• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KARMAŞIK SORUNLAR KARŞISINDA KAMU

1.2. Ağ Yönetişimi: Temel Felsefesi, Yapısı ve İşleyişi

1.2.6. Ağ Yönetişimi

1.2.6.2. Ağ Yönetişimi İçindeki Aktörlerin Konumu

Ağ yönetişimi açısından dikkate alınması gereken bir husus ise, yönetişim yapısı içinde biçimsel ve biçimsel olmayan yapısıyla yer alan aktörlerin (kamu, özel sektör ve STK), nasıl yerleşeceği ve hangi rollere sahip olacağıdır. İlk etapta, klasik kamusal alan yönetiminde öncü ve egemen rolü üstlenen devletin, ağ oluşumu içinde nasıl bir rol üstleneceği sorusu ön plana çıkmaktadır. Ağlar, bir yönüyle, devletin eski bir sorun alanı olarak görülen hiyerarşik bürokrasinin tedavi amacını gütmektedir (Bevir, 2009: 137-138). Fakat ağlar, bürokrasiyi mutlak şekilde dışlayan bir tutum sergilememektedir. Bu tedavi sürecinde, oluşturulan yönetişim yapısının gündeme gelen sorunlar üzerinde ihtiyaç duyduğu bilgiyi elde etmesinde, sürecin bir parçası olarak sahip olduğu bilgi birikimiyle kamu bürokrasisine önemli roller düşmektedir (Torfing ve diğerleri, 2012: 80). Diğer taraftan yapılan çalışmalarda, aktörlerin etkin şekilde ağ içinde işbirliklerinin sağlanması için, aktörlerden birinin öne çıkarak, kolaylaştırıcı, arabulucu, koordinatör veya strateji belirleyici gibi rollere sahip olarak, ağı yönetmesinin altı çizilmektedir. Burada kolaylaştırıcı (gateaway) rolünde öne çıkan aktör, iletişim kurulmayan taraflar arasında direkt ilişkileri kolaylaştırmaya ve sağlamaya çaba sarf edecektir (Ansell, 2000: 310). Tam da bu noktada, kamusal alanlara yönelik yerine getirilecek hizmetlerde, kamu kurumları, sahip oldukları bilgi birikimi ve demokratik işleyişteki meşruiyetleri açısından, oluşturulan ağların kolaylaştırıcısı/arabulucusu rolünü üstlenebilirler. Diğer taraftan kamu örgütleri ağ yapılanması içinde arabulucu rolünün dışında şu alternatif rolleri de yerine getirebileceği vurgulanmaktadır (Kickert ve Koppenjan, 1997: 59): Ağ süreçlerine katılmadan kaçınma ve diğer aktörler gibi taraflardan biri olarak katılmak. Anlaşılacağı üzere, ağ içinde arabulucu rolü devlet üstlenebileceği gibi, ağ içinde yer alan diğer taraflardan biri de üstlenebilmektedir (Hill ve Hupe, 2009: 71).

İngiltere (İskoçya ve Galler), Almanya ve İspanya ülkelerinde bölgesel kalkınma bağlamında örgütler arası kurulan ağların incelenmesi sonucu şu özelliklerinin olduğu tespit edilmiştir: Devlet, bölgesel kalkınmanın aktif oyuncusu olarak, bir çok proje kapsamında kamu ve özel sektörden çok sayıda aktörü bir araya getirmiştir. Hizmetlerin sunulması veya koordinasyonunun sağlanmasında olabildiğince, yerelleşme eğilimine gidilmiştir. Yapılan işbirliği ağlarında devlet, yönlendirici veya koordinatör olarak değil, aktif biçimde üçüncü taraf aktörler olarak ağların geliştirilmesine çaba sarf

52

etmiştir. Bölgesel kalkınma ajansları veya diğer kurumlar, çok sayıda farklı işbirliği çalışmasının bağlayıcısı/aracısı konumunda rol oynamıştır (Ansell, 2000: 318).

