• Sonuç bulunamadı

1. ÂŞIK KUL MANSUR'UN HAYATI VE ÂŞIKLIĞI

1.3. Âşıklık Geleneği İçinde Âşık Kul Mansur'un Yeri

1.3.3. Saz Çalma

Âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biri de saz çalmaktır. Âşığın hünerini gösterdiği ve diğer âşıklara üstünlük sağladığı araçtır. Âşıklar deyişlerini bugün saz, eskiden kopuz denilen telli bir çalgı eşliğinde söyleyip, sazı hep kendilerinden bir parça gibi görmüşlerdir. (Yardımcı, 2008: 176) Saza bu bakımdan büyük önem atfedilmiş ve en iyi derecede korunmuştur. Âşıklar sazlarını insana benzetmişler, sapının baş tarafına baş-kaş, burgularına kulak, sapına kol, yüz tarafına göğüs, deliklerine göz, tambur kısmına da gövde adını vermişlerdir. İnsana saygı nedeniyle de sazı yere bırakmayıp yukarıda tutmaya özen göstermişlerdir. (Yardımcı, 2008: 177) Genel anlamda saz âşıkların ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Çoğu zaman toplum saz çalamayan kişileri âşık olarak kabul etmemiştir. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere saz âşığa kimlik kazandıran bir unsur niteliğindedir.

Alevi-Bektaşi âşıklarda bu gelenek daha üst bir seviyededir. Alevilerde saz kutsal bir unsur olarak kabul edilir. Eğer saz çalınacaksa olursa göğsünden üç defa öpülür ve başa götürüldükten sonra çalınır. Saz çalınması için başka birine verilecekse bu olay tekrarlanır. Bu uygulamanın en güzel örneğine ise cem törenlerinde rastlanmaktadır. Cem törenlerinde ön plandaki müzik saz aracılığıyla sağlanır. Tören içerisinde zakirler tarafından çalınacak olan saz bu aşamalardan geçtikten sonra ele alınır. Alevilerin saza verdiği önemi Zelyut şöyle açıklar: “Kopuzun bağlama adı

altında kutsallığı Anadolu’da aynen devam etmiş; bağlamaya Telli Kur’an adı verilmiştir. Böylece bağlamanın cem törenlerinde eğlence için değil, kutsal fikirleri ve duyguları aktarmak için kullanıldığı belirtilmiş olur. Bağlama; tıpkı Kur’an gibi kılıfına konulup duvara asılır ve çalınacağı zaman da ancak üç kez niyaz edildikten (öpüldükten) sonra kullanılabilir. Bağlamanın; bozuk, cura, divan (meydan), saz (çöğür) gibi türleri vardır. Alevi müziğine tam bir uyum gösteren sazdır. Meydan sazı, tören sazıdır. Cemde çalınan saz anlamına gelmek üzere meydan sazı adı verilmiştir. Divan sazı adı verilmesi de, Hak divanında çalınıyor olmasına inanılmasından kaynaklanmıştır. Bu sazlarda, çoksesliliğin izini de bulma olanağı vardır.” (Zelyut,

2012: 229- 230) Bağlamaya “Telli Kur'an” denilecek kadar kutsallaştırılması kültür içerisinde bu unsura verilen önemi ortaya koymaktadır. Bu yüzden ilahi güçleri üzerinde taşıyan bir unsur olarak değer görmektedir.

Alevi- Bektaşi kültüründe bağlamadan “Telli Kur'an” olarak bahsedilmesinin nedeni zakirlerin düvaz söylemeye başladıklarında ilk söyledikleri kısmın Kur'an-ı Kerim'den süreler olmasıdır. Bu durumdan dolayı böyle bir adlandırılmaya gidilmiştir ve vakfedilen kutsallık buradan gelmektedir. Bazı araştırmacılara göre ise: Bağlamanın kolu “Allah’ı” (Elif) ve Hz. Ali’nin kılıcı “Zülfikâr’ı”, gövdesi “Hz. Ali’nin bedenini” simgeler. (Hendrich, 2005: 294) Alevi terminolojisinde ve cem törenlerinde sıkça zikredilen “Hak- Muhammed- Ali” üçlemesi, gerçek anlamını “zakir, söz ve saz” üçlemesinde bulmaktadır. Zira cemlerde zakir, saz çalıp türkü formunda ezgilerle nefes okurken, saz ve sözle bütünleşir; o esnada pir makamındaki dede dâhil kimseden ses çıkmaz; herkes, zakirin okuduğu nefesin içerdiği sözlerin anlamı üzerine yoğunlaşır ve zihnen mana çıkarmaya odaklanır. Bu bağlamda saz, Alevi inancına dair bilgi taşıyan temel araç konumundadır ve kutsaldır. (Özgür, 2014: 136) Saz, Alevi-Bektaşi geleneğinin ayrılmaz bir unsurudur. Saza büyük bir ilgi vardır. Özellikle Ayin-i

