• Sonuç bulunamadı

Đnsan Haklarının Ulusal Nitelikli Güvence Sistemleri

1.7. ĐNSAN HAKLARININ HUKUKĐ GÜVENCE SĐSTEMLERĐ

1.7.3. Đnsan Haklarının Ulusal Nitelikli Güvence Sistemleri

Ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde insan haklarının tanınması ve hukuksal güvenceye alınması kadar bu hakların korunması ve geliştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Đnsan haklarının korunması esas itibariyle devlete karşıdır. Hak ve özgürlüklerin devlete karşı korunması ifadesiyle kast edilen ise, devleti somutlaştıran organlara, yani yasama ve yürütme organlarına karşı koruma anlaşılır.

Temel hak ve özgürlüklere doğrudan müdahale oluşturan, bazı eylemlerin suç kabul edilmesi ve karşılıklarında ceza öngörülmesi faaliyetinde kişileri keyfiliğe karşı koruyan en önemli güvence olan suçta ve cezada kanunilik ilkesi özgürlüklerin yasama organınca düzenlenmesini ifade eden kanunilik ilkesi, kanunların bireylerin yanı sıra devlet organlarını da bağlaması nedeniyle bir yandan devlete karşı özgürlükleri güvence altına alırken, öte yandan da insan haklarının ihlali durumunda yargı organlarına gidebilmesine imkân verir. Bu nedenledir ki, hem devlet-birey ilişkilerinde, hem de bireyler arasındaki ilişkilerde kanunilik ilkesi insan haklarının temel güvencesini oluşturur.

Kanunilik ilkesi, suç olarak tanımlanan insan davranışının, davranış gerçekleşmeden önce kanun koyucu tarafından belirlenmiş olmasını ve nihayet bu davranışa ilişkin “ceza”nın da yine kanun koyucu tarafından –kanun ile- belirlenmesini zorunlu kılan bir ilkedir (Birtek, 2011:15). Kanunlar tarafından açıkça suç olarak tanımlanmadıkça bir kimsenin eylemi suç olarak kabul edilemez ve kişi bu eylemi sebebiyle cezalandırılamaz.

Hukuk devletinde, devletin en temel organlarının görevleri ve işleyişleri hakkındaki düzenlemelerin anayasalarla yapıldığı ve devletin tüm organlarının da anayasa hükümleri ile bağlı olduğu ve insan haklarıyla ilgili hak ihlali iddiaları da devlet aleyhine yapılmaktadır. Bu noktadan hareketle insan hak ve özgürlüklerinin güvenceleri de anayasalarda başlamaktadır. 1961 ve 1982 anayasalarında temel hakların ve kamu özgürlüklerinin korunması için güvenceler getirilmiştir. 1982 Anayasası ile getirilen güvenceler genel itibariyle şunlardır:

Hak arama hürriyeti, sivil ve siyasi haklar kapsamında yer almaktadır. 1982 Anayasası’nın 36. maddesi (Değişik: 3.10.2001-4709/14 md.) Herkes, meşru vasıta

ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Ayrıca 1982 Anayasası’nın 40. maddesinde hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânın sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu (Any, 40/1) belirtilmektedir. Hak arama hürriyeti 1876 Anayasası’ndan itibaren 1924,1961 ve 1982 Anayasalarında yer almıştır.

Bireylerin topluluk biçiminde yaşamalarının ve bu birlikte yaşamanın sonucu olarak belli haklara sahip olmalarının sonuçlarından birisi de; kendilerine var olan hukuk düzeni tarafından sağlanan hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi durumunda, ihlalin ortadan kaldırılması ve bu ihlal suretiyle ortaya çıkan olumsuzlukların giderilmesini isteme/talep etme hakkına sahip olmasıdır. (Gül ve Birtek, 2007:3)

Hak arama hürriyeti, dar anlamda; pozitif hukuk tarafından tanınan hakların ihlali durumunda bu ihlalin durdurulmasını ve olumsuz etki ve sonuçlarının ortadan kaldırılması (eski hale getirme) istemlerinde bulunabilmeyi aynı zamanda da etkili/yetkili makamlara müracaatta bulunabilme hakkını içermektedir. Bu sebeple hak arama hürriyeti; mutlak olarak mahkemeye müracaat etme hakkının tanınması olarak anlaşılmamalıdır. Yeri geldiğinde ihlalin durdurulması ve olumsuz etkilerinin önlenmesi amaçlarını gerçekleştirebilecek olan idari makamlar da hak arama hürriyeti bağlamında etkili/yetkili bir makam olarak kabul edilecektir.

