• Sonuç bulunamadı

Anadolu sahasına Türklerin gelmesiyle birlikte çeşitli toplumsal değişimlerde bu coğrafyada baş göstermiştir. Bu değişimlerin şüphesiz ki en önemlisi inançsal anlamda olmuştur. Bu değişimler sonucunda İslamiyet farklı şekilllerde yorumlanmıştır. Birçok Türk boyu, farklı İslami tarikat ve mezheplere intisab etmiştir. Alevi-Bektaşi inancı, Anadolu’daki en önemli tarikatlardandır. Demografik bakımdan büyük bir kitleye ulaşan Alevi- Bektaşi inancı zamanla kendi kültürünü oluşturmaya başlamıştır. Oluşan kültür neticesinde yeni ürünler ortaya çıkmıştır. Şiirler bu kültürel unsurların başında gelmektedir. Bu inancın temel ritüelleri ve inanışları, bu mezhebe intisab etmiş şairler, ozanlar ve âşıklar tarafından şiirlerde işlenmiştir. Böylelikle bu inanç sisteminde âşıklık bir kol halinde büyümüştür. Bu eserlerde ozanlar Alevi-Bektaşiliğin temel felsefesini yayma ve geleceğe aktarmaya çalışmışlardır. Bunların yanında Alevi-Bektaşi şiirinde esaslı temalardan birisi de "vahdet", birliktir. En zıtları bile birliğe çağıran bu felsefenin önde gelenleri türab olmuş, katre olmuş, her yerde ve her şeyde Tanrı'yı görerek onda birleşmeyi, onda bütünleşmeyi zorunlu saymışlardır. Dinsel giysilerden bu görüşü sıyırdığımız zaman karşımızda insanların birliği, beraberliği, dostluğu kalır. Birbirlerine sevgiyle dostlukla bakmaları, dertte, yazgıda, kıvançta, sevgide ortak olmaya, yakınlaşmaya çalışmaları kalır. Bu yönüyle de Alevi-Bektaşi şiiri buram buram insan kokmaktadır. (Özmen, 1998: 6, C. I) Bu nedenlerden ötürü Alevi- Bektaşi kültüründe âşıklık geleneği üzerinde durulması gerekmektedir.

Alevi- Bektaşi şiiri ortaya çıktığı 13. yüzyıldan günümüze kadar varlığını koruyarak gelmiştir. Âşıklık geleneğide nesiller boyu kültürel taşıyıcılığını yaparak bu inancın özünü günümüze getirmiştir. Bu inanç içerisinde saz ve âşık çok önemli bir yere sahiptir. Aleviliğin ve Alevilerin bilgisel ve kültürel değerlerinin kuşaktan kuşağa taşıyıcı aracı olan saz, mızrabı telle buluşturan ustası kadar önemli ve değerlidir. Alevi terminolojisinde sazı konuşturmasını bilenlere Zakir veya Âşık, şiir formunda felsefi derinliği olan ve kalıcı kültürel edebi eser (nefes) üretenlere de ozan denilmektedir. (Özgür, 2014: 28) Alevi- Bektaşi inancında çok önemli yere sahip olan ozan ve âşıklık ise eski Türk toplumundaki kam ve baksıdan köklerini almaktadır. Günümüze kadar da bu eski izler devam etmektedir. Çünkü eski Oğuzların hem din törenlerini düzenleyen, hem günlük yaşamlarına yön veren şaman (kam) baksılar söyleyeceklerini şiir kanalıyla söylüyorlardı. Oğuz’a göre ozan kutsaldı, tekin değildi, saygın tutulması gerekirdi. Eski

Oğuz devletleri, sıkıntılarında bu ozanlara danışırlardı. Anadolu Alevi ozanları bu kutsallıkları aynen taşımaktadırlar. Her ulu ozanın tarihsel kimliğine bakmadan ona bir “ocak” ıssı gibi bakılması da görülmektedir. Söz gelimi; Pir Sultan, Kul Himmet, Hatayi, Derviş Mehmet, vb. hep birer ocak kurucusu gibi işlem görmektedirler. Cem törenlerinde olsun, başka dönemlerde olsun söylenen deyişlerin son bendinde ozanın adı geçtiğinde, bu adı kutsal bir ad duymuş gibi eli öpüp göğse koymak hareketi ile karşılayan Anadolu Alevisi bin yıllık geleneğini sergilemektedir. Bugünün Anadolusunda her Alevi dedesi gücü ne olursa olsun yönettiği cemlerde deyişleri kullanmaktadır. Halka namazının her iki rekatı da şiirli dualarla yürümektedir. (Birdoğan, 1995: 247) Anlaşılacağı üzere Orta Asya’da kamlara yüklenen misyon Alevilikte aynı şekilde ozanlara yüklenmiştir. Alevi ozanlara kutsalık atfedilmesi ve birçoğunun ocakla anılması ve bu itibarla saygı görmesi eski kamlık ozanlık geleneğinin devamıdır. Dini etkiler sonucunda şekil değiştirmiş ancak öz olarak aynı yapısını korumaktadır.

