• Sonuç bulunamadı

2. ÂŞIK KUL MANSUR'UN ŞİİRLERİNİN İNCELENMESİ

2.4. Şiirlerinde Ele Aldığı Konular

2.4.1. Âşk ve Sevgi Konulu Şiirleri

Aşk ve sevgi, âşık şiirinde en çok işlenen konulardandır. Âşıkların kendi gönüllerinde saklı olan bir sevgilisi vardır. İşte bütün hayatları boyunca bu sevgiliyi aramaktadırlar. Onların bu sevgilileri genellikle beşerdir. Ancak bazı saz şairleri ise bu beşeri aşkı ilahi aşka kavuşmakta bir basamak olarak görükmektedir. Sevgiliye duyulan aşk daima âşığa ilham vermektedir. Onun uğrunda sürekli acı çekmekte ve ona kavuşma arzusunda sürekli çaba vermektedir. Âşık için dünyadaki en zor şey sevgiliden ayrılmaktır. Bu onun için ölümden daha beter bir hâldir. Âşıkların bayramı ise tekrar sevgiliye kavuşmaktır. Sevgili bir bakışıyla âşığı canından eden ve özlemiyle sürekli onu peşinden koşturandır. Çünkü sevgili âşığın aklını başından almıştır. Kul Mansur, aşkı işlediği şiirlerinde talihsiz bir kaza sonucu kaybettiği eşine olan duygularını yansıtmıştır. Âşığın şiirlerinde sevgiliden ayrılmanın verdiği büyük acının buhranlarını görmek mümkündür.

Kul Mansur şiirlerinde aşkını farklı şekillerde ifade eder. Şiirlerin çoğunda geleneğimizin büyük aşk hikâyelerine telmihlerde bulunur. Çektiği sıkıntıları ve acıları dolayısıyla Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi halk hikayesi kahramanlarına atıfta bulunur.

Eskiden mutlu günümde Çok dolaştım yarınan ben Mecnun oldum Leyla için Diyar diyar sürünen ben (87/1)

Kul Mansur’un bazı şiirlerinde sevgili bir ceylana benzetilir. Sevgili onun gözünde bir huridir, bir melektir ve gerektiğinde de âşığın sevgisine karşılık vermediği için zalimdir. Ancak sevgilinin güzelliği ne olursa olsun hep ön plandadır. Buradaki duygu yoğunluğu tıpkı Leyla ve Mecnun’un aşkı gibidir. Âşığın şiirlerinde anlattığı güzel, talihsiz bir kaza sonucu kaybettiği eşi Nuray Çiftçi’dir. Bu güzel uğruna ölmeye, onun kapısında kul olmaya hazır olan âşık, aşkın verdiği acı ile adeta bütünleşmiştir. Hayali sevgilinin peşinden hiçbir zaman koşmamış olan âşık, sevgiliye kavuşma yolunda her türlü sıkıntıya razıdır. Bu yüzden ona sitem eder ancak ondan vazgeçemez.

Hergün Mansur'u yakışın Gonca gül gibi kokuşun Yavrum o ceylan bakışın Birgün beni öldürecek (49/4)

Dünya üzerindeki canlıların yaşamlarını sürdürmeleri için güneşe, suya ve besinlere nasıl ihtiyacı varsa, insanların da kendi çevrelerinden edinecekleri güvenliğe, sevgiye ve statüye gereksinimleri vardır. Gerçek kişiliğin gelişmesi bu yaygın gereksinimlerin giderilmesiyle başlar ve her canlı bu gereklilikleri kendi amaçları doğrultusunda, kendi tarzında, kendine özgü bir şekilde kullanmaya başlar. ‘‘Bu

durumda gelişim dışsal olmaktan çok içsel koşullarla belirlenir.’’ (Maslow, 2001: 40)

Kul Mansur hayata geldiği andan itibaren sürekli acılarla mücadele etmiştir. Sevgi ve aşk onun en çok arzuladığı duygulardır. Çocukluğunda ve gençliğinde ihtiyaç duyduğu şeyleri sürekli olarak bilinçaltına atmıştır. Biriktirdiği bu özlemlerin karşılayıcısı ise eşidir. Gereksinim duyduğu her şeyi eşinde bulduğunu her fırsatta söylemektedir.