Cemlerin semah bölümünde zakirler saz çaldıkları için saz yüzyıllardır bu geleneğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Âşıklar, sazı ve sözüyle toplumun dili ve yüreğidir.

Kul Mansur içinde saz oldukça önemlidir. Onun vücudunun bir parçası halindedir. O, diğer ozanlar gibi sazı ‘‘Telli Kur’an’’ olarak adlandırır. Nefessiz kaldığında nefesi sazla aldığını ifade etmektedir. Çaldığı sazının dışında evinde iki adet daha saz bulunmaktadır. Bunlardan birisi kısa saplı dede sazıdır. Bu sazı genellikle cem törenlerinde kullanmaktadır. Diğer sazı ise ilk olması bakımından kendisi için oldukça önemlidir. Yatağının üzerinde asılıdır. Eşinden ve çocuklarından ayrı kaldığı için çoğu zaman sazına derdini anlatmaktadır.

Kul Mansur‘um gerçek sözüm Yaşlarla doludur gözüm Şahidimdir dertli sazım

İnan seni seviyorum (82/ 4)

Kul Mansur’un âşıklığa adım atmasına neden olan olay rüya âleminde Hz. Ali’nin elinden bade içmesidir. Çünkü ustası veya öğretici olmadan saz çalmayı kendiliğinden öğrenmiştir. Bu bakımdan saza herkesten farklı bir kutsallık vermektedir. Ona göre saz kendisine Hz. Ali tarafından verilen kutsal bir emanettir. Böylece onunla bir bütünleşme sağlar.

Mutluluktur yüzümdeki Yaş değildir gözümdeki Kul Mansur’un sazımdaki

Teller seni hatırlatır (123/ 4)

Kul Mansur’a göre saz canlı bir varlıktır. Kendi sazı dışında başka bir sazı çalmak ve ona dokunmak istemez. Ona göre her saz kendi sahibinin duygularını ve sıkıntılarını içinde taşır. Sadece sahibi ona dokunduğunda dile gelmektedir. Bu durumu şiirinde şöyle anlatmaktadır:

Elime değişik dertli saz gelmiş

Perdeler yabancı tel garip garip (322/3: 3, 4)

Mansur, sazı kendisine emanet edilmiş ilahi bir varlık olarak görür. Şiirleri genel anlamda incelendiğinde saza karşı hissettikleri açıkça görülecektir. Kendisinden çocuklarına kalacak en büyük ve en önemli miras olarak sazını görmektedir.

1.3.4. Mahlas Alma

Âşıklar eserlerinin son kısmına isimlerini tapşırırlar. Âşıklık geleneğinde mahlas alma çeşitli şekillerde olur. Mahlas bir bakıma âşığın eserine kendi mührünü vurmasıdır. Böylelikle eseri okuyanlar onun kime ait olduğu bilgisine sahip olurlar. Âşıkların bazısı mahlas kullanmayıp, şiirlerinde doğrudan ismini kullanma yoluna gider. Âşığın şiirde ismini kullanma hadisesi üç şekilde kendini gösterir.

İlkinde âşık doğrudan doğruya ismini kullanır. Bunun ikinci şekli, âşığın iki ismi varsa ikincisini kullanmasıdır. Üçüncü şekli de isme mensubiyet eki (î)’nin getirilmesiyle alınan mahlaslardır. Kimi âşıklar mahlas olarak isminin başına bir sıfat getirerek, şiirlerinde bu şekilde tapşırırlar. Sözünü ettiğimiz sıfatların özellikleri çeşitlidir. Bunlar; biçare, dertli, garip, sefil, şeyh şeklinde âşığın kendisini alçak gönüllü göstermek için seçtiği sözlerdir. (Kaya, 2008: 5) Mansur şiirlerinde ‘kul’ mahlasını kullanmasının yanında hem ismini hemde mahlasını niteleyen sıfatlarda kullanmıştır. Şiirlerinden hareketle bu şekildeki kullanımlara şöyle örnek verebiliriz;