Alevi-Bektaşi ozanları İslamiyet’in etkisiyle Türk Halk şiirine yeni türler kazandırmıştır. Bu Alevi şiirleri, deyiş, düvaz- imam, nefes, destan, koşma, güzelleme, ağıt, taşlama, nevruziye, zülfikar-name ve diğer evrensel konuları işleyen, hece ölçüsü ile yazılmış, dili sade ve halka dönük olarak doğmuştur. Alevi ozan (aşık)larının şiirlerinde işledikleri konular çoğunlukla halkın yaşamına, dertlerine, acılarına ve gönül işlerine ilişkindir. Alevi şiirlerinde Tanrı ve insan sevgisi esastır. Gerçeğin, doğrunun, iyinin, güzelin ve ahlak ilkelerinin övgüsü yapılarak, Alevi süreği (yol ve erkanı) ile ilgili bilgiler verilir. (Yaman, 2011: 304) Bunun yanında Alevi-Bektaşi inancında Allah, Muhammed- Ali üçlemesinin, Ehlibeyt ve On İki İmamların, Tevella, Teberra’nın, önemli bir yeri vardır. Bütün bu değerler, Alevi ozanları tarafından, özünde ve sazında, büyük bir başarıyla işlenmiştir. Anadolu Aleviliği Bektaşîliği, inançta, gelenek ve düşüncede Hacı Bektaş-ı Veli’nin ilkelerine bağlı, aynı kutupta birleşen bir bütündür. (Tur, 2002: 257) Alevi-Bektaşi edebiyatı gerek özde, gerekse inançta birleşen, bitmez tükenmez bir kaynak halindedir. Yüzyıllardan bu yana, bir ummana akmış ve halk edebiyatımıza zengin halkalar eklemiştir. Halk edebiyatı tarihsel ve tarafsız bir süzgeçten geçirildiğinde, en ünlü ozanların Alevilik- Bektaşilik ilkeleriyle yoğrulmuş kişilerden oluştuğu görülür. İlk Türk mutasavvıflarından Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Tabduk Emre, Yunus Emre, Mevlana, Erdebil Dergâhı Şeyhlerinden

Şeyh Cüneyt, Şeyh Haydar ve Şah Hatay-i erenlerden bu yana gelmiş geçmiş halk ozanların büyük bölümü, Alevi inancıyla olgunlaşmış büyük hak âşıklarıdır. (Tur, 2002: 257)

13. yüzyıl ve 15. yüzyıl arası, Alevi-Bektaşi şiirinin oluşumlarının başladığı ve sağlam temeller üzerine kurulduğu bir dönemdir. Bu dönem, iki kol halinde gelişmiştir. Dinsel söylencelerle güzelleştirilen, somutlaştırılan, Ehl-i Beyt sevgisiyle bezenen, doğruluk, dürüstlük, iyilik ilkeleriyle tasavvuf düşüncesi üzerine kurulan bu binanın ilk ustaları Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Said Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal'dır. Bunlar, özellikle de Yunus Emre, sonuna kadar bu edebiyatı her yönden etkilemiş ve etkileyecektir. Anadoluda oluşan Halk şiir dili, bunların ezgisi doğrultusunda hızla oluşmaya, gelişmeye başladı, hızı kesilmeden öyle de gitti. Bu yalın dil ile verilen şiirlerde düşünsel yozlaşma yoktur. Bu birinci kolun yalın dilinin koşutunda, Seyyid Nesimi'nin başını çektiği ikinci kol, Arapça-Farsça karışımı bir dil ile düşünsel derinliğe, bilgiye ağırlık vererek oluşmaya başladı. Seyyid Nesimi, getirdiği coşku, ses, söz uyumu ve tasavvufi düşünceleriyle Alevi-Bektaşiliği bütün tarihi yapısı içinde inanç olarak bürüyerek; Arapça-Farsça karışımı dili, biçemi, şekli, yapısı itibarıylede Bektaşi şiirlerinin bir bölümünü baştan sona kadar etkileyecektir. Ancak Seyyid Nesimi, kırsal kesime pek girmez. (Özmen, 1998: 20, C. I)