Yönetişim ağlarının etkinliği ve demokratikliği için gündeme getirilen başka bir husus ise, “meta-yönetişim”dir. “Yönetişimin yönetişimi” şeklinde de ifade edilen bu yaklaşımın yerine getirilmesinde, kamu ve özel aktörlerin bir ağı tarafından veya meşru ve yetenekli bir özel aktör tarafından rol üstlenebileceği belirtilmektedir. Meta yönetişim aracılığıyla, ağlaşmış politika yapmanın amaçları, süreçleri ve çıktıları yönlendirmek ve kontrol etmek için, kamu ve özel aktörlerin enerjisini, kaynaklarını, bilgisini harekete geçirmeye kamu otoritelerine/seçilmiş temsilcilere imkan sağlanacağı ifade edilmektedir (Sorensen ve Torfing, 2009: 246). İnteraktif yönetişim çerçevesinde yapılan bir çalışmada, politikacıların ve kamu yöneticilerinin yönetişim sürecine biraz mesafeli durarak; siyasi, mali ve yasal çalışmalarıyla yönetenlerin yönetimi (meta-governor) olarak (Torfing ve diğerleri, 2012: 153-155), yönetişim süreçlerinin kolaylaştırıcısı ve yöneticisi konumunda, geleneksel görevlerinin yanında, düzenleme esnekliği, diyalog ve yasalar üzerinde etkililik sağlaması beklenmektedir. Ayrıca, kamu yöneticileri, politikacılardan ayrı olarak, yönetişim yapısının özelliklerini ve kurumsal yapısını düzenlemektedir (Torfing ve diğerleri, 2012: 156; Sorensen ve Torfing, 2009: 246-247). Benzer biçimde diğer bir çalışmada da gelişen şartlar çerçevesinde, kamu yöneticisinin rolünün, doğrudan hizmet sağlayan olmaktan ziyade, işbirliği ağları arasında koordinasyonu sağlayan ve kolaylaştıran, kamu, kar amacı gütmeyen organizasyonlar ve işletmeler arasında işbirliğini gerçekleştiren konumuna dönüştüğü ifade edilmektedir (Graddy ve Chen, 2009: 53). Diğer taraftan kamu yöneticileri ve politikacıların, “yöneticilerin yönetimi” olarak yönetişim ağlarının performansını yükseltmek için; ağ tasarımcısı, ağın yapısını oluşturan, ağ yöneticisi ve ağ katılımcısı rollerinden birini üstlenebileceği vurgulanmaktadır (Sorensen ve Torfing, 2009: 246-247).

Ayrıca günümüzde kamu kurumlarının her kademesinin, klasik yapısından sıyrılarak, daha fazla dışa dönük, tarafların bir araya gelmesini sağlayan olması önemsenmektedir20(Agranoff, 2012: 53). Bu çerçevede kamu kurumlarının yapı ve işleyişlerini “yeni” bir boyuta taşıması gereği ortaya çıkmaktadır. Yeni kamu örgütleri

53

sadece etkin ve verimli hizmete değil, bunun yanında diğer kurumlarla birlikte yönetişim yapısı içinde kendilerini şekillendirmesinin altı çizilmektedir. Bu yeni bakış açısının karşılık bulması için, kamu örgütleri; hızlı hareket edebilen, yöneticilerin içsel veya yasal dirençlerinin en iyi şekilde üstesinden gelebilmek için caba sarf eden ve hızlı ve etkili iletişim kurabilen hale dönüşmesi gerekmektedir (Agranoff, 2012: 186). Yukarıda ifade edilmeye çalışılan yeni yaklaşım “Organizasyon 2.0” olarak da nitelendirilmektedir. Eski ve yeni organizasyon yapısı Tablo 4’de karşılaştırılmaktadır21.

Tablo 4

Eski ve Yeni Organizasyon Yapısı Arasındaki Karşılaştırma

Özellik Organizasyon 1.0 Organizasyon 2.0

Organizasyon yapısı Bölümlendirilmiş Bölümlendirilmeyen, işbirliği çalışmaları ile oluşan

Organizasyon yönetimi Kapalı hiyerarşi Esnek işbirlikleri

Operasyonel dayanaklar Yasal otorite Katılımcı kuruluşlar tarafından kısmi otorite devri

Profesyonellik Büroya dayalı uzmanlık Paylaşılan değerlere dayalı epistomolojik ortaklıklar Operasyonların planlama

ve organizasyonu

Tek bir birim içinde planlanması ve projelendirilmesi

Farklı organizasyonlar arasında interaktif olarak belirlenmesi Problem çözme ve karar

verme

Birim içinde, ileriye dönük

Birimler arası, karmaşık ve özel

Etkileşimleri kapsayan stratejiler

Kurum stratejileri ve yerleşik kurumlar arası

Birden fazla kurum tarafından ortak stratejiler setleri

Operasyonlar Bölümler ve departmanlar tarafından yürütülen işler

Birlikte çalışabilirlik Hesapverebilirlik Dolaylı, sınırlı göstergeler Birden fazla doğrudan

göstergeler

Meşruluk Büro ve programların

yasal yetkisi

İletişim sürdürülmesiyle kendiliğinden oluşması

Kaynak: Agranoff, 2012: 192.

