• Sonuç bulunamadı

Söz Sanatlarına Karşı Çıkma

2. GARİP ÖNSÖZÜ: İLKELER

2.1. GELENEĞE KARŞI ÇIKMA

2.1.2. Söz Sanatlarına Karşı Çıkma

Türk şiirinde önemli bir yer tutan söz sanatları Garip Hareketi'ne değin zaman zaman eleştiriye uğrasa da hiçbir zaman gündemden çekilmemiştir. Garip ile birlikte şiirdeki işlevi tartışılmaya başlanan söz sanatları, özellikle şâirane üsluba hizmet ettiği için eleştirilir. Sıradan okurun entelektüel seviyesini zaman zaman aşan, söz sanatlarıyla anlamı arka planda kalan şiiri yıkmak isteyen Garipçiler, sıradan insanın konu edildiği şiirlerinde kelime oyunlarından uzak durmuşlardır.

Orhan Veli Garip önsözünde hareketin söz sanatlarıyla ilgili düşüncelerini şöyle açıklar: "Lâfız ve mâna sanatları çok kere zekânın tabiat üzerindeki değiştirici, tahrip edici hassalarından istifade eder. Bilgisini, terbiyesini geçmiş asırlara borçlu olan insan için bundan daha tabiî bir şey yoktur. Teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acaip karşılanmaz, kendine hiç bir gayri tabiilik isnat edilmez. Halbuki teşbihle istiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Hatâsı, muhtelif sapıtmalarla gelişmiş bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran oluğumuz insanlar bunlara bir kaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur" (Kanık 2014: 13). Şaire göre günümüz aydını söz oyunlarından kaçan

adamdır ve sırf bu yüzden garip olarak algılanmaktadır. Oysa eskinin olmazsa olmazlarından olan söz oyunlarına yeni şiirde artık gerek yoktur. Başlangıçtan beri zaten yeterince söz oyunu yapılmışken yenilerine başvurmanın anlamsız olduğunu vurgulayan Orhan Veli, çağdaş şiirin artık bu kamburdan kurtulması gerektiğini vurgular.

Günlük konuşma dilini şiire sokan Garipçiler'e göre söz sanatları şiirden tamamen atılmalıdır. Sıradan dili hatta argoyu şiirde kullanmaktan çekinmeyen Garipçiler, şiirin her kesime hitap etmesi gerektiğini savunur. Bu yüzden sokağı şiire taşımış, alalade ifadelere şiirde yer vermiştirler. Bu yüzden de Oktay Rifat, "Bizler şiirimizi halkın konuştuğu dille yazıyoruz." demiştir (Kanık 2014: 185).

Cemal Süreya Garipçilerin yukarıdaki fikirlerine katılır ve şunları söyler: “Somut, dobra, düşünmeye elverişli, çağrışım ağı onarılmış ve yaşama sevinciyle etekleri zil çalan bir dil yaratan Garipçiler, şiir dilinin kalkınmasını sağlamışlardır" (Süreya 2000: 84). Süreya'ya göre dingin, karamsar ve tekdüze bir dilin hâkim olduğu eski şiirin karşısında ışıl ışıl parlayan bu yeni şiir dili de canlandırmaktadır. Bu canlılık şiir dilini geliştirmiş, ona yepyeni ufuklar açmıştır.

Türk şiirinde o güne değin hemen hemen hiç yer verilmeyen sıradan insanı şiire sokan Garipçiler, bahsettikleri bu sıradan insanların yaşayışlarına uygun olarak kaygı, hüzün, umut vb. çeşitli duygularını; hayat, insan, siyaset vb. alanlardaki düşüncelerini anlatır. Behçet Necatigil, Garipçilerin yeni şiiri başlattıklarını ve bu şiirin en büyük meziyetinin söyleyişindeki rahatlık olduğunu söyler. Necatigil'e göre büyük bir kolaylık sağlayan bu meziyet sayesinde halk dili, yaşayan dil hiçbir devirde olmadığı kadar bu devirde şiire girdi (Necatigil 1983: 581).

