• Sonuç bulunamadı

Aka Gündüz – Dikmen Yıldızı (1928)

A. Cumhuriyet’in Ġlanından 1928 Anayasa DeğiĢikliğine Uzanan Süreç

8. Aka Gündüz – Dikmen Yıldızı (1928)

Yakup Kadri‟nin romanıyla aynı yıl ilk baskısı yapılan bu kitabın yazarı Aka Gündüz de dönemin egemen söylemine denk düĢen bir örnek sunmaktadır.

Cumhuriyet‟in ilanından kısa bir süre sonra ilk basımı yapılan Dikmen Yıldızı‟nda aslında ideal bir Türk kadını portresinin çizildiği görülür. Bir baĢka ifadeyle romanda, mücadeleci ruhu ve örnek karakteriyle yeni Türkiye‟nin kadınının nasıl olması gerektiğini göstermek adına idealize edilmiĢ bir Türk kızı portresi çizilmiĢtir. Ankara‟da herkes tarafından bilinen bir aileye mensup Yıldız‟ı, insanlar “Dikmen Yıldızı” namıyla tanımaktadır. Sözünü ettiğimiz idealizasyonu yazarın kendisi de metinde açık etmiĢtir. Metnin bir bölümünde Yıldız‟dan Ģöyle söz eder: “Dikmen Yıldızı! ġu inkılâp günlerinin timsalî kızı! Yarınki ideal kadın, ideal anne!” (281). Bu idealizasyonun bizzat Mustafa Kemal Atatürk‟e atfedilmesi ve bu ifadelerin onun ağzından duyulduğunun belirtilmesi Yıldız‟a yönelik vurgunun önemini daha da

artırır. O aynı zamanda “Türk kızının ve kahramanlığının timsali” (294) bir karakter olarak akıllara Halide Edip‟in çizdiği yeni Türk kadını portresini getirir.

Türklük vurgusuna yoğun olarak rastlanan bu metinde Yıldız‟a âĢık olan Nedim‟in eski sevgilisi bir Rum kızıdır ve o da diğer birçok romanda karĢılaĢtığımız Rum kızlarında olduğu gibi mutsuz sonla karĢılaĢır. Nedim Ġzmir‟de Kleonaridi Gazinosu‟nda Yıldız‟a çok benzeyen Fofo adlı bir Rum kızına âĢık olur. Nedim, Fofo‟nun babası Diyamandopulos‟u ise ticari iliĢkileri dolayısıyla zaten tanımaktadır. Ancak metinde Rumlarla ilgili olumsuzlayıcı söylem gayrimüslimlerin ticaretteki etkinlikleri üzerinden değil, Rum kızı Fofo‟nun karakteri üzerinden verilir. Fofo aynı zamanda metinde, Yunanlıların Ġzmir‟i iĢgalini bir Rum‟un nasıl algıladığını

gösterme iĢlevini üstlenmektedir. Nedim‟le iliĢki yaĢamaya baĢlayan Fofo, Mondros Mütarekesi‟nin imzalanması ve Ġzmir‟in iĢgal edilmesinden sonra Nedim‟i terk eder ve “[m]uzafferlerin beldesini görme[k]” (128) üzere Yunanistan‟a doğru yola çıkar. Fofo ardından bir Yunan yüzbaĢısıyla niĢanlanmıĢtır.

Nedim bu durumu Yıldız‟a, “Bir ecnebiyi sevmek bir bedbahtlıktır” (131) sözleriyle anlatır. Fakat Fofo niĢanlısı tarafından aldatılacak ve mutsuz olacaktır. Fofo‟yu tanıyan genç kadın, Rum kızının geldiği hâli Nedim‟e Ģu sözlerle aktarır: “Fofo bugün kocasız bir madam, Ģerefsiz bir paçavradır. Zavallı kız!” (130). Nedim, Fofo‟yu yıllar sonra nasıl göreceği konusunda Ģöyle bir tahmin yürütecektir:

“[K]irpikleri çirkefleĢmiĢtir. Gözleri değiĢmiĢtir, sesi pürüzlenmiĢ, rengi boyanmıĢtır” (131–132).

Fofo karakteri romanın merkezinde bulunmasa da, savaĢ pilotu olan niĢanlısının öldüğünü kabullenemeyen, bu uğurda aklını kaybeden aĢkına sadık Yıldız karakterinin tam tersi bir figür çizmektedir. Fofo‟nun sesi ve görünüĢü dahi olumsuzlanmakta, öte yandan Yıldız bu özellikleriyle yüceltilmektedir. Nedim,

Fofo‟nun güzelliğini ancak Yıldız‟ın “gözlerinde, […], sesinde, […] renginde” (132) bulabilir. Öyle anlaĢılıyor ki Fofo ve Yıldız karakterlerinin metinde birbirine benzer iki kadın olarak sunulması kurgunun akıĢı dıĢında da bir anlam ifade etmektedir. Bir yanda ideal Türk kızı Yıldız sadakatini ve güzelliğini korurken, diğer yanda Fofo, taĢıdığı tam tersi özelliklerle bu görüntü karĢısında silinip gitmektedir.

