• Sonuç bulunamadı

1.1.3. Kur‟ân‟da Sebîl Kelimesinin Anlam ÇeĢitliliği

1.1.3.5. Sebep, Bahane

Nisâ sûresinin 34. âyetinde, aile içi geçimsizliklerin çözümünde erkeklerin takip etmek zorunda oldukları sıra açıklandıktan sonra Ģöyle buyrulmaktadır:

َِهْيَلَعَاوُغْبَتَاَلَفَْمُكَنْعَطَاَْنِاَف اًليٖبَسََّن

َ

... ...

﴿

“... Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol (bahane, sebep101) ara-mayın ...”

Bu âyet ile emredilen, itaat ettikten sonra onları üzmek veya dövmek için102 aleyh-lerine bir bahane, sebep, kusur aranmaması ve onların affedilmeleridir.

Ömer Nasuhî Bilmen (1971), bu âyeti Ģöyle tefsir etmektedir: “EĢleriniz öyle bir muameleden sonra size itaat ederlerse artık kınamak ve eziyet vermek için onların aleyhle-rinde bir yol aramayınız. Artık vaktiyle olan kötü hâli, hiç olmamıĢ gibi telâkki ediniz.

Çünkü günahtan tövbe eden hiç günah iĢlememiĢ gibi olur. Cenâb-ı Hak Ģanının yüceliğine rağmen sizleri tövbe edince affettiği gibi siz de eĢleriniz size itaat ettikleri takdirde onları affetmeli değil misiniz?”103

99 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I-VIII, sad. Ġsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, Ġstanbul, ty., II, 535.

100 Benzer kullanımlar için bkz: Furkân, 25/34, 42, 44; Ankebût, 29/12.

101 Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187.

102 Mahallî, Celâleddin – Süyûtî, Celâleddin, Tefsîru‟l-Celâleyn, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut, ty., s. 106.

103 Ömer Nasûhî Bilmen, Kur‟ân-ı Kerîm‟in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, I-VIII, Ġpek Yayınları, Ġstan-bul, ty., II, 51.

1.1.3.6. Din

Allah Teâlâ, Nisâ sûresinin 115. âyetinde, insanları Ģöyle uyarmaktadır:

َ

﴿

ََتَاَمَٖهِّلَوُنََنيٖنِمْؤُمْلاَِليٖبَسََرْيَغَْعِبَّتَيَوَىٰدُهْلاَُهَلََنَّيَبَتَاَمَِدْعَبَْنِمََلوُسَّرلاَِقِقاَشُيَْنَمَو َ

ََمَّنَهَجَٖهِل ْصُنَوَىّٰلَو

َْتَءاَسَو َ اًري ٖصَم َ

َ

“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Elçi‟ye karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!”

Âyette geçen sebîl kelimesine “müminlerin din olarak takip ettikleri yollar” anlamı verilmiĢtir.104 Burada yoldan maksat Resûlullah‟ın yolu olan Ġslâm dinidir. Müminler bu yolu takip ettikleri için ve ettikleri sürece doğru yoldadırlar; onun yoluna karĢı çıkanlar ise -bu manada- müminlerin yoluna da karĢı çıkmıĢ olmaktadırlar. Müminlerin yolundan ay-rılma eylemi, cehennemle cezalandırıldığına göre burada yoldan maksadın “din ve dini oluĢturan inanç, hükümler ve davranıĢlar” olduğu anlaĢılmaktadır.”105

Allah Teâlâ, Hz. Peygambere müĢriklere karĢı Ģu gerçeği ilan etmesini emretmiĢtir:

﴾ ََنيٖكِرْشُم َْلاََنِمَاَنَاَاَمَوَِهّٰللاََناَحْبُسَوَىٖنَعَبَّتاَِنَمَوَاَنَاَ ةَريٖصَبَىٰلَعَِهّٰللاَىَلِاَاوُعْدَاَىٖليٖبَسَٖهِذٰهَْلُق َ﴿

“De ki: “İşte bu benim yolumdur (dinimdir106). Ben ve bana uyanlar, bilerek Al-lah‟a çağırırız. Allah‟ın şanı yücedir. Ben, AlAl-lah‟a ortak koşanlardan değilim.”107