Yönetişim yapısı içinde yer alan en önemli taraflardan biri de, üçüncü sektör, gönüllü kuruluşlar, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar veya STK olarak ifade edilen aktörlerdir (Pestoff ve Brandsen, 2010: 223; Alford ve O’Flynn, 2012: 10). “Sivil Toplum” kavramı 18. yy.’da Batı Avrupa’da analitik bir araç olarak (Sarıbay, 2009: 646)

21 Bu karşılaştırma Columbus/Ohio/ABD şehrinde faaliyet gösteren Metro High School deneyimlerinden hareketle geliştirilmiştir. Detaylı bilgi için bkz.: Agranoff, 2012:187-191.

54

geliştirilmesini takiben kavrama yönelik kuramsal tartışmalar, demokrasinin yönetim modeli olarak yaygınlaşması ve siyasetin kurumsallaşması ile yoğunluk kazanmaya başlamıştır (bkz. Erdoğan, 1998; Erdoğan Tosun, 2003). Günümüz açısında da, hem siyaset bilimi bağlamında hem de diğer farklı disiplinlerde önemli çalışma alanlarından birini teşkil etmektedir. Sivil toplum denildiğinde, genel olarak, daha çok devletin dışında kalan kâr amacı gütmeyen oluşumlar akla gelmektedir (Erdoğan, 1998: 207). Diğer bir açıklamaya göre de, sivil toplum, gönüllü, kendi kendini oluşturan, kendi mali kaynaklara sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında köprü görevi gören örgütlü bir sosyal oluşum olarak nitelendirilmektedir (Diamond, 1994’ten aktaran Sarıbay, 2009: 647). Sivil toplum oluşumlarına, farklı işlevler yüklenmekle birlikte, liberal demokrasi açısından odaklanıldığında, en temel işlevinin; modern siyasi yapının tepesinde yoğunlaşan gücün kötüye kullanılması ihtimaline karşı bir savunma aracı olmasıdır (Erdoğan, 1998: 224). STK’lar; dernek, vakıf, birlik, platform gibi çeşitli biçimlerde, insan yaşamında önem arz eden ekonomik, çevresel ve sosyo-kültürel açıdan çeşitli konularda; yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası boyutta karşılık bulmaktadır (Erdoğan Tosun, 2003: 241-245).

STK’lar sahip oldukları bilgi ve deneyim ile kamu politikalarının belirlenmesi sürecinde önemli olduğu kadar, belirlenen politikaların hayata geçirilmesi açısından da önemli işlevlere sahip olmaktadırlar. Hatta, eleştiri konusu olsa da, uluslararası alanda işbirliklerinin geliştiriyor olması, STK’lara güçlü konumlar sağlamaktadır (Şahin ve Yıldız, 2009: 42). Bu bağlamda bakıldığında, Türkiye’de proje odaklı gerçekleştirilen faaliyetlerde, kaynak sağlayan kurumlar tarafından STK’ların katılımının teşvik edildiği görülmektedir. Kamu politikası sürecine, eş yönetici (co-governer) olarak vatandaşların ve STK’ların katılmasıyla en temel düzeyde, bir üretim ortağı olarak hizmet sağlama sürecine doğrudan vatandaşın katılımıyla süreçlerin demokratikleştirilmesi ve hizmet sağlama sürecinde etkinliğin, verimliliğin ve yeniliklerin ortaya çıkması öngörülmektedir (Pestoff ve Brandsen, 2010: 227; Torfing ve diğerleri, 2012: 160). Bir örnek ile anlatılanları sadeleştirecek olursak; bir kentin tanıtımı için ihtiyaç duyulan, o kentte ait fotoğraflar, belediyenin bürokratik yapısı aracılığıyla üretilmeye çalışıldığında beklenen iyi sonuçlar ortaya çıkmayacaktır. Çünkü verilen bir emir ve talimat üzerine o iş gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Oysa ki, tamamen sanat sever gönüllüler aracılığıyla ortaya çıkan fotoğraf sanatı dernekleri ile gerçekleştirilecek işbirlikleri, beklenen

