• Sonuç bulunamadı

Hitap Edilen Kitleye Karşı Çıkma

2. GARİP ÖNSÖZÜ: İLKELER

2.1. GELENEĞE KARŞI ÇIKMA

2.1.3. Hitap Edilen Kitleye Karşı Çıkma

Şiire özgü ve şiirin özgü olduğu bir kitleyi reddeden Garipçilere göre şiir herkesindir ve herkes şiirde konu edilmelidir. Bunun için de dil sıradan insanın kullandığı dil olmalı, söz sanatları başta olmak üzere geleneksel şiir kalıplarının tamamından uzaklaşılmalıdır. Orhan Veli'ye göre şiirin özel bir dili yoktur ve bugünkü dünyada çoğunluğu fakir halk teşkil etmektedir. Demek ki edebiyat da onların edebiyatı olmalı, şiir kahramanını onların içinden seçmeli ve hayatını o hayatın içinden almalıdır. Şaire göre şiirde şimdiye kadar değişmeyen taraf, müreffeh sınıfların zevkine hitap etmedir. Yeni şiir artık bu müreffeh sınıfların zevkine hizmetten kurtulmalı, yaşamak için didinenlerin

zevkine uygun olmalıdır (Bezirci 2003: 66). Asırlarca ihmal edilen bu kitle, kendi yaşamını şiirde bulmalı; çarşıda pazarda konuştuğuyla şiirden zevk almalıdır. Garip şiirinin en başarılı yönlerinden biri olan sokakta konuşulan dili şiir yapma, hareketin şiir felsefesiyle birebir örtüşür.

Orhan Veli, Garip önsözünde konuyla alakalı olarak şunları söyler: "Edebiyat tarihinde pek çok şekil değişiklikleri olmuş, yeni şekil, her defasında, küçük garipsemelerden sonra kolayca kabul edilmiştir. Güç kabul edilecek değişiklik, zevke ait olanıdır. Böyle değişmelerin pek seyrek vukua geldiğini; üstelik, bu suretle meydana çıkan edebiyatlarda da her şeye rağmen değişmiyen, yine devam eden, hepsinde müşterek olan bir taraf bulunduğunu görüyoruz. Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiç bir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmiyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir lâyık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Ama yeni şiirin istinat edeceği zevk, artık, ekalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değil. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Bu, mevzuubahis kitlenin istediklerini eski edebiyatların aletleriyle anlatmaya çalışmak demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır" (Kanık 2014: 13).

Şaire göre asırlardır egemen bir sınıfa hizmet eden şiir, güdümlü şiirdir ve bundan kurtulmak gerekir. Gündelik hayatta sömürülenlerin edebiyatta da sömürülmesine isyan eden Orhan Veli, artık şiirin rotasının değişmesi gerektiği kanaatindedir. Bu yeni rotaya göre şiir, zengin sınıflardan olabildiğince uzak tutulmalı, çok ama unutulmuş halk kitlelerini, işçileri, işsizleri, fakirleri, balıkçıları, gece bekçisini ya da kamyon şoförünü anlatmalıdır. Şair, görüşlerine şöyle devam eder:

"Yeni bir zevke ancak yeni yollarla, yeni vasıtalarla varılır. Bir takım nazariyelerin söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiç bir yeni, hiç bir san'atkârane hamle yoktur. Yapıyı temelinden değiştirmelidir. Biz senelerden beri zevkimize,

irademize hükmetmiş, onları tâyin etmiş, onlara şekil vermiş edebiyatların, o sıkıcı, o bunaltıcı tesirinden kurtarabilmek için, o edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz. Mümkün olsa da "şiir yazarken bu