Garip Kul Mansur’um ağladım coştum Eller aşk doluyken ben ise boştum Hep ağladım sevgi peşinde koştum

Neden güldürmedin beni dünyada? (141/ 4)

Alevi-Bektaşi âşıklarda ise bu durum biraz farklıdır. Alevi - Bektaşi âşıkları mahlas alırlarken, kendilerini divan şairlerinden ve Âşık edebiyatı âşıklarından ayırmak için Hatai, Kamberi, Misali, Virani vb. gibi farklı âşıklık adı alırlar. Bazı âşıklar bununla da yetinmeyip mahlaslarının başına “kul’’, “abdal’’, “pir’’, “sultan’’gibi belirleyici adlar almışlardır. Bazı âşıklar da mahlaslarının sonuna "sultan", "baba", "dede ve benzeri

adlar eklemişlerdir. (Zelyut, 1992: 67-69) Bunun yanında farklı görüşler de bulunmaktadır. Alevi- Bektaşi inancında “kul” deyimi “intisâb etmiş’’ anlamına gelmektedir. Bektaşi tarikatının Anadolu’da kuruluşundan sonra birtakım ozanlar, kendilerini şeyh veya babalarının kulu saymışlar ve bunu bir teslimiyet, hürmet, tevâzu ve mahfiyet mânâlarında kullanmışlardır. (Elçin, 1997: 50–51) “Kul’’ sözcüğü üzerinde fazlasıyla araştırma yapan Şükrü Elçin’in konu hakkındaki tespitleri oldukça önemlidir.

Elçin, “Kul” deyiminin tarihsel süreç içerisinde kullanışıyla ilgili şu görüşleri öne sürer:

1. “Kul” deyimi Türkçede umumî olarak “köle, mahlûk, hizmet için alınan adam, esir ve kölelerden yazılıp teşkil olunan asker, yeniçeri, padişahın teb’ası, mürid, âşık mânâlarında kullanılmaktadır.

2. İlk İslâmî eserlerde Allah’ın yarattığı mahlûk mânâsında kullanılan “Kul” deyimi Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi şâirlerin eserlerinde tasavvufî bir renk ve nitelik kazanmıştır.

3. “ Kul” deyimi, tarikat edebiyatımızda hususiyle Alevî ve Bektaşî şiirinde “intisâb” mânâsındadır.

4. “ Kul” mahlaslı şâirlerin büyük ekseriyeti Alevî ve Bektaşî şâirleridir.

5. Osmanlı İmparatorluğunun genişleme siyaseti sonucu esir veya köle çocuklarından kurulu bir sınıf askerle bunların çocuklarından şâir olanlar “ Kul” veya “ Kuloğlu” mahlaslarını kullanmışlardır.

6. Yukarıda zikredilen şâirlerden hepsinin köle veya esir çocukları oldukları söylenemez.

7. Kul veya kuloğlu adını taşıyan şâirlerden bazıları askerlik hizmeti sebebiyle Kuzey Afrika’ya (Tunus-Cezayir) gitmişler, bir kısmının Müslüman Arap kızlarından doğma şâir çocukları orada Türk kültürünün temsilcisi olmuşlardır. Bunlara son devir yazılarımıza (Cezayir Şâirleri) umumî adı verilmektedir (Elçin, 1997: 53–54).

Âşık Mansur’da “Kul” mahlasını kullanan âşıklardandır. Kul Mansur, Alevi Bektaşi inancına intisab etmiştir. Çeşitli zamanlarda Cem evlerinde zakirlik görevini de üstlenen âşık bu inanca sıkı sıkıya bağlıdır. Şükrü Elçin’in öne sürdüğü bu görüşler âşığımızın kendine “Kul’’ mahlasını seçmesiyle örtüşmektedir. Bu bakımdan Cemlerde hizmet etmesi ve Aleviliğe intisab etmesi yönüyle belirtilen ilk dört görüşü kapsadığı görülmektedir.

Kul Mansur'um neler çıkar dilimden Yaprağım ayrılmış düşmüş dalımdan Dertli sazım kaçıp gitmiş elimden

Perdeler bir yanda teller bir yanda (143/ 5)

“Kul” mahlasının yanı sıra bazı şiirlerinde mahlas olarak “Âşık Mansur”u veya sadece ismini kullandığı görülmektedir. Bu gibi kullanımları şiirlerden hareketle şöyle örneklendirebiliriz.