Olmuşuz sevda düşkünü Ben yaptım sevgi köşkünü Gönülde yârin aşkını

Sezen kulun kendisiyim (77/2)

Mansur hayatta en çok arzuladığı duygulara eşiyle kavuştuğunu düşünmektedir. O, eşine gün geçtikçe daha çok aşık olmaktadır. Bu duygu kendisiyle birlikte yeni durumları da ortaya çıkarmıştır. ‘‘Yani aşık olmak, kendimizi hem olumluya hem

olumsuza açmak demektir; kedere, üzüntüye ve düş kırıklığına olduğu kadar neşeye, doyuma ve daha önce mümkün olduğunu bilmediğimiz bir bilinç yoğunluğuna açmak demektir.’’ (May, 2010: 122) Artık Mansur farklı duygularla mücadele halindedir.

Çünkü kendini hem olumluya hem de olumsuz olan kaybetme duygusuna açmıştır. Birden fazla duyguyu bilinçaltında biriktiren âşık artık duygularını daha çok şiirlerine yansıtmaya başlamıştır.

Yeşil gözlerime bir defa baktı Anladım ki bana kafasını taktı Sevip okşamasına hasret bıraktı Siyah saçlarımı kara çevirdi (182/3)

Kendisini farklı duygulara bu aşkla açan Mansur, zamanla eşine duyduğu aşkı saplantılı bir hâle getirir. Onun bilinçaltında artık sevdiği kişi çok farklı bir noktadadır. Aslında aşk gerçekte herhangi bir kişiden olağanüstü bir kişi yaratmaktır. ‘‘O bir

yüceltme edimidir. Tartışmadan yüceltme eğilimidir. Aşk karşıdakini yani sevgiliyi yüceltmekle başlar. Aşkta yüceltmenin sınırları çok geniştir ya da hiç yoktur.’’ (Timuçin,

2010: 9) Kul Mansur, eşini öyle çok yüceltmiştir ki bunda çoğu zaman sınır tanımamıştır. Sınırları tanımayan bu ruh hali hayatının ekseninde olan sevgiliden dolayıdır.

Yoluma ağlar çekildi Önüme dertler dikildi Ağardı saçım döküldü Yârim senden ayrılalı (26/3)

Her yüce insani değer gibi aşk da özgür bilinçlerin işidir, hatta gerektiğinde tutsaklığı göze alabilecek kadar özgür bilinçlerin işidir. Aşk özgür bilinçlerde parıldar ve gerçek anlamını kazanır. ‘‘Aşk birbirine karşıt iki gücün, özgürlükle tutsaklığın

çarpıştığı alandır. Özgürlüğün getirdiği tutsaklık da diyebiliriz ona. İstenmiş tutsaklık ya da bile bile seçilmiş tutsaklık.’’ (Timuçin, 2010: 31) Âşığımızın bilinçaltında

gerçekte var olandan farklı bir sevgili vardır. Onu dünyasında öylesine yüceltmiştir ki artık tamamen sevgiliye tutsak olmuştur. Bu durum aslında büyük bir aşkın göstergesidir. Çünkü âşık, bu büyük aşk karşısında çaresizdir. Bu çaresizliğin içerisinde özgürlüğünü kaybetmiştir.

