• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL KALKINMA VE KATI

2.1. Sürdürülebilirlik Kavramı ve Tarihsel Arka Planı

İnsan yaşamını sağlayan kaynakların aşırı kullanımı ve buna dayalı olarak kaynakların azalması, bir takım olumsuz sonuçlar ile karşılaşılmasına yol açmış, ortaya çıkan bu durum yeni arayışlara sebep olmuştur. Yaşanan bu süreçte, kaynakların devamlılığına aracı olmayı öngören sürdürülebilirlik kavramı gündeme gelmiştir. Uzun dönemli bir bakış açısını yansıtan (Newman ve Kenworthy, 2000: 109), soyut ve geniş konsept bir kavram olarak (Portney, 2003: 3) sürdürülebilirlik, Latin kökeninden gelen “sub” ve “tenere” kelimelerinin birleşimden oluşan “sustain” (sürdürmek, muhafaza etmek anlamında) fiili ile 1290’den bu yana kullanılmaya başlanmıştır. Oxford İngilizce sözlüğünde yapılan incelemede, kavramın 1400’lü yıllarda “sustenable” şeklinde, 1611’de ise, “sustainable” şekliyle kullanıma girdiği tespit edilmektedir (Wheeler, 1996: 1). Hatta kavramın ilk kez 1712 yılında ( Sylvicultura Oeconomica) bir Alman (Hans Carl von Carlowitz) ormancı tarafından, ormanların sürdürülebilirliği kapsamında gündeme getirildiği ifade edilmektedir (Scoones, 2007: 590; Leach, Scoones ve Stirling, 2010: 37). Bu veriler göstermektedir ki sürdürülebilirlik yaklaşımı, çevresel sorunlar ile ilişkilendirilerek dikkate alındığında, bilim ve teknolojinin egemen olduğu modern dünya öncesi gündeme gelmiştir. Bu durumda, çevresel sorunların sanayileşme ile birlikte ortaya çıkmadığını, öncesinde çeşitli çevre sorunlarının gündeme geldiğini göstermektedir (Foster, 2008: 39). Daha sonraki süreçte, kullanıldığı alana göre (sürdürülebilir toplum, sürdürülebilir tüketim, sürdürülebilir iş, sürdürülebilir petrol gibi) (Rydin, 2010: 2) sürdürülebilirlik yaklaşımı şekillenmiştir. Bu bağlamda sürdürülebilirlik, bir biyolog için doğal kaynakların kendilerini yenileyebilecek fırsatı vererek kullanılması şeklinde ele alınırken, ekolojistler için ekolojik çeşitliliğin devamı şeklinde kullanılmaktadır (Aykan, 2014: 247). Farklı alanlarda ilgi yoğunluğunun artış

93

göstermesiyle (bkz. Wheeler, 1996: 2-8), adeta sürdürülebilirlik kavramının ağızlarda sakız olduğu bir çağın içinde olduğumuzda, ayrıca belirtilmektedir (Engelmen, 2013: 3). İlk gündeme geldiği günlerden bu zamana sürdürülebilirlik yaklaşımının yaygınlaşmasında çeşitli faaliyetler etkili olmuştur. Maczulak (2010: 5) tarafından çevrecilik hareketinin tarihsel süreci dikkate alınarak yapılan sınıflandırmada, ilk sırada, nüfus artışının potansiyel sorunlarını gündeme getiren 1798 tarihli Thomas Malthus’un çalışması yer almaktadır. Sonrasında ise sürdürülebilirlik kavramının daha fazla popüler hale gelmesine 20. yy. başlarından itibaren gerçekleştirilen yayınlar [The Outermost House (1928); Sessiz Bahar (1962); Uygunsuz Gerçek (2006) vb.], STK faaliyetleri, toplantılar, özel gün (Eart Day) kutlamaları, çevrecilik akımlarının yaygınlaşması, ekolojik yaklaşımlar, insan eylemlerinin sınırlandırılmasına yönelik çalışmalar ve 1973 yılında gerçekleşen petrol ambargosu gibi olaylar etkili olmuştur. Diğer taraftan nüfusta yaşanan artışla birlikte; sosyal eşitsizliklerin artması, kentleşme sürecinin devam etmesi, kaynaklara (enerji, su, materyaller gibi) olan talebin artması, biyolojik çeşitliliğin ve yaşam alanlarının yok olması, iklim değişikliğinin yaşanması, endüstri ve tarım alanlarında fazla enerji ve materyal tüketen üretim yöntemlerinin devam etmesi gibi değişen şartların da etkili olduğu bilinmektedir (Lehmann, 2012: 105).Yaşanan gelişmeler kapsamında ilk çevre odaklı gündeme gelen sürdürülebilirlik yaklaşımı, bilim adamları ve uygulayıcılar tarafından çevresel değişimi teşvik etmek için yaygınlaştırılmıştır (Portney, 2003: 3). Ayrıca, 19. yy. sürdürülebilir alan yaklaşımı çerçevesinde, Almanlar tarafından geliştirilen orman yönetimi konsepti, diğer ülkelerin de (ABD, Fransa ve İsviçre) referans alacağı sürdürülebilirlik uygulaması olarak ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilirik kavramının modern anlamda ilk kez 1974 yılında gerçekleştirilen bir konferansta “sürdürülebilir toplum” (sustainable society) şeklinde kullanıldığı görülmüştür (Wheeler, 1996: 1-2).