Adın şu dilimde hece Sayıklarım gündüz gece Âşık Mansur gibi nice

Kullar perişan elinden (89/ 4)

Artık Mansur ağıt yakmaz ardından Bir sel gibi her gün akmaz ardından Unuttu o seni bakmaz ardından

Gittiğin yollardan el gelir geçer (339/ 4)

Âşıklık geleneği açısından oldukça önemli bir yere sahip olan mahlas kullanma özelliğini, Kul Mansur en iyi güzel şekilde yaşatmaktadır. Kendisine mahlas olarak aldığı sözcük hayatı ve inancıyla alakalı olması, onun bu konuda ne kadar bilinçli olduğunu da bizlere göstermektedir. Mahlası ismini tamamlamakta ve bir anlamda tarihe telmihte bulunmaktadır. Kendisi de bu anlamlı bütünlüğün inceliğini en iyi şekilde şiirlerine işlemektedir.

1.3.5. İrticalen Söyleme

Âşığın çeşitli konularda herhangi bir hazırlık yapmadan, aklına geleni sanatlı bir şekilde söylenmesidir. Bu uygulama genellikle şiir söylenirken kullanılan irtical duygu ve düşüncelerin sanatlı bir yolla anlatılmasıdır. Usta âşıklar için irticalen şiir söylemek çoğu zaman kolay bir iş olarak görülmektedir. Ancak doğaçlama bir konuda, birden bire kafiye ile şiir söyleyip, hazırlıksız atışma yapabilme yeteneğini taşıyan âşıklar, bunu ustalığın bir göstergesi olarak görmüştür.

Doğaçlama olarak halk nazarında söylenen şiirler büyük ilgi toplamıştır. Özellikle hazırlıksız sanatsal sözlerin sıralanması büyük takdir görmüştür. Bu durumlarda başlı başına övünme nedenleridir. Eski dönemlerde özellikle köy köy gezen âşıkların sıklıkla başvurduğu bu gelenek günümüz âşıklarında pek işlevsel değildir. Birçok yeni dönem âşığında olduğu gibi Kul Mansur’da bu özellik görülmemektedir.

1.3.6. Deyişme (Atışma)

Âşıklık geleneğindeki bir diğer uygulama ise âşık karşılamalarıdır. Usta âşık kendisini dinlemeye meclise gelen topluluğu söylediği doğaçlama şiirlerle karşılar. Türkiye’de âşıklık geleneğinde belli yörelerde “karşılama”, “deyişme”, “atışma” veya “karşıberi” gibi adlar altında toplanan sistemli deyişmeler; en az iki âşığın dinleyici huzurunda veya herhangi bir yerde karşı karşıya gelerek, birbirlerini sazda ve sözde belli prensipler içinde denemeleri esasına dayanmaktadır. (Günay, 1992: 47) Alevi kültüründeki Cem törenine katılmak üzere gelen topluluk zakirin ve ozanın söylediği şiirle karşılama yapılır. Alevi-Bektaşi kültüründeki en güzel karşılamalardan biri ise Pir Sultan Abdal'ın şöylemiş olduğu “Gelin Canlar Bir Olalım’’dır. Günlük hayatımızda sık duyduğumuz bu eser karşılama türüne verilecek en güzel örneklerden biridir.

Âşık karşılamaları içinde bulunan bir tür ise taşlamadır. Cem'lerde, deyişlerin yanı sıra, taşlama niteliği bulunan besteler de okunur. Bunların okunması, deyişlerde olduğu gibi törenin başlangıç dönemine denk düşer ve canların ruhen dirilmelerini sağlar. (Zelyut, 1992: 170). Kul Mansur’un atışma türünde şiirleri olmamıştır. Ezgilerini daha çok bireysel düzeyde işlemiştir.

