• Sonuç bulunamadı

2.1. PANİK BOZUKLUK: ÇOK YÖNLÜ BAKIŞ

2.1.5. Panik bozukluğun seyri ve etiyolojisi

2.1.5.2. Psikolojik bakış açısı

Literatürde panik bozukluğun etiyolojisine dair birçok kuramsal açıklamanın yapıldığı görülmektedir. Burada bütün diğer psikolojik kuramların oluşmasına katkı sağlayan en temel üç kurama (Psikodinamik, Bilişsel ve Davranışçı yaklaşım) yer verilecektir.

2.1.5.2.1. Psikodinamik bakış

İnsanların psikolojik belirtileri, hayalleri, kişilikleri, tercihleri, arzuları ve bilinçdışı fantezileri panik semptomların temelini oluşturur. Panik semptomlar her hasta için aynı yoğunlukta kaygı uyandırmaz. Kaygının yoğunluğu kişinin yaşadığı acı verici deneyimlerine, stresli yaşam olaylarına ve bu durumlara karşı geliştirilen başa çıkma stratejileriyle yakından ilişkilidir. Her hasta için panik atakların oluşmasında farklı stresörler etkili olsa da ayrılık ve özerklik ortak çatışma alanıdır. Bu çatışma alanı çocuğun küçük yaşta yaşadığı travmatik olaylar, aşırı kontrol edilme ve yönlendirilme davranışına

7 Lokus Seruleus: Beyin sapında yer alan, merkezi sinir sistemindeki norepinefrin nöronlarının yarısından

maruz kalma, bakıcısıyla geliştirdiği iletişim biçimi etkili olan başlıca sebeplerdendir. Panik atakların oluşmasında bilinçli farkındalığın eksikliği, stresi tetikleyen yaşam olayları ve bilinçdışındaki çatışmalar önemli bir rol oynar (Busch, Milrod ve Singer, 1999). Sevilen birinin kaybı ayrılma ya da endişe verici diğer durumlar panik bozuklukların oluşumunda etkilidir (Kurtz, 2012). Bunların yanı sıra panik bozukluğun psikodinamik temelinde ayrılık anksiyetesi, savunma stilleri, bağlanma biçimleri gibi etkenlerin rolü olabileceği düşünülmektedir (Çeçen, 2015). Psikolojik faktörler, fazla sorumluluk alma hissi, çevresel faktörler ve yaşam evreleri de panik bozukluğun oluşmasında etkilidir (Pilecki, Arentoft ve McKay, 2011). Panik bozuklukları meydana getiren başka unsurlardan bir tanesi de anne ve babanın aşırı sahiplenici, kollayıcı bir tavır sergilemelerinden kaynaklanmaktadır. Ebeveynlerin bu tutumu, doğal olarak, çocuğun kendine özgü bir kimlik geliştirememesine ve ‘özerk’ olma yolunda atılacak adımların engellenmesine neden olur (Fava ve Morton, 2009). Panikler kişinin geçmiş yaşantı ve deneyimlerinden bağımsız değildir. Erken yaşta paniğe yatkın bireyler yetersizlik duyguları ve güvenlik ihtiyacı ile bakıcılarına yüksek derecede korkunç bir bağımlılık geliştirebilirler. Bakıcının çocuğa yeteri kadar koruma sağlayamaması, çocuğu reddetmesi, dışlaması ya da çocuktan vazgeçmesi öfke ve endişeyi tetikler ve bu da yoğun korku içeren bir bağımlılık yaratır. Burada kişinin verdiği tepki aslında var olan öfkeyi reddetmesidir. Panik bozukluğuna sahip bireyler kendilerini cezalandıran davranışlar sergilese de suçluluk ve pişmanlık duygularından kendilerini kurtaramazlar. Bu yoğun suçlayıcı düşünceler kişinin iş, sosyal yaşam ve aile içi ilişkilerini etkiler (Busch vd., 1999). Nihayetinde, PB yüksek kaygı yoluyla psiko-sosyal işleyişi bozar. Panik ataklar egoyu tehdit eden psikolojik ve fiziksel belirtilerle kendini gösterir. Kişi bu kaygının yoğunluğunu azaltmak için ego savunma mekanizmalarına başvurur. Bu savunma mekanizmaları kişide kaygı uyandıran istenmeyen dürtü ve düşüncelerin, çatışmaların ve cinsel fantezilerin kişinin psikolojik süreçlerinde meydana getirebilecek bozulmaların önüne geçmeyi amaçlamaktadır (Milrod vd., 2007).

2.1.5.2.2. Davranışçı bakış

Bilindiği gibi PB’nin etiyolojisine ilişkin açıklama getirmeye çalışan yaklaşımlardan biri de davranışsal kuramdır. PB’nin davranışsal yaklaşımı klasik koşullanmaya dayanır. Bu koşullanma bir dizi örüntüden oluşur. Bu örüntüye göre birey tarafından olumsuz bir yaşam olayı deneyimlenir ve kaygı yaşanır. Bu kaygı esnasında kişi, hızlı kalp atışı gibi kendiliğinden gerçekleşen somatik belirtileri yoğun bir şekilde yaşar ve bu belirtilerin tehlikeli olduğuna ilişkin bir inanç oluşturur. Bu inancın sonraki adımında ilk panik atak yaşanır. Atakların tekrarlamasıyla birlikte bu durum PB’ye

dönüşür. Bunun sonucunda PB hastaları bazı durumlardan korkmayı öğrenerek bu durumlardan kaçınmaya başlar ve bu kaçınma bireyin kaygısını azaltır. Kişinin ilk panik atağını yaşadığı anki korkusu, bulunduğu ortamdaki uyaranlarla eşleşir. Böylelikle kişide korku tepkilerine karşı koşullanma meydana gelir. Söz gelimi, ilk panik atağını kalabalık bir yerde yaşarsa, kişide kalabalık ortamlardan kaçınma eğilimi görülür (Kring, Johnson, Davidson ve Neale, 2015). Özetlemek gerekirse, panik ataklar genellikle içsel fizyolojik duyumların uyarılmasıyla başlar, dış ortamdaki bir uyarıcıyla tepkiye girer ve içsel uyaranlara koşullanır.

