• Sonuç bulunamadı

Garip Şiir Akımı: İlkelerin Şiire Yansıması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Garip Şiir Akımı: İlkelerin Şiire Yansıması"

Copied!
114
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

GARİP ŞİİR AKIMI: İLKELERİN ŞİİRE YANSIMASI

Ali Asker OVA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

(2)

T.C.

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

GARİP ŞİİR AKIMI: İLKELERİN ŞİİRE YANSIMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Ali Asker OVA

Yrd. Doç. Dr. Vedi AŞKAROĞLU

(3)
(4)
(5)

ÖNSÖZ

Tüm süreç boyunca beni bir an olsun yalnız bırakmayan değerli eşim Dr. Fatima Ova'ya; meslek hayatım boyunca bana rehberlik eden ve uzun yıllardır dostluğunu esirgemeyen, bu çalışmada da bana yol gösteren öğretmen arkadaşım Cafer Yıldırım'a; akademik hayata ilk adımlarımı atarken desteğini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili hocam, ağabeyim Yrd. Doç. Dr. Oğuz Şimşek'e; yüksek lisans eğitimim boyunca bana daima yol gösteren Ardahan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sekreteri Selma Akyol'a; bu çalışmamla beni ışığa karıştıran değerli danışman hocam, üstadım Yrd. Doç. Dr. Vedi Aşkaroğlu'na sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(6)

ÖZET

İnsan, edebiyatın merkezindeki konumunu tarih sahnesinde kimi zaman kaybetmiş, kimi zaman da yeniden kazanmıştır. Edebi akımlar, doğa, kültür, estetik, bakış açısı ve dil gibi pek çok unsura bağlı olarak kendilerini tanımlama yoluna gitmişlerdir. Sanatın ne şekilde algılandığı ve eserlerin üretim tarzı genellikle poetika adı verilen bazen açık bir manifesto ile ortaya serimlenen bazen de dolaylı bir biçimse sadece sanatsal üretimlerle kendini ortaya konan ilkelere göre adlandırılır ve gelişimini gösterir. Ancak, neredeyse tüm bilim alanlarının olduğu gibi genelde edebiyatın, öznelde ise şiirin ana konusu ve öznesi insan olmak zorundadır. Şiirin ana öznesinin insan olması, tüm akımlarda, dönemlerde ve sanat anlayışlarında ortak, genel bir kavramı ve bakış açısını ortaya çıkarmaz. İnsanın ne şekilde ele alındığı şiirini niteliğini belirleyen en önemli olgudur; sınıfsal, etnik, ideolojik, dini vb pek çok açıdan insan özne olarak işlenebilir. İnsanın özne olarak şiirde konumlandırılması "ne" sorusunun yanıtını oluşturur, ama "nasıl" sorusunun yanıtı ise üslup ve dil ile ilgilidir. Merkezi insana teslim eden akımların asıl niteliği, sade, akıcı, soyut, somut, imgeci, hececi, aruzcu vb biçimlerde tanımlanan üslup anlayışına ve dil kullanım tarzlarına göre belirlenir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte seçkinci bir dünya algısının yerine, halkçılık, laiklik gibi değerlerin yerleştirilme çabası, önceden her şeyi mutlak bir insani otorite ve iradeye göre okumaya alışkın Anadolu insanı ile Türk aydınlarının yeni bir biçime, dile ve üsluba girmesi ve halkı şiirin ana konusu hâline getirmesini gerekli kılıyordu. Madem ki Cumhuriyet, en azından kavram ve ilke olarak, halkın iradesini mutlak otorite olarak kabul ediyordu, o zaman ona uygun bir söylem, sanat anlayışı, ifadeci bir dil ve bakış açısı geliştirilmeliydi. Milli Edebiyat akımının çoğunlukla hamasi, didaktik ve tümü ile sosyal-kültürel devrimin yerleştirilmesine yönelik üslubu, insan zihninin yeni algıya evrilmesi konusunda etkili olsa da sanatsal estetik ve ifadecilik bakımından genelde aydın bir bakış açısının pek de tanımadığı Anadolu, köy, kır ile sokak insanının sorunlarına ve diline uzak bir mesafede durmuştur. Garip akımı, genellikle, Divan edebiyatının geleneksel çizgide kendini hâlâ sürdürdüğü algıya karşı bir çıkış gibi görülse de, asıl gerçek tanımı/tespiti, tam da halktan olanın halkı, yani bir anlamda kendisini merkeze alarak, dünya algısını, sıkıntılarını kendi dili ile anlatma girişimi olmasıdır.

(7)

İnsan merkezli bir dünyada, "hangi insan?" sorusu çok önemlidir. Bu soruya verilecek yanıt, sınıfsal, kültürel ve sosyal açıdan konumlandırma yapabilmenin de yolunu açar. Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday ile kendini uygulamaya dönüştüren Garip Şiir akımı, bu soruyu sıradan insan, sokaktaki insan şeklinde ortaya serer. Garip, bu açıdan, hazırladığı ve yayınladığı manifestosunda, sıradan halkı merkeze aldığını, onun dünyasından okumalar yaptığını, sıkıntılarını, acılarını, umutlarını, uğraşlarını, kısacası tüm dünyasını işleyeceğini ve bunu ona doğrudan anlaşılabilir biçimde aktarabilecek bir dil kullanacağını ifade eder. Bu açıdan, halk edebiyatı eserleri hariç, Türk edebiyat tarihinde, söylemin de dışına çıkarak, belki de gerçek anlamda uygulama ile Anadolu insanını dil de dahil tüm yönleri ile işleyen akımın Garip olduğunu söylemek gerekir. Garip, bu özellikleri ile siyasi ve kültürel anlamda gerçekleştirilen Cumhuriyet devrimi ölçütünde, sanattaki devrimin adıdır. Bu çalışmada, “Garipçiler”, “Garip Hareketi” veya "Birinci Yeniciler" olarak adlandıran Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın şiir anlayışları ve şiirleri ele alınmıştır. Çalışmanın esas amacı bu üç şairin yayınladıkları ortak sanat bildirisinin şiirlerine ne ölçüde yansıdığını göstermektir.

Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Garip Hareketi'nin mahiyeti, edebiyatımızdaki yeri ve değeri; ikinci bölümde ise hareketin sanat görüşleri ve bu görüşlerin Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat'ın şiirlerine ne ölçüde yansıdığı üzerinde durulmuştur.

(8)

ABSTRACT

The individual has sometimes lost and sometimes gained his/her position in art and literature thoroughout history. Litarary movements have chosen to define themselves as regards nature, culture, aesthetic, points of view and language.The way art movements are regarded and the methods followed in the creation/production of literary works are generally dependant upon sometimes opnely expressed and sometimes indirectly produced manfestos called potics, which determine the way a literary movement will follow and how works will be produced. However, the human being has to be the main subject of poetry, literature and almost all the other scientific disciplines. That the main subject of poetry is the human being does not necessarily mean that there is or can be a general conception or point of view in all the literary movements, periods or art tendecies. How the human being is handled is the main factor in determining the quality and definition of the movement; the human being can be handled from a class, ethnical, ideological, religious and similar point of view. The positioning of the human being in poetry as the main subject forms the answer to the question "what", but the "how" question is directly related to style and language. The main characteristic of literary movements positioning the human being into the center is determined according to their being simple, flowing, abstract, imagery based, metrical and the similar styles they employ as well as the language they choose.

With the foundation of the Turkish Republic, laicist and republican values replaced the previously elitist concepts about the human being and the world. It also became necessary for Anatolian people as well as Turkish intellectuals to accept/devise a new style, language and methodology in order to replace the previous readings based on a godly authority and reign. As the Republic accepted, at least on a conceptual and theoretical level, the people as the ultimate authority, there emerged a need to contruct a new concept of art, discourse, expressive language and point of view to suit the new world. The emotional, didactic and mostly ideologial oriented language of the National Literature Movement achieved important success in the acceptance of the new values of the Republic, yet form a literary aesthetic and expressive point of view, it remained aloof from the real language and world of Anatolian, village, or street people, whom the intellectuals of the time were not so much familiar with. Garip movement, in general, is regarded as a protest against the ongoing influence and application of classical Divan

(9)

literature, which is based on themes and subjects related to the upper classes produced in difficult to understand language, its real definition should be that it is a literature produced by the ordinary people about the ordinary people, in other words, it takes itself into the center and tells about itself, its worldview and issues through the real language it uses in everyday life.

In a human-centered world, the question "which human?" is very important. Any answer to be given to this question, paves the way for a sclass, cultural and social positioning of the concepts. The Garip Poetic movement, which were offered and applied by Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu and Melih Cevdet Anday, gives the answer to this question as ordinary man or the man in the street. In this regard, in the manifesto, they declare that they take the human being into the center, they deal with all the issues of ordinary man, they will work on his troubles, hopes, sufferings, issues, and world in short, and that they will present these issues in understandable styles and language. Therefore, except for the folk literature works, it must be noted that the movement that truly focuses upon Anatolian people including their language is the Garip literary movement. With such features, as an equal to the revolutions and principles achieved through the Republican Revolution, the Garip movement is its counterpart in literature.

In this study, the poetic conceptions and poetry produced by Orhan Veli, Melih Cevdet and Oktay Rifat, whose literary poinf of vies are named differently as "Garipçiler", "Garip Movement", or "Birinci Yenciler". The main objective of this study is to determine/analyze to what extent their poetic views are reflected in their poems.

The study is composed of two main parts. In the first part, the properties of the Garip movement, its value and place in our literature is focused on; in the second part, the literary ideas of the three poets and to what extent they are reflected in their poetic productions are examined.

