Mayıs 2019 tarihinde İAÜ, KURSAM, AFAM, EPHAM ve İletişim Fakültesi işbirliğinde gerçekleştirilen kurumsal yönetim ve sürdürülebilirlik sempozyumu ön çalışmalarından biri olan, Türkiye’de Kriz İletişimi ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamaları Çalıştayına sundukları değerli katkılardan dolayı Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı, Prof. Dr. İnci ÇINARLI’ya, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Yeşim GÜÇDEMİR’e, Prof. Dr. Seda MENGÜ’ye, Prof. Dr. Sevimece KARADOĞAN DORUK’a, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Yardımcısı Prof. Dr. Serhat YANIK’a, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Ebru ÖZGEN’e, Yeni Yüzyıl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Sevgi KALKAN’a, Feveran İletişim Ajans Başkanı Tülin ÇENELİ DÖNMEZ’e, Polat Holding Kurumsal İletişim Müdürü Habibe ALOĞLU DOĞAN’a, Panasonic Kurumsal İletişim ve KSS Müdürü İlker ÇELİK’e, Panasonic Kurumsal Marka Yönetimi Genel Müdür Aysel ÖZALTINOK’a, Maya Grup Kalkınma Danışmanı Mine İZMİRLİ’ye, TOFAŞ Kurumsal İletişim Direktörü Arzu ÇOLAKOĞLU’na, Türkiye Sosyal Sorumluluk Başkanı Serdar DİNLER’e, Doğuş Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Erdal ŞEN’e ve İAÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya YENGİN’e, Dr. Öğr. Üyesi Gonca YILDIRIM’a, Dr. Öğr. Üyesi Cihan BECAN’a,

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Filiz KATMAN’a, Dr. Öğr. Üyesi Murat Adil SALEPÇİOĞLU’na, Dr. Öğr. Üyesi Necmiye TÜLİN’e şükranlarımızı sunuyoruz. 

Ayrıca çalıştay organizasyonunda ve gelen verilerin deşifresinde gönüllü olarak çalışan İAÜ Piar Atölyesi öğrencilerine içtenlikle teşekkür ediyoruz. Bu çalıştayın moderasyonunu İAÜ İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Deniz AKBULUT, elde edilen verilerin ortaklaştırılmasını AFAM Koordinatörü Serhat YILMAZ gerçekleştirmiştir. Çalıştayda ortaklaştırılan veriler doğrultusunda hazırlanan sonuç bildirisinin editörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Deniz AKBULUT ve AFAM Koordinatörü Serhat YILMAZ gerçekleştirmiştir. Bu kadar çok kişinin bir arada bir çalıştay gerçekleştirmesi ve ortaklaşa bir bildiri çıkartıyor olması oldukça önemli. Hem ülkemiz adına hem Üniversitelerimiz arasındaki kıyaslamaların gerçekleşmesi ve örnek teşkil etmesi adına ve benim de bu bildiride okuyarak da olsa katkımın olmasından dolayı çok teşekkür ediyorum. Beni dinlediğiniz için de ayrıca teşekkür ediyorum. 

Dr. Öğr. Üyesi Gonca YILDIRIM

İAÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, Sunucu

Sayın Fatma ÇELENK’e çok teşekkür ediyoruz sunumundan dolayı. Sosyal ve Ekonomik Boyutuyla Risk Yönetimi Çalıştayının, Kurumsal Risk ile Sürdürülebilir Finans Oturumunda ele alınan değerlendirmeleri kapsayan çalıştay bildirisini sunmak üzere İstanbul Ticaret Üniversitesi’nden Sayın Doç. Dr. Ayben KOY’u kürsüye davet ediyoruz. 

II. Kurumsal Risk ve Sürdürülebilir Finans Çalıştayı Sunumu:

Doç. Dr. Ayben KOY

İstanbul Ticaret Üniversitesi Muhasebe ve Finans Bölümü Öğr. Üyesi

Merhaba Kıymetli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrenciler, Değerli Misafirler, Hanımefendiler, Beyefendiler, hoş geldiniz. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde bankacılık ve finans bölümünde öğretim üyesiyim. Sizlere bugün Şubat 2019’da yapmış olduğumuz çalıştay hakkında bilgiler vereceğim ve bu bilgileri verirken de özellikle tamamlayıcı olması adına bir çalışma hazırladım. Bugün çok değerli konuşmacılarımız vardı burada, şu an aramızda yoklar, ama Kurumsal Yönetim Derneği’nden, Kurumsal Risk Yönetim Derneği’nden ve mükerrer olmaması adına çalıştayın içerisinde benzer konuları bizler de büyük bir katılımla üzerinden geçtik. Aynı cümleleri tekrar etmemek adına size çalıştayda ele alınan başlıkları verdikten sonra, bugün kendi alanım olan sürdürülebilir finans kısmında bilgiler vereceğim ve sizin kafanızda bu konuda bir resim çizmeye çalışacağım. 

