• Sonuç bulunamadı

1.2. GÜNDELİK HAYAT PRATİKLERİ

2.1.1. Samatya’nın Tarihi, Kültürel ve Coğrafi Konumu

Grekçede adı “kumluk yer” anlamına gelen “Psamatia” eski bir yerleşim yeridir. Bizans döneminde Konstantinopolis batıya doğru genişlerken, “Psamatia” surların içinde kalmış, nüfusu da çok fazla artmamıştır. Bu bölge Büyük Konstantin tarafından inşa ettirilen Elefteriyus ve Teodosyus adında Bizans’ın en büyük iki limanına ev

137

sahipliği yapmaktadır ve bu limanlar süreç içinde Ligos(Bayrampaşa) deresinden getirilen toprakla doldurularak, Vlanga(Langa) adını alan bölümünde marul ve salatalık bostanları kurulmuştur. Samatya’nın etrafının bostanlarla çevrili olmasının tarihi buraya dayanmaktadır. Bu bostanlar ise altmış, yetmiş yıl öncesine kadar işlevini sürdürmekte, İstanbul halkının taze sebze, salatalık ihtiyacını karşılamaktadır (Adım Adım İstanbul, 2003:126). Samatya, kuzeyde Kocamustafapaşa, kuzeybatıda Belgratkapı, doğuda Etyemez ve Davutpaşa, kuzeydoğuda ise Cerrahpaşa ile komşudur. Bu bölgenin Müslüman halkı sahil kesimini büyük ölçüde gayrımüslimlere bırakmış ve daha içlere, Kocamustafapaşa semtine toplanmıştır. Camileri, tekkeleri, türbeleri ile geleneksel bir Müslüman semti özelliği gösterirmiş, yanı başındaki yoğun nüfuslu Hıristiyan semti ile de yan yana yaşamıştır (Türker, 2010:12).

Samatya'nın tarihi İstanbul'un tarihinden bile eskidir. Megaralılar'ın meşhur kumandanı Bizas, Byzantion'u kurarken burada zaten küçük bir yerleşim yeri bulunmaktadır. I. Theodosios (379-395) zamanında batıya doğru genişleyen şehrin içinde, Samatya surların iç kısmında kalmıştır. İ.Ö. 280’de Galat akımı sırasında bölgedeki krallıklardan Bithynalılar topraklarını Roma’ya bırakmış, Byzantion Roma’ya bağlanmıştır. 330’da Roma İmparatoru Constantinus, kenti başkent yapmış ve Byzantion, Konstantinopolis adını almıştır. 4. yüzyılda kente Trakya’dan getirilerek iskan ettirilen halk, Samatya’nın etnik kimliğini oluşturmuştur. “Samatya, Bizans döneminde şehrin görece az iskân edilmiş bir bölgesiydi ve burada bazı kiliseler ve manastırlar bulunmaktaydı. Bizantion’un tarihi Rabdos Mahallesi’nin de Samatya’nın deniz tarafında olduğu sanılmaktadır.” (İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 6: 430-31) Yine bu dönemde Samatya, kumsallarıyla Bizans’ın kum ihtiyacını da karşılamaktadır. 383 yılında Konstantinopolis şehrinde, kent merkezinin dışında ilk manastır tarzı dinî yapının Samatya'da kurulduğu düşünülmektedir (Tsai,2004:73) 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla İstanbul, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti olmuş ve bundan sonra hızla gelişmiştir.

Bizans döneminde bir Rum köyü olan Samatya, İstanbul’un Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra dönemin nüfus politikası gereği Ermenilerin yerleştirilmesiyle süreç içinde bir Ermeni köyü halini almıştır. Bursa Ermeni Patrik’i de Samatya’ya yerleştirilerek, Rum Patrik’ine tanınan bütün haklar ona da tanınmıştır. Sultan

138

Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra Hovagim’i patrik , Samatya’daki Sulu Manastır’ı

Patrikhane ilan etmiştir. 1641 yılında ise Türkiye Ermenileri Patrikhanesi

Samatya’dan Kumkapı’ya taşınmıştır. Fetihten hemen sonra bu çevrede tekke ve mescitler inşa ettirilerek küçük Müslüman mahalleri de oluşturulmuştur. Böylelikle Yedikule-Samatya-Kumkapı arasında farklı farklı mahallelerde Rum, Ermeni ve Türk mahalleleri ortaya çıkmıştır (Yoker,2016:40).