Ahmet Kabaklı, 1940-1955 yılları arasındaki Türk şiirinde özleşme ve arı dille yazma gibi bir kaygının olmadığını iddia eder. Yazara göre bu dönem şairleri -başta Garipçiler olmak üzere- yabancı kelimeleri şiirden atarken asıl amaçlarının halk şirine ulaşmak olduğunu ancak bunu yaparken de günlük dile ait söyleyiş ve deyimlerin şiire girdiğini, bunun da Garip şiirini sıradanlaştırdığını savunur (Kabaklı 2006: 45). Kabaklı'nın eleştirdiği günlük dile ait deyim ve söyleyişlerin şiire girmesini Orhan Veli şiddetle savunur. Aynı şekilde, şiir eğer sokaktaki avareye seslenecekse normal olarak salon dilini kullanmamalı, çarşıda pazarda ne varsa onu kullanmalıdır.

Garip Hareketi'nin söz sanatlarını şiirden ayıklaması hiç kuşkusuz Türk şiiri açısından büyük ve olumlu bir gelişmedir. Hem şiire hem şaire büyük kolaylıklar sağlayan bu atılım, Türk şiirinin asırlardan beridir devam eden durağan, içekapanık, kırılgan yapısını ortadan kaldırır.

2.1.2.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama

Yeni şiirin temel ilkelerinden olan söz sanatlarına karşı olma, Orhan Veli'nin şiirlerindeki belirgin unsurlardan biridir. Şairin Cımbızlı Şiir'i bu tarzın en güzel örneklerindendir:

"Ne atom bombası, Ne Londra Konferansı; Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!" (B.Ş., s. 98)

Şairin sözünü ettiği Londra Konferansı, 1948 yılının Şubat ayında yapılan, SSCB'nin katılmadığı İngiltere, Fransa ve ABD'nin Batı Almanya'daki işgal bölgelerinin statüsünü belirledikleri toplantıdır. Londra Konferansı'nın toplanmasına sebep olan II. Dünya Savaşı ABD'nin 1945'te Japonya'ya attığı Atom Bombası ile biter. Bu olay, Hiroşima ve Nagazaki'de yarım milyon civarında insanın ölmesine, milyonlarca insanın sakat kalmasına ve nesillerce sürecek birçok felakete neden olur. Orhan Veli; savaş tanrısı emperyalist ABD'nin bu kitlesel cinayetine kayıtsız kalmaz, bu kıyıma bir gönderme yapar. Tekdüze, sloganik bir üslup yerine işi ironiye bağlayan Orhan Veli; şiirin son dizesinde cımbız ve aynayı kullanarak gamsız birinin ruh halini yansıtır ve kuru, duygusuz bir cinayet olan savaşı kınadığı bu şiirini bitirir. Asım Bezirci'ye göre şairin burada sözünü ettiği tip, düşüncesiz bir kadındır. Bu kadın, ekmek parası için hep süslenmek zorunda kalan bir hayat kadınıdır. Şiir hem sosyal mesaj vermekte hem de bir hayat kadınının hüzünlü yanını ironik bir havada yansıtmaktadır, (Bezirci 2003: 95). Şiirde çağın gerçekliği ve bu gerçekliğe karşı duyduğu tepkiyi yansıtan Orhan Veli, hiçbir söz oyununa başvurmaz, okuruna mesajını sanatsız bir üslupla iletir.