(10)

İ

ÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... iii ÖZET ... iv KISALTMALAR ... x GİRİŞ ... 1 1. GARİP ŞİİR AKIMI (1941-1950) ... 6

1.1. GARİP ŞİİR AKIMININ TARİHÇESİ ... 6

1.2. GARİP ŞİİR AKIMININ BESLENDİĞİ KAYNAKLAR ... 11

1.3. EDEBİYAT TARİHİMİZ AÇISINDAN GARİP ŞİİR AKIMI ... 17

1.4. GARİP ŞİİR AKIMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER... 20

2. GARİP ÖNSÖZÜ: İLKELER ... 30

2.1. GELENEĞE KARŞI ÇIKMA ... 33

2.1.1. Vezin ve Kafiyeye Karşı Çıkma ... 33

2.1.1.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 36

2.1.1.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 39

2.1.1.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 42

2.1.2. Söz Sanatlarına Karşı Çıkma ... 44

2.1.2.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 46

2.1.2.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 48

2.1.2.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 49

2.1.3. Hitap Edilen Kitleye Karşı Çıkma ... 51

2.1.3.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 54

2.1.3.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 57

2.1.3.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 59

2.1.4. Mısracı Zihniyete Karşı Çıkma ... 60

2.1.4.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 62

2.1.4.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 64

2.1.4.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 66

2.1.5. Şâiraneliğe Karşı Çıkma ... 67

2.1.5.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 69

2.1.5.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 72

(11)

2.2. TEDAHÜLE KARŞI ÇIKMA ... 74

2.2.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 79

2.2.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 80

2.2.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 82

2.3. SINIRLARA VE KALIPLARA KARŞI ÇIKMA ... 84

2.3.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama ... 88

2.3.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama ... 90

2.3.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama ... 92

SONUÇ ... 95

(12)

KISALTMALAR

B. Ş. : Bütün Şiirleri R. K. A. : Rahatı Kaçan Ağaç s. : Sayfa

(13)

GİRİŞ

Türk siyasal hayatı açısından bir dönüm noktası olan Cumhuriyet'in 1923'te ilanıyla birlikte asırlardan beri devam eden rejim yıkılmış yerine yepyeni bir rejim getirilmiştir. Bu büyük değişimle birlikte siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yapılarda ciddi devrimler ve dönüşümler yaşanmıştır.

Akıl ve bilimin ışığında yol alan Atatürk, hem idari hem de toplumsal birçok radikal değişikliğe imza atar. Özünü bağımsız - milliyetçi bir ideolojinin oluşturduğu Atatürk inkılapları, ilk meyvelerini 1930'lu yılların başlarında vermeye başlar.

Dönemin siyasal anlamdaki tek gücü olan Cumhuriyet Halk Partisi, 1923-1945 yılları arasında ülkeyi tek başına idare eder. Bu tek partili siyasal hayatın oluşmasında 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükûn yasası etkilidir. Bu yasa ile Cumhuriyet değerlerinin oturtulması, benimsetilmesi ve kalıcı hâle getirilmesi amacıyla, muhalif seslerin kendilerini açık bir biçimde ifade etme şansı pek olmaz.

II. Meşrutiyet Dönemi'nden kalma fikir akımları da bu dönemde bir nevi geçersiz hâle gelir. İslamcılık, sosyalizm, Batıcılık gibi fikri ve edebî akımlar ikinci plana düşer. Yeni süreçte yükselen değer milliyetçiliktir. Zamanla milliyetçilikle Kemalizm birleşerek yeni bir boyut kazanır ve genç Cumhuriyet'in resmî ideolojisi olan ulus devlet kavramı ortaya çıkar.

1930'da tek partili siyasi hayatın sakıncaları yüzünden, çok partili sisteme geçiş denemesi yapılır ve Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulur. Kısa sürede hızla yükselen bu siyasal oluşum iktidara aday olacakken, Cumhuriyet ilkelerine ters düştüğü için feshedilir/ettirilir. Süreçte başka bazı parti kurma çabaları gözükse de kurulan yeni ülkenin siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısının henüz oluşum döneminde olması yüzünden bu girişimler sonuçsuz kalır.

1938’de Atatürk’ün vefatıyla partinin önemli ismi İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olur. Türk siyasî hayatında "Millî Şef Dönemi" olarak geçen bu dönemde Atatürk'ün boşluğunu doldurma, ikinci adam olmama adına katı bir politika benimseyen İnönü, muhalif tüm sesleri susturur. Bu iş için de otoriter bir tarzı benimseyen yeni Cumhurbaşkanı, II. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle baskıcı anlayışından hiç ödün vermez. Savaşa girilmese de üreten genç erkek nüfus askere alındığı için ekonomik bir buhran

(14)

yaşanır. Sanayi ve madencilik sahalarındaki teknolojik yetersizliğe bir de iş gücü yetersizliği eklenir. Tarımsal üretimdeki düşük kalite, bütçe açıkları ve azalan vergi gelirleri ülkeyi büyük bir çıkmaza sürükler. Artan enflasyon halkı açlık sınırında hatta bu sınırın altında yaşamaya zorlar, karaborsa yaygınlaşır. Yetersiz beslenme ve hijyene dikkat edilmemesi salgın hastalıkların artmasına yol açar. Yeni konulan çeşitli vergiler de muhalif seslerin yükselmesine neden olur. Yaşanan tüm bu gelişmeler iktidarın daha da sert tedbirler almasına yol açar. Yeni tedbirler yüzünden iktidar-halk ilişkisi zayıflar ve iktidara duyulan güven iyice azalır.

Batı seviyesinde ama Batı kopyası olmayan bir toplum hedefiyle gerçekleştirilen Atatürk inkılâplarının etki alanlarından biri de hiç kuşkusuz edebiyattır. Siyasal, sosyal ve kültürel birçok olayın yaşandığı XX. yüzyıl, edebiyatımız açısından da hareketli bir dönemdir. Tanzimat'tan beri süregelen yenileşme ve değişme Cumhuriyet Dönemi'nde daha da ivme kazanır.

Asırlarca süren "divan" edebiyatı geleneğinden ilk kopuşların başladığı Tanzimat Dönemi'nde Şinasi ve Namık Kemal'le başlayan yenilikçi hareket, Tanzimat'ın ikinci kuşak sanatçılarından olan Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit'in maharetleriyle daha da sistemli hâle getirilir. Servet-i Fünun Dönemi "yeni"nin dizginleri eline aldığı bir dönemdir. Özellikle Tevfik Fikret'le hem içerik hem de biçimsel açıdan değişen, gelişen ve yenilenen şiir; Millî Edebiyat Dönemi'nde hem biçimsel hem de içerik açısından daha da zenginleşir.

Tanzimat'tan Cumhuriyet'e uzanan yolda epey mesafe kat eden "yeni edebiyat", Cumhuriyet'le birlikte çeşitlenir. Bir yandan divan şiiri geleneğini sürdürmeye çalışan Yahya Kemal ekolü, diğer yandan serbest nazımı geliştiren Ahmet Haşim ekolü, öte yandan da Nazım Hikmet'le yeni bir anlayışı edebiyatımıza sokan toplumcu gerçekçi ekol, edebiyat ve sanat dünyamıza yön verir.

Cumhuriyet Dönemi'nin hiç kuşkusuz en önemli şiir ekollerinden biri de "Beş Hececiler"dir. Milli zevk ve anlayışla Anadolu'ya yelken açan hecenin beş şairi, hem halk şiiri geleneğini devam ettirmiş hem de Kurtuluş Savaşı ile oluşan romantik havayı canlı tutmuştur.

(15)

Dönemin ilk edebiyat topluluğu olan "Yedi Meşaleciler", bildiri yayımlayarak sanat ve edebiyat dünyasının dikkatini üzerine çeker. Ancak bu topluluk fikirleri şiire uygulama anlamında başarısızdır.

1940'lı yıllara kadar eser veren ve edebiyat tarihçilerine göre "bağımsız" olarak kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi şairlerin yüksek sesle dile getirilmeyen serbest şiir denemeleri, Garip ile sistemli bir hâle bürünür.

Garip Hareketi'nin ortaya çıktığı yıllarda Atatürk vefat eder. Gazi Paşa'nın vefatından sonra edebiyattaki destansı-devrimci hava da sönmeye başlar. Kurtuluş Savaşı ile iyice güçlenen bu edebî anlayış yerini bir miktar karamsarlığa bırakır. Bu karamsarlık II. Dünya Savaşı ile daha da körüklenir. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik şartlar Atatürk'ün ölümü ile birleşince genç nesilde bir boşluk, çaresizlik havası yaratır. Ayrıca Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü'nün aydınlar üzerinde yürüttüğü baskıcı politikalar da aydın kesimi silikleştirir. Atatürk Türkiye'si ile birlikte eskiye nazaran özgürleşen aydınlar, İnönü Dönemi'nin sıkı markajı altında yeniden içlerine kapanırlar. Bu kapanış, zamanla Atatürk ilke ve inkılaplarının etkisinin kırılmasına sebep olur. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in büyük katkılarıyla kurulan "Tercüme Bürosu", 1946 seçimleriyle birlikte etkinliğini yitirir. Bu büroda birçok dünya klasiğini Türkçeye çeviren dönemin aydınları politik sebeplerle ya tutuklanır ya da iş yapamaz hâle getirilir.

Bu olumsuz koşullarda ürün veren Garip Hareketi, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin en önemli dönüm noktasıdır. Önderliğini Orhan Veli Kanık'ın yaptığı hareketin diğer temsilcileri Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'tır.

Şiirimize getirdiği yenilik ve değişikliklerle etkisini günümüze kadar sürdüren bu hareket; Mayıs 1941'de isim babası Cahit Yamaç’ın tavsiyesiyle yayımlanan "Garip" adlı kitapla başlar. Geleneksel Türk şiirine bir başkaldırı niteliğindeki Garip'in önsözü "yeni şiir"in ilk dev adımlarıdır. Orhan Veli tarafından kaleme alınan ve Oktay Rifat ve Melih Cevdet'in imzaladığı bu önsöz; sınırlarını çizerken şiiri tanımlamaktan çok şiir olmayanı tanımlamıştır. Bu nedenle önsöz bir “karşı bildiri”dir denebilir.

