• Sonuç bulunamadı

Sabahattin Ali – Kuyucaklı Yusuf (1937)

A. Cumhuriyet’in Ġlanından 1928 Anayasa DeğiĢikliğine Uzanan Süreç

3. Sabahattin Ali – Kuyucaklı Yusuf (1937)

Sinekli Bakkal‟dan iki yıl sonra yayımlanan Kuyucaklı Yusuf‟un yazarı

Sabahattin Ali‟nin, siyasi tutumu ve yazdıkları dolayısıyla, yaĢadığı dönemde iktidar tarafından kabul görmeyen isimler arasında olduğu rahatlıkla söylenebilir. Sabahattin Ali‟nin ilk romanı olan Kuyucaklı Yusuf, 1903 yılından baĢlayarak Balkan SavaĢı‟nı da içine alan bir süreci anlatır. Ġlk olarak 1932 yılında Konya‟da çıkarılan Yeni

Anadolu gazetesinde tefrika edilmeye baĢlayan romanın kitap olarak ilk basımı

1937‟de yapılacaktır20

.

Ġmparatorluğun son yıllarındaki Edremit‟i mekân olarak alan roman, Kaymakam Selahattin Bey ve kasabanın eĢrafının çatıĢmasını merkezine

yerleĢtirirken, romanın sonundaki “„Kuyucaklı Yusuf‟ Ġçin” baĢlıklı bölümde görüĢlerine yer verilen Asım Bezirci bu durumu “idarenin ve kanunların eĢraf karĢısındaki geçersizliği” (291) olarak nitelendirmektedir. Geçekten de romanda Kaymakam Selahattin Bey‟in, kasabanın zenginlerinden Hilmi Bey ve

etrafındakilerle roman boyunca süren derin çatıĢmaları okuyucuyu, kanunlar karĢısında ekonomik gücü yüksek kimselerin üstün gelmesi üzerine yeniden düĢünmeye sevk eder.

Edremit, yazarın anlattığı dönemde gayrimüslimlerin de yaĢadığı bir kasaba görünümündedir. Romanın geçtiği mekânlarda gayrimüslim unsurlara pek

rastlanmasa da, özellikle iktisadi bir değerlendirme söz konusu olduğunda hemen akla geldikleri görülür. Bunun dıĢında merkezde yer alan ve detaylı olarak anlatılan, okuyucuya tanıtılan bir gayrimüslim karakter metinde mevcut değildir.

Örneğin Edremit‟te Ramazan aylarının nasıl yaĢandığının anlatıldığı

bölümde, çocuklar için bu ayın oldukça eğlenceli geçtiğini ifade ettikten sonra yazar, çocukların teravih namazının ardından “[G]âvur mahallesine kavgaya gi[ttiklerini]” (42) söyler. AnlaĢılacağı üzere gayrimüslimler, Müslümanlarla aynı mahallelerde oturmamaktadırlar.

Kasabanın zenginlerinden Hilmi Bey‟in Ģımarık oğlu ġakir Ģöyle

tanıtılacaktır: “AyyaĢ, hovarda, ahlâksız bir Ģeydi. Babasının kazandığı parayı Rum orospular veya Ġzmirli oğlanlarla yiyor, etmediği rezalet bırakmıyordu” (46). Burada Rum kadınlar yine hayat kadını olarak karĢımıza çıkmaktadır; ancak Ali‟nin ġakir‟i ahlaksız bir çocuk olarak nitelendirmesi, Rum kadınlarına aynı zamanda bir düĢük ahlaklılığın atfedildiğini gösterir. Hilmi Bey‟in kendisi de Rum oğlanlarıyla “kıĢın hamam âlemleri tertip ede[n], avuç avuç para saça[n]” (70) ahlaksız ve savurgan bir adamdır.