Tarihsel süreç içinde ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte sürdürülebilirlik, ekonomik ve politik yapı içinde gücünü giderek artırmış, “doğa ve toplum” için iyiyi temsil eden yeni bir ahlaki değerler silsilesi ortaya çıkarmıştır (Aykan, 2014: 244). Gündeme gelen bu değerler; bireysel yaşamdan örgütsel yaşama, üretimden ticarete, kamusal perspektiften özel alana, kırdan kentte gibi bir çok alanda iş yapma biçimini, bireylerin yaşamını etkilemektedir. Diğer taraftan sürdürülebilirliğin, tek bir değişkene veya tek bir düzleme

94

indirgenerek gerçekleştirilmeyeceği önemle vurgulanmakta, bir çok değişken ve düzlem arasındaki etkileşim/bağlantılar aracılığıyla mümkün olacağı öngörülmektedir. Sürdürülebilirlik için kentsel düzeyde; ulaşım, meslekler, sağlık, eğitim, barınma gibi hususlar, bölgesel düzeyde; erişilebilir kaynaklar ve toplulukların çevresi, ulusal ve uluslararası düzeyde ise; enerji, gıda, sağlık, vergi gibi konular hükümet politikalarında önemli rol oynamaktadır (Edwards, 2005: 29). Anlaşılmaktadır ki, sürdürülebilirliğin karşılık bulabilmesi için; yerelden ulusala, ulusaldan küresel düzleme, farklı düzeylerdeki faaliyetlerin etkileşimi son derece önem kazanmaktadır.

Günümüz açısından sürdürülebilirliğin daha çok, çevresel ekonomi içinde yerini koruyan popüler bir kavram olduğu görülmektedir (Mori ve Christodoulou, 2012: 95). Ayrıca sürdürülebilirliğin tanımlanmasının zor olduğu belirtilerek, sürdürülebilirliğin iki ana bileşenden oluştuğu yapılan literatür taraması sonucu ifade edilmektedir. Bu bileşenlerden birincisi; çevresel, sosyal ve ekonomik süreçlerden oluştuğu, ikincisi ise; kuşaklararası eşitlik veya uzun süreli korumaya sahip olmasıdır. Uzun vade de, birinci ile ikinci arasındaki ilişkinin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesidir. Bu durum aynı zamanda sürdürülebilirliğin temel şartı olarak görülmektedir (Mori ve Christodoulou, 2012: 96)

Sürdürülebilir yaklaşımın ortaya çıkması ve benimsenerek yaygınlaşmaya başlaması sürecine genel olarak bakıldığında; endüstrileşmenin, kentleşmenin ve teknolojinin yarattığı çevresel etkilerin, 1960’larda gerçekleşen çevresel hareketlerin ortaya çıkmasına kadar önemli derecede fark edilmediği, bu nedenle “ekonomik ve çevresel sistemler” arasındaki ilişkiye dair her hangi bir vurgunun yapılmadığı görülmektedir. Ancak 1970’li yıllara gelindiğinde, politik ve kurumsal değişimler gerçekleşmeye başlamıştır. Sürdürülebilirlik yaklaşımı, Stockholm Zirvesi ve BM Çevre Programı’nın 1972 yılında oluşturulmasıyla uluslararası düzeyde ifadesini bulmuştur (Fiorino, 2010: 581). Bu bağlamda daha fazla dengeli bir sürdürülebilirlik için 3E: “Çevre, Ekonomi ve Adalet” (tree “Es”: Environment, Economy ve Aguity) kavramlarının altı çizilmektedir (Saha ve Paterson, 2008: 22; Edwards, 2005: 21-23). Burada sürdürülebilirliğin, ne sadece ekonomiye odaklanarak, ne de sadece çevresel unsurlara odaklanarak ortaya çıkmayacağı vurgulanmakta, sürdürülebilirliğin ifade edilen 3E kavramları arasında bağlantı ve bağlılık oluşturularak ortaya çıkacağı öne sürülmektedir (Saha ve Paterson,

95

2008: 26). Bu sayede uzun süreli, gelecek kuşakları dikkate alan bir toplumsal yapı ortaya çıkabilecektir.

İfade edilenler çerçevesinde sürdürülebilirlik en genel ifadesiyle, bir yaşam biçiminin kesintiye uğramaksızın devam ettirilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Öztok ve Tapu, 2012: 12). Diğer bir yazar (Cohen, 2011: 2) ise sürdürülebilir yönetimi, basitçe, ekonomik üretim ve tüketim pratiği içinde kaynakların korunması ve yenilenmesinin maksimizasyonu ve çevreye etkisinin minimizasyonu olarak ifade etmektedir. Görüldüğü gibi kavram adı üzerinde bir yaşam alanının kesintiye uğramaksızın, kendi doğal döngüsü içinde devamlılığını esas almaktadır.