Garipçiler, Nazım Hikmet'in başlattığı modern Türk şiirine altın çağını yaşatır. Temelde toplumcu gerçekçi şiiri, hececi anlayışı ve Ahmet Haşim çizgisini reddeden bu şiir

(16)

hareketi, Garip'in önsözünde geleneksel Türk şiirinin tüm niteliklerine başkaldırır. Önsözde kalıplara, ideolojilere, mısracı zihniyete, şâiraneliğe, vezin ve uyağa, edebî sanatlara, yüksek zümreye seslenmeye, şiirdeki resim ve musikiye karşı çıkan anlayışlarıyla modern Türk şiirinin bir uç beyi olarak edebiyat tarihimizde yerini alır. Garip şiiri; serbest nazımla yazılan yeni şiirin öncüsüdür. İroni, alay, sezdirme ile örülü olan bu şiir akımı; hayatı, insanları ve doğayı olduğu gibi yansıtır. Sokağın nabzını tutan ve basit, silik, sıradan insanların yaşayışını yansıtan bu ekol, bireyden topluma açılan kronolojik seyri ile Cumhuriyet Dönemi şiirinin en önemli halkalarından biridir.

Garip şiiri ile birlikte Türk şiirindeki insan tipolojisi de değişir. Özellikle divan şiirindeki soyut, üst tabakadan olan ve şekli şemâili pek de belli olmayan insanın yerine, ileride değinileceği üzere "Montör Sabri" gibi kanlı canlı, konuşkan, fiziksel özellikleriyle betimlenen insan tipi şiire girer. Garip şiirine değin sadece halk edebiyatına ait şiirlerde karşılaştığımız sıradan insan, Garip şiirlerinde enikonu kendine yer edinir. Tanzimat Birinci Dönem'in siyasi, İkinci Dönem'in bireyci, Servet-i Fünun'un içe kapanık, Millî Edebiyat'ın kahramanlık başta olmak üzere çeşitli temalarda yazılmış şiirlerinde kendine yer edinemeyen "Süleyman Efendi" ya da "Şoförün Karısı" Garip şiiriyle kitlelere ulaşır.

Hareketin temel amaçlarından biri de az sözle çok şey anlatmaktır. Az sözle çok şey anlatırken hedef kitlenin de beklentilerini dikkate alan Garipçiler, yalın yazmaya gayret gösterirler. Çünkü edebiyatın çoğunluğa hitap ederken çoğunluğun entelektüel seviyesini de göz ardı etmemesi gerektiğini düşünürler. Onlara göre edebiyat, seslendiği kitleye bir şeyler anlatmalıdır. Buradaki esas amaç seslenilen ya da sözü edilen kitlenin sorunlarını toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla sunmak ya da bu sorunlara bir çözüm bulmak değil; sözü edilen kitlenin zevkini ortaya koymak, bu beğeniyi şiire taşımaktır. Süreçte şiiri olgunlaşan hareket, sözü edilen kitlenin sadece zevkini şiire taşımakla kalmaz, aynı kitlenin sorunlarını da yansıtmaya başlar.

Kendi zamanlarına kadar dikkat çekmemiş, kendi hâlinde yaşayan küçük insanın edebiyat dergilerinin sayfalarında yerlerini almasını isteyen üç şair, temayı da bu ülkü doğrultusunda kurar. Garip’e kadar işlenen temalar, çevreler sınırlıdır. Bu sınırlar pek de ihlal edilmez. Ancak Garip'le birlikte her şey, her yer şiire konu olur. Aşk, İstanbul, çocukluk, savaş, sıradan insanların yaşamı en çok işlenen temalardır. Bu temaları ele

(17)

alırken serbest şiirin sağladığı avantajlardan sonuna kadar yararlanan Garipçiler, Tanzimat’tan beri Batı edebiyatını gerilerden takip eden Türk şiirinin arayı başarılı bir şekilde kapatmasında önemli katkı sağlar.

Garip şiiriyle yeniden tartışılmaya başlanan bir başka konu da şiirin anlamıdır. Garipçilere göre söz ve anlam sanatlarını kullanmak gereksizdir çünkü bu işe takılıp kalan şair hem şiirdeki anlamı hem de yalınlığı ıskalar. Üç şair kelimenin ses değerini önemser. Özellikle kelime tekrarı ve aliterasyondan yararlanan Garipçilerin tartışmaya açtıkları bir başka konu da bilinçaltıdır. Harekete kadar zaman zaman tartışılan bu konu, Garip ile birlikte gündeme oturur. Garipçiler, bilinçaltından gerçeküstücüler gibi "otomatik" yoldan değil, taklit yoluyla yararlanılması gerektiğini savunur.

Biçim, dil, içerik ve söyleyiş açısından Türk şiirini özgürleştiren Garipçiler, siyasi güce boyun eğerek ideolojik davranan güdümlü edebiyata da son verir. Şiirin özgürleşmesini sağlayan Garipçiler, ideolojik kaygıyı şiirden tasfiye eder.

Bu tez, Garip önsözündeki ilkelerin Garipçilerin şiirine ne ölçüde yansıdığını göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Garip önsözündeki ilkeler genel olarak üç başlık altında toplanmış, ilk başlık kendi içinde beş alt başlıkta incelenmiştir.

Bu çalışmada şu yöntem benimsenmiştir: İlk olarak Garip önsözünde geçen ilkenin adı ve içeriği, sonra bazı eleştirmenlerin ilke hakkında görüşleri verilmiş ve son olarak da ilkenin, üç şairin seçilmiş bazı şiirlerine etkisi değerlendirilmiştir.

(18)

1. GARİP ŞİİR AKIMI (1941-1950)

1.1. GARİP ŞİİR AKIMININ TARİHÇESİ

Hareketin kurucuları olan Orhan Veli ile Oktay Rifat ilkokulda tanışır. Şiir evrenine tam anlamıyla girişleri ve şiir görüşlerinin örtüşmesi lise birinci sınıftadır. Bir yıl sonra da aralarına Melih Cevdet katılır. Oktay Rifat dostluklarını şöyle anlatır: " Orhan'ı ilk mektebin beşinci sınıfından beri tanırım. Asıl dokuzuncu sınıfta can ciğer arkadaş olduk. 21-22 yıllık bir hikâye. İkimiz de şiir delisi idik. Orhan zil çalar çalmaz yanıma gelir, "Tenneffüsü gâvur etmeyelim Oktay." derdi. Şiir sözü edelim, şiir konuşalım demekti bu. Bir yıl sonra İstanbul'dan Melih geldi. O da bizim gibi şiire tutkundu. Üç kafadar, çocukluktan delikanlılığa el ele geçtik. Dünya nimetlerini bir arada tattık. Şiir bizim için yaşamaktan ayrı bir şey değildi. Hayalimizi, duygularımızı, düşüncemizi ortaklaşa kullandık. Bu macerada da el ele yürümek bizi birbirimize büsbütün bağladı." (Rifat 2009: 85). Oktay Rıfat'ın sözlerine yansıyan samimiyet ve dostluk duyguları, Garip şiirinin sadece nasıl başladığını belirtmekle kalmaz, aynı zamanda sıcak ve samimi bir üslupla şiir akımlarının da ana karakterini ortaya serer.

Üç genç şair ilk şiirlerini Ankara Erkek Lisesi’nin yayın organı olan "Sesimiz" dergisinde ara ara yayımlar. Cemal Süreya’ya göre aynı kaynaktan beslenen üç genç arasında başka hiçbir toplulukta görülmeyen bir yakınlık ve dostluk vardır. Bu yakınlık ortak bir söz hazinesine, şiirsel bir söz dizimine hatta aynı temalara kadar kendini gösterecektir (Süreya 2000: 86).

Lise yıllarında yeni şiiri arayan Oktay Rifat, Orhan Veli ile olan bir anısında şunları aktarır: “Başka, bambaşka bir şiir hasreti ikimizin de içinde. Ben, yeni bir şiir yazmışım, Orhan’a okumağa pek cesaret edemiyorum. Çünkü ne vezni var ne kafiyesi. Hem de birkaç satırlık bir şey. Adı: Saksılar. (…) Bir ara boş verip okuyuveriyorum. Orhan kolay coşmaz. Coşuyor. Şu işe bakın o da cebinden dört satırlık bir şiir çıkarıyor. Adı: Kelebek. Raymond Radiguet’den tercüme etmiş. Bu sefer coşmak sırası bende. Sarmaş dolaş oluyoruz. O bambaşka şiire ilk adımı attığımızı biliyoruz. Üç dört günün içinde bu çeşit şiirlerden bir sürü yazıyoruz” (Özcan 2005: 27-28). Anıda aktarılan yeni şiir denemesi, zamanla Garip akımının manifestosuna ana rengini

(19)

verecektir. Her iki şairin çok erken dönemlerde birbirlerinden kısmen bağımsız bir şekilde aynı şekilde şiir beğenilerinin gelişmiş olması ilginç bir rastlantı gibi görünür. Orhan Veli’nin İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne kayıt yaptırmasıyla bir süre ayrı kalan üç arkadaş, Veli'nin üniversiteyi üçüncü sınıfta bırakarak Ankara’ya dönmesiyle yeniden bir araya gelir. Orhan Veli, yarım kalan üniversite macerasının ardından PTT Umum Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Milletlerarası Nizamlar Bürosunda memurluğa başlar. Yeniden bir araya gelen üçlü şiirlerini peş peşe yayımlamaya başlar.