Orhan Veli'nin söz sanatlarına başvurmadığı bir başka şiiri de Güzel Havalar'dır: "Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım, Böyle havada aşık oldum; Eve ekmekle tuz götürmeyi Böyle havalarda unuttum; Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti." (B.Ş., s. 57)

Memurluktan istifa eden şairin, tüm yaşamını işyeri ile ev arasında geçiren silik bir memuru tarif ettiği bu şiiri, yalın dili ve yapmacıksız üslubu ile Garip'in en güçlü şiirlerinden biridir. Herhangi birinin betimlendiği bu şiirde, söyleyicinin sigaraya başlama sebebini, eve niçin ekmek ve tuz götürmediğini öğrenen okur; aynı zamanda bu söyleyicinin şair olduğunu da öğrenir. Aşık olduğunu, güzel havalar yüzünden perişan olduğunu vurgulayan söyleyiciye göre şiir yazma bir hastalıktır. Tüm bu betimlemelerin mizahi bir havada yansıtılması da şiirin başka bir güçlü tarafıdır.

Orhan Veli Kanık bir yazısında söz sanatlarına niçin karşı olduğunu şöyle açıklar: "Yirmi yaşımızı dolduralı bir iki seneden fazla olmamıştı; beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalmış kalmış olan şiire yeni imkânlar arayalım dedik. Şiire yeni dünyalar, yeni insanlar sokarak, yeni söyleyişler bularak şiirin sınırlarını biraz daha genişletmek istedik. İlk işimiz, bilinen sanatları bir tarafa bırakıp, şiiri bu sanatlar dışında şiir yapan özellikleri aramak oldu" (Kanık 2014: 195). Kendi şiirini sanatsız, yeni kimlikler ve hayatlarla kurmak isteyen Orhan Veli, şiire yeni imkânlar ararken bir başka Garip şiiri olan "Tahattur"u okuyucusuna armağan eder.

"Alnımdaki bıçak yarası Senin yüzünden,

Tabakam senin yadigârın; 'İki elin kanda olsa gel' diyor Telgrafın.

Nasıl unuturum seni ben, Vesikalı yârim!" (B.Ş., s. 93)

Şiirden anlaşıldığı kadarıyla bitirim biri olan söyleyici, sevgilisi olduğunu iddia ettiği vesikalı olarak çalışan bir kadından telgraf almıştır. Alnındaki bıçak yarası ve tabakasıyla hapishanenin dokusuna uygun olarak betimlenen bu tip, telgrafta yazılı deyim ile son iki dizeye adeta uçarak gider. Hapishane jargonuna uygun bir üslupla duygularını dile getiren bu kişi, büyük kentlerin varoşlarında hayatı derbeder yaşayan benzerlerini bir nevi temsil etmektedir.

Garip şiirinde sıkça kullanılan deyim ve atasözleri, dokuları itibarıyla bu ve benzeri şiirlerdeki bitirim tiplerin temsil ettiği kitleyi yansıtmaları bakımından önemlidir. Hareketin asıl başarısı da betimlediği tip üzerinden o tipin temsil ettiği kitleyi tüm çıplaklığıyla yansıtabilmesidir. "Tahattur" adlı şiirde portresi çizilen bu tip, Türk şiir geleneğinde hiçbir zaman bu kadar doğal bir şekilde, kendi jargonuyla yansıtılmamıştır. Garip şiiri, bu açıdan yeni şiiridir demenin hiçbir sakıncası yoktur.

2.1.2.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama

Garip şiiri, aykırı bir şiirdir. Bu bağlamda geleneksel anlayışta belli belirsiz kendine yer edinen alay ve ironi, bu hareketin şiirlerinde neredeyse başköşededir. Şiir serüvenini “Biz üç arkadaş şiir yazarken nasıl şaka ediyorduk, bilemezsiniz… Dünyayı şakaya alıyorduk. Gerçekten devrimci bir şiir olduğunu sonradan anladım. Çünkü bu şiir alaydan çıkmıştı. Alay etmezseniz hiçbir şey çıkaramazsınız. Biz düpedüz alay ettik” (Özcan 2004: 342) diye anlatan Melih Cevdet, hareketin görüşlerine uygun olarak kaleme aldığı "Ağaçların Yukarıdaki Yaprakları" adlı şiirinde hiçbir söz sanatına başvurmamıştır:

"Uzanılmaz.