1928‟e gelindiğinde Müslümanlık vurgusunun Türklük vurgusundan

ayrılmasına yönelik izleri metinlerde görmek, hele ki egemen söyleme yakın böylesi bir metinde görmek, ĢaĢırtıcı olmamalıdır. Zira yeni rejimin giderek yerleĢen ve muhaliflerini susturan yaklaĢımı ve geliĢtirdiği söylem doğrultusunda Türklük vurgusunun ağırlık kazandığı görülür. Bu bir anlamda, Millî Mücadele kadrolarının Ġslâm‟ı, kendi anlayıĢlarını yerleĢtirmek adına kullandıkları araçsal bir söylem olarak gördükleri yönündeki yaklaĢımı desteklemektedir. Bu evredeki önemli bir geliĢme olarak, 1924 Anayasası‟ndaki “Devletin dini Ġslâm‟dır” ifadesinin 1928 yılında metinden çıkarılması gösterilebilir. Ancak Türklük vurgusunun pekiĢtiğini gösteren eldeki tek veri elbette bu değildir.

BüĢra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih – Türkiye‟de “Resmi Tarih” Tezinin

Oluşumu (1929 – 1937) adlı çalıĢmasında, Cumhuriyet Halk Partisi tüzüğündeki

1923–1931 yılları arasındaki Türklükle ilgili vurgunun dönüĢümüne dikkati çekmektedir. Parti tüzüğünün 1923 metninde Türk kültürünü benimsemek parti üyeliği için yeterli olurken, 1927‟de yapılan değiĢikliklerle millî dayanıĢmanın kapsamı belirlenmiĢtir. Buna göre “milli dayanıĢma dil birliğine, ülkü birliğine ve fikir birliğine dayanır” (Aktaran Ersanlı Behar, 90). 1931‟deki parti tüzüğünde ise millet, “dil, kültür, fikir birliğinden ve yurttaĢların dayanıĢmasından oluĢan bir siyasal ve sosyal bütün olarak ele alınmaktadır” (Ersanlı Behar, 90). Parti tüzüğünde yıllar içinde görülen değiĢmeler, “Türklük”le yalnızca kültürel bir bağ kurmanın,

hâkim iradenin bireyin devlete sadakatinden emin olmak ve onu ötekileĢtirmeden vatandaĢ olarak benimsemek açısından giderek yetersiz görüldüğüne iĢaret eder. Zaten Ahmet Yıldız da yukarıda anılan çalıĢmasında 1924 Anayasası‟nda Türk kelimesinin ısrarla kullanılmasına dikkati çeker ve “Türklük” ile “Türk vatandaĢlığı” kavramları arasında hâkim irade tarafından bir ayrım gözetildiğini öne sürer (151– 152). Yine Yıldız‟ın aktardıklarına göre 1928 tarihinde çıkarılan VatandaĢlık Kanunu, Türk vatandaĢlığına geçmek için “Türk soylu olmak” Ģartını getirmektedir (153).

Hiç kuĢku yok ki Müslüman kimlik yeni rejime Osmanlı‟dan kalan bir mirastı; hâlbuki geliĢen yeni milliyetçi söylem içerisinde egemenlerin

uygulamalarına bakılırsa Türk kimliğini tek hâkim kimlik olarak öne çıkarmak amacının güdüldüğü anlaĢılabilir. Öte yandan Müslüman kimliğine yönelik vurgunun güç kaybetmesi, gayrimüslimlere yönelik yaklaĢımın iyileĢmesi anlamına

gelmeyecektir. Zira bu topluluklar, hâlâ sadakatlerinden kuĢku duyulan ve duyulmaya devam edilecek olan gayri-Türk topluluklardır. Lozan‟da azınlık haklarının korunması taahhüdünü veren yeni rejim 1924 Anayasası‟nda “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaĢlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” tanımını getirirken (alıntılayan Yıldız 139) hukukî açıdan ortaya koyduğu eĢitlik prensibinin dıĢına çıkarak anadili Türkçe olmayan vatandaĢları kamusal alanda Türkçe konuĢmaya, bu vatandaĢları çocuklarına Türkçe isimler koymaya zorlamıĢ, 1927‟ye gelindiğinde ise “VatandaĢ! Türkçe KonuĢ” gibi kampanyaları açıktan desteklemiĢtir (Yıldız, 140). Kısacası Cumhuriyet kadrolarının Türklük kavramını giderek hâkim kılmaları sürecinde herhangi bir muhalefete ya da homojen

yapılanmaya zarar verecek eğilime tahammülleri yok gibidir. Nitekim 1920‟lerdeki geliĢmeler, genç Türkiye‟deki bu hızlı homojenleĢme eğilimini gösterir niteliktedir.

Aynı süreçte yeni rejimin “gerici” olarak nitelendirdiği ġeyh Sait Ġsyanı yaĢanmıĢtır. Resmî tarihte daha çok dinî yönüyle vurgulanan bu isyan, bastırılarak rejimin gücünü pekiĢtirmesi ile sonuca ulaĢmıĢtır. ĠĢte ReĢat Nuri Güntekin‟in Yeşil

Gece romanı, bir anlamda Cumhuriyet‟in mücadele ettiği “gerici” anlayıĢı kıyasıya

eleĢtirmekte ve bu arada da gayrimüslimlere iliĢkin ilginç değerlendirmeler barındırmaktadır. Zira, romandaki Sarıova köyü romanın kurgusuna göre kayda değer ölçüde gayrimüslim barındırırken okuyucu bunu ancak romanın sonlarında öğrenecek, köyü bir Müslüman köyü olduğu ısrarla vurgulanacaktır. Burada gayrimüslimlerin varlığını net bir biçimde ortaya koymaktan duyulan belli belirsiz bir çekince sezilse de, yazarın birden fazla “düĢman” içeren romanı içerisinde “Müslümanlık” ve “Türklük” kavramlarını kullanıĢ Ģekli ve sırasına özellikle eğilmek gerekir.