Adil yargılanma hakkı, hem anayasanın 36. maddesinde hem de ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır (Mumcu ve Küzeci, 2003:310). Hiç şüphesiz insan haklarının korunması açısından en etkili yol yargı yoludur. Anayasa’ya göre (m. 36) kişiler, hak ihlallerinin giderilmesi amacıyla adli ve idari yargı organları nezdinde her türlü meşru vasıtalardan faydalanmak suretiyle dava açma hakkına sahiptir. Bu bağlamda yargıya erişim (access to court) hakkı, hak arama hürriyetinin en somut görünümü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hak aramada doğal yargıç güvencesi esastır. Gözler (2000:831-854)’ e göre tabiî hâkim (olağan hâkim)” ilkesi, yürütme ve hatta yasama organının yargılama faaliyetine müdahalesini önler. Bu şekilde mahkemelerde yargılanacak olan kişilere büyük bir güvence sağlanmış olur. Çünkü onları yargılayacak mahkemeler, sırf onlar için kurulmamış, onları yargılayacak hâkimler sırf onlar için atanmamış olur. Ceza sorumluluğu kişiseldir, bir kimsenin başkasının gerçekleştirmiş olduğu fiilinden dolayı sorumlu tutulamaması ilkesidir. Temel hak ve özgürlükler ancak yasayla ve anayasada belirtilen hususlar dâhilinde sınırlandırılabilir.

Bu bölümde; kişi kavramı ve kişi türleri, hak kavramı, hakkın unsurları, hak ve özgürlük ilişkisinin yanı sıra insan hakları kavramı, insan haklarının tarihi gelişim süreçleri ve sınıflandırılması devamında ise, başlıca üçüncü kuşak haklar, dayanışma hakları, çevre hakkı ve çevre hakkının tarihsel gelişimi ile birlikte çevre hakkı ve kentsel (kentli) hakları ilişkisi incelenmiş olup ayrıca kentsel haklar, insan haklarının hukuku güvence sistemleri, insan haklarının uluslararası ve bölgesel nitelikli güvence sistemlerinin yanında ulusal nitelikli güvence sistemleri araştırılmış incelenmiştir.

Đkinci bölümde ise, kentsel hakların genel çerçevesi, uluslararası, bölgesel ve ulusal alanda kentsel haklar araştırılacak ve incelenecektir.

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

KENTSEL HAKLAR

2.1. KENTSEL HAKLARIN GENEL ÇERÇEVESĐ

Hak ve özgürlükler sorunu olarak insan haklarının iki bin yıldan daha uzun tarihsel geçmişe sahip olduğu, genel anlamda kabul edilmekle birlikte insan haklarının modern anlaşılış biçimi ve pozitif hukuk metinlerinde ifade edilişi ise, 200 yılı biraz aşkın bir zaman dilimine rastlamaktadır.

Đnsan haklarının son iki yüz yıldaki gelişim süreci ise üç kuşağa ayrılmakta ve incelenmektedir. Đnsan haklarının gelişim süreçlerine göre kuşaklarla ifade edilişi ise, insan haklarının her dönem dinamik bir özellik göstermesinin yanında sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, teknoloji vb. alanlardaki gelişmenin ve ilerlemenin göstergesi olarak da sayılabilir (Ökmen ve Parlak, 2010:402). Bir başka ifadeyle insan haklarının kuşaklarla ifade edilişi, bu hak gruplarının önceliklerine, üstünlüklerine ve önem derecelerine göre değil, ortaya çıkış ve gerçekleşme sıralarına göre kuşaklara ayrılmaktadır. Ayrıca her yeni kuşak önceki kuşakların gelişmesini ve kurumsallaşmasını da sağlamıştır.

Đnsan haklarının tarihi gelişim süreçleri dikkatle incelendiğinde bir takım özellikler gösterdiği anlaşılmaktadır. Önder (2008:192)’e göre bu özellikler; bütün insanların sahip olması anlamında evrensellik, her hangi bir şarta bağlanamaması anlamında mutlaklık, ilk insandan beri var olduğunu ve temel haklar olduğunu göstermek için doğuştanlık ve temel nitelik olarak, gönüllü bile olsa vazgeçilmezlik, sadece bireylere ait olmasından bireysellik, özgürlüğü esas almasından özgürlükçülük ve siyasi yönü dikkate alındığında devlete karşı ileri sürdürülebilirlik olduğu görülmektedir.