2.1.5.2.3. Bilişsel bakış

PB’nin etiyolojisine yönelik başka bir bakış açısı da bilişsel yaklaşım tarafından öne sürülmüştür. Bu yaklaşıma göre PB hastaları, atak esnasında yaşadıkları belirtileri, ruhsal ya da bedensel açıdan tehditkar, zararlı ve ölümcül olduğu şeklinde yorumlar. Zamanla hastalar bu belirtilerden korkmaya başlar ve dikkatleri "korkma korkusuna" dönüşür. Bu nedenle, süreğen bir şekilde bedenlerinde yaşanabilecek bir panik atağın belirtilerini bulma arayışına girerler. Bu yöndeki inançlar hastalarda kısır döngüye neden olur, bu da anksiyetenin artmasına ve semptomların daha şiddetli bir şekilde yaşanarak, felaket senaryolarının oluşturulmasına yol açar (Tamam, 2009). Bilişsel Davranışçı yaklaşımlar psikolojik bir ıstırabı azaltmak için, işlevsel olmayan düşünme biçimlerini ve davranış kalıplarını doğrudan manipüle etmeyi amaçlamaktadır (Hofmann, Asmundson ve Beck, 2013). Araştırmacılar, kişinin panik atak esnasında çıldırmaktan, ölmekten, kontrolü kaybetmekten korkmak gibi belirtiler yaşandığını ileri sürerek hastalığın kökeninde bilişsel faktörlerin rolünü açıklayan modeller ortaya atmışlardır. Anksiyete bozuklukları için, özellikle bilişsel modeller, tehdidin abartılı değerlendirilmesinin, patolojik kaygının altında yatan temel bir unsur olduğunu öne sürmektedir (Beck ve Haigh, 2014). Bilişsel yaklaşıma ilişkin farklı araştırmacılar farklı görüşler öne sürmüştür. Bu yaklaşımlardan önemli biri de Clark’in görüşüdür. Clark, tekrar eden panik ataklar üzerinde araştırmalarını yoğunlaştırmış ve normal bireylerde panik atak olarak tanımlanmayan ancak panik ataklara benzer, çarpıntı ve baş dönmesi ya da nefes darlığı gibi somatik duyumların PB'li kişilerde yanlış yorumlandığı ve yaklaşan bir tehlikenin işareti olarak algılandığını ileri sürmüştür. Bu durumda kişi, nefes darlığını ya da çarpıntıyı bir kalp krizi belirtisi olarak yorumlar (Fava ve Morton, 2009). Clark'in görüşlerinin aksine, Bandura ise öz-etkinlik kavramı üzerinde durmuştur. Buna göre panik atakların üstesinden gelebilmek için atak sırasında bireyin kendi algısına dikkat etmesi önerilmektedir. Öz yeterlik genellikle tahmin

edilemeyen ve gerilimli durumları barındıran koşulların üstesinden gelmeyi sağlayan yaratıcı bir beceri şeklidir. Öz etkinlik, bireyin farklı yer ve zamanlardaki güçlüklerle baş edebilme becerisine olan inancıdır. Örneğin, yetersiz olduğu inancında olan birey, etrafındaki fırsatları değerlendiremediği için yaşadığı sorunların üstesinden gelemez. Öte yandan yüksek özgüvene sahip başka bir birey ise daha güç koşullar ile karşılassa dahi çözüm yolları bulabilmektedir. Son olarak kişi başarıyı kendinden, başarısızlığı da başkasından biliyorsa o konuda öz etkinliği yüksek bir birey olarak ifade edilmektedir (Kılıç, 2015). Panik bozukluğun bilişsel alt yapısını ortaya koymaya çalışan bir başka model ise Clark ve Bandura’nın modellerinin bütünleştirildiği bilişsel bir modeldir. Bu model Casey ve meslektaşları (Casey, Oei ve Newcombe, 2004) tarafından ileri sürülmüştür. Yalnızca olumsuz bilişlerin değil; ‘öz yeterlilik’, ‘öz kontrol’ ve ‘başa çıkma’ temalı güçlü tezlerin, bilişsel modele eklenerek daha bütüncül bir yaklaşım ortaya atılabileceği belirtilmiştir. Hem yıkıcı yorumlamaların hem de öz yeterliğin, tekrarlanan panik ataklara neden olduğu ileri sürülmüştür. Casey ve arkadaşları öz yeterlik seviyesinin kişinin somatik uyarılma biçimini etkilediğini ifade etmişlerdir. Düşük seviyedeki öz yeterliğin, yüksek uyarılmaya yol açarak panik bozukluk döngüsünü başlatabildiği, öte yandan öz yeterlikteki artışın ise ise felaket içeren yorumlamaları azaltabildiği öne sürülmüştür.