Garipçiler, ilk şiirlerini Nihat Sırrı Örik'in desteğiyle "Varlık" dergisinde 1936'da yayımlar. Bu şiirler, ilk örneklerine Ağustos 1937’de rastlanacak olan Garip döneminin aksine vezinli ve kafiyelidir. Genel bir değerlendirmeyle bu şiirlerde Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek ve Ahmet Muhip Dıranas etkisinden söz etmek mümkündür. Bu şairlere geri planda Ahmet Haşim de eklenebilir (Ay Mumcu 2009: 1236).

Garip Hareketi, II. Dünya Savaşı yüzünden askere alınan üç şairin bu süreçte birbirlerinden kopmalarıyla sekteye uğrar. Bu süreçte gerek şiir gerekse makale alanında çok az sayıda örnek verirler. Ancak her an ölümün sıcak nefesini enselerinde hisseden bu genç şairler için şüphe ve ölüm korkusu gibi boşluk duygusunun da uzun müddet dayanılması güç ‘menfi’ sayılabilecek bir his olduğunu belirten Mehmet Kaplan, bu olumsuzluk içinde yine de “insanın ve kâinatın temel gerçeklerini çıplak olarak” görmelerini sağlayacak müspet bir taraf olduğunu söyler ( Kaplan 2001: 120). Bu görüşe göre, zamanın ve mekanın olgularla birleşerek insanın iç dünyasını şekillendirmesi gerçeği önemlidir. Yaşanan sıkıntılar ve şairlerin yaptıkları gözlemler daha sonra birer yaratıcılık eseri olarak şiirlerinde geniş yer bulacaktır.

Askerliklerini tamamlayıp yayın dünyasına tekrar döndüklerinde ise hepsinin kendi yolunda ilerlediği görülür. Garip üçlüsünün yollarının ayrılmaya başladığı bu dönemle ilgili olarak Cemal Süreya şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Garip şiiri, … zaferini kazandıktan kısa bir süre sonra bölünmeye, dağılmaya, daha doğrusu başka olanaklara akmaya başlamıştır; Orhan Veli’nin tavrını kararsızlıkla karşılayan genç şairler ayrı arayışlara yönelmek eğilimindedirler; Garip’le kesikliğe uğramış bulunan aktif realizmi geliştirmeye çalışan genç şairler yeniden ortada boy göstermeye; İkinci Dünya Savaşı

(20)

sonunda faşist cephenin çökmesi üzerine yeni girişimler içinde bulunmaya başlamışlardır” (Süreya 2000: 172-173). Garipçiler de her biri kendi iç dünyasının gerçeklerine, duygusal olgularına ve değişen yaşam koşulları karşısındaki tavırlarına göre yeni bir arayışa doğru sürüklenirler.

Şiirlerini hep bir arada yayımlamaya özen gösteren Garipçiler 1945-1949 yılları arasında eserlerini yazma ve yayımlama konusunda farklı davranırlar. Orhan Veli Kanık 1945'te ilk olarak "Vazgeçemediğim" adlı şiir kitabını, sonra da "Garip"in ikinci baskısını yayımlar. Bu baskıda sadece kendi şiirleri yer alır ve daha önceki baskıda yer alan düşüncelere yapılan bazı eklemelerle kaleme alınan "Garip İçin" başlıklı önsöz dikkat çeker. Burada Orhan Veli, beraber yola çıktıkları Oktay Rifat ve Melih Cevdet’e olan kırgınlığını sitemli bir dille ifade eder: Güçlüklere, bir başına da olsa, karşı koyan insan kuvvetli insan olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğumu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. Bununla beraber, senelerden beri, o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hâle adeta alışır, hatta –kuvvetli olmanın gururunu duyabilmek için- zaman zaman yalnızlığı arar oldum (Kanık 2001: 34). Belki de Orhan Veli'nin sitem ettiği şey arkadaşlarının tutumu değil, sosyal, ekonomik ve siyasi atmosferin her üçünde yarattığı karamsarlık duygusudur. İşin aslı, böylesi bir atmosfer içinde, her üç şairin düşüncelerinde, duygularında ve tavırlarında değişim ve kopuş yaşanmaması neredeyse imkânsızdır. Orhan Veli ise bir şairin duygusallığı içinde arkadaşlarından beklediği ilgiyi pek de bulamaz.

Oktay Rifat da aynı yıl ilk olarak, Garip öncesi şiirlerinden de örnekler aldığı "Yaşayıp Ölmek Aşk ve Âvârelik Üstüne Şiirler"i, daha sonra da Türk halk şiirinin biçim ve söyleyiş özelliklerini taşıyan yedi şiirden oluşan "Güzelleme"yi yayımlar.

Melih Cevdet ise Garip çizgisini devam ettirdiği ve Orhan Veli gibi bu dönem öncesi şiirlerinden örnek almadığı "Rahatı Kaçan Ağaç"ı 1946’da yayımlar.

Hakan Sazyek, Garipçilerin birbirlerinden kopmaya başladıkları bu yıllar için şu tespitte bulunur: Birbirlerinden kopuş gibi görülen bu dönemde kendi poetik düşüncelerini açıklayan şairler, “gelenek karşıtlığını kendi içinde” sorgulayan dönemi özeleştiri yaparak geçirmişlerdir. (…) Özellikle ilk evredeki yıkıcı çıkışlar, yerini geleneğe ve teknik ögelere daha hoşgörülü bir bakışa ve öz değerlendirmeye bırakmıştır (Sazyek 2001: 83). Böylesi bir öze dönüşün arkasında yatan neden, belki de sadece ilk gençlik

(21)

döneminin yıkıcı fevriliği değil, aynı zamanda dönemin içinde sıkışık durumları yaşayan şairlerin toplumun içinde yüzdüğü sosyal adaletsizliklerin, toplumsal yoksunlukların ve yeniden değişen dönüşen ülke gerçeğinin de payı büyüktür. Bilinçaltına yönelen şairler, kendi yaşantılarında deneyimledikleri sıkıntılara biraz daha fazla eğilmek ve ülke sorunlarına hafiflikten kurtularak daha ciddi bir bakışla bakmak zorunda kalmışlardır.

Orhan Veli yayın faaliyetine yoğun olarak devam eder ve 1946’da "Destan Gibi", 1947’de "Yenisi" ve 1949’da "Karşı" isimli kitaplarını yayımlar.

1946 seçimleriyle birlikte değişen koşulların aydın kesim üzerinde yaptığı ektiyi sorgulayan Hakan Sazyek'e göre; "CHP ile Demokrat Parti arasında geçen ve günümüzde dahi hâlâ sonuçları tartışılan çok partili sisteme geçişin göstergesi olan 1946 seçimlerinden sonra ülkede yaşanan olaylar, halkın yanı sıra bütün aydınları ve sanatçıları da yakından etkiler. Yeni seçim sonrasında iktidar partisinde değişiklik olmaz; CHP yine iktidardadır; ancak seçimler sonrasında önceki hükümetten farklı bir yönetim devri başlar. Özellikle aydınlara verdiği önemle dikkati çeken, çeviri faaliyetleriyle Türkçeye pek çok değerli eser kazandıran Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in görevden alınması ve yerine Reşat Şemsettin Sirer’in atanması bu kesimi derinden etkiler” ( Sazyek 2006: 46). Bu aşamada, toplumun aydınları olarak, şairlerin siyasal değişimden etkilenmemesi düşünülemez. Onlar diğer insanları olduğu kadar kendi ruhlarına da sirayet eden olumsuzlukları da artık hayattan kısmen kopuk bir biçimde işleyemez duruma gelirler.

1946 seçiminin doğurduğu sonuçlar, süreçte “Yaprak” dergisini edebiyat dünyamıza kazandırır. Bu dergi, siyasal hayatın doğrudan etkilediği aydın kesimin bir nevi isyan çığlığıdır. Cahit Sıtkı Tarancı, Abidin Dino, Arif Dino, Sabahattin Eyüboğlu, Necati Cumalı, Bedri Rahmi, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat gibi görevlerinden el çektirilen ya da pasif görevlere kaydırılan aydınlar; 1 Ocak 1949’da Mahmut Dikerdem'in maddi yardımlarıyla yayımlanan “Yaprak” sayesinde eleştirilerini, uğradıkları haksızlıkları duyurmaya çalışırlar. Orhan Veli'nin tüm enerjisini harcadığı dergi on iki sayı yayımlanır.

1950'de "Yaprak" dergisinin kapanması ve akabinde Orhan Veli'nin ölümü ile fiili olarak sona eren Garip Hareketi; 1937-1941 arası hazırlık yılları, 1941-1949 arası

(22)

Garipli yıllar, 1945-1949 arası yolların yavaş yavaş ayrıldığı durgunluk yılları ve 1949-1950 arası da Yapraklı yıllar olmak üzere dört süreçten oluşur.

Hareket, edebiyatımızda sadece çığır açmakla kalmaz, kendisine tepki olarak doğan II. Yeni şiirine ve Hisarcılar'a da zemin hazırlar. Ayrıca Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Metin Eloğlu, Kudret Aksal, Necati Cumalı, Cahit Külebi, Behçet Necatigil gibi birçok büyük şairi de etkiler.