Kuşlara ve güneşe mahsustur. Hiçbirimizin haberi olmasın

Yukardaki yapraklardan." (R.K.A., s.38).

Şiir kesin bir ifadeyle başlar. Şairin neden söz ettiğini son dizede anlayan okuyucu, hem şairin hem de kendisinin kuşlar ve güneşe özgü olana niçin ulaşamadığını sorgular.

Gerçeküstücü bir yönü olan bu şiirde, hikemi şiiri andıran bir anlatım vardır. Söz sanatları olmaksızın bu anlatımı yakalayan şair, Garip şiirinin bir başka yönünü de göstermiş olur. "Düzenli Dünya" adlı şiirde yalın bir üslupla evrenin doğal akışından bahseden Melih Cevdet, bu akıştan duyduğu hazzı anlatır:

"Bayılırım şu düzenli dünyaya Kışı yazı

Baharı güzü

Gecesi gündüzü sırayla. Ağaçların kökü içerde

Bütün ağaçların kökü içerde..." (R.K.A, s.72)

Doğadaki dinginliği söz sanatı kullanmadan okuruna yansıtan şair, "Şiiri herkesin anlayabileceği bir hâle getirmeliyiz. Şiir söylemenin kuşların ötüşünden farkı olmamalı" (Kanık 2014: 30) diyerek Garip Hareketi'nin anlayışını basitçe ifade eder.

Şiirin, kimsenin garipsemediği bir olay -kuşların ötüşü- gibi görülmesi gerektiğini savunan Melih Cevdet; şiirlerinde klişe ifadelerden kaçarak, silik tiplerin yaşamlarından kesitler sunar.

2.1.2.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama

Oktay Rifat küçük insanın peşindedir. Daima gerçeğin peşinden koşan şair, anı yakalamaya çalışır. Bazen bir fotoğrafçı kadar net kesitler yakalar. "Karacaahmet"te geçmiş zamandan kesitler sunar. Bu kesitler doğal dilin hafifliğiyle yansıtılmıştır:

"Akşamları parka çıkmaktı En büyük eğlencesi

Şair Orhan Veli’yi

Melih Cevdet’i severdi hayatında Ağaçlardan kavağı severdi Yıldızları da severdi Ve en rahat

Anasının serdiği döşekte uyurdu Şimdi burada yatıyor" (B.Ş., s. 47)

Türkiye'nin en büyük mezarlığı olan Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul'da Üsküdar'dadır. Çok basit bir anlatımla tanıdığı bir ölüden söz eden şair; kavak, yıldızlar ve döşekle okuyucusunu da maziye götürür. Bahsettiği tipin en büyük eğlencesi akşamları parka çıkmaktır. Büyük şehirlerde özellikle emekli kesimin sıkça görüldüğü parklar; bütün canlılığın, kargaşanın mola verdiği alanlardır tıpkı mezarlıklar gibi. Büyük şehirlerin küçük insanları sadece mezarlık ya da parklarda soluk alabilir, durabilir hatta uyuyabilir. Şairin betimlediği kişinin eğlence olarak gördüğü park, havası itibariyle mezarlıkla çok benzeşir. Oktay Rifat'ın Garip şiirinde en çok rastlanan tiplerden biri olan avare birini anlattığı "Kuş Dili" adlı şiir de gösterişsiz havası, yalın dili ve akıcı üslubuyla göze çarpar:

"Param olsa satar mıydım Kahverengi elbisemi Damalı gömleği giyerdim Alaca mendili takardım Kuşdili'nden geçerdim Param olsa satar mıydım

Kahverengi elbisemi" (B.Ş., s. 57)

