• Sonuç bulunamadı

Kentsel Katı Atık Yönetimine Yönelik Uluslararası Düzenlemeler

BÖLÜM 2: SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL KALKINMA VE KATI

2.5. Kentsel Katı Atık Yönetimi

2.5.6. Kentsel Katı Atık Yönetimine Yönelik Uluslararası Düzenlemeler

Yerel, bölgesel ve ulusal sınırları aşan bir husus olarak çevre sorunları ile mücadelede uluslararası oluşumların aldığı kararların (sözleşme, protokol ve bildirge şekilleriyle) birinci derecede etkili olduğu bilinmektedir. İfade edilen uluslararası örgütlerden, çevre sorunları konusunda en fazla ön plana çıkan BM olmakla birlikte; Avrupa Konseyi, OECD, AB, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİK), WB gibi kuruluşlar da yer

146

almaktadır (Güler ve diğerleri, 2001: 9). Bu bağlamda uluslararası sözleşmeler ve protokoller, AB gibi yapılanmalar birinci derecede kentsel katı atık yönetimini etkilemektedir. Çalışmanın bu kısmında katı atığa yönelik uluslararası düzenlemeler kapsamında, sözleşme ve protokollere ve AB’nin çevre ve atık yönetim politikalarına yer verilmektedir.

2.5.6.1. Uluslararası Sözleşme ve Protokoller

Atık konusu, 1992 yılında BM üyesi devletlerin katılımıyla Rio’da gerçekleştirilen “Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı”nın çıktısı olarak ortaya çıkan Rio Deklerasyonu’nda “Atıklarda İşbirliği” başlığında, Gündem 21 belgesinde ise ”Çöp, Katı Atık ve Kanalizasyon Yönetimi” konu başlıkları altında ele alınmıştır (Keating, 1993: 82-87’den aktaran Toprak, 2012: 325). Gündem 21’de, atıkların geri kazanılması veya güvenli şekilde imha edilmesinin ötesinde, atıkları önleme ve azaltma anlayışının geliştirilmesinin gerekli olduğu vurgulanmıştır. Ve atık yönetiminde; a) atıkların minimizasyonu, b) atıkların geri kazanımı ve geri dönüşümü, c) atıkların arıtılması/işlenmesi ve bertarafı, d) atık hizmetlerinin kapasitelerinin genişletilmesi aşamalarından oluşan hiyerarşik bir yaklaşımın benimsenmesi önerilmektedir. Hiyerarşik yaklaşımla atık yönetimini gerçekleştirmek için ise; devlet, STK, tüketici grupları, halk, endüstri temsilcilerinin işbirliği içinde, uluslararası kuruluşların (BM Çevre Programı, BM HABITAT, Dünya Sağlık Örgütü gibi) düzenlemeleri de dikkate alınarak bir takım programların, standartların geliştirilmesi, izleme sistemlerinin oluşturulması önerilmektedir. Ayrıca atık hizmetlerine yönelik kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için ise, finansman mekanizmalarının oluşturulması, katı atık yönetim süreçlerine toplumun katılımının kurumsallaşmasının desteklenmesi önerilmektedir. Bunun için entegre yaşam döngüsü yönetimi konseptinin, çevrenin korunması ile kalkınmanın bağdaştırılması adına önemli fırsatlar sunduğu vurgulanmaktadır (Agenda 21, 1992: Chapter 21).