Mehmet Kaplan'a göre “Üç arkadaşın Türk edebiyatında yeni bir çığır açan şiirleri … hiçbir hayal ve düşüncenin karışmadığı saf duyuların çıplak olarak tespit edilmesinden ibaretti. Bunlarda dış âlem, bir aynaya akseder gibi veriliyordu. Sonra üçü de, çeşitli derecelerde, İkinci Dünya Savaşı esnasında Türk aydınları üzerinde büyük bir tesir yapan Marksist hayat görüşünü benimsediler; halk edebiyatından ve halk dilinden faydalanarak, açık veya kapalı şekilde, sosyalist fikirleri anlatan şiirler yazdılar. (…) Orhan Veli nesli eski inançların tamamıyla yıkıldığı, düşünen bir insanı tatmin edici bir dünya görüşünün okula ve hayata henüz iyice yerleşmediği bir devirde yetişmiştir. Üç arkadaşın, edebiyat sahnesine çıktıkları zaman yazdıkları ilk şiirlerde, ilerde hangi istikamette karar kılacağını sezdirmeyen bir davranışları vardır. Üçü de çeşitli üslûplarla oynuyorlardı. Orhan Veli yaşasaydı, kim bilir hangi yoldan giderdi. Kafası mücerret düşüncelere daha yatkın olan Melih Cevdet, Marksist görüşü benimsedi, daha sanatkâr mizaçlı olan Oktay Rifat ise bir nevi “saf şiir” demek olan kelime oyununu tercih etti (Kaplan 2001: 157). Mehmet Kaplan'ın da belirttiği üzere ilk başlarda sol tandansa yakın duran üç şair, özellikle savaş karşıtı fikirleri yüzünden zamanla Marksizm'e kayar. Ancak bu ideolojinin Garip şiirine tam olarak yansıdığı söylenemez. Şiirde dışarıyı ayna gibi yansıttıklarını belirten Kaplan, üç arkadaştan Orhan Veli'nin erken yaşta ölümü yüzünden fikirlerinde bir değişiklik olup olmadığını tespitin mümkün olmadığını ancak Melih Cevdet'le Oktay Rifat'ın Garip sonrasında fikirsel olarak ayrıldıklarını söyler. Melih Cevdet, Garip'ten sonra tamamen Marksizm çizgisine kayarken Oktay Rifat arkadaşına göre daha liberal bir görüş benimser.

Hüseyin Tuncer'e göre Garip Hareketi'yle başlayan Türkçe şiir yazma çabası, halkın diline yaklaşmayı amaçlar. Garipçilerin toplumsal konulara yöneldiğini, ülkenin içinde bulunduğu durumu dile getirdiklerini savunan Tuncer, Garip şiirine yaşama sevincinin, umudun, ve halkçı sanatın egemen olduğunu vurgular (Tuncer 1997: 6). Nitekim

(23)

Garip'teki şiirlerin hemen hepsi toplumcu şiirdir. Üç arkadaşın genel görüşü olan sade Türkçe ile şiir yazma hem Garip'te hem de sonra müstakil olarak yayımladıkları tüm kitaplarında egemen anlayıştır.

Garip şiirine yön veren önemli olaylardan biri de savaştır. Tarihe ve herhangi bir inanca bağlı olmayan Garipçiler için savaş aynı zamanda koyu bir umutsuzluğun ve karamsarlığın sebeplerinden biridir. Eserlerini verdikleri II.Dünya Savaşı yılları tüm dünyada umutların tükendiği, savaşa katılsın veya katılmasın hemen bütün ülkelerin olumsuz olarak etkilendiği bir dönemdir. Ayrıca bu şairler için Batı edebiyat akımlarından ve temsilcilerinden de etkilenme söz konusudur (Ay Mumcu 2009: 45). Oktay Rifat'ın "Polonyalı Çocuklar", "Yaramaz Çocuklar" ve "Tayyare" adlı şiirleriyle Orhan Veli'nin "Tereyağı" ile "Ganster" adlı şiirleri savaşa duyulan tepkinin birer sembolüdür.

1.2. GARİP ŞİİR AKIMININ BESLENDİĞİ KAYNAKLAR

Garip Hareketi'nin beslendiği kaynaklar çok çeşitlidir. Özellikle Batı edebiyatındaki varoluşçuluk ve gerçeküstücülükten etkilenen Garipçilerin önemli esin kaynakları Andre Gide, Andre Breton ve Paul Eluard'dır. Batı edebiyatından yararlanmış olsalar da aslında yerli olduklarını iddia eden Orhan Veli, konuyla ilgili olarak şunları söyler: "Biz Sürrealiste değiliz. Gerçi birkaç defa sürrealiste şairlerden bahsettik. Ama bu bizim de onlardan olmamızı icap ettirmez. Sürrealiste olmamız için bizim de onlar gibi yazmamız lazımdır. Hâlbuki bizim şiirlerimiz modern Avrupa şairlerinden hiçbirine benzemez. Biz Garp şairlerinden ziyade kendi halk sanatkârlarımızdan, onların şiirlerinden, onların edalarından istifade ediyoruz (Kanık 2014: 299). Orhan Veli'nin şiirlerinde sık sık çocuk temasını işlemesi onun sürrealist olarak algılanmasına yol açar. Dönemin siyasal koşulları yüzünden birçok yasak vardır ve bu yasaklardan arınmanın yollarından biri de çocukluğa yaslanmaktır. Çocuk dünyasının sınırsız hayal gücü ve özgür iklimi Garipçileri kendine çeker. Bu bağlamda onların sürrealist olduğu fikri tam anlamıyla doğru bir fikir değildir. Çok yönlü Garip şiirinin temel esin kaynağı Batı'daki fikir ve sanat akımları olsa da hareket aslında milli ve yerlidir.

Oktay Rifat şiirinin kaynakları hakkında Orhan Veli ile paralel düşünür. Her ne kadar Batı'daki akımlardan etkilenmiş olsalar da o anlayışları birebir bizim edebiyatımıza

(24)

uygulamanın imkânsızlığından söz eder ve şöyle devam eder: "Fransa’daki edebiyat cereyanlarının olduğu gibi bize aktarılabileceğine inanmak çocukluk olur. İnsan kendi kendisinden başka bir insan olamayacağı gibi, toplum da kendi şartlarının dışına çıkamaz. Fransız edebiyatından yahut herhangi bir milletin edebiyatından bizim edebiyatımıza, ancak bu toprakta tutabilecek fidanlar getirilebilir” (Kanık 2014: 342). Şair bu fikirleriyle belli ölçülerde Batı'dan yararlansalar da özlerinin yerli olduğunu vurgular. Garip'in genel seyri açısından bu fikir milli ve yerel temeli olan bir fikirdir denebilir. Zira özellikle Orhan Veli'nin birçok şiirinde betimlediği tipleri herhangi Avrupa kentinde bulmak pek de mümkün değildir.

Oktay Rifat başka bir yazısında şiirlerinin kaynaklarından söz ederken Türk ve dünya edebiyatlarından beğendiği şairleri sayar ve şunları söyler: "Gündelik hayatta bir olağanüstülük bulunduğunu ilkin onlar bize açıkça gösterdiler. Bizim ilk şiirlerimiz (Orhan Veli’nin, Melih Cevdet’in ve benim) biraz da bu anlayışın etkisindedir" (Ay Mumcu 2009: 1238). Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere şaire göre Garip'in esin kaynaklarından biri olan Batı şiiri kendilerine "olağanüstülük" noktasında ilham vermiştir. Bu açıdan Garip'in zaman zaman gündelik hayat-olağanüstülük denkleminde yeni bakış açıları geliştirdiği düşünülebilir.

Ahmet Kabaklı da Garipçilerin her ne kadar açıkça kabul etmeseler de Batı'dan ve özellikle de Fransız edebiyatından etkilendiklerini söyler. Kabaklı'ya göre Garip Hareketi'ni oluşturan üç şairden herhangi birinde bile birbiriyle tamamen alakasız edebiyat ve fikir akımlarının izleriyle karşılaşabiliriz: "Mesela Garipçiler, bir yandan günlük yaşayışı ve dış âlemi hiç şâiraneliğe kaçmaksızın yazmak ilkelerini uygularken bir yandan da rüyaya, sayıklamaya, deliliğe, altşuura dayanan gerçeküstücü şiir ilkelerini nazarî olarak savunmuşlardır. (…) Batı’ya bağlı ve yeni şiir yapmak iddiasındaki bu şairlerin dünya şiirini çok yakından, sadece birkaç yıl geriden izledikleri söylenebilir" (Kabaklı 2002: 43). Kabaklı'nın Garipçilerin dünya şiirini yakından takip ettikleri fikri doğru olsa da onların gerçeküstücü oldukları fikri tam anlamıyla doğru değildir. Yukarıda da değinildiği üzere Garipçiler gerçeküstücülerden etkilenmişlerdir ancak bu etkilenme onların şiirlerine baştan aşağıya egemen değildir. Bu yüzden de onların şiirlerinde Kabaklı'nın iddia ettiği gibi gerçek-gerçeküstü kavgası yoktur.

(25)

Hakan Sazyek, Garipçilerin Tanpınar, Kısakürek, Dıranas ve Haşim gibi Türk şairleriyle birlikte Baudelaire, Rimbaud, Verlaine, Villon, Ronsard, Bizet, Hellnes gibi Fransız şairlerin Türk şiir geleneğinin yakın dönemlerinin de takip edilen sanatçıları olduklarını ve “üç şairin, şiirimize yeni bir tarz getirmeden önce belirgin ama kısa bir etkilenme sürecinden geçtiklerini" söyler (Sazyek 2006: 209).

Garip üçlüsünden Orhan Veli’nin ilk yeni şiirlerinde görülen bir başka etki ise Japon haykaylarıdır. Nurullah Ataç’ın “Biraz Fransız sürrealistlerinin yazılarını, biraz da Japon haykaylarını hatırlatan küçük parçalar” olarak nitelendirdiği bu ilk şiirler için Memet Fuat, Japon haykaylarındaki şekil özelliklerine uymadan Orhan Veli’nin kendine göre yazdığını ifade eder ve "Gemliğe Doğru" şiirini buna örnek olarak gösterir. Orhan Veli, "Varlık" dergisi için haykaylar çevirmiş ve Garip’in ilk baskısında yer alan “İstanbul İçin Hay-Kaylar”ı kaleme almıştır. Her şeyden söz eden haykayların şair üzerindeki etkileriyle ilgili olarak şöyle bir sonuca varır Memet Fuat: “Kanımca, Orhan Veli kısa yazmak, açık, aydınlık, yalın, duru, ‘az sözle çok şey’ anlatmak gibi özelliklerinin yanı sıra, dilin şiirine varmakta da ‘haiku’lara çok şey borçlu" der (Ay Mumcu 2009: 1240). Orhan Veli'nin bahsedilen ekolden etkilendiği ortadadır. Yalnız bu etki kısıtlı ve lokal bir etkidir. Haykay şiir tarzının Türk şiirine hem üslup hem de içerik açısından uygun düşmediği gerçeği göz ardı edilmemelidir.