Đnsan haklarının, ulusal ve uluslararası alanda gelişmesini, içeriğinin artmasını, kurumsallaşmasını ve korunma mekanizmalarına sahip olmasını sağlayan unsurları genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz:

• Bir lokma bir hırka anlayışının terk edilmesi ve zamanla insanların ihtiyaçlarının artması ve çeşitlenmesi,

• Zamanla insanların belleklerindeki devlet algısının değişmesi, her şey devlet için, devlet sağ olsun anlayışından, birey odaklı devlet anlayışının egemen olmaya başlaması,1

• Devlet kavramının değişmesi; totaliter rejimlerden, demokratik devlet anlayışına geçilmesi, devletin yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılması ve bağımsızlaşması, jandarma veya polis devleti anlayışından sosyal hukuk devleti anlayışına geçilmiş olması,

• AĐHM gibi uluslararası yargı makamlarının hak ihlali kararlarının üye ülkeleri bağlayıcı olması ve emsal teşkil etmesi,

• Birleşmiş Milletler ve Diğer Bölgesel Örgütler tarafından hazırlanan insan hakları belgelerinin uluslararası ve ulusal hukuk sistemleri tarafından tanınması, hukuki güvenceler sağlanması ve hak ihlali durumunda müeyyidelerin öngörülmesi,

• Halkın, idarenin her türlü eylem ve faaliyetlerine ya da karar alma süreçlerine katılma isteğinin, bir başka ifadeyle günümüzde edilgen toplum anlayışından, etkin toplum anlayışına geçilmiş olması,

• Ulusal veya uluslararası nitelikli bazı sivil toplum örgütlerinin insan hakları ihlalleri konusunda ulusal veya uluslararası kamuoyları nezdinde baskı oluşturmaları,

• Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, teknolojik alanlarda yaşanan gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişim (içerisinde yaşadığımız çağın iletişim çağı olması) ve ulaşım araçlarının her geçen gün gelişmesi, yaygınlaşması gibi sebepler devletlerin yeni roller üstlenmesine neden olmuştur.

1 Nitekim bu gelişmeden hareketle, günümüz modern devletleri sadece iç ve dış güvenliği sağlamamakla yetinmemekte, bu görevin yanında bireyin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesi için gerekli olan asgari yaşam şartlarını sağlamayı (sosyal devletin gerçekleştirmesi) ve bireyin kişiliğinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesinin önündeki engelleri kaldırmayı amaç edinmişlerdir. Bu bağlamda 1982 Anayasası’nın devletin temel amaç ve görevlerini tamamlayan 5. maddesine göre,

Demokrasi anlayışı ve uygulaması içinde birinci ve ikinci kuşak hakların içeriğinde yer alan temel hak ve hürriyetler ne ifade ediyorsa, yerel demokrasi çerçevesinde yerel topluluğun ve birey(ler)in katılımını sağlayan temel hak ve ödevler de üçüncü kuşak hakların bir parçası olarak aynı şeyi ifade etmektedir. Bu haklar hem kentsel mekâna, hem de orada yaşayan veya herhangi bir sebeple (iş, eğitim, tedavi, sosyal, kültürel faaliyet vb.) bulunan, yerel halkın kolektif nitelikli haklarını içermekte ve dayanışma niteliğinde ortaya çıkan haklar grubunda yer almaktadır (Ökmen ve Parlak, 2010:404).

Đnsan hakları düşüncesinin gelişmesinde ve çeşitlenmesinde kentleşmenin ve kentsel mekânın önemi büyüktür. Kentsel mekân ve kentsel imkânlar, insan haklarının gelişmesinde ve çeşitlenmesinde olduğu gibi yeni insan hakları düşüncelerinin ortaya çıkmasına da kaynaklık etmiştir (Akkoyunlu Ertan, 2008a:125). Dünyanın her geçen gün ve artan bir hızla küreselleşmesi adeta küçük bir köy haline gelmesi, diğer taraftan dünyadaki kentli nüfusun her geçen gün artması, daha da artacağının öngörülmesi “dünyanın kentleşiyor olması” (Karakurt, 02.02.2012), emeğin, sermayenin ve ticaretin önündeki engellerin kalması, iletişim araçlarındaki vb. alanlardaki gelişmeler bir taraftan dünyanın küreselleşmesini diğer taraftan da yerelleşmesini beraberinde getirmiştir.