Kul Mansur görsün yârini Yoluna koysun serini Esaretin zincirini

Parça parça kırda gel (54/4)

Yar beni öldürdün kaç kez öleyim Azad etmedin ki hala köleyim Bırak bu yakamı ben de güleyim

İşimiz Mevla’ya kaldı sevdiğim (241/2)

Mansur tarafından eşsiz bir şekilde büyütülen sevgili, abartılı bir derece hayatın merkezine konulmuştur. Âşığımızın aşkı artık takıntı haline gelmiştir. Bahsi geçen takıntı artık psikolojik rahatsızlık derecesine ulaşmıştır. Bu büyük aşk, âşık üzerinde aşırı derecede gerilime sebep olmuştur. Mevcut gerilim halini dönem şiirlerinden anlamaktayız. Kul Mansur, talihsiz bir kaza sonucu eşi hayatını kaybeder. Kaza onu hayatının merkezine koyduğu sevgilisinden ayırmıştır. Âşık olaydan sonra büyük bir yıkım yaşamaktadır. Olumsuzlukları,acısını dindirmek için kendisince psikolojik savunmalar geliştirmektedir. Uzun süre gerçeklere inanmak istememiş ve olanı biteni bir rüyadan ibaret görerek pasif halde kalmıştır. Ancak ‘‘...sevilen varlıktan

ani bir kopuş meydana gelirse, gerilimler serbest kalır ve haz ilkesi işlevini yitirir. İçeriye dönük olan ben, itkisel patlamaların olağan dalgalanmalarını algıladıkça haz ve hoşnutsuzluk duyumlarını yeniden hissedebilir. Şimdi ise, kendi içinde kontrol

edilemeyen gerilimlerin kargaşasını algıladığından hissettiği şey acı olur.’’ (Nasio,

2007: 29) Dönemsel olarak yaşadığı duygusal kırılma şiirde şöyle anlatılmıştır:

Gönlümü verdim bir yâre İçimde açtı bin yâre Dertlerim çok nerde çâre

Derde derman bulanım yok (54/2)

Kaybedilen eşin ardından yaşanılan duygusal kırılmalar yerini artık acıya bırakmıştır. Acısı, sevgilisinin yokluğunu dönüşü olmayan bir kopuş gibi yorumlamaktaki mutlak inancından kaynaklanır. Burada durumu hafifletecek ne bir şüphe ne de bir mantık vardır; sadece kesinlik inancı ve acı hâkimdir. ‘‘Acı inançtan

ayrılmaz ve şüpheyle uyuşmaz halde kalır. Şüpheye eşlik eden, acı veren duygu da acı değil, kaygıdır. Kaygı şüphe edilen bir tehlikenin belirsizliğinde doğar, acı ise daha önce gerçekleşmiş bir kötülüğün kesinliğidir.’’ (Nasio, 2007: 86) Kul Mansur, eşinin

zamansız gidişinin derinden derine acısını yaşamaktadır. Bu acıyla birlikte geleceğe dair kaygı da bu duruma eşlik etmektedir:

Uyan gel bak halimize Eller konmuş malımıza Kuruyan gül dalımıza

Kuş mu konar bundan sonra (8/2)

Zamanla Kul Mansur eşinin ölümünü artık kabullenir. O, andan itibaren ‘‘ben’’ kaybettiği varlığın zihindeki imgesini canlı tutmaya çalışmakla meşguldür. Sanki kayıp ötekinin imgesini büyüterek onun gerçek yokluğunu telafi etmek istemektedir. ‘‘Bu

noktada ben, egemen olan bu imgeyle neredeyse tamamen kendini karıştınr ve sadece severek, bazen de kaybolanın imgesinden nefret ederek yaşar.’’ (Nasio, 2007: 39) Artık

şiirlerde sevgilisi yaşıyormuş gibi ona seslenir. Bu seslenmeleri yaparken kaybolmanın imgesinden nefret ederek yaşadığının farkındadır:

Uzaklardan bakma öyle Aşkımız yürümez böyle Konuş yârim bir şey söyle

Kendine inandır beni (41/3) Benden sana fayda gelmez

Git başka yar bul kendine Sebebini kimse bilmez

Git başka yar bul kendine (18/1)