II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan sıkıntı ve olumsuzluklar Garip şiirinin kaynaklarındandır. Mehmet Kaplan’a göre inkarcı bir nesli temsil eden Garipçiler, değersiz bir sürü insanın yüksek mevkilere gelerek refah içinde yüzmelerine karşın kendilerinin yokluk içinde kıvranmalarını kabullenememişlerdir: "İkinci Dünya Savaşı esnasında vurguncular şehirlerde keyif sürerlerken, Orhan Veli nesli kırlarda, bayırlarda askerliklerini yapıyorlar, ölümü ta kalplerinin içinde duyuyorlardı” (Kaplan 2001: 121). Garipçiler, bu psikolojik buhranın bir sonucu olarak ironi yüklü şiirlerle duydukları tepkiyi dışa vursalar da siyasal gücü tam manasıyla eleştiremezler. Özellikle aydın kesim üzerindeki baskı ve kıyım şiiri de şairi de kısıtlar.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Garip Hareketi'nin şiir kaynaklarını anlattığı yazısında Garipçilerin edebiyatımızda daha önce hiç olmayan bir şeyi yaptıklarını ifade eder: "Bu üç şairin yaptığı iş, bilhassa edebiyatımızı şâirane modalardan kurtarmak ve bir de dilimizde ilk aruz denemelerinden itibaren Türk şiirinin hakim vasfı görünen

(26)

müzikaliteyi sarsmak olmuştur, denebilir" (Emiroğlu 2011: 157). Tanpınar'ın bu görüşü özellikle Orhan Veli'nin şiirlerinde hayat bulur. Zaten Garip'in önsözünde tedahüle savaş açan Veli, şairin sadece şiiri düşünmesi gerektiğini vurgular. Çünkü artistik ifadeler ve müzikalite peşinde koşan şairin anlamdan uzaklaşma olasılığı oldukça yüksektir.

A. Bilge Ercilasun, Garipçilerin dualizm kaynaklı buhranlarının olduğunu, inançsızlıklarının da Tanzimat’tan beri sanatçılarımızın eski inançlarıyla Batı’dan gelen yeni düşünceler arasında sıkışıp kalmalarından kaynaklandığını öne sürer. Ayrıca Garipçilerin II. Dünya Savaşı ile CHP'nin tek parti zihniyeti arasında sıkışıp kaldıklarını, iktidar tarafından uygulanan özgürlükleri kısıtlayıcı icraatların işi daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve bu içinden çıkılmaz durumun onları daha da inançsızlaştırarak değerlerden uzaklaştırdığını ifade eder. Ercilasun'a göre tek parti dönemine denk gelen Garipçilerin yüksek sesli olmak istedikleri hâlde olamadıklarını, siyasal rejimin sürgün, hapis cezası vb. uygulamaları yüzünden sanatçıların baskı altına alınmalarının da Garipçiler üzerinde ciddi etkilerinin olduğunu vurgular (Ercilasun 1998: 27).

Garip Hareketi'nin yukarıda bahsedilen şiir kaynaklarının bir ürünü olarak üç şairin yayımlanan tüm şiirleri "garip" olarak algılanır. 15 Eylül 1937’de "Varlık" dergisinde Orhan Veli ve Oktay Rifat ortak imzasıyla yayımlanan "Ağaç" şiiri, dönemin sanat ve edebiyat dünyasında geniş yankı uyandırır. Bu şiir yüzünden epey alaya alınsalar da bu durumu pek önemsemez ve kendi çizgilerinde yazmaya devam ederler. Melih Cevdet bir yazısında şiir yazma işini başta nasıl şakaya aldıklarını ve eğlendiklerini şöyle anlatır: "Biz üç arkadaş şiir yazarken nasıl şaka ediyorduk, bilemezsiniz… Dünyayı şakaya alıyorduk. Gerçekten devrimci bir şiir olduğunu sonradan anladım. Çünkü bu şiir alaydan çıkmıştı. Alay etmezseniz hiçbir şey çıkaramazsınız. Biz düpedüz alay ettik (Özcan 2005: 342). Garipçilerin şiir yazma işini alaya alması yadırgansa da şiirde ironi, yeni şiirin belirgin bir ilkesi olarak karşımıza çıkar. Eski şiirin şekilci ve formel yapısına alışkın bir sanat ve edebiyat dünyasının şiirde yıkım sayılabilecek yepyeni bu tarzı eleştirmesi doğal karşılanmalıdır.

Orhan Veli'nin şiir yazmaya başladığı ilk dönemlerde "gavur" şiirleri de okuduğunu söyleyen Oktay Rifat, arkadaşının çok beğendiği Baudelaire, Rimbaud, Verlaine gibi

(27)

şairlerin şiir görüşlerini aktardığı için çokça eleştirildiğini ancak sonraki yıllarda aynı görüşleri üç aşağı beş yukarı Cahit Sıtkı, Muhip Dıranas ve başka şairlerin de savunduğunu hatırlatarak (Bezirci 1995: 36) Orhan Veli'ye haksızlık yapıldığını iddia eder. Süreçte Oktay Rifat'ın haklı olduğu görülür. Hareketin özellikle ilk yıllarında birçok nedenden ötürü eleştirilen üç genç şair, ilerleyen yıllarda Türk şiirine katkılarından ötürü takdir görür.

Orhan Veli başka bir yazısında da konuyla alakalı olarak şunları söyler: “Yirmi yaşımızı dolduralı bir iki seneden fazla olmamıştı; beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalmış kalmış olan şiire yeni imkânlar arayalım dedik. Şiire yeni dünyalar, yeni insanlar sokarak, yeni söyleyişler bularak şiirin sınırlarını biraz daha genişletmek istedik. İlk işimiz, bilinen sanatları bir tarafa bırakıp, şiiri bu sanatlar dışında şiir yapan özellikleri aramak oldu. (…) Üstelik biz de görmek istediğimiz şiirin ne olduğunu belirtmek için, birtakım softaların damarına basmaktan hoşlanıyorduk (Kanık 2014: 195). Şairin şiire katmak istediği yeni imkânlar, yeni dünyalar ve yeni insanlar fikri şiddetli eleştirilere rağmen gerçekleşir. Özellikle "Süleyman Efendi" ve nasırının şiirde geçmesiyle başlayan "yeni insan" hareketi Türk şiirinde o güne kadar görülmemiş bir tartışmanın da fitilini ateşler. Şiir artık sokağa, sokak da şiire taşınır. Orhan Veli ve Melih Cevdet'in ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Garipçiler kendilerine yöneltilen eleştirileri pek ciddiye almamışlardır. Onlar kendi çizgilerini belirlemiş, bildikleri yolda yürümüşlerdir. Bu tarz, yeni şiirin gündeme oturmasını sağlar. Garip kitabının yayımlanmasından önce poetik belirginleşmesini hızlandırarak ilkelerini netleştiren genç şairler tarafından “gerek şiirlerle, gerekse yazı ve konuşmalarla hareketin, toplumcu estetiği benimseyişi, edebî geleneğin her türlü öğesinden uzak duruşu ve günlük dili şiire malzeme yapma isteği belirgin bir biçimde ortaya konmuştur. İlk evredeki aşırı ve aykırı örnekler sürdürülmekle birlikte bu örneklerin şiirsel düzeylerini yükseltme çabaları da gösterilmeye başlanır" (Ay Mumcu 2009: 16).

Yaşadıkları dönem göz önüne alındığında “Batılılaşma, halka yönelme ve bilimsel düşünceyi kılavuz edinme”nin Garip hareketinin estetik ve epistemolojik alt yapısının temellerini oluşturduğu bir gerçektir. Aynı zamanda bu süreçte tam anlamıyla bir geçmişe karşı olumsuz bakış söz konusudur (Sazyek 2006: 347).

(28)

Garipçiler, tüm geçmişi; divan şiirinden Haşim'e, Beş Hececilerden Nazım Hikmet'e kadar her ekolü ve herkesi inkar etseler de şiirlerinde bu ekol ve kişilerin tamamından izler bulmak mümkündür. Orhan Veli “Şiir Türkiye’de doğuş hâlindedir. (…) Bugüne kadar hiçbir şekilde şiir yoktu" (Kanık 2014: 304, 305) dese bile hem Batı edebiyatından hem de Türk edebiyatından epey esinlendikleri ortadadır. "Yusufçuk" dergisine röportaj veren Oktay Rifat, şiirin kendilerinden önce özüne yabancılaştığını; garip olanın kendilerinden önceki şiir olduğunu, bu şiiri yıkıp yerine doğal şiiri koymayı amaçladıklarını söyler. Şaire göre Garip Hareketi'nden önce şiir, burjuva hatta hanım evladıdır. Kendilerinin şiiri sokağa indirdiğini iddia eder (Rifat 2009: 325).

