• Sonuç bulunamadı

ALLAH YOLUNDA OLMA

2. SEBÎLÜLLAH‟IN DAVRANIġLARA YANSIMASI

2.1. DAVET

insanları Allah‟ın indirdiği yepyeni bir Ģeriata çağırması; Müslümanların ise insanları pey-gamberinin davetine çağırmasıdır. Dolayısıyla bir peygamberin tebliğden vazgeçmesi nasıl caiz olmazsa bir Müslümanın da davetten vazgeçmesi öyle caiz olmaz. Üçüncü olarak kiĢi eğer âlim ise etrafındaki tüm insanları, yönetici ise emri altındaki tebaasını davet ile so-rumludur. Hz. Peygamber, bu üç durumda da tebliğini eksiksiz yapmak suretiyle herkese en güzel örnek olmuĢtur. Müslümanlar her türlü pozisyonlarında Peygamberimiz ile dave-tin bu sorumluluğunu paylaĢmaktadırlar.699

Kur‟ân-ı Kerîm‟de davetin sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanıldığı tek âyet, Nahl sûresi 125. âyetidir:

َِّبَرَِليٖبَسَىٰلِاَُعْدُاَ﴿ َ

َْنَمِبَُمَلْعَاََوُهَ َكَّبَرََّنِاَُنَسْحَاََىِهَىٖتَّلاِبَْمُهْلِداَجَوَِةَنَسَحْلاَِةَظِعْوَمْلاَوَِةَمْكِحْلاِبَ َك

ََنيٖدَتْهُمْلاِبَُمَلْعَاََوُهَوَٖهِليٖبَسَْنَعََّل َض .

“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en gü-zel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir.

O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.”

Ayrıca Yûsuf sûresinin 108 âyetinde geçen “

َِهّٰللاَىَلِاَاوُعْدَا

” (Allah‟a çağırıyorum) ifa-desi anlam bakımından fî sebîlillah kavramını çağrıĢtırmaktadır. Zira,

﴿

َْلاََنِمَاَنَاَاَمَوَِهّٰللاَََناَحْبُسَوَىٖنَعَبَّتاَِنَمَوَاَنَاَ ةَري ٖصَبَىٰلَعَِهّٰللاَىَلِاَاوُعْدَاَىٖليٖبَسَٖهِذٰهَْلُق َ

ََنيٖكِرْشُم

َ

“De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah‟a çağırırız. Al-lah‟ın şanı yücedir. Ben, Allah‟a ortak koşanlardan değilim.” Ģeklindeki âyette söz konusu ifadenin öncesinde “

ىٖليٖبَسَ ٖهِذٰه

” (Bu benim yolumdur) denilmesi bu manayı kuvvetlendir-mektedir. Ayrıca Allah‟a yapılan çağrının “O‟nun uyulmasını emrettiği yollarına yapılmıĢ-çağrı” olduğu açıktır.

Bu âyetler, insanların neye ve nasıl davet edilmeleri gerektiği konusunu ve sebîlül-laha yapılan bu davet faaliyetlerinin istenen sonucu vermesi için, gösterilen usûlün doğru bir Ģekilde tatbik edilmesi gerekliliğini gayet açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Çünkü

699 Bûtî, Said Ramazan, Fıkhu‟s-siyre -Peygamberimiz (s.a.v.)‟in Uygulamasıyla Ġslâm-, çev. Ali Nar - Orhan Aktepe, Gonca Yayınevi, 4. baskı, Ġstanbul 1987, s. 103-105.

kullanılan metot hatalı ve uzaklaĢtırıcı ise sadece davanın yüceliği baĢarı için yeterli ol-mamaktadır. Bu bakımdan davette metot, davetin ayrılmaz bir parçasıdır.700

Hz. Peygamber‟in risâlet süresi boyunca en yakınında bulunanlardan baĢlayarak sonunda bütün Arap yarımadasını kapsayan davet faaliyetinde ulaĢtığı büyük baĢarı, onun uyguladığı davet metotlarının son derece tutarlı, mâkul, mantıkî, sistemli, gerçekçi, olayların geliĢimine uygun ve baĢarıya götürücü metotlar olduğunu göstermektedir.701 Yûsuf sûresinin 108. âyetini tefsir eden Hamdi Yazır, Hz. Peygamber‟in kendi yoluna çağırırken kullandığı metodu Ģöyle açıklamaktadır: “Bu âyet gösteriyor ki, dine davet ancak bu Ģartlarla caiz ve verimli olur. Yani müĢrikler gibi körü körüne ve birtakım bâtıl ve bozuk maksatlar uğruna veya kendi nefsanî hevesleri uğruna değil; basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlas ve samimiyetle, edep, nezahet ve hikmet çerçevesinde ve ancak Allah rızası gözetilerek Allah‟a davet edilmelidir. Yoksa din ve dindarlık sırf bir gurur-dan, kof bir iddiadan ibaret kalır.702

Nahl sûresinin yukarıda zikredilen 125. âyetindeki “Rabbinin yoluna hikmetle ve tatlı dille, güzel öğütlerle davet et, onlarla en güzel şekilde mücadele et...” ilâhî emri, bu noktayı daha ayrıntılı olarak açıklamıĢtır. Bu âyette muhatap belirtilmeyip (mef‟ulün haz-fedilmesi) ifadenin mutlak bırakılması, sebîlüllaha davetin genelliğine bir delil olup703 Kur‟ân‟ın tek bir zümreyi değil, bütün insanları hidayete erdirmek için gönderilmiĢ bir kitap olduğunu ve davetinin tüm insanları kapsadığını ifade etmektedir. Ayrıca âyet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde Ġslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartıĢ-maların, eğitim ve öğretimin baĢlıca yöntemlerini özetlemektedir.704