55

sonuçlara daha fazla cevap verecektir. Çünkü, bu sivil oluşum altında bir araya gelenler, tamamen kendi iradeleri ve isteklerinden oluşan güdüleriyle fotoğraf çekmektedirler. Bu sayede daha özgün eserler ortaya çıkabilmektedir. Böyle bir işbirliğinde, hem belediye istediği faydayı sağlayacak, hem de fotoğraf sanatı ile uğraşanlar, eserlerini daha fazla görünür kılarak kendilerine fayda sağlamış olacaklardır.

Ağ yönetişimi modelinin diğer bir tarafını da, sahip olduğu sermayeyi kişisel çıkarları için faydaya dönüştürme arzusu duyan özel sektör temsilcileri, yani işletmeler oluşturmaktadır. Genel olarak ele alındığında insanların yerleşik hayata başlaması, tarımsal faaliyetlerin ve teknolojinin gelişmesi, yeni üretim-tüketim ilişkilerini ortaya çıkarmıştır. Özellikle 18. ve 19. yy.’da yaşanan gelişmeler aynı zamanda üretim-tüketim/üretim-çalışma ve bunların yarattığı toplumsal ilişkilere odaklanan kuramsal (Liberalizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Marksizm gibi) gelişmelere de zemin hazırlamış, üretilen kavramlar üzerinden; siyaset, sosyoloji, psikoloji, iktisat gibi bilim dalları aracılığıyla çok ciddi tartışmalar yürütülmüş, yürütülmeye de devam etmektedir. Bu tartışmalarda öz olarak üzerinde durulan temel nokta; insanlığın ortak çıkarlarına yönelik fayda sağlaması için kurgulanan devlet ile tamamen özel çıkarları için hareket eden kişi veya örgütlerin nasıl bir ilişki içinde olması gerekliliğidir. Hiç şüphesiz toplumun iyiliğini sağlamak adına en üstün otorite olarak devlet bulunmakta, piyasa onun denetimi ve kontrolü altında işlemektedir. Devlet, seçilmişlerin kontrolü ve yönlendirmesi altında, hiyerarşik kademeler şeklinde dizayn edilen bürokrasi aracılığıyla işlemekte; piyasa ise, arz-talep, rekabet, ‘görünmeyen bir el’ gibi temel unsurlar aracılığıyla işlemektedir. Bu çerçevede klasik anlamda kamu politikaları, seçilmişler aracılığıyla üretilmekte, hesap verme açısından bir sonraki seçimler seçilmişleri motive etmektedir. İşletmeler ise, ayakta kalmak ve kârlarını çoğaltmak için müşteriyi daha fazla dinleme gereği duymakta, rakiplerden iyi olmak için de sürekli gelişmeye, yeniliğe, daha iyiye ulaşmaya önem vermektedir.

Yukarıda özet olarak aktarmaya çalıştığımız, kendine has özellikleriyle karşılık bulan toplumsal örgütlenme sistemleri, uzun tarihsel süreç içinde (birinci ve ikinci dünya savaşları, soğuk savaş, ekonomik krizler vb.) farklı konumlar elde etmişlerdir. Kimi zaman devlet, özel sektörü sınırlandırarak kendi alanını, her anlamda genişletmiş (refah devleti); kimi zaman ise özel sektörün alanı genişletilmiş, devlet sınırlandırılmıştır

56

(sınırlı/minimal devlet). İfade edilenler çerçevesinde günümüzdeki durum genel düzeyde incelendiğinde, neo-liberal ekonomi politikaları çerçevesinde devletler, çeşitli yöntemleri (özelleştirme, kamu-özel sektör ortaklıkları gibi) kullanılarak, özel sektör temsilcilerine, daha fazla rol verdiği görülmektedir. Ancak devlet ve özel sektör temsilcileri arasında kurulan ilişkilerde, kimi zaman, kamu çıkarından çok özel çıkarların daha fazla ağırlık kazanıyor olması, çok ciddi eleştirileri beraberinde getirmektedir. Hiç şüphesiz, özel sektör amaçlarını gerçekleştirme sürecinde, operasyonel düzeyde; etkinlik, etkililik, verimlilik, kalite, hızlılık, yenilik, performans, gibi kavramlar üzerinden gerçekleştirdiği uygulamalar ile başarılı kabul edilmektedir (Şaylan, 2003; Demir, 2003).

