• Sonuç bulunamadı

Tanı almış bireyler ve tanı almamış bireyler arasında psikolojik belirtiler ve şiddeti açısından bir farklılık olup olmadığını belirlemek amacıyla non-parametrik istatistiklerden Mann Whitney U testiyle veriler analiz edilmiş ve analiz sonucunda, tanı alan grup lehine olmak üzere somatizasyon ve fobik anksiyete alt boyutlarında istatistiksel olarak bir farklılaşma olduğu belirlenmiştir. Bunun yanında OKB, kişisel duyarlılık, depresyon, anksiyete, hostilite, paranoya, psikotizm ve ek maddeler alt boyutlarında istatistiksel olarak

anlamlı bir farklılık olmadığı belirlenmiştir. Somatizasyon bireyin çeşitli psikolojik problemleri deneyimlemesi ve bunu sık sık fiziksel bir hastalığa bağlayarak tıbbi bir yardım alma arayışına girmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu durumun genel olarak yaşam olaylarının beraberinde getirdiği psikososyal strese tepki olarak ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Bu durum genellikle dışarıdan bir gözlemcinin çıkarımına dayanır çünkü somatizasyonu olan bireyler yaşadıkları sıkıntılar ile fiziksel rahatsızlıkları arasında bir bağlantı olduğunu reddederler. Bireyler bu somatik belirtilerin altında psikolojik bir faktörden ziyade fiziksel bir hastalık olduğunu, dolayısıyla tıbbi bir bakıma ihtiyaç duyduklarının göstergesi olarak görme eğilimindedirler (Lipowski, 1988). Diğer bir ifadeyle somatizasyon bireyin psikolojik amaçlarla bedenini veya bedensel belirtileri kullanmasıdır (Yücel, 2009). Bu anlamda, somatizasyon PB’nin ayrılmaz bir parçası olarak çoğunlukla duygusal ve fizyolojik bir uyarılma sonucu olarak gelişir (Lipowski, 1988). Panik bozukluğun komorbiditesine bakıldığında, önde gelen rahatsızlıkların başında somatizasyon bozukluğunun geldiği görülmektedir (Konkan, Yalçınkaya, Erkıran ve Erkmen, 2003). Panik atak sırasında birey soluk alma zorluğu, boğulma hissi, baş dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, kalp atım sayısında artma, titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi, uyuşma, karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi çeşitli somatizasyon belirtileri gösterir. Hatta bunun da ötesinde panik atak geçiren kişiler, bir felaket ile karşı karşıya olduğu duygusu içindedirler. Kalp atım sayısında artma, çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle sıklıkla kalp krizi geçirdiklerini, ölebileceklerini düşünürler. Bu anlamda bireyler ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını düşünerek kendilerini çok aciz hissederler. Bu acziyet hissi, kişide tehlikeli bir durum içinde kapana kıstırıldığı duygusu oluşturur. Semptomların başlangıcıyla beraber kişi bir dizi tepki vermeye başlar. Önce bilişsel olarak feci bir şeyler olacağına ilişkin çeşitli düşünceler üretir ardından hızlı kalp atışı, baygınlık, karın ağrısı, terleme gibi çeşitli bedensel belirtiler oluşur (Beck ve Emery, 2011). Özetle literatürde panik bozukluk ve somatizasyon arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmalara bakıldığında (Abramowitz, Olatunji ve Deacon, 2007; Güz ve Dilbaz, 2003; Karapıçak, Aslan ve Utku, 2012), tanı almış bireylerin somatik uyaranlara oldukça fazla odaklandığı görülmektedir. Bu doğrultuda mevcut çalışmanın bu konuda literatür ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. PB tanısı alan bireylerin somatizasyon belirtilerini, tanısı almayan bireylere göre daha fazla gösterdiği ifade edilmişti. PB tanısı alan bireylerin, bedensel uyarımlara daha fazla odaklandıkları ve bu uyarımları ciddi bir hastalık belirtisi olarak algıladıkları söylenebilir. Somatik belirtilerin PB’ye eşlik eden en belirgin belirtilerden biri olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu

belirtiler, vücudun deneyimlenen kaygıya karşı geliştirdiği tepkiler olarak düşünülebilir. Şöyle ki PB tanısı alan bireyler panik atak sırasında bu uyarımlara daha fazla odaklanarak somatik belirtilerin daha fazla artmasına neden olmaktadır (Abramowitz vd., 2007). Belirtilerin artması atakların geleceğine ilişkin inancı kuvvetlendirmekte ve bu süreç döngüsel bir şekilde tekrarlanabilmektedir. Bu bağlamda yaşanan atakların somatizasyon belirtilerinin artmasında ve panik şiddetinin yükselmesinde tetikleyici bir rol üstlendiği ifade edilebilir.