Doç. Dr. Ayben KOY, İstanbul Ticaret Üniversitesi Muhasebe ve Finans Bölümü Öğr. Üyesi

Sempozyumun bir öncüsü olan kurumsal risk ve sürdürülebilir finans uygulamaları çalıştayını Şubat ayında gerçekleştirdiğimizde çeşitli üniversitelerden çok değerli

akademisyenler aramızdaydılar. Bunun yanında sivil toplum örgütlerinden, finans sektöründe düzenleyici olan SPK, BDDK gibi kuruluşlardan ve şirketlerin finans yöneticileri aramızdaydı. Tabii o gün çok geniş konular vardı bu çatının altında. Zaman yetmedi, her birine biraz değinmeye çalıştık. O güne ait resimleri de koydum sunumumuzun içerisine. 

Biz o gün nelerden bahsettik, sürdürülebilirlikten, sürdürülebilir finans, kurumsal risk yönetimi, iç kontrol, iç denetim, entegre raporlama sistemleri, Big Data, yapay zekâ gibi pek çok konuya değindik. Bunların büyük bir kısmı bana kadarki konuşmaların içerisinde zaten tartışıldı. Biraz daha tamamlayıcı bir konuya geçmeden önce, nedir bu sürdürülebilirlik; bir resim olarak da görelim. Sürdürülebilir finans demeden önce, sürdürülebilirliğin altında bir çerçeve var ve bu çerçeve şu anda gördüğünüz gibi solda. Sosyal, ekonomik ve yönetişim boyutuyla ele alınıyor. Çevresel konulara geldiğimiz zaman ise önce klima, iklim değişikliği gibi konular bizim sürdürülebilir çerçevesinde ele aldığımız konular. Hatta aramızda daha çok finansçı olsaydı, biraz daha burada karbon piyasalarına da belki girerdik. Küresel risk araştırması 2019 çalışmasının raporuna göre, dünyadaki en büyük risklerin ilk beşi bugün iklim değişikliği üzerine. İklim değişikliği, iklim değişikliğine adaptasyon bugün dünyadaki önemli konular ve bunlardan sonra ikinci sırada yine toplumsal riskler geliyor. Bugün ekonomi ile ilgili çok olumsuz konuştuk. Risk yönetimi ile ilgili çok geride olduğumuzdan bahsettik, ama biraz daha çevresel konulara eğilmenin de zamanı geldi. 

Peki, finans sektörü ne yapıyor, sürdürülebilirlik için neler yapıyor. Bugün artık finans sektöründe, sadece finans sektörü değil, tabii pek çok kurum sürdürülebilir kalkınma adına çevreyi artık ön plana almış durumda. Bankalar ve aracı kurumlar da sürdürülebilirlik üzerine, çevreye duyarlılık üzerine olan projelere finansman sağlamayı ön plana çıkardılar ve borç verme, yatırım ve riskleri yönetmede de sürdürülebilirlik ile ilgili kriterler önem kazandı. Yenilikçi finansal ürünlerle de finans sektörü sürdürülebilirliğe katkıda bulunuyor. Bu bağlamda eğer karşılaşırsanız genel bilginiz olsun, “Ekvator Prensipleri” dediğimiz prensipler var. Dünya Bankası’nın özel sektör kolu olan Ekvator Prensipleri hazırlandı. Bu prensipler elli milyon dolar, yani ilk hazırlandığında on banka vardı, arasında anlaşılmıştı ve elli milyon dolar üzerindeki projeler bu kapsamda, bu prensipler kapsamında ele alınıyordu. Bugün ise artık çok sayıda banka bunun içerisinde ve proje alt limiti on milyon dolara çekildi. Çevre ile ilgili projeler bundan sonra çok büyük bir kısmı bütün proje finansmanının yüzde doksanını kapsayacak şekilde limitler ve bankaların katılmasıyla bu prensipler

uygulanır hale geldi. Ekvator Prensiplerinde ne var, projeleri ve kategorize ediyor risklerine göre ve bu risklere göre projelerin finansmanına karar veriliyor. Düşük, yüksek, orta şeklinde. Peki, bu kategorizasyon ne için önemli, bir finansçı için niçin önemli ya da bir banka için ne için önemli? Örneğin şöyle düşünün, banka krediyi kullandırdı, fakat krediyi kullandırmış olduğu bu projede o şirketin çok ciddi hukuki işlemleri olabilir, hatta bu şirketlerin artık iflasına, tasfiyesine kadar bu süreç gelebilir. Bu konudaki çevre ile ilgili yapılan hukuki düzenlemeler nedeniyle bu anlamda banka açısından da risk oluşturuyor. 

Diğer yandan bu projeleri finanse etmesi ne sağlıyor, bankalara itibar sağlıyor. Peki, bu kapsamda ayrıca bir de tabii bu projelerin finansmanının yanı sıra finans sektöründe ne var, artık daha tutarlı risk yönetimi, şeffaflık, işlem sürelerinin kısaltılması da yine bu sektörlerde yapılan ve Ekvator Prensiplerinin devamında olan, dikkat edilen konular. 

Bir diğer konu Avrupa Birliği. Keşke  Egemen Bey burada olsaydı. Avrupa Birliği sürdürülebilirlik konusunda hangi çerçeveyi ele alıyor, bir de bunu size resmetmek istedim. AB 2030 iklim çerçevesi, 7. Çevresel Eylem Programı, Paris İklim Anlaşması, G20 Yeşil Finans Çalışmaları ve Birleşmiş Milletlerin 2030 gündemi olan daha geniş sürdürülebilirlik. Bu çerçeve AB’nin sürdürülebilirlik üzerine çerçevesini