Toplumsal örgütlenme sürecinde özel sektörden ortaya çıkan başarılar, gündeme gelen beklentilere devletlerin uyum sağlaması için referans alınmaya başlanmış, bu gelişmeler Yeni Kamu İşletmeciliği şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Belirtmek gerekir ki, genel olarak, özel sektörün iki şekilde kamu sektörü ile ilişkisi anlaşılmaktadır. Bunlardan ilki, başarılı uygulamaların kamu sektörüne taşınması ve bazı hizmetlerin özel sektöre devri; ikincisi ise, bir aktör olarak, özellikle karmaşık sorunları çözüme kavuşturma sürecinde devlet ve sivil oluşumlar ile işbirliği içinde hareket etmesidir. Bu kapsamda özellikle son yıllarda artış eğilimi gösteren, işletmelerin “sosyal sorumluluk” projelerinde, vurgu yapılan işbirlikleri gözlemlenmektedir. Bu gerçekleştirilen çeşitli işbirliği oluşumlarında, işletmeler bir eş aktör olabileceği gibi, oluşan ağın arabulucusu, yöneticisi konumunda da yer alabilir. Karmaşık sorunlarda işletmelerin önemini, katı atık sorunu üzerinden somutlaştırmamız faydalı olacaktır. Çalışmamızın diğer önemli bir dilimini oluşturan katı atıkların yönetimi, tipik bir karmaşık durumu yansıtmaktadır. Katı atıklar, işletmeler tarafından üretilmekte, tüketiciler tarafından tüketildikten sonra kamusal bir soruna dönüşmektedir. Bu süreçte atıkların çevreye olan zararını olabildiğince minimize edecek şekilde etkin bir atık yönetimi için, işletmelerin bir aktör olarak kabul edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Diğer taraftan kamu otoritesi de gerçekleştirdiği düzenleme ve denetimlerle, atık yönetiminin diğer bir kısmını oluşturmaktadır. Bunların yanında, özellikle, tüketiciler açısından farkındalık, bilgilendirme, denetim, kamuoyu oluşturma gibi işlevleriyle STK’lara önemli görevler düşmektedir.

57

Burada son olarak değinmemiz gereken diğer bir husus ise, belirlenen amaçlar kapsamında, farklı işbirliklerin oluşma sürecinde, aktörlerin belirlenmesi ve verimli kılınmasında bazı faktörlerin etkili olmasıdır. Bu faktörler: kaynak ihtiyaçları, organizasyonel meşruluk ve işlem maliyetlerini azaltmak şeklindedir. Sosyal hizmetler özelinde; kapasitenin artırılması, spesifik hizmetlerde uzmanlık, coğrafi kapsayıcılık, yerel bilgiye ve hizmet sunulacak taraflara erişim ve kültürel ve dilsel yetkinlik gibi gerekçelerle dış kaynak ihtiyacının ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Organizasyonel meşruluk için; kurumun ihtiyaçlarının karşılanması, organizasyonun itibarının yükselmesi ve geleceğe yönelik ilişkilerin geliştirilmesinden hareketle ortaya çıkmaktadır. Fırsatçılığın tehditlerini azaltmak için güvenilir partnerlerin (ortak vizyon ve misyonun paylaşıldığı, ihtiyaca göre deneyime sahip olması gibi) seçilmiş olması da, işlem (izleme/takip etme gibi) maliyetlerini önemli derecede azaltmaktadır (Graddy ve Chen, 2009: 55-57). Los Angeles kentinde sosyal hizmetler bağlamında oluşturulan bir işbirliği/ağ (kamu, STK, inanç temelli ve kar amaçlı 139 aktörlü) ölçeğinde yapılan bir araştırmada, paydaş seçiminde sırasıyla; spesifik hizmet uzmanlığı, itibarı güçlendirme ve paylaşılan ortak vizyonun etkili olduğu tespit edilmiştir (Graddy ve Chen, 2009: 61-62).