Râzî, bu âyet hakkında Ģunları kaydetmektedir: “Müfessirler Ģöyle demiĢlerdir: „Ey Muhammed, onlara de ki: Kendisine çağırdığım bu davet, üzerinde olduğum bu yol, kendi sünnetim ve kendi yolumdur.‟ Bu âyette din, yol olarak isimlendirilmiĢtir. Çünkü din, se-vaba götüren bir yoldur. Bil ki, sebîl kelimesi sözlükte yol manasınadır. Araplar, inançları insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzetmiĢlerdir.”108 Kurtubî ise âyetteki sebîl kelimesini Ģöyle tefsir etmektedir: “Ey Muhammed de ki: „Bu, benim yolum, sünne-tim ve minhâcımdır.‟ Davesünne-tim ve dinim diye de tefsir edilmiĢtir fakat bunların manaları birdir.”109 Ebû Abdurrahmân el-Hîrî (430/1039'dan sonra), diğer âlimlerden farklı olarak

104 Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 123.

105 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 145.

106 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 192; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365.

107 Yûsuf, 12/108.

108 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XVIII, 229.

109 Kurtubî, a.g.e., XI, 469.

bu âyetteki sebîl kelimesine “mesele” anlamı verir ki o zaman âyetin manası Ģöyle olur:

“İşte bu, benim meselemdir, derdimdir.”110

ġu âyetlerde de sebîl kelimesinin din manasındaki kullanımı vardır:

َ

﴿

َْيَبَاوُقِّرَفُيَْنَاََنوُديٖرُيَوَٖهِلُسُرَوَِهّٰللاِبََنوُرُفْكَيََنيٖذَّلاََّنِا َ

َُرُفْكَنَوَ ضْعَبِبَُنِمْؤُنََنوُلوُقيَوَٖهِلُسُرَوَِهّٰللاََن

اًليٖبَسَ َكِلٰذََنْيَبَاوُذِخَّتَيَْنَاََنوُديٖرُيَوَ ضْعَبِب

َ

“Allah‟a ve peygamberlerine inanmayanlar, Allah‟ı tanıyıp peygamberleri tanıma-yarak aralarında ayırım yapmak isteyenler, „Peygamberlerin kimine inanırız, kimine inanmayız‟ diyerek küfür ile iman arasında bir yol tutmak (yeni, uyduruk bir din oluştur-mak) isteyenler.”111

...

َِةَن َسَحْلاَِةَظِعْوَمْلاَوَِةَمْك ِحْلاِبَ َكِّبَرَِليٖبَسَىٰلِاَُعْدُا ﴿

“Rabbinin yoluna (yani dinine)hikmetle ve güzel öğütle çağır ...”112

Kur‟ân‟da sebîl kelimesinin din manasında kullanıldığı pek çok âyet vardır.113

1.1.3.7. Yol

Kur‟ân‟daki birçok sebîl kelimesi, gerçek manası olan “maddî yol” anlamında kullanılmıĢtır. Özellikle Allah Teâlâ‟nın yeryüzünü insanların yaĢamasına uygun olarak yarattığını bildiren âyetlerde geçen çoğul Ģekildeki “sübül /لُبُس” kelimeleri gerçek yolları ifade etmektedir.114 Sebîl kelimesinin yol manasında kullanılıĢına Nisâ sûresinin 98. âye-ti örnek verilebilir. ġöyle ki; Hz. Peygamber ve ashabı, hicret izni verilince Allah‟ın rıza-sı uğruna her Ģeylerini geride bırakarak Medine‟ye göç ettiler. Medine‟de yepyeni bir toplum ve devlet oluĢturdular. O andan itibaren küfrün ve Ģirkin hâkim bulunduğu yer-lerde yaĢayan ve gerçekten çaresiz, güçsüz ve bilgisiz olanlar dıĢında tüm Müslümanlar hicret ile mükellef kılındı. Bir önceki 97. âyette115 göç imkânları olduğu halde imanlarını

110 Hîrî, Ebû Abdirrahmân Ġsmail b. Ahmed, Vücûhü‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, tah. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî, Dârü‟s-Sekâ, ġam 1996, s. 173.