Hilmi Bey ve ġakir karakterlerinin aksine Kaymakam Selahattin Bey,

romanda olumlu bir karakter olarak öne çıkarılır. Onun bekârlığında gösterdiği zevk düĢkünlüklerine olumsuz bir tavırla yaklaĢılmamaktadır. “Bekârlığında fırsat

düĢtükçe gönül eğlendirmekten geri kalmamıĢ, bazen bir ermeni hizmetçi ile […] tatlı günahlar iĢlemiĢ[tir]” (179). Görüldüğü gibi söz konusu Selahattin Bey olduğunda, onun yaptıkları “gönül eğlendirmek” ve “tatlı günah iĢlemek” Ģeklinde yansıtılmaktadır. Fakat hem Hilmi Bey ve ġakir örneklerinde hem de Selahattin Bey örneğinde, ahlaksızlığın gayrimüslimlere atfedilmesi durumu değiĢmemektedir.

Romanın Ayvalık‟a değinen bölümünde gayrimüslimler, ticari hayattaki etkinlikleriyle ön plana çıkarılırlar. Buradaki iddiaya göre gayrimüslimler elde tuttukları ticari ağ içine gayrimüslim olmayan unsurları dâhil etmemektedirler. Yusuf‟un Muazzez‟i Ayvalık‟a kaçırması üzerine altı jandarma görevlendirilerek onları aramaya çıkar. “[B]ütün ahalisi Rum olan” Ayvalık‟a giden jandarma buraya vardığında “kasabanın güzel kızlarını gözden geçirmeyi düĢün[mektedir]” (225). Rum kızlarının güzelliğiyle öne çıkarılan Ayvalık‟ta iĢ kurup Muazzez‟le birlikte yaĢamayı düĢünen Yusuf‟a Selahattin Bey, “Ayvalık‟ta sana ekmek verirler mi? O Ģehirde müslüman barındırdıklarını duydun mu hiç?” (231) diye sorar. Sabahattin Ali‟nin İçimizdeki Şeytan romanında tekrar okuyucuya sezdireceği, gayrimüslimlerin ticarette etkin olması durumu, burada daha açık biçimde karĢımıza çıkmaktadır.

Ancak yazar gayrimüslimlere, iktisadi alandaki bu etkinliklerine vurgu yapmanın dıĢında söz konusu unsurları bir baĢka açıdan da olumlamaktadır. Balkan SavaĢı‟na dair haberlerin Edremit‟e ulaĢmasında ve yayılmasında Rumlar önemli rol oynarlar: “[D]ünyanın birçok havadisleri, Balıkesir‟den veya Ġzmir‟den gelen

Ali, Rumların güncel haberlerin ulaĢmasında üstlendiği bu role değinirken yerli Müslüman halkı da eleĢtirir görünmektedir:

Hürriyet ilânının, Ġtalyan, Balkan harplerinin tesirleri buraya muayyen bir müddet geçtikten sonra gelmiĢ, askerler sessizce gidip, ölmiyenler yine sessizce dönmüĢlerdi. ġehirde oldukça kalabalık bir Rum kütlesi olmasa ve bunlar dünya iĢlerini pek yakından takip etmeğe biraz fazla meyil göstermese, belki bu kasaba dünyanın her hâdisesinden uzak, her vakasına lâkayıt olarak yaĢamakta devam edecekti (253).

Görüldüğü gibi kasabanın dünyada olup bitenlerden haberdar olması, büyük ölçüde yerli Rumlara bağlıdır. Bu bakımdan yazarın, gayrimüslimlerin dünyada ve ülkede olup bitenlerden halkı haberdar etmede üstlendikleri önemli role dikkat çekildiği söylenebilir.

Yazarın gayrimüslimlerle ilgili toptan bir olumsuz yargıya sahip olmadığı bir baĢka sahnede de anlaĢılmaktadır. Hacı Etem‟le Yusuf‟un buluĢacakları kahveyi tasvir eden yazar, “[u]zun ve beyaz bıyıklarını oynata oynata bir köĢede Rumca muhabbet eden Giritliler[den]” (106) rahatsızlık ya da yabancılık duyduğu unsurlar olarak bahsetmemektedir. Bunlar, tıpkı diğerleri gibi mekâna tüm doğallıklarıyla yerleĢtirilmiĢlerdir.