Küresel ile yerelin aynı anda ve etkileşiminin en yoğun yaşandığı mekânlar kentlerdir. Küreselleşme olgusunun yoğun olarak yaşandığı yenidünya düzeninde ulus devletlerin yavaş yavaş fonksiyonlarını yitirmeleriyle birlikte, ekonomik açıdan ana birimler olarak kentler ön plana çıkmaya başlamışlardır. (Karakurt, 02.02.2012).

Kentler tarih boyunca demokrasinin, yerelliğin ve katılımın en yoğun yaşandığı mekânlar olmuştur. Kentler toplumların tarihsel, ekonomik, siyasal, kültürel ve ahlaki gelişimlerinin yanı sıra oluşturdukları uygarlıkların da yaşandığı mekânlardır. Kentin uygarlaşması yaşanabilirlik temelinde kentsel alanların oluşturulması, geliştirilmesi ve korunması ile kent mekânlarını paylaşanların (kenttaşların) kentlerine sahip çıkmaları ve kentsel sorunların aşılması sürecine katılmaları kısaca kenttaşlık bilincini kazanmaları ve geliştirmeleri ile mümkündür

Bu bağlamda açıklanması gereken bir başka kavram da kentlilik bilinci kavramıdır. Kentlilik (kenttaşlık) bilinci kavramı genel anlamda şu şekilde tanımlanmaktadır: Kentlilik bilinci, kent kültürünü anlamak, kentin kültürel değerlerini benimsemek kendini kente, kentin dinamiklerine ait ve güvende hissetmek, kentsel oluşumlardan sorumluluk duymak olarak tanımlanmaktadır (Bayındırlık ve Đskân Bakanlığı, 2009:15). Kaya (2003:75)’ya göre, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kentin sosyo kültürel değerlerini benimsemesi, kendini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla kente karşı sorumluluk duygusu taşıması olarak tanımlanmaktadır.

Kent hakkı kavramı ilk kez Fransız filozof - sosyolog Henri Lefebvre tarafından 1968 yılında Paris’te yaşanan tarihi protesto eylemlerinin hemen öncesinde yayınlanan “Kent Hakkı“, (Le. Droit a Ville) isimli eserinde kullanılmıştır (Uzunçarşılı Baysal, 2012:364). Kentsel hakları, insanın insan olarak doğumuyla birlikte ve yurttaş olmakla sahip olduğu ve evrensel nitelikli haklarının kentsel mekânlarda yeniden yapılandıran “yeni nesil” haklar olarak da tanımlanabilir.

Kentsel haklar, hem yerel hizmetlerin kalitesinin ve etkinliğinin artırılmasını hem de yerel topluluk üyelerinin, ekonomik, sosyal, kültürel vb. alanlardaki ihtiyaçlarının ve taleplerinin karşılanması olarak tanımlanmaktadır. Bir başka ifadeyle kentsel yaşam kalitesinin artırılmasını, kentliler arasındaki işbirliğinin imkânlar dâhilinde geliştirilerek yerel topluluk üyelerinin, kentlilik bilincinin ve duygusunun geliştirilmesi için yapılan çalışmaların yanı sıra kentlilerin yerel yönetimlerin faaliyetlerine ve karar alma süreçlerine aktif katılımlarını sağlamaya yönelik çalışmalar şeklinde tanımlanmaktadırlar (Ökmen ve Parlak, 2010:404). Balkır ise (2010:350) kentsel hakları, kullanım biçimi bakımından, ancak toplum halinde kullanılabilen ve bu yönüyle bireysel olmanın ötesinde bireylerin ancak toplu olarak kullanabildikleri ve toplumsal bir irade ile gelecek kuşaklara aktarılması ve korunması gereken haklar olarak nitelendirmektedir. Öğretide, kentsel hakların korunması bakımından, siyasi iktidarların da pozitif bir yükümlülükte bulunması gerektiği ifade edilmektedir (Bal, 2008:258).

Kentsel hak kavramı ile birlikte açıklanması gereken bir başka kavram ise kentsel yaşam kalitesi kavramıdır. Kentsel yasam kalitesi kavramı, mimarlar, kent plancıları, kentleşme ve çevre sorunları ile yerel yönetimler konularında uzmanlaşmış kişilerce geliştirilmiş bir kavramdır (Yavuzçehre ve Torlak, 2006:185).