Hareketin eskiyi tamamen yıkma fikrinden dolayı, takındıkları tavır daima yenilikten yanadır. Hakan Sazyek'e göre Orhan Veli'nin eskiyi yıkma fikri tamamen yeni bir fikir değildir. Bu fikirler eski şiirin yıpratılmasında, özellikle aruz-hece tartışmaları büyük bir etki yapmıştır. Yetişen yeni kuşaklar eski şiirin çerçevesinden çıktıktan sonra “şiirin geniş kesimlere, hayata, nesnel gerçekliğe ve dışarıda oluşan edebî hareketlerin çekim alanına yakınlaşması yolunda önemli adımlar atmıştı. Gerçekleştirilen bu atılımlar, Garipçilerin şiiri yenileştirme çabalarında işlerini kolaylaştırmış ve onlara öncülük etmiştir" (Sazyek 2006: 21).

Behçet Necatigil, Garip Hareketi'nin beslendiği kaynakları irdeleyen yazısında yeni şiir arayışlarının Garip öncesinden başladığını ifade eder. Yazar, üç şairin “muhafazakâra deli dolu, delişmen, laubali gelen” şiirler yazmaya başladıkları yıllarda şiirde şekil ve muhteva geleneğinin yıkılmaya başladığını belirtirken yeni şiiri sadece Garipçilerin şahsında aramanın yanlışlığı üzerinde de durur: "1937’den önce Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü gibi halis şairler, yeni şiiri arıyorlardı, kısmen de bulmuşlardı. (…) Garip şairlerinin yaptığı iş, sessiz sedasız çalışıp taze örnekler verenlerin yanında aşırı bir hamleyle öne geçmek oldu" (Necatigil 1983: 577). Necatigil'in de belirttiği gibi Garipçilerden önce yeni şiir denemeleri zaten vardı ancak bu denemelerin sesi gür değildi. Garipçilerin şiiri yeni ve gür sesliydi.

Enis Batur, Garip Hareketi'nin başlangıçta Fransız şiirinden hız aldığını düşünür. Batur'a göre ünlü ‘Çirozname’nin şairi Charles Cros ve çatal dilli Tristan Corbiere Garipçiler'in ilk belirgin çıkış noktalarıdır. Zamanla gerçeküstücülükle de tanışan Orhan Veli'nin sanatsal etkinliğini tek boyutta tuttuğunu, gerçeküstücülüğün iliğini

(29)

oluşturan ve Rimbaud, Lautreamont, Apollonaire ve Jary’den ziyade gündelik yaşamın kaba incelikleri ve kabadayılıklarıyla iletişime giren bir kanadı olan Prevert’i ve çevresini seçtiğini söyler (Korkmaz 2004: 255).

Garip Hareketi'nin Japon haykaylarından Fransız şairlerine, divan edebiyatından Tevfik Fikret'e değin geniş bir şiir yelpazesinden etkilendiği ortadadır. Hatta hareketin siyasal, sosyal ve ekonomik şartlardan etkilendiği de söylenebilir. Garip şiirinin kaynakları çok çeşitli olsa da şu kaynaktan daha çok etkilendiler gibi bir şey söylenemez. Serbest şiirin peşinde koşarken çeşitli duraklarda soluklanan üç arkadaş, bu duraklarda hoşlarına giden şeyleri alarak yollarına devam etmişlerdir. Bu bağlamda Garip şiiri renkli bir Türkmen halısı gibidir. Ebemkuşağı gibi daima ilgi çekici olan Garip şiiri, çok boyutlu ve zengin dünyası ile şiirimize bambaşka bir renk katmıştır.

1.3. EDEBİYAT TARİHİMİZ AÇISINDAN GARİP ŞİİR AKIMI

Garip şiir akımı, çeşitli eğilimlerin olduğu Cumhuriyet Dönemi şiirinin başat anlayışlarından biridir. Dönemin şiir anlayışları hakkında edebiyat eleştirmenlerinin görüşleri şöyledir:

Şükran Kurdakul'a göre 1920’lerden 1940’lara kadar şiirimizde üç ayrı ekol vardır: 1.Millî edebiyat akımına bağlı ekol, 2.Dergâh hareketinden kaynaklanan idealist ekol, 3.Toplumcu gerçekçi ekol (Kurdakul 1992: 45).

Asım Bezirci, dönemin şiir anlayışlarını şöyle sınıflar: 1.Hececiler: İlkin Mehmet Emin, ardından Rıza Tevfik heceyle şiirler yazarlar. Ziya Gökalp Yeni Mecmua’da heceyi “millî vezin” olarak salık verir. Bundan sonra hece, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy gibi şairlerle edebiyata yerleşir. Faruk Nafiz Çamlıbel heceyi geliştirir. Onu izleyen Yedi Meşaleciler ile Ömer Bedrettin Uşaklı, Behçet Kemal Çağlar, Kemalettin Kamu daha da ileri götürürler. 2. Halkçılar: Halk şiirini örnek alan şairlerdir. Orhan Şaik Gökyay, Sabahattin Ali, Ahmet Kutsi Tecer, Ceyhun Atuf Kansu vb. 3. Öz şiirciler: Fransız simgecilerinden etkilenen Ahmet Haşim, simgecilerle birlikte Parnasçılardan etkilenen Yahya Kemal ve Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı. 4. Serbestçiler: Toplumcu gerçekçi anlayışla, aruz ve hecenin karşısında duran Nazım

(30)

Hikmet, Ercümend Behzad, İlhami Bekir, Mümtaz Zeki, Hasan İzzettin Dinamo, Asaf Halet Çelebi (Bezirci 2003: 34, 35).

Ahmet Oktay ise dönemin şiir anlayışlarını şöyle sınıflar: 1. Saf Şiirciler: Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’den etkilenen Necip Fazıl ve Ziya Osman mistikken; Cahit Sıtkı ile Ahmet Muhip mistik değildir. 2. Kemalist Halkçılar: Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul çizgisindeki Ahmet Kutsi Tecer, Orhan Şaik Gökyay, Behçet Kemal Çağlar, Ömer Bedrettin Uşaklı. 3. Serbest Nazımcı Toplumcular/Gerçekçiler: Siyasal/ toplumsal öğeyi öne çıkaran, şiiri emekçi sınıfların çıkarını dillendiren ve o sınıfları bilinçlendirmeyi amaçlayan bir etkinlik sayan Nazım Hikmet (Oktay 1993: 870, 871). Yukarıda değinilen sınıflamalar ışığında Garip Hareketi'nin ortaya çıktığı yıllarda edebiyatımızda yıllardan beridir süregelen kısır tartışmaların mevcut olduğu söylenebilir. Hakan Sazyek; özellikle aruz - hece, eski hece - yeni hece ve tasfiye hareketi (Sazyek 2006: 17-21) üzerinden süregiden sanat ve edebiyat tartışmalarına Garip Hareketi’nin yepyeni bir boyut kazandırdığını düşünür.

Hidayet Karakuş'a göre edebiyat dünyasını bir süre meşgul eden bu tartışmalar Beş Hececiler’in etkinliklerinin azalmasına zemin hazırladığı ve ölçüsüz şiir yazan Nazım Hikmet, İlhami Bekir Tez, Ercümend Behzat Lav’ın da kendilerini ilk kez ötekilerden başka bir yerde değerlendirmelerine fırsat verdiği için önemlidir. Bu, Cumhuriyet Dönemi şiirinin dönüm noktasıdır. Çünkü bundan yaklaşık dört yıl sonra Garip şiiriyle ortaya atılacak görüşlerin ipuçları bu tartışmada ortaya çıkar (Karakuş 1998: 211). Eski şiirin tahtını sallayan bu tartışmalar yeni şiiri güçlendirmiş, divan şiiri artık klasikleştirmiş, halk şiirini de ikinci plana atmış; özellikle II. Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkımla birlikte "saçma", "alay", "sıradan" yeni şiirin mihenk taşını oluşturmuştur. Ömer Faruk Huyugüzel bu durumu şöyle açıklar: “1938’de Atatürk’ün ölümü ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki yıllarda Türk edebiyatındaki destanî ve devrimci hava coşkusunu kaybeder ve memleket şiirinin hızı kesilir. Bu ilk dönemdeki Osmanlı, İslam tarihi ve din karşısındaki olumsuz tutumun doğurduğu boşluk duygusu ve yaklaşan büyük savaşın genç şairlerin ruhunda uyandırdığı karamsarlık da şiir ve edebiyatın değişmesinde önemli bir etkendir. Şiirin tekrara düşmesi ve bir bıkkınlık yaratması da bu değişmede önemli bir rol oynamıştır (Huyugüzel 2002: 299). Tam da bu kargaşanın ortasına, işleri daha da karmaşık hâle getirecek olan Garip Hareketi girer.

(31)

Bahsedilen tekdüzeliğe bir son vermek için şiirlerini peş peşe yayımlanan Garipçiler, şiirin üstündeki puslu havayı bir nebze de olsa dağıtır. Belli bir kesimin güdümündeki şiiri özgürleştirmek isteyen üç arkadaş, tekelci zihniyetin eleştiri oklarına hemen tutulur. Garipçilerin şiddetle eleştirdikleri anlamın dize sonunda bitmesi anlayışı, ilk olarak Servet-i Fünun Dönemi'nde Tevfik Fikret ile kırılır. Fikret, anlamı bir sonraki dizenin ortalarına taşısa da vezinden taviz vermez. Vezin ve anlamı geleneksel seyrinden kopararak yenileştiren ilk radikal şair Nazım Hikmet'tir. Şair 1921'de kaleme aldığı "Açların Gözbebekleri" ve "Orkestra" adlı şiirleri ile edebiyatımızda ilk kez "Serbest Nazım"ın örneğini verir. Tevfik Fikret ile başlayan serbest şiir anlayışı Nazım Hikmet ile yepyeni bir mecraya girer.