1.3.7. Tarih Bildirme

Genel olarak divan edebiyatında karşımıza çıkan bu uygulama ebced hesabı olarak adlandırılmaktadır. Ebced hesabı, harflerin herbirine sayısal değer vererek; doğum, ölüm, zafer, felaket günleri gibi önemli olayların tarihlerinin dizelere gizlenmesiyle oluşturulan gelenektir. Özellikle divan edebiyatının güçlü olduğu dönemlerde olan etkileşim sonucu âşık edebiyatında da bu türlü bir uygulamaya gidilmiştir. Âşıkların başından geçen önemli olayları ya da kendileri açısından oldukça önemli tarihleri şiirlerinde tarih bildirmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu gelenek şiirin her yerinde uygulanabileceği gibi genellikle ilk ya da son dörtlükte kullanılır. Tarih bildirme geleneği âşıklar arasında her zaman ebced hesabıyla uygulanmaz bazen de tarihe açık bir şekilde, dize içerisinde yer verilir. “Tarih bildirme, âşık edebiyatı

araştırmalarında özellikle biyografik bilgilere ulaşmada önemli bir vazifeyi icra ederler. Âşıklar yaşadıkları zamana göre Hicrî, Rumî, Milâdî takvime göre tarih bildirmişlerdir.” (Kaya,2007: 696) Özellikle âşık edebiyatı araştırmalarında oldukça

önemlidir. Bu bakımdan tarihi olaylara da rehberlik etmesi açısından yararlı olan bir gelenektir. Kul Mansur’da tarih bildirme farklı şekillerde şiirlerde kendisine yer bulmuştur:

Ayrılanlar bekleşiyor Bülbülle gül koklaşıyor Yaş otuza yaklaşıyor

Mansur hala bekâr yârim (72/ 4)

Kul Mansur tarafından yukarıdaki şiirde bu geleneğe örnek teşkil eden bir kullanıma başvurulmuştur. 1970 yılında doğduğu bilinen âşığımızın, yaşının otuza yaklaştığını söylemesi ortalama bir hesapla bize şiirin yazıldığı tarihi göstermektedir. Âşık Mansur’un şiirlerinde bu tarzda kullanımlar oldukça fazladır. Bu türlü kullanımlarda bizleri ortalama tarihlere götürmektedir.

1.3.8. Nazire Söyleme

Tarih bildirme geleneğinde olduğu gibi nazire söyleme de divan edebiyatının güçlü etkisinin olduğu zamanlarda oluşturulmuş bir gelenektir. Yardımcı nazire için; “bir şairin şiirini, diğer bir şair tarafından, aynı uyak ve ölçüde olmak üzere benzer

biçimde yazma demektir.” (Yardımcı, 2002: 256) Âşık karşılaşmalarında da söylenen

ayağa, aynı ayakla cevap vermeye nazire söyleme denir. Usta-çırak geleneği içerisinde yetişen âşıklar, uzun zaman ustalarının yanında gezer, onların şiir söyleme saz çalma üsluplarını gözlemlerler. Çıraklıktan ustalığa geçtiklerinde de ustalarının bu üsluplarını devam ettirirler, onun tarzında, aynı konulu aynı ayaklı şiirler söylerler, çıraklarına da bu üslubu öğretirler. Bu yüzden bugün varlığını tespit ettiğimiz tüm âşık kollarında, usta-çırak geleneği içerisinde yetişen tüm âşıklarda nazirecilik geleneğini görmek mümkündür. Etkileşimin bir ürünü olan nazirecilik her zaman, âşık edebiyatını icra edenler arasında gerçekleştirilmez, zaman zaman da divan edebiyatı tarzında ürünler veren şairlerin şiirlerine de nazireler söylenmiştir.

Kul Mansur, eserlerinde kendisinden önceki saz şairlerinin ve büyük ozanların şiirlerine karşılık nazireler yazmıştır. Âşığımızın sanat bakımından etkilendiği en önemli sanatçılardan biri Karacaoğlan’dır. Bu etkiyi Karacaoğlanın “Elif Diye Diye” şiirine yazmış olduğu “Ali Diye Diye” eserinde görmek mümkündür.

Seher vakti dost bağında Güldüm Ali Ali diye Sevdiğim gül yüzlü yâri Buldum Ali Ali diye Kimse bilmez yar halini Gerçek susturamaz dilin Bir büyük hâk sûalini Bildim Ali Ali diye İstedim her şeyin azın Özledim o yârin yüzün Mescidde Allah namazın Kıldım Ali Ali diye

Söyler Âşık Mansur sözü Dertlidir o bazı bazı Aldım ele dertli sazı Çaldım Ali Ali diye (21)

Bu örnek nazire geleneğine verebilecek en güzel şiirlerden biridir. Kul Mansur’un üzerindeki Karacaoğlan etkisi ve geleneğe olan bağlılığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Şiirler genel olarak incelendiğinde nazire türüne yakın eserlerin var olduğu görülecektir.