Başka bir düzenleme ise 1989 yılında kabul edilen ve 1992 yılında yürürlüğe giren “Tehlikeli Atıkların Sınır Aşırı Taşınması ve Bertaraf Edilmesinin Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi”dir. Sözleşme, bilhassa gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, tehlikeli ve diğer atıkların sınır aşırı taşınması, bertaraf edilmesi ve geri dönüşümünden doğabilecek tehlikeleri ortadan kaldırmak amacıyla oluşturulan bir anlaşma niteliği

147

taşımaktadır. Sözleşmenin en temel çıkış noktası, devletlerin, ülkesinde meydana gelecek çevresel zararlara izin vermeme hakkına sahip olmasıdır62. Türkiye, Sözleşme’yi 1993 yılında onaylayarak63, 30 ülkenin içinde yer aldığı taraflardan biri olmuştur. ABD ve diğer önemli gelişmiş ülkeler ise Sözleşme’yi henüz imzalamadıkları anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Basel Sözleşmesi’ni takiben; 1998 yılında Bamako Sözleşmesi,1996 yılında Londra Protokolü, 1998 yılında Rotterdam Protokolü ve 2001 yılında Srockholm Protokolü imzalanmıştır (Kılınç, 2011: 78).

Atık sorunu bağlamında gerçekleştirilen diğer sözleşme ise Montreal Protokolü’dür. Bu Protokol, aynı zamanda çevre konusunda oluşturulmuş en başarılı çok taraflı anlaşma olarak da nitelendirilmektedir. İlk girişimleri 1976’da başlayan ve 1987’de Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü başlığında kabul edilen belgenin odağını, ozon tabakasını incelten maddelerin azaltılması oluşturmaktadır. Sonraki yıllarda periyodik olarak gerçekleştirilen teknik ve bilimsel toplantılarla, salınımların azaltılmasını sağlayacak çalışmalar yapılmıştır. Türkiye Protokol’e 19 Aralık 1991 tarihinde taraf olmuştur ve tüm değişikliklerini kabul etmiştir64.

Katı atık sorununu da kapsayan diğer uluslararası gelişme Aralık 1997 yılında Kyoto’da gerçekleştirilmiştir. Kyoto’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 3. Taraflar Konferansı’nda Kyoto Protokolü kabul edilmiştir. Protokol ile sanayileşmiş ülke taraflarına bağlayıcı sera gazı salım sınırlama ve azaltım yükümlülükleri getirilmiştir. Türkiye Ağustos 2009 tarihinde Protokol’e taraf olmuştur65. Diğer bir düzenleme ise “Çevre Konularında Bilgiye Erişim, Karar Vermeye Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi” kısa adıyla Aarhus Sözleşmesi’dir. Sözleşme, Danimarka’nın Aarhus kentinde Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (ECE) tarafından imzaya açılmış ve Kasım 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, çevresel konularda bilgi ve belge edinme, karar verme süreçlerine halkın katılımı ve yargıya erişim hususlarında düzenlemeleri kapsamaktadır.

62 Tehlikeli Atıkların Sınır Aşırı Taşınması ve Bertaraf Edilmesinin Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi, http://www.mfa.gov.tr/tehlikeli-atiklarin-sinir-asiri-tasinmasi-ve-bertaraf-edilmesinin-kontrolune-iliskin-basel-sozlesmesi.tr.mfa (29.01.2015). 63Bkz.: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21935.pdf&main=h ttp://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21935.pdf (29.01.2015). 64Bkz.: http://iklim.cob.gov.tr/iklim/AnaSayfa/montrealptotokolu.aspx?sflang=tr (29.01.2015). 65Bkz.: http://iklim.cob.gov.tr/iklim/AnaSayfa/Kyoto.aspx?sflang=tr (29.01.2015)

148

İfade edilen kapsamı itibariyle ilk uluslararası düzenleme olması, Sözleşme’nin önemini ortaya çıkarmaktadır. Zaman zaman gündeme gelmekle birlikte, henüz Türkiye’nin Aarhus Sözleşmesi’ni imzalayarak taraf olmadığı bilinmektedir (Güneş, 2010: 301). Bu bölümde ön plana çıkan uluslararası sözleşmelere ve protokollere yer verilmiştir. Uluslararası ölçekte yapılan bu düzenlemeler, taraf olan devletlerin genel olarak çevre politikalarını daha da özelde katı atık yönetim politikalarını şekillendirmektedir. Tam da bu noktada bazı eleştiriler gündeme gelmektedir. Gelişmiş ülke perspektifinden düzenlemelere gidilmesi ve alınan bu kararlar ile gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasının yavaşlaması, egemenlik alanlarının zayıflaması, devlet otoritesinin (uluslararası veya ulusal) şirketler ile paylaşılması gibi hususlarda eleştiriler öne sürülmektedir (Güler ve diğerleri, 2001: 9).