Nazım Hikmet'in 1921'de başlattığı serbest şiir tarzını Ahmet Haşim de "Yollar" ve "O Belde"de dener. 1940'lı yıllarda Garip Hareketi ile yaygınlaşan bu tarz, 1930'lu yıllarda şiirimize egemen olan halk diliyle şiir yazma eğilimine ilk başkaldırı niteliğindedir. 1937'den 1955'e kadar varlığını sürdüren Garip Hareketi (Tuncer 1997: 9), öncelikli olarak Cumhuriyet Dönemindeki hececi anlayışa tepki olarak doğar. Hecenin tekdüzeliği, ölçü ve edebi sanatların basmakalıplığı altında boğulan şiir; yeniyi arar. Yeniyi bulan Garip Hareketi'ni Nihat Sırrı Örik'in edebiyat dünyamıza kazandırdığı Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat başlatır.

Küçük insanın her şeyiyle anlatıldığı bu şiirler sayesinde farklı dünyaların, farklı güzelliklerin farkına varan Mehmet Kaplan, kişiliklerine ve eserlerine hayran olduğu Yahya Kemal ve Tanpınar’dan sonra Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirlerini şiir olarak kabul edemez. Bu düşünceler içerisindeyken bir gün küçük bir memurla karşılaşan Kaplan, o zaman Orhan Veli’nin “Yazık Oldu Süleyman Efendi’ye” dizesiyle şairin ne söylemek istediğini anlar: “Daha önce başkaları ile beraber benim de alay ettiğim şiir, hayatta o zamana kadar benzerlerini çok gördüğüm, fakat kendilerine karşı alaka duymadığım insanların çehrelerine adeta bir ışık tutmuş, onların boş ve manasız varlıklarını bir muamma hâline getirmişti." der. Şiirin bizimle hayat arasında bir bağ kurduğu zaman bizim için var olmaya başladığını belirten Kaplan, hiç beklenmedik bir anda bir sırrın anahtarını bulabileceğimizi ve o şiiri okuduktan sonra dünyaya ve insanlara başka bir gözle bakmaya başladığımızı ifade eder (Kaplan 2001: 119).

(32)

Garip Hareketi, Türk edebiyatı açısından büyük bir kazanımdır. Türk şiirinin bireyci, soyut hatta bencil mecrası olan divan şiirinin hâkimiyet alanını tamamen sonlandıran Garipçiler, Cumhuriyet Dönemi'nde özellikle Beş Hececiler etrafında gelişen güdümlü edebiyata da son verir. Edebiyatı kitlelerle kavuşturan üç genç şair; bohem, fildişi kulede yaşayan şairi de sokağa, ahalini arasına, kahvehaneye indirirler. Türk şiir geleneği içinde zaman zaman halk şiirinde soluklanan, temiz havada çalıp söyleyen şair tipi; Garip şiiriyle açık havaya, meydanlara, kuşa, buluta, gökyüzüne, denize ve yağmura ilk kez kalıplara takılmadan, prangasız olarak bakar. Hecenin beş şairi ile adamakıllı Anadolu'ya inen şair, Garip ile sıradan halka daha da karışır ancak herhangi bir sınırlama olmaksızın başına buyruk davranır.

1.4. GARİP ŞİİR AKIMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER

Vezinli, kafiyeli, sık sık teşbih, mecaz, istiare, mübalağa gibi söz sanatlarına başvurulan, sanatkarane bir dile sahip, belli bir kültür ve zevk seviyesine hitap eden, bazen resim ve musikiye yaslanan, çok defa beyit bütünlüğüne dayanan, kimi zaman "bir şiirde bir tek berceste mısranın kifayetine inanan" ve genel olarak güzel olduğuna inanılan geleneksel Türk şiiri (Kaplan 2001: 131); Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’ten oluşan Garip Hareketi ile yerle bir edilir. Eski şiirin tamamen yıkılmasını hedefleyen bu hareket, anlayışları yüzünden olumlu ve olumsuz pek çok eleştiri alır. Garip öncesi dönemde yadırganan hatta zaman zaman alaya alınan Garipçiler, hareketin ilk ürünleri ile eleştiri oklarını üzerlerine çeker.

Garipçilerden ilk olarak Nurullah Ataç bahseder. Garip şiirlerini bir devrimden ziyade bir çeşitlilik olarak tanımlayan Ataç, özellikle aruz ve hecenin şiirden atılamayacağını savunur. Bir zaman sonra bu fikirlerinden vazgeçen Ataç; Garipçilerin anlayışını bir devrim olarak kabul eder (Sazyek 2006: 348). Ataç'ın bu fikrinden vazgeçmesi Garip şiirinin doğal yönünü daha da benimsemesiyle olur. Garip'e kadar uyak ve vezinle boğuşan formel şiirin alternatifi olan bu yeni şiir, Nurullah Ataç'ın bir nevi himayesiyle edebiyat ve sanat dünyasının baş tartışma konusu olur.

Garip şiiri üzerine yazı yazan ikinci eleştirmen Orhan Seyfi Orhon'dur. Akbaba dergisindeki yazısında hareketi gayet alaycı bir dille eleştiren Orhon, genç şairleri vezin, kafiye, hayal, duygu ve tema gibi şiirin olmazsa olmaz kavramlarını yok saymakla

(33)

suçlar (Orhon 1938: 7). Hecenin beş şairinden biri olan Orhon, aslında biraz da gündemden düşme korkusuyla bu eleştiriyi yapar. Özellikle 1923'ten sonra Türk şiirinin tahtında oturan Orhon ve arkadaşları, bu yeni şiirin gündemi bu kadar meşgul etmesinden rahatsız olur.

Orhan Veli'nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiiri bir anda tartışmaların odak noktasına oturur. Bu şiir üzerinden Orhan Veli'nin şiir anlayışını Nurettin Artam, ve Orhan Seyfi Orhon şiddetle eleştirirken Nurullah Ataç ve Şevket Rado Orhan Veli'yi savunur. Bu şiirle şiddetlenen tartışma, Yusuf Ziya Ortaç'ın Akbaba dergisinde kaleme aldığı yazı ile daha da alevlenir. Ortaç; “Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti… Türk şiirinin berceste mısraı diye (Yazık Oldu Süleyman Efendiye!) rezaletini alkışladılar… Göğüslerinde cehennemler yanan sanat cücelerinin kınalar yakıp, ziller takıp şıkır şıkır oynadıklarını gördük! Sanatın darülacezesiyle tımarhanesi el ele verdi, birkaç mecmuanın sahifesinde saltanat kurdular! (…) Ey Türk gençliği !... Sizi bu hayasızlığın suratına tükürmeye davet ediyorum!” (Bezirci 1994: 62) sözleriyle sanat ve edebiyat dünyasını uçsuz bucaksız bir tartışmanın ortasına atar. Tıpkı Orhon gibi Ortaç'ın da bu yeni şiirle yıldızı barışmaz. Geleneksel kurgu içinde dilediği gibi at koşturan Beş Hececiler'in şiir dünyasındaki prestijini sarsacak olan bu yeni şiir ekolü hemen yerden yere vurulur. Kuşkusuz yeni şiire duyulan bu tepki objektif bir zihnin yansıması değildir.

Öztürk Emiroğlu bu şiiri “popülizm” olarak değerlendirir. Yazara göre bu popülizm İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında oluşan buhran ortamından kaynaklanmaktadır. Savaş sonrasında her şeyden bıkmış, zavallı, bitkin bir insan tipi söz konusudur ve bu yeni insan tipi de kendini “Kitabe-i Seng-i Mezar” gibi şiirlerde gösterecektir (Emiroğlu 2003: 137-138).

“Yazık Oldu Süleyman Efendi’ye” ile bir anda ünlü olan Orhan Veli; Şevket Rado'ya yazdığı mektupta “Bu hususta benim bile aklımı karıştırdılar. Gel vazgeç bu sevdadan da sana sadece bir resmimi göndermekle yetineyim.” (Kanık 2002: 57) diyerek bu konunun daha fazla uzatılmasının gereksizliğini vurgulamış olur. Bu konuda dikkati çeken şey, Orhan veli'nin bile bunca meşhur olmaya hazırlıklı olmadığıdır.

Garip kitabıyla birlikte tartışmalar daha da alevlenir. Özellikle sağ kesim gelenek-milliyet bağlamında Garip'i şiddetle eleştirir. Toplumcu gerçekçi kesim ise halka açılma

Referanslar

Benzer Belgeler

Sahnede sesini büyük bir ustalıkla kullanması ile tanınan sanatçı, özellikle gör­ müş geçirmiş, faka basmaz ve hafif kabadayı tiplemeleriyle büyük

Benzer şekilde Almanya’da 2002 yılında, spor yapan ve yapmayan 14-18 yaş aralığındaki 1000 lise öğrencisinin katılımıyla gerçekleştirilen bir çalışmada, spor

Rusya’nın bu durumundan ha­ berleri olmayan Dr. Zavriyef ve Bogos Nubar Paşa. Paris’teki faaliyetlerine devam ediyorlar ve bir gün Rusya Büyükelçisine gelerek

Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Biriniz secde ettiği zaman, devenin çöktüğü gibi çökmesin. Rivâyetin son

Anlatırlar: Bir gün adaya, Hüseyin Rahmi Beyin evine ga­ rip bir kurul gelmiş İstanbul'dan, imam, bekçi, birkaç yaşlı başlı efendi..

Paris'te ilk kişisel sergisini F.V72'- de açan Baştuji, eski çalışmalarında değişik doku araştırmalarının gorul- dugu fonlar üzerine .sembolik ve ara­ besk

Son adet tarihine (SAT) göre 34 haftalık gebeliği olan, 30 yaşında, 50 kg, multipar, takipsiz, eski sezaryen öyküsü olan hasta, ani başlayan servikal kanama,

Mevlevî Rüşdî, Farsça eserlerden yapmış olduğu tercüme eserlerden ziyade kaynaklarda daha çok, mürşidi Hüseyin Fahreddin Dede’nin ölümü üzerine yazmış