Kentsel yaşam kalitesi: toplum, ekonomi ve çevre ekseninde, yaşam kalitesi ve çevre kalitesinin karşılıklı etkileşiminde gerçekleşen nesnel ve öznel değerlendirme ölçütleri ile ifade edilebilen bir kavramdır. Kentsel yaşam kalitesi açısından bakıldığında kent, insan haklarının korunduğu ve gerçekleştirildiği bir alan olmak durumundadır. Bu noktada, kentsel yaşam kalitesi, ancak hem tek tek bireylerin, hem de toplulukların haklarının güvence altına alındığı bir kentte söz konusu olabilir. Kentsel haklar, hem kentlinin birey ya da insan olarak sahip olduğu insan haklarını, hem de bireyin içinde yaşadığı kentin ve içinde bulunduğu kentsel toplumun bir üyesi olarak o kentin kentsel ve çevresel değerleri üzerindeki haklarının tümünü kapsamaktadır (Pektaş ve Akın, 2010:25).

Kentsel yaşam kalitesinin algıya dayalı, esenlik, sağlık, güvenlik, huzur vb. değerler öznel bileşenlerini oluştururken; yapılı çevre, doğal çevre, ekonomik ve sosyal fonksiyon alanları gibi somut değerler ise nesnel bileşenlerini oluşturmaktadır (Emür ve Onsekiz, 2007:367). Bir başka ifadeyle kentsel yaşam kalitesi, insanların maddi ve manevi olarak kendilerini geliştirebilecekleri, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri, ilişki kurabilecekleri, bağlanabilecekleri ve aidiyet hissedebilecekleri, kendileriyle özdeşleştirebilecekleri, hatırlayacakları aynı zamanda da geçmiş, günümüz ve gelecek nesiller için ortak payda, ortak bilinç oluşturabilecek kentsel mekânlara sahip olmak şeklinde tanımlanabilir. Kentsel yaşam kalitesi, sağlıklı bir çevrede yaşama koşullarına sahip olmanın yanında, kentli haklarının da herkese sağlanmış olması ile de ilintilidir.

Kentsel haklar, kent sakinlerinin bir başka ifadeyle kentsel hakların kullanıcılarının veya kentsel hakları talep edenlerin ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında özellikle de kentsel alanlarda tehdit altında oldukları kabul edilen; yoksullar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engelliler, etnik azınlıklar, göçmenler, mülteciler, cinsel

dışlanmışlar gibi toplumsal (kentsel alanlardaki kırılgan) grupları öncelikli olarak korumayı amaçlamaktadır

Kent hakkı kavramı, bireyin yaşadığı kente ilişkin olarak, kentin imkânlarını kullanma, kaynaklarına erişme, ya da kentsel alanlarda kentlilere sağlanması gereken hakların yerine getirilmesini isteme veya kentlileri ilgilendiren konularda karar alma süreçlerine katılma ve kentin geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olma biçiminde kendisini göstermektedir. Bu yönüyle, kentsel haklar ve kentli olma hakkı, bireysel bir özgürlükten ziyade kolektif bir özgürlük ve bir dayanışma hakkı görünümündedir.

Đnsan hakları ile dayanışma hakları bir başka ifadeyle “halkların hakları” kavramları biri diğerine tercih edilemeyen aksine birbirini tamamlayan ve evrenselleştiren kavramlardır. Đnsan haklarının kurumsallaşabilmesi için, bireyler kadar diğer sosyal grupların, toplulukların, halkların, devlet(ler)in etkin olarak katılımlarının sağlanması gerekmektedir. Çevre hakkı ve kentsel haklar örneğinde olduğu gibi konularını evrensel değerlerin oluşturduğu bu yeni haklar, devlet sınırlarının ötesinde, insanlık ailesinin bütün üyeleri arasında dayanışmayı gerektirmektedir (Ökmen ve Parlak, 2010:403).

Tekeli (2001:176) kentli haklarını, kentsel mekânlardaki yaşam kalitesinin değişik boyutları bakımından gruplandırmaktadır.2

Kentsel hakların gelişebilmesi için kentlilerin yaşadıkları mekânlarla ilgili ihtiyaçları, talepleri yerel yönetimlerce karşılanmalı ve siyasal iktidarda bu konuda yerel yönetimleri desteklemelidir. Böylece bir kent kültürü ve kentlilik bilinci oluşturularak ve kentsel hakların gelişmesi sağlanacaktır. Burada göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus da kentli haklarına biran önce hukuksal güvence sağlanmalı bu hakların ihlali durumunda kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden hareketle suç tanımlamaları yapılmalı ve uygulanacak müeyyideler belirlenmelidir.