Âşık artık kontrol edemediği zihiniyle başbaşadır. Dünya hayatı onun için daha da kötü bir hal almıştır. Uykudan ve yemekten kesilen Mansur, adeta acılarının tutsağı haline gelmiştir. Bu durum onu alkole yönlendirmiştir. Bundan sonra Mansur kendini uyuşturmak ben'inin derin acısını algılama ve ondaki çalkantıları hissetme yetisini sıfıra indirmek için içer. ‘‘İtkisel karmaşalar vardır; ama alkolle uyuşmuş olan ben bunları

acı içeren bir duyguya dönüştüremez. Adeta alkolün ben'in işlevini, o'nun dilini bilinçli duygularınn diline çevirme görevini yok etmeye benzer bir etkisi vardır.’’ (Nasio, 2007:

82) İçkiyle acılarını dindirmeye çalışan Mansur, bilincini artık alkolle izole etmektedir. Çünkü alkol anlıkta olsa ona acılarını unutturmaktadır. Üzerinde biriken olumsuzlukları kısa süreliğine dağıtmaktadır. İlk olarak sevgilisinin kendisine tattırdığı duyguları artık alkolün uyuşturucu etkisinde aramaktadır. Bu durumları şiirlerine de yansıtmaktadır.

Kenarlarda köşelerde Seni aradı gözlerim Kadehlerde şişelerde Seni aradı gözlerim (73/1)

Dağıldı gönlümde huzur neşe Gözlerim kadehte gönlüm şişede Her gün her gün bir tenhada köşede Gözyaşımı sildiğimi bilmesin (310/3)

Kul Mansur kaybettiği sevgilinin ezici etkisi altında kaybolmaya başlamıştır. O, artık kaybettiği duyguların yasını tutmaktadır. Yas tutan kişi sevilen varlığın ani

ölümüyle karşı karşıya kalınca, merhumla ilgisi olan yerler ve işaretler aramaya girişir ve bazen mantığa sığmayan bir şekilde onu yeniden yaşatabileceğine, ona yeniden kavuşabileceğine inanır. Bu duyguyu ise şiirlerine sürekli yansıtır.

Kaçtım şu ellerden kaçtım Bu halimle neşe saçtım Gönlümün kapısın açtım Birgün döneceksin diye (23/3)

Sevgi ise insanın doğuştan kazanmış olduğu bir duygudur. Âşık, bu derece önemli olan bu duyguyu baş üstünde taşımaktadır. Aslında mensubu olduğu inancın temeli sevgidir. Aleviliğin özünü oluşturan sevgi sadece insana değildir. Sevgi dünya üzerindeki her şeye duyulmalıdır. Hatta cansız bir madde dahi sevilmelidir görüşü, bu kültürün temelini oluşturmaktadır. İlk bölümde anlattığımız Alevi- Bektaşi kültürünün özünde bu sevgiyi görmek mümkündür. Alevi- Bektaşi inancında yetmiş iki millete bir nazarda bakma düşüncesi vardır. Bu da insan sevgisinin ne derece büyük olduğunu göstermektedir.

Yüzünü çevirme benden kardeşim Gel beni gönülden sev gitsin yeter Yanımdayken gözden akmıyor yaşım

Beni yâd ellere öv gitsin yeter (349/1)

Kul Mansur’un şiirlerinin genelinde büyük bir aşk çıkmazını görmek mümkündür. Aşık olduğu eşini zamanla yüceltip artık onu kalıpların dışına çıkarmıştır. Bu, sevgilinin acı kaybıyla birlikte ise kendisini acı ve sıkıntının içine doğru çekmiştir. Geleceğe dair umutları bitmiştir. Ancak bunun yanında toplum içerisinde hiç bir zaman sevgi duygusunu kaybetmemiştir. Sevgi anlayışı ona inancının ve kültürünün kazandırdığı önemli etmenlerdir.