2.5.6.2. AB’nin Çevre ve Atık Yönetimi Politikaları

AB kapsamında atık yönetimi konusunun, 1970 ve 1980’lerde yaşanan büyük çevresel felaketler nedeniyle, çevre politikaları içinde öncelikli odaklanılan konu olarak ön plana çıkmaya başladığı bilinmektedir (CPS, 2012a: 4). AB’nin, çevre politikalarına yönelik ilk düzenleme olarak, tehlikeli maddelerin sınıflandırılması, ambalajlanması ve etiketlenmesine ilişkin 1967 yılında çıkarılan 67/548/EEC sayılı Yönerge gösterilmektedir. 1972 yılında Devlet Başkanları Konferansı’nda ilk kez çevreye yönelik bir takım ilkeler kabul edilmiştir. Bu ilkeler: kirliliğin kaynağında önlenmesi, çevreye yönelik geliştirilen politikaların ekonomik ve sosyal yapı ile uyumlu olması, planlama süreçlerinde çevrenin dikkate alınması ve kirletenin ödemesidir. Daha sonra Birlik kapsamında ortaya çıkan önemli belgelerde [Avrupa Tek Senedi (1986), Avrupa Birliği Antlaşması (1992), Amsterdam Antlaşması (1999), Lizbon Antlaşması (2009)] çevre konusuna yer verilmiştir (CPS, 2012b: 13).

AB kapsamında 1975 yılında kabul edilen Atık Çerçeve Yönergesi ile atık konusunda çevre politikaları içinde ilk kez bir alt başlık olarak düzenlemeye gidilmiştir. Sonrasında ise iki kez değişikliğe uğramıştır. 1991 yılında yapılan güncellemeyle “sürdürülebilir katı atık” yaklaşımı benimsenmiş ve bunun gerçekleşmesi için ise; önleme, geri kazanım ve yeniden kullanım, güvenli bertaraf aşamalarından oluşan hiyerarşik yöntem ile uygulamaya geçirileceği ifade edilmiştir. 1996 yılında da, çöpün artışına yönelik önceden geliştirilen stratejilerin etkisini güçlendirmek amacıyla değişikliğe gidilmiştir.

149

Yapılan değişiklik ile, önceden geliştirilen hiyerarşik atık yönetimine tekrardan vurgu yapılmış ve ayrıca üreticinin sorumluluğu ilkesi (kirleten öder) benimsenmiştir. Bir ürünün yaşam sürecinde bir çok kişi ve kurumun sorumluluğu olmakla birlikte, sürdürülebilir bir atık yönetiminde, birinci önceliğin atığın ortaya çıkmaması politikası dikkate alındığında, üreticinin sorumluluğu çok daha fazla ön plana çıkmaktadır (Güler ve diğerleri, 2001: 15-20). Sonrasında 1994 yılında AB Komisyonu tarafından Ambalaj Atıkları Direktifi kabul edilmiştir. Bu Direktif ile, ambalaj atıklarının çevreye olan etkisini minimize etmek, firmalar için bir takım zorunluluklar getirmek ve bu yapılacaklar ile uluslararası ambalaj atıkları yönetimi esaslarını oluşturmak hedeflenmiştir. Yine AB Komisyonu tarafından 1999 yılında Düzenli Depolama Direktifi kabul edilmiştir. Buradaki temel amaç ise, atıklardan kaynaklı emisyonların insan sağlığına zararını azaltmak amacıyla düzenli depolama alanlarına olan ihtiyacı minimize etmek amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için üye devletlerin yerine getirmesi gereken hedefler belirlenmiştir (Öztürk ve diğerleri, 2015: 301-31).

