• Sonuç bulunamadı

Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı

2.4. ULUSAL ANLAMDA KENTSEL HAKLAR VE GELĐŞĐMĐ

2.4.1. Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı

Đnsanın insan olmakla ve kentli olmakla sahip olduğu ve en temel haklarından olan, yaşama hakkının kente bakan yönünü sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını oluşturduğunu ve bu bağlamda kentli haklarının, bireylerin kişiliklerini bedenen ve ruhen çok yönlü olarak geliştirebilmelerinin yanı sıra, oturma, üretme, eğlenme, dinlenme, sosyal, kültürel, sportif faaliyetlere katılma, dolaşma vb. etkinlikleri gerçekleştirebilmelerine imkânlar sağlayan bir kentsel yaşam çevresi gereksiniminden doğduğu belirtilmektedir (Akkoyunlu Ertan, 1997:39). Bu gereksinimler ise, kentli haklarının konusunu teşkil etmektedir. Nitekim Kentsel hakların uluslararası alanda bir nevi çerçevesi olarak da kabul edilen 1992 Avrupa Kentsel Şartında da benzeri konuların ele alındığı görülmektedir.

Genel anlamda insanların en temel haklarının yanı sıra, sosyal, kültürel siyasal (isteme) haklarının ve dayanışma haklarının gerçekleşip gelişebilmesi, koruna bilmesi bir başka ifadeyle hayat bulabilmesi için her şeyden önce sağlıklı ve temiz bir çevreye sahip olmaları gerekir. Bir başka deyişle sağlıklı ve nezih bir çevre olmaksızın herhangi bir insan hakkından gereği gibi faydalanmak mümkün değildir. Bu noktadan hareketle insanın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasını sağlamaya

çok bildirgede, antlaşmalarda, anayasalarda ve hukuki metinlerde düzenlemeler yapılmıştır.

Đnsanın en temel hakkı olan yaşama hakkının gerçek manada gerçekleşip hayat bulabilmesi ise ancak sağlıklı ve dengeli bir çevrede mümkün olabilir. Şu halde birinci, ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarının hayat bulabilmesinin olmazsa olmaz kuralı içerisinde yaşanılan çevrenin korunması ve geliştirilmesidir. Bu ise ancak çevre hakkının gerçekleşmesi ile mümkündür. Zaman zaman çevre hakkı ile diğer insan haklarının gerçekleşmesi noktasında öncelik sonralık tartışmaları ve çatışmaları yaşanmaktadır. Oysa bu tartışma ve çatışma süreci çevre hakkının, yani insanın var olma ve yaşamını sürdürme hakkının yararına dengelenmelidir. Çünkü bu anlamda “çevre hakkı” genel çıkarları özel çıkarların önüne geçirmiştir. Đnsanın çevresini koruma gayretlerinin özünde ise insanoğlunun bu dünyada sağlıklı bir şekilde hayatını idame ettirebilme gayretinden başka bir şey değildir. Çünkü çevreyi etkileyen her şey insanların hayatını da yakından etkilemektedir. En temel hak olan yaşama hakkı diğer insan haklarının kendisine bağlı olduğu bir haktır. Bu ise, yaşama hakkı temiz bir çevreye bağlı olduktan sonra diğer insan hakları da öncelikle ona bağlı olduğu anlamına gelmektedir (Bilgiç, 1993:48).

Örneğin 1972 Stockholm Konferansı sonuç bildirgesinde de bu konuyla daha yakın ve doğrudan ilgili ifadelere yer verilmiştir. Bildirinin birinci ilkesin de “Đnsan

hem çevresi tarafından oluşturulur hem de çevresini biçimlendirir. Bu çevre, insanoğlunun fiziksel gereksinmelerini karşıladığı gibi, entelektüel, ahlaki, sosyal ve manevi gelişmesi için de insana olanak sağlar…. Đnsan çevresinin iki boyutu da – yani hem doğal hem de insan eliyle yapılmış olan – başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarından yararlanmak için mutlaka gerekli” olduğu belirtilmektedir. Bu ilkenin önemi ise, ilk kez uluslararası bir bildiride sağlıklı bir çevrede yaşama hakkından bahsedilmesi suretiyle çevre hakkının tanınmasının sağlanmış olmasıdır.

Ayrıca 28 Ekim 1982 yılında imzalanan Dünya Doğa Şartı’nda ise, çevre hakkının uygulamaya geçirilmesi konusunda devletlerin ve bireylerin yükümlülükleri kabul edilmiştir (Akkoyunlu Ertan, 2008b:7). 1987 yılında yayınlanan BM Ortak

refah içerisinde yeterli bir çevrede yaşama hakları vurgulanmıştır. Diğer taraftan 1992 Rio (Yeryüzü) Konferansı sonuç Bildirgesinin ilkeler bölümünde, “insanların

sürekli ve dengeli bir kalkınmanın merkezinde olduğu ve doğa ile uyum içerisinde verimli yaşama haklarının olduğu” belirtilmiştir (Kuzu,1997:147).

Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı doğrudan uluslararası ve bölgesel insan hakları belgelerinde yer almamış olup, ya çevre hakkı ya da sağlık hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının ulusal anayasalarda yer alması sürecinde 1972 Stockholm Konferansı milat niteliğindedir. Konferansın arkasından pek çok ülkenin anayasalarında çevre hakkı yer almıştır. Kuzu (1997:148)’ ya göre bu anayasaların bazılarında müstakil madde olarak düzenlenen çevre hakkının içerisinde bazılarında ise sağlık hakkı maddesi kapsamında sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olarak düzenlenmiştir.

Ülkemizdeki anayasal gelişim süreci incelendiğinde ise 1982 anayasasına gelinceye kadar önceki anayasalarımızın hiç birinde sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı ile ilgili hüküm bulunmamaktadır. 1982 Anayasasının Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması başlıklı 56. maddesinde ise, “Herkesin, sağlıklı ve

dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ve çevrenin geliştirilmesinin, çevre sağlığının korumasının ve çevrenin kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu” belirtilmiştir.

1961 Anayasası’nın sağlık hakkı başlıklı 49. Maddesine göre de, “Devlet,

herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbî bakım görmesini sağlamakla ödevli olduğu belirtilmiş ve bu madde geniş bir şekilde yorumlanmak suretiyle, temiz bir çevrede yaşam hakkı olarak kabul edilmiştir (Kuzu, 1997:148). 1961 Anayasasından önceki anayasaların hiçbirinde sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkıyla ilgili doğrudan veya dolaylı düzenleme yapılmamıştır.

Fakat gerek Osmanlı döneminden gerekse Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüze kadar sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının gerçekleştirilmesine yönelik olarak pek çok hukuki düzenlenmeler yapılmış ve yürürlüğe konulmuştur.