16. yüzyıl, Alevi-Bektaşi şiirinin en parlak dönemini yaşadığı dönemdir. Bu dönemde halk önemli derecede Alevi-Bektaşi âşıklar tarafından temsil edilmiştir. Divan Edebiyatı’nın zararlı etkilerine karşı bir savunma durumuna da geçilmiştir. Alevi- Bektaşi kültüründe bu yüzyılda, pekçok dev ozan yetişmiştir. Bunlar arasında en önemlileri Balım Sultan, Hatay-i, Pir Sultan, Fuzuli, Yemini, Virani, Kul Himmet, Bağdatlı Ruhi, Muhyittin Abdal, Hayreti, Hayali, Usuli, Sururi, Şahi, Sani, Seher Abdal, Husrev ve Bosnalı Vahdedi gibi birçoğunun divanları olan, orta çağın üzerinde nitelikli ozanlar olduğunu görürüz. Bunların ne zorluklarla karşılaşarak yetiştiğini düşünürsek günümüze değin Alevi-Bektaşi topluluğunda yeri olan, şiirleri okunan, söylenen ölümsüz ozanlar olduklarını daha iyi anlar, görürler. Alevi - Bektaşi topluluğunda "Yedi Ulular" olarak nitelendirilen ve bu topluluk tarafından büyük saygı gören Fuzuli, Hatay- i, Pir Sultan, Yemini, Virani, Nesimi ve Kul Himmet gibi ozanlar bu dönemin en önemli kişileridir. (Özmen, 1998: 12, C. II)16. yüzyılda yetişen Yedi Ulu Ozan’dan biri olan Pir Sultan Abdal’ı, Alevi-Bektaşi ozanlar en büyük usta ve ‘ozanların piri' olarak kabul

ederler. Pir Sultan ozanlarının gerçek piri ve sözlü geleneği kurumlaştıran kişi olarak bilinmektedir. Bu pek çok Alevi nefesinde bu durum dile getirilmekte ve ismi sürekli anılmaktadır.

Bu dönemde Alevi-Bektaşi âşıkları mahlas alırlarken, kendilerini divan şairlerinden ve âşık edebiyatı âşıklarından ayırmak için Hatai, Kamberi, Misali, Virani vb. gibi farklı âşık adları alırlar. Bazı âşıklar bununla da yetinmeyip mahlaslarının başına "kul", "abdal", "pir", "sultan" gibi belirleyici adlar getirmişlerdir. Bazı âşıklar da mahlaslarının sonuna "sultan", "baba", "dede" vb. adlar eklemişlerdir. (Zelyut, 1992: 67-69) 17. ve 18. yüzyıllarda Alevi-Bektaşi şiirinin duraklama dönemi yaşadığı görülmektedir. Bu dönem içinde Alevi-Bektaşi şiirinin, bir varlık ve ilerleme göstermediği, adeta yerinde saydığı söylenebilir. Divan yazını geleneği kabuğu içine giren bu şiirde yeni buluşlar, yeni bir anlayış, arayış belirtileri görülmez. Zaten, Şeyh Galib'in dışında, divan şiirinde de öyle önemli bir atılım, büyük bir kıpırdanış görmek olanaksızdır, Tekke şiiri çıkmazında bekleyen Alevi-Bektaşi şiirinin başlıca konusu, tasavvuf olmuştur. (Özmen, 1998: 11, C. III)

19. yüzyılda Alevi-Bektaşi şiirinin yeniden doğuşunu ve ölü toprağını üzerinden attığı dönemdir. Bu asırda Seyrani, Türabi ve benzerleri yan tekke şairleri olarak anılabilir. 20. yüzyıl, tekkelerin kapatılmasıyla Alevi-Bektaşi şiiri yönünden sönük-ölü bir dönem sayılabilir. Önemli hiçbir ozan yetişmemiştir. Şiirle uğraşan Alevi-Bektaşiler de eskinin yinelenmesi dışına çıkamamışlardır. Alevi-Bektaşi ozanları daha çok sosyal, politik, güncel konulara eğildiler, dağınık şiirler yazıldı. Yüzyılın son çeyreğinde Alevi- Bektaşi şiirinde kıpırdamalar görülür ise de soluklu şiirlere pek rastlanmaz. (Özmen, 1998: 17, C. V)

İçinde bulunduğumuz yüzyılda da pek çok Alevi-Bektaşi âşığı yetişmiştir. Bu âşıkların eserleri birçok kişi tarafından bilinmektedir. Örnek vermek gerekirse; Nimri Dede‘‘Sözde Ben Bir İnsan Olmaya Geldim”, Âşık Veysel, “Benim Sadık Yarım Kara Toprak ve Gidiyorum Gündüz Gece”, Davut Sulari’nin, “Ağır Göl Dağının Kağmut Yaylası”, Âşık Daimi’nin, “Bu da Gelir Bu da Geçer Ağlama, Çünkü Ben Bir İnsanım”, Feyzullah Çınar’ı, Âşık Mahsuni Şerif’in ve Muhlis Akarsu’yun, sayamayacağımız kadar çok değerli besteleri vardır. (Tur, 2002: 256)

3. GEÇMİŞTEN BUGÜNE ÂŞIK TARZI ŞİİR GELENEĞİNİN GELİŞİMİ