Yine işsiz ve arabesk bir tipin anlatıldığı bu şiirde, parasızlıktan satılan takım elbise üzerinden bir hüzün sarar okuyucuyu. Damalı gömlek ve alaca mendille tamamlanan bu elbise, Kuşdili'ne giderken giyilebilecek tarzdadır. Lakin parasızlık ve çaresizlik yüzünden elden çıkarılan elbise gidince artık Kuşdili'de bir hayal olur. Şiirde portresi çizilen tip için Kuşdili'ne gitmek, çalışıp para kazanmaktan önemli gözükmekte. Çalışmaktansa takım elbisesini satan bu kişi, İstanbul'daki binlerce avareden / işsizden yalnızca biridir. Ayrıca şiirde İstanbul'a ait bir tarihsel gerçeklikle karşılaşırız. Şairin bahsettiği Kuşdili, Kadıköy'deki bir mesire alanıdır. Sunay Akın “Paçaların Sıvanmadığı İstanbul” başlıklı yazısında Kuşdili ve civarını şöyle anlatır: “Kurbağalı Dere yıllar öncesinde, içinden geçtiği çayırın adıyla anılırdı. Kuşdili Çayırı’ndan dolayı “Kuşdili Deresi” denilirdi bu güzel dereye. Güneşli İstanbul günlerinde kıyısında toplanan insanlar azaldıkça, şarkılar, türküler kurbağa seslerine bıraktı yerini. Derenin kenarında gezinip, piyasa yapan “Kavuncu Güzeli” lakaplı kara kaşlı, kara bıyıklı adamın güzel sesini kimse anımsamıyor artık. Yeşil gözleriyle yürüdüğü dere boyunca tüm erkeklerin gönlünü çalan “Çayır Güzeli” de yaşamıyor ne yazık ki.

Attığı kahkahalarla herkesi güldüren gazete satıcısı “Akbaba Suad”ı bilen kaç kişi yaşıyor ki Kadıköy’de? Eski bir Kadıköylü olan Adnan Giz, kıyısında çocukluğunun geçtiği Kuşdili Deresi’ni şöyle anımsıyor: “Derenin nerede denize döküldüğünü gördüğümüz hâlde nereden ve nasıl geldiğini bilmezdik. Sandallar, en çok bugünkü kömür deposunun bulunduğu yere kadar gider, ötesi sığ olduğu için geri dönerlerdi. Çocukluğumda bu derenin çok uzaklardan geldiğini hayal eder ve bir sandalın güçlükleri göze aldıktan sonra o bilinmez yere kadar gidebileceğini düşünürdüm.” Kurbağalı Dere’nin kıyıları 1950’lere kadar kır kahveleri ve gazinolarla doluydu. İstanbulluların en çok rağbet ettikleri mesire yerlerinden biriydi. En güzel elbiseler giyilir, en güzel kokular sürünülür ve dere kenarına gidilirdi. Kiralanan kayıklarla dere boyunca gezinenler birbirine selam verir, aileleriyle gelen aşıkların gözleri birbirini görme umuduyla etrafta fır dönerdi...Tüm bu olup bitenleri uzaktan seyredenlerden biri de Oktay Rifat’tır. Şairin “Kuşdili” adlı şiirini okuyacak olursak, kalabalık arasına karışamayışının nedenini öğreniriz" (Akın 2003: 16).

Sunay Akın'ın bahsettiği renkli hayatın biraz ötesinde duran Oktay Rifat, şiirde betimlediği tipin yoksulluğundan, yoksunluğundan şikayetçi oluşunu artistik ifadelere ve söz sanatlarına başvurmadan gayet yalın bir dille aktarır.

Garip'in temel hedeflerinden biri olan söz oyunlarından kaçınma, yeni şiirin en büyük başarılarından biridir. Kolaylığa kaçmak olarak tanımlanabilecek söz sanatları, okuyucunun şairin hünerini tam olarak görmesini engeller. Bu bağlamda Garipçilerin gerçek şair oldukları hakkında hiç kuşku olmamalıdır.