Taberî, âyette hikmet ile kastedilenin Allah‟ın kitabı ve Resûlullah‟ın sünneti oldu-ğunu, güzel öğüt ile kastedilenin ise Allah‟ın kitabında beyan ettiği deliller ve ibret alınma-sı gereken hadiseler olduğunu söylemiĢtir. Buna göre âyetin manaalınma-sı: “Ey Muhammed, sen Rabbinin yoluna Allah‟ın kitabı, Resûlü‟nün sünnetiyle ve Allah‟ın beyan ettiği delil ve öğütlerle davet et” Ģeklinde olmaktadır.705

700 Ahmed Önkal, “Davet”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990, I, 372.

701 Çağrıcı, “Da„vet”, DĠA, IX, Ġstanbul 1994, s. 17.

702 Yazır, a.g.e., V, 104.

703 Âlûsî, a.g.e., XIV, 254.

704 Komisyon, Kur‟ân Yolu, III, 453.

705 Taberî, a.g.e., XIV, 400.

Râzî, herhangi bir görüĢ ve inanca davetin mutlaka sağlam bir delile (hüccete) dayanması gerektiğini belirterek konuyu Ģöyle izah etmektedir: “Bu deliller üç kısımda incelenir: a. TartıĢmasız doğru bilgi ve kesin inanç sağlayan kesin delil. Âyette hikmet ile kastedilen bu delildir ki bütün bilgi derecelerinin en kıymetlisi budur. b) Güzel öğüt ile kesin bilgiye değil, zannî iĢaretlere ve ikna gücüne dayalı deliller kasdedilmiĢtir. c) Bir gerçeği kanıtlamaktan çok rakibi susturup tartıĢmadan çekilmesini sağlayan delil-lerdir ki buna da cedel adı verilmektedir.”706

Sebîlüllaha çağrı ve irĢadla ilgili bu âyette birbiri arkasına zikredilen yönlendirme-lerin her üçü de aslında birbirini tamamlayarak anlam birliği içerisinde bir bütünü oluĢtur-maktadır. Bu birliğin üzerinde odaklaĢtığı kelime hikmettir. Hikmet kavramı, âyetin baĢ kısmında zikredilerek önemi vurgulanmıĢ, devam eden kısımdaki yönlendirmeler ona atfe-dilmiĢtir. Çünkü hikmete davet, muhatapların farklı inanç kesimlerinden olabileceği düĢü-nülse bile, mev‟iza-yı hasene ve en güzel yolla mücadelenin de ruhunu ve özünü oluĢtur-maktadır. Bütün güzellikler ve hasenatlar hikmet kavramının içinde mündemiç olup, ondan ayrı düĢünülebilecek Ģeyler değildir.707

Sebîlüllaha davetin baĢarıya ulaĢabilmesi için davetin prensiplerinin yanında davet-çilerin Ģahısları ile ilgili prensipler de çok büyük önem arz etmektedir. Ġbrahim Cücük, bu prensipleri âyet ve hadislere dayandırarak Ģöyle özetlemektedir:708 a) Davetçinin davasına inanması,709 b) Davetçinin davet ettiği davayı bütün incelikleriyle bilmesi,710 c) Davetçinin davet ettiği hususları bizzat kendisinin yaĢaması,711 d) Davetçinin davetinde sabır ve sebat göstermesi,712 e) Davetçinin çevresine karĢı merhametli olması,713 f) Davetçinin tevazu

706 Râzî, a.g.e., XX, 140.

707 Talip ÖzdeĢ, “Ġslâm‟ın Ferdî ve Sosyal Hayata TaĢınmasında Hikmet‟in Esas Alınması”, Ġslâmî AraĢ-tırmalar, Ankara 2001, c. XIV, sy. 2, s. 310.

708 Ġbrahim Cücük, Ayet ve Hadislerle Peygamberimiz; YaĢayıĢı, Ahlakı, Prensipleri, 2. baskı, Ġstanbul 1999, s. 421-424.

709 “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah‟a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler...” Bakara, 2/285.

710 “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” Bakara, 2/151.

711 “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” Hûd, 11/112; Ayrıca bkz: Bakara, 2/44;

712 “(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret. Onlar için acele etme ...” Ahkâf, 46/35.

713 “Allah‟ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah‟tan bağışlama dile …” Âl-i Ġmrân, 3/159.

sahibi olması,714 g) Davetçinin davetini sırf Allah rızası için yapması.715

Hz. Peygamber, sebîlüllaha davet uğrunda nice sıkıntılara göğüs germiĢtir.716 Resûlullah‟ın davette bu sıkıntılar ile karĢılaĢmasının hikmetlerinden biri de, her asırda omuzlarına davetin sorumluğu yüklenen Müslümanların, davet yolundaki çile ve sıkıntıları gözlerinde büyütmemeleridir. ġayet Hz. Peygamber (sav) davasında gayretsiz veya meĢak-katsiz olarak baĢarıya ulaĢsaydı, elbette ashabı ve onlardan sonra gelen Müslümanlar da davetlerinde rahatlığı ve kolaylığı seçmeyi arzu ederler ve din uğruna bu kadar sıkıntıyı ve musibetleri ağır ve tahammül edilemez kabul ederlerdi. Ama durum böyle olduğu için hiç-bir Müslüman, Peygamberinin tattığı acıyı tatma ve yürüdüğü yolda beraberce yürümeyi göze alma konusunda herhangi bir tereddüt yaĢamamaktadır.717