AB, mevcut katı atık politikalarının yeterli olmamasını dikkate alarak, atığın kaynağında önlenmesi yaklaşımından hareketle, atık yönetimini Altıncı Çevre Eylem Planı (2002-2012)’nın öncelikleri arasında yer vermiştir (CPS, 2012a: 4). Eylem Planı’nda, Atıkların Önlenmesi ve Geri Dönüşümü, yedi tematik stratejiden biri olarak belirlenmiştir. Belirlenen strateji ile; atığın önlenmesi, geri dönüşüm-geri kazanım-atık yakma ve düzenli depolama aşamalarından oluşan hiyerarşik bir atık yönetimi benimsenmiştir. Atık yönetiminde benimsenen hiyerarşik yaklaşım, 2006 yılında Atık Çerçeve Yönergesi’nde yapılan değişiklik ile desteklenmiştir (CPS, 2012a: 9-10). 2008 yılında da Atık Çerçeve Yönergesi’nde düzenlemeye gidilmiş, burada, daha önce benimsenmiş hiyerarşik yapının çok parçalı ve verimsiz olduğu kabulünden hareketle, daha kapsamlı atık politikaları, çevre ve insan sağlığına yönelik spesifik tedbirler gündeme getirilmiştir (CPS, 2012a: 12). Ayrıca Altıncı Çerçeve Eylem Planı’na dayanarak, Kaynakların Sürdürülebilir Kullanımının İlerletilmesi – Atığın Önlenmesi ve Geri Dönüşümü Tematik Stratejisi adıyla bir tebliğ yayınlanmıştır. Bu Strateji’de atık, hem kirletici bir madde, hem de yararlanılması gereken bir madde olarak ele alınmış olup, atığın yaşam döngüsü süresince çevreye olan zararını en aza indirgemek için geri dönüşüm işlemlerine odaklanılmıştır (CPS, 2012a: 11).

150

Atık yönetimini ele alan AB kapsamında yapılan diğer düzenlemeler ise; Toksik ve Tehlikeli Atık Hakkında Konsey Yönergesi (1978), Tehlikeli Atıkların Sevkiyatı (1984), Atık Yakma Yönergesi (2000), Düzenli Depolama Yönergesi (2001)’dir.

İfade edilenler çerçevesinde AB’nin atık yönetimi yaklaşımının üç noktada odaklandığı görülmektedir: Birincisi, atığın önlenmesi; ikincisi, geri dönüşüm ve yeniden kullanım; üçüncüsü ise, bertaraf ve izlemenin iyileştirilmesidir. Özetle Birlik kapsamında, daha çok yönetmelik ve yönergeler ile yapılan düzenlemelerle, atık yönetim anlayışı yaygınlaştırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır (CPS, 2012a: 13).

Yapılan düzenlemeler açıkça göstermektedir ki, atık sorunu sınırları aşan bir özelliği taşımaktadır. Bu bağlamda bir yaşam alanında atıklardan kaynaklı ortaya çıkan çevresel sorunlar sadece ortaya çıktığı alanı değil, atmosferde bulunan tüm yaşam alanlarını etkilemektedir. Bu yüzden uluslararası düzeyde gerçekleştirilen çabalar, atıklardan kaynaklı zararların azaltılmasında ve daha etkin yönetilmesinde etkili olmaktadır. Uygulamalara bakıldığında uluslararası yaklaşımlar çerçevesinde devletlerin atık yönetimini şekillendirdiği görülmektedir. Bu çerçevede bir sonraki başlıkta Türkiye’deki kentsel katı atığın durumu, daha çok niceliksel veriler üzerinden inceleme konusu yapılmaktadır.