Bunların yanında, romanda gayrimüslimler karĢısında Müslüman kimliğini sahiplenme durumu da söz konusu değildir. Edremit‟te Ramazan gecelerinin

anlatıldığı sahnelerden birinde çocuklar dıĢarıdan “pencerelere yanaĢarak „hünküren‟ derviĢlere bakarlar” (42). Türklüğün yanında Müslüman kimliğin öne çıkarıldığı metinlerde olumlananın Sünnîlik olduğunu düĢünürsek, Sabahattin Ali‟nin

romanında Aleviliğin, Sünnîliğe kıyasla daha samimi bulunması da dikkat çekicidir. Bir Alevi köyünü ziyaret eden Kaymakam Selahattin Bey, “[b]u Alevî köylerinin daha geniĢ mezhepli, daha samimî ve daha temiz olduğunu uzun memuriyet seneleri[nde]” (230) öğrenmiĢtir. Öyleyse Alevî köylerinin “neye” kıyasla daha temiz ve daha samimi olduğunu sormak yerinde olacaktır.

Kaymakamlıkta görev yapan ve namaz vakitlerinde namazlarını kılan ihtiyar memurların yanına çalıĢmak üzere yerleĢtirilen Yusuf‟a Kaymakam Bey, “Korkarım bizim ihtiyarlar seni de namaza baĢlatacaklar” (257) der. Yusuf‟un da babası

Selahattin Bey gibi dinle herhangi bir iliĢkisi bulunmamaktadır. Babasının ölümünde sela verilirken “camiyle, namazla, din ve imanla pek alıĢ veriĢi” (265) olmayan ve üvey annesi ġahinde‟nin deyiĢiyle “kızıl gâvur” olan Yusuf, ezanın sesini duyunca oldukça etkilenecek, kendinden geçecektir; ancak “[b]u sesle dinin bir alakâsı yoktu[r]” (266).

Görüldüğü gibi Kuyucaklı Yusuf romanında, Müslüman kimliği

sahiplenilmemekte ve dolayısıyla da bunun üzerinden gayrimüslimlerin eleĢtirilmesi söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte, romanda gayrimüslimlerin ahlaksızlıkla iliĢkilendirildiği örneklerin mevcut olması, yazarın Müslüman kimliği sahiplenmese de gayrimüslimlere bakıĢta belli noktalarda Türk-Müslüman kimliğini metinlerinde sahiplenerek öne çıkaran yazarlarla örtüĢtüğü söylenebilir. Bunun haricinde

gayrimüslimlerin özellikle iktisadi hayattaki etkinlikleri ve kendi tekellerinde ticaret alanları oluĢturmaları gibi unsurlara dikkat çekmesi kayda değer olup bu durumun Sabahattin Ali‟de belli bir huzursuzluk yarattığı anlaĢılmaktadır.

Görüldüğü gibi Sabahattin Ali, ideolojik olarak egemen söylemin uzağında da kalsa, söz konusu gayrimüslimlere bakıĢ ve bu konuda bir söylem ortaya koymak olunca “merkez”e yakın diğer metinlerle belli bir ortaklık yakaladığı görülür. Tez çalıĢmasındaki temel tespitlerimizden birini ortaya koyması bakımından bu veri oldukça kayda değerdir. “Merkez”e yakın metin demiĢken, bu noktada Kuyucaklı

Yusuf‟tan bir yıl sonra yayımlanan Mithat Cemal Kuntay‟a ait Üç İstanbul romanını

ve bu romanın gayrimüslimlere iliĢkin öne çıkardığı söylemi incelemek gerekir. Böylece, ideolojik olarak birbirinden çok uzak iki noktada duran iki yazarın aynı

yıllarda, aynı siyasi ve toplumsal hava içerisinde geliĢtirdikleri söylemleri karılaĢtırma fırsatı da doğacaktır.