Bir diğer istatistiksel olarak anlamlı çıkan psikolojik belirtinin fobik anksiyeter olduğu ifade edilmiş, PB tanısı alanların fobik anksiyetelerinin daha yüksek olduğu saptanmıştı. Fobik anksiyete bozuklukları bir grup anksiyete bozukluğuna verilen şemsiye bir terim gibi düşünülebilir. Genellikle depresyon ile komorbid olan fobik anksiyete agorafobi, sosyal fobi ve özgül fobi olmak üzere üç kategoride değerlendirilmektedir (ICD-10; WHO, 2016). Agorafobide birey toplu taşıma araçlarını kullanma, açık ve kapalı yerlerde bulunma, sırada bekleme, kalabalık bir yerde bulunma ve tek başına evin dışında olma gibi durumlardan korku ya da kaygı duyar. Sosyal fobi, toplumsal kaygı bozukluğu olarak da bilinir, ise bireyin başkaları tarafından değerlendirilmekten kaçındığı için toplumsal aktivitelerden belirgin bir şekilde uzak durması, bu aktivitelerden korku ve kaygı duyması olarak ifade edilebilir. Örneğin, başkalarının önünde bir konuşma yapma, yemekli bir toplantıya katılma, tanışma toplantılarına katılma gibi aktiviteler, sosyal fobik bireylerin kaçındığı aktiviteler olarak ifade edilebilir. Bu kaçınmanın altında yatan temel motivasyon ise bireyin katılacağı bu aktivitiler esnasında küçük düşeceğinden ya da utanç duyacağından korkması olarak ifade edilebilir. Son olarak özgül fobi ise adından anlaşılacağı üzere bireyin özgül bir nesneden veya durumdan belirgin bir şekilde korku ya da kaygı duyması durumu olarak tanımlanmaktadır. Uçağa binme fobisi, kan görme fobisi, yükseklik fobisi gibi daha bir çok spesifik fobi bu kategoriye eklenebilir (APA, 2013). Bu üç fobi türünden agorafobi panik bozuklukta meydana gelen panik atakların bir sonucu olarak bireylerin yaşam kalitesini oldukça düşüren ve bireylerin işlevsellik düzeylerini oldukça azaltan bir faktör olarak görülmektedir (Konkan vd., 2003; Tükel, 2002). Agorafobinin tanısal özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, bireyin felaketleştirme stratejisini kullanarak çevreyi tehlikeli bir yer olarak algıladığı ifade edilmektedir. Bu nedenle günlük yaşamı oldukça olumsuz etkileyen agorafobi, günlük yaşamın kısıtlanmasından dolayı PB’si olan bireylerin öfke duygularını arttırmaktadır (Öz, 2017).

PB’ye eşlik eden diğer fobik anksiyete ise sosyal fobidir. Yürütülen bir çalışmada (Öngider ve Kavak, 2014). PB tanısı alan bireylerin sosyal fobi tanısı almasa da sosyal

fobik özellikler gösterdiğine işaret etmektedir. Yapılan çalışmalar (Özcan vd., 2006; Saygılı ve Karamustafalıoğlu, 2010) PB’ye sosyal fobinin eşlik etme oranının yaklaşık %14-31 arasında değiştiğini, sosyal fobisi olan bireylerde ise ek tanı olarak PB görülme sıklığının %17-50 arasında değiştiğini ifade etmektedir (Konkan vd., 2003). Bu bağlamda, mevcut araştırmada da PB tanısı alan bireylerin fobik anksiyete belirtilerini gösterdikleri ve bunun literatürde yürütülen diğer çalışmalarla da paralellik gösterdiği ifade edilebilir. Özellikle çalışmaya başlangıçta katılma kararı alan, ancak oturumlar tamamlandıktan sonra verilerin imha edilmesini isteyen ya da veri toplama süreci içerisinde çalışmaya direnç gösteren katılımcıların verdikleri cevaplar ile küçük düştüklerini düşünmeleri veya uygulayıcı tarafından olumsuz bir şekilde değerlendirilebileceklerine dair inançlarının fobik anksiyete puanını arttırdığı ifade edilebilir. Ayrıca sosyal fobi düzeylerinin yüksek olmasının altında yatan bir başka neden de etkileşime girdikleri diğer bireyler tarafından olumsuz bir şekilde değerlendirileceklerine dair inançları olabilir.

Sonuç olarak tanı almış bireyler ile almamış bireylerin psikolojik belirtilerin karşılaştırılmasında araştırmanın nicel kısmında fobik anksiyete ve somatizasyon belirtileri dışında diğer psikololojik belirtilerin (tanı alan grubun ölçme araçlarında aldıkları puanlar daha yüksek olsa da) istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmadığı görülmektedir. Psikolojik belirtiler ile panik bozukluk arasında böyle bir farklılığın oluşmamasının literatür ile örtüşmediği ifade edilebilir. Araştırmanın sınırlı sayıda katılımcı üzerinden yürütülmesi bu durumun en önemli nedeni olarak düşünülmektedir. Öte yandan araştırmanın nitel bulgularına bakıldığında, yukarıda ifade edilen psikolojik belirtilerin tanı almış grup tarafından daha fazla yaşandığı bulgusuna hem bireylerin anamnestik sorgulamalarında hem de projektif testlerin analizlerinden ulaşılmaktadır. Bu anlamda, karma desen çalışmasının görevini tam anlamıyla yerine getirdiği, nicel araştırmanın zayıf kaldığı durumlarda nitel araştırmanın yaşanan fenomenolojinin ortaya çıkmasına katkı sağladığı ifade edilebilir.

3.3.Sağlıklı bireyler ile kıyaslandığında, PB tanısı almış bireylerin depresyon