111 Nisâ, 4/150.

112 Nahl, 16/125.

113 Örn. bkz: Bakara, 2/217, 273; Nisâ, 4/44, 160.

114 Örn. bkz: Nahl, 16/15; Tâhâ, 20/53; Enbiyâ, 21/31; Zuhruf, 43/10; Nûh, 71/20.

115 “Kendilerine zulmederlerken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler:

“Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik”

kurtarmaya, Ġslâm devletine maddî ve manevî destek olmaya koĢmayıp, evini, yurdunu, eĢini ve malını tercih edenlerin ve çaresizlik bahanesiyle durumu idare edenlerin âhirette karĢılaĢacakları akıbet bildirilmiĢtir. 98. âyette ise bu durumda olanlardan bazılarını is-tisnâ edilerek Ģöyle buyrulmuĢtur:

﴾ اًليٖبَسََنوُدَتْهَيَاَلَوًَةَلي ٖحََنوُعيٖطَتْسَيَاَل َ َِناَدْلِوْلاَوَِءاَسِّنلاَوَِلاَجِّرلاََنِمََنيٖفَع ْضَتْسُمْلاَاَّلِا َ ﴿

“Yalnız hiçbir çareye gücü yetmeyen ve hicret için yol bulamayan (yani Medine‟ye giden yolları bilemeyen116) gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnâ.”

Bunlar fakirliklerinden, acziyetlerinden, hicret yolunu bilememelerinden, tutsak olmalarından, hasta veya sakat olmalarından dolayı müĢriklerin elinden kurtulmaya güç yetiremeyen zayıf ve çaresiz Müslümanlardır. ġayet kurtulabilseler ve Medine‟ye giden yolu bilseler muhakkak ki hicret için yola düĢeceklerdi. Allah, hiçbir kimseyi gücünün yetmediği bir Ģeyle yükümlü tutmadığı117 için bu kiĢileri bağıĢlayacağını bildirmektedir.

Ġbn Kesîr, buradaki sebîl kelimesinin yol anlamındaki gerçek manasıyla kullanıldığını tâbiînin önde gelen müfessirlerinden olan Mücahid (103/721), Ġkrime (105/723) ve Süddî (127/745)‟den nakletmektedir.118

Hz. Mûsâ, Mısır‟dan kaçıp Medyen‟e gitmek istediğinde yolu bilmediği için Rab-bine Ģöyle dua etmiĢti:

﴾ َِليٖبَّسلاََءاَوَسَىٖنَيِدْهَيَْنَاَىّٖبَرَىٰسَعََلاَق

...

﴿

“... Umarım, Rabbim beni doğru yola (yani Medyen yoluna119) iletir, dedi.”120 Allah Teâlâ, insanoğlunun yeryüzünde hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan ih-tiyaçlarını -bu ihtiyaçlardan biri de ulaĢım için kullandığı yollardır- onun hizmetine sun-muĢtur. Konuyla ilgili olarak Tâhâ sûresinin 53. âyetinde Ģöyle buyrulmaktadır:

derler. Melekler, “Allah‟ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gide-cekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.”

116 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193.

117 Bkz: Bakara, 2/233, 286.

118 Ġbn Kesîr, Ebü‟l-Fidâ‟ Ġsmail b. Ömer, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-„Azîm, I-VIII, tah. Sâmi b. Muhammed es-Selâme, Dâru Tayyibe, 2. baskı, Riyad 1999, II, 390.

119 Begavî, Ebu Muhammed Hüseyn el-Ferrâ, Me„âlimü‟t-tenzîl, I-VIII, tah. Heyet, Dâru Tayyibe, Riyad 1409, VI, 199.

120 Kasas, 28/22.

َْنِمَاًجاَوْز ََاَٖهِبَاَن ْجَرْخَاَفًَءاَمَِءاَمَّسلاََنِمََلَزْنَاَوَاًلُبُسَاَهيٖفَْمُكَلَ َكَلَسَوَاًدْهَمََضْرَاْلاَُمُكَلََلَعَجَىٖذَّلَا َ ﴿

َ تاَبَن ىّٰت َش

َ

َ

“Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur indirendir. Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.”121