Zaman içinde politik- kültürel ve coğrafi olaylardan etkilenerek kendine özgü kimliğini oluşturan Samatya semti, küçük yangınların yanı sıra özellikle de 1782’de ve 1866’da meydana gelen büyük yangınlarda farklı ölçeklerde zarar görmüştür (Cezar,1963: 35). 1782’de meydana gelen üç büyük yangından ilki Samatya’ da çıkmış ve binaların yanı sıra iki Rum kilisesi yanmıştır. Ayrıca 21 Ağustos 1782’de Cibali’den başlayarak Samatya’ya kadar yayılan yangında altı Rum kilisesi tahrip olmuştur. (İnciciyan,1956:69) Semtteki en büyük fiziksel değişim, 19. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen yangından sonra yaşanmıştır. Surp Kevork Kilisesi ve civarındaki tüm yapılar 1866 yangınında yanmıştır (Türker, 2010: 20). 19. yüzyılda meşhur İstanbul yangınlarından Samatya da büyük ölçüde etkilenmiştir. Yangınlar nedeniyle semtin görünüşü değişse de esas büyük değişim 1874 yılında hizmete giren demiryolunun Samatya kıyısından geçmesi ile olmuştur. Yine de balıkçıların, deniz kulüplerinin, deniz hamamlarının varlığından söz edilmektedir (Ağar, 2002: 25). Demiryolu geçirilirken surlar sekiz yerinden kesilmiş ve büyük bir tahribata uğrayarak birçok kapı ve burç yok olmuştur.

20. yüzyılın ortalarında gerçekleştirilen ve İstanbul’un görünümünü büyük ölçüde değiştiren Menderes imar hareketinden Samatya-Yedikule bölgesi fazlasıyla etkilenmiş, İstanbul’un Bizans’tan 1950’lere kadar bozulmadan gelen doğal yapısının yok edilmiştir. Yolun yapımı ile kayalıklar üzerine ahşap malzeme ile inşa edilmiş salaş balık lokantaları ve meyhaneler, yazma kurutan Ermeni kadınlar ile çiroz kurutan Rum balıkçılar da tarih olmuştur (Türker,2010:19). Kendisi de bir Samatyalı olan Aydın Boysan “imar hareketi” öncesi Narlıkapı kıyılarını şöyle anımsamaktadır:

“Narlıkapı kıyılarında ‘Yazmacılar’ çalışırdı. Yazma bizim yüzyıllardır uygulanan, kendine özgü teknikle yapılmış, eşarp üretimimizdi….Deyim yerindeyse…Bu iş, bir baskı tekniği ile yapılırdı. Emprime gibi(…)Sur duvarlarının üzerindeki iki çeşit hoş manzaradan birincisi, binlerce yazmanın hayranlık veren renk cümbüşüyle, kurutulmak

139

için asıldığında esintilerle uçuşmasıydı. Seyrine doyum olmazdı. İkincisi ise her yaz mevsiminde, on binlerce yüzbinlerce uskumru balığının güneşte kurutularak çiroz yapılmasıydı. Temizlenmiş uskumrular ikişer ikişer kuyruklarından bağlanarak kazıklara gerilmiş iplere asılırdı. Önce sirkeye yatırılmış dövülmüş çirozun, zeytinyağlı ve dere otlu nefis salatası, fukara yiyeceğiydi. Aklımda çiftinin 2,5 kuruş olduğu kalmış.” (Boysan,2004:52)

Samatya’nın Narlıkapı mahallesi sakinlerini “fakir ama çalışkan” olarak tanımlayan Hagop Baronyan, mahalle hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Fakir bir mahalledir (…) Mahallemde paraca zengin yok ama yürekleri herkesten zengindir. Gerektiğinde sorumluluklarını bilirler ve milli konularda paralarını esirgemezler.” (Baronyan, 2015:130)

1960’lı yıllara kadar kendine özgü semt halini koruyan Samatya, İstanbul’a Anadolu’dan yaşanan göçler ve Rum nüfusunun azalması ile eski kozmopolit yapısından çok şey kaybetmiştir. 1970’lerde Samatya’nın en eski etnik gruplarından Ermeniler, çoğunlukla Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya göç etmişlerdir. Bu durum semtin Ermeni nüfusunda büyük bir düşüşe neden olmuştur.

Günümüzde bölgenin resmi adı Kocamustafapaşa’dır. 2009 yılı yerel seçimlerinden sonra Sancaktar Hayreddin, Hacı Hüseyin Ağa, Abdi Çelebi ve Kocamustafapaşa mahalleleri birleştirilerek, Kocamustafapaşa adı altında tek bir mahalle haline getirilmiştir. Fakat buna rağmen, semtin eski sakinleri tarafından yukarı kısım ”Kocamustafapaşa”, aşağı kısım ise “Samatya” olarak adlandırmaya devam etmektedir. Veysel Atayman, semt sakinlerinin kabul etmekte zorlandığı, hiçbir zaman benimsemediği “Kocamustafapaşa”adını şöyle açıklamaktadır:

“Kocamustafapaşa adının Samatya’yı temsil edebileceğini kim ya da kimler düşünmüşse, bunların sadece Samatya’yı değil, Kocamustafapaşayı’da resmi semt krokilerindeki cansız bir idari, coğrafi bir şekil olarak görmüş olduklarını anlamak için Yahya Kemal’in Kocamustafapaşa’yı anlatan, uzunluğu nedeniyle buraya almadığımız şiirini okumak yetecektir. Birbirine bu kadar komşuyken, ötekinin adını temsilde bu kadar zorlanmış başka bir semt var mı İstanbul’da bilmiyorum.” (Atayman,2010:36)

Kocamustafapaşa’nın geçmişten bugüne Müslüman mahallesi, Samatya’nın da Hıristiyan mahallesi olarak biçimlenişi iki semtin karakteristiğini ve farklılığını oluşturmaktadır.

140