• Sonuç bulunamadı

2.1. PANİK BOZUKLUK: ÇOK YÖNLÜ BAKIŞ

2.1.5. Panik bozukluğun seyri ve etiyolojisi

2.1.5.1. Biyolojik bakış açısı

PB’nin doğasını anlamak için araştırmacılar biyolojik, nörokimyasal ve genetik yaklaşımlar başta olmak üzere birçok farklı alana yönelmişlerdir. Genel olarak PB’nin biyolojisi üzerine yapılan çalışmaların solunum ve hiperventilasyon araştırmalarına dayandığı görülmektedir (Yüksel, 2002). Solunum araştırmalarının genel yöntemi ise provokasyon çalışmalarına dayanmaktadır. Provokasyon çalışmaları, panik atağı kışkırtıcı

bir maddenin deneğe verilmesi ile bu maddenin yarattığı fizyolojik ve psikolojik etkilerin incelenmesiyle gerçekleştirilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta atak oluşturacak maddenin, atağın duygusal ve fizyolojik belirtilerini oluşturacak yeterlilikte olması ve her uygulandığında tutarlı sonuçlar vermesidir. Provokasyon çalışmasında kullanılan bu madde çoğunlukla Karbondioksit (CO2) olmaktadır. CO2’’invücuda verilerek deneysel olarak panik ataklar oluşturulması amaçlanmaktadır. Örneğin, yapılan bir çalışmada (Tamam, 2009) CO2 seviyesinin denetiminden sorumlu beyin sapındaki kemoreseptörler3 CO2’ ye karşı artmış duyarlılık göstermiş ve CO2’’in denetleme sistemi, hastalarda nedensiz bir şekilde yanlış ‘boğulma alarmı’ vermiş, ardından solunum sıkıntısı ve hipervantilasyon bulguları ile kendini göstermiştir. Araştırmacı bu normal bireylerde aynı soruna yol açmayan bu durumu ‘CO2 inhilasyonu ile PB arasındaki ilişkinin varlığı’ ile açıklamaktadır.

PB’nin biyolojisi üzerine yapılan bir diğer çalışma türü ise daha önce ifade edildiği gibi solunum sistemi çalışmalarıdır. Solunum sistemi hastalıklarıyla panik bozukluk arasındaki bağlantıyı açıklamak için bazı fizyolojik sistemler öne atılmıştır. Örneğin yapılan bir çalışmada (Tural, 2008), PB tanısı alan bireylerin solunum yollarında klinik açıdan tanımlanamayan bir tıkanma görülmüş ve bu tıkanma, havayollarındaki düz kaslarda gerginleşme ile ilişkilendirilmiştir. Buna göre kalp atışı, kas gerginliği, solunum ve sindirim gibi sistemlerin işleyişini düzenleyen Otonom Sinir Sistemi (OSS), bu düz kasların gerginleşmesini optimize eder. Ayrıca OSS'deki olası bir işlevsel bozukluğun hem PB’ye hem de solunum sistemi hastalıklarına sebep olduğu ileri sürülmektedir. Solunumun PB üzerindeki etkisini gösteren bir başka örmek ise solunum zorlama testlerine, PB hastalarının çoğunlukla anormal yanıtlar vermeleri ve testlerde sağlıklı insanlara kıyasla daha fazla panik atak yaşamalarıdır. Tidal hacim4 ve solunum hızı gibi değerlerde anlamlı bir farklılık olmasa da PB hastalarının solunumlarında farklılıklar ve düzensizlikler olduğu görülmüştür (Kılıç, 2015). Son olarak bu başlık altında PB üzerinde etkili olduğu düşünülen Genetik Faktörler ile Nörokimya alt başlaklarına yer verilmiş, bu kapsamda yapılmış olan ön klinik5 ve klinik çalışmalara değinilmiştir.

3 Kemoreseptörler: kimyasal uyarıcılara ve havadaki gaz moleküllerine duyarlı olan reseptörler (Karakaş,

2018).

4 Tidal hacim: akciğerin alabileceği soluk hacmi (Dökmeci, 2010).

2.1.5.1.1. Genetik Etkenler

PB’nin doğasını açıklamak için, araştırmacıların yoğunlaştığı bir başka alan da genetik faktörler olmuştur. Genetik etkiyi açıklamak için yapılan araştırmalar çoğunlukla; genlere, kromozomlara, aile ve ikiz çalışmalarına dayandırılmıştır. Panik bozukluk üzerine yapılan genetik temelli kromozomlar ile ilgili çalışmalarda 1, 2q, 3, 7, 9, 10q, 11p, 12q, 13, 15q ve 22. kromozomların üzerinde durulduğu bilinmektedir (Erdoğan, 2007a). Ancak PB’de genetik yatkınlığa sebep olan genlerin ve kalıtımın doğasına ilişkin güçlü sonuçlara henüz ulaşılamamıştır. İkizler üzerine yapılan çalışmalar ile aile çalışmalarından elde edilen veriler, ailede PB tahmininin % 50'ye yakın bir oranda genetik faktörlerin yer aldığını düşündürmektedir. Kılıç’a göre (2015) PB olan bireylerin birinci derece yakınlarında, hastalığın görülme riskinin diğer bireylere kıyasla 3-17 kat artmış olduğu ve burada bir ailesel yığılma olduğuna ilişkin bulgular elde edilmiştir. Birinci derece yakınlarda görülme riskinin 3-17 kat artıyor olması da genetiğin etkisini ortaya koymaktadır. Ancak bu PB patogenezinin6 altında yatan genetik nedenler henüz anlaşılmamıştır. Genetik nedenlere bir açıklama getirmek için ‘Linkage’ (Bağlantı) çalışmaları yapılmıştır. Örneğin 13q, 14q, 22q, 4q31-q34 ve 9q31 kromozomal bölgelerinin PB fenotiplerinin iletimi ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Fakat bununla birlikte, 350'den fazla aday gen incelenmiş, ancak tutarlı bir sonuca ulaşılamamıştır (Hasnat, Maruf ve Nahar, 2011).

İkiz çalışmaları, PB’nin genetiği üzerine yapılan bir diğer araştırma türüdür. Bu çalışmalar tek yumurta ikizlerinin (monozigot) çift yumurta ikizlerinden (dizigot) genetik açıdan daha yakın benzerlikler taşıdığı ve buna bağlı olarak monozigot ikizlerin daha fazla risk barındıracağı varsayımına dayanmaktadır. Dizigot ikizlerle kıyaslandığında monozigot ikizlerin daha fazla PB riski bulundurduğuna ilişkin bulgular elde edilmiştir. Örneğin, Hettema ve arkadaşlarının (2001) yaptığı bir meta-analize göre monozigot ikizlerin konkordans (eş hastalanma) risklerinin %24-73 arasında, dizigot ikizlerin ise eş hastalanma oranlarının %0-17 arasında olduğu ve monozigot eş hastalanma risklerinin dizigot eş hastalanma risklerinden 2-3 kat fazla olduğu tespit edilmiştir. Özetle, monozigot ikizlerde eş hastalanma risklerinin dizigot ikizlerin eş hastalanma risklerinden daha yüksek olması, ‘genetik’ etkisine bağlanmaktadır.

6 Patogenez, bir hastalığın kaynağı ve gelişmesi sırasında organizmada meydana gelen değişiklikler bütünü

2.1.5.1.2. Nörokimya (Nöradrenalin, Serotonin, GABA, Kolesistokinin, Adenozin)

PB’nin nörokimyası üzerine yapılan çalışmalar daha çok nörotransmitter sistemleri ile içerisinde yüksek oranda nöroepinefrin barındıran Lokus Seruleus7 bölgesi üzerine yapılan çalışmalara dayanmaktadır. Serotonin ve Nöroepinefrin nörotransmitterleri ile Kolesistokinin hormonunun PB üzerinde temel rolü olduğu ileri sürülürken; dopaminerjik sistemlerin ise PB üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı belirtilmiştir (Erdoğan, 2007a). Ayrıca PB’nin doğasını daha iyi anlayabilmek için üzerinde önemle durulan bir diğer veri kaynağı beynin Lokus Seruleus bölgesidir. Örneğin, hayvanlar üzerinde yürütülen çalışmalarında bu bölgenin uyarılmasıyla hayvanların anksiyete yaşadığı ve deneysel ablasyon uygulandığında ise tam aksine hayvanların anksiyete seviyesinin düştüğü bilinmektedir (Yüksel, 2002). Bir başka anlatımla, bu bölgenin beyinden çıkarılmasının ardından organizma, korkulacak bir olaya maruz bırakılsa bile bu korku duygusunun beklenilenin oldukça altında olduğu ifade edilmektedir (Çeçen, 2015). Dolayısıyla bu bölgedeki bazı reseptörlerin, uyarılmayı artırdığı ve uyanıklığı teşvik ettiği, huzursuzluğu artırarak anksiyeteye neden olduğu ifade ettiği, öte yandan sükunetin sağlandığı ortamlarda ise bu bölgedeki aktivitenin azaldığı tespit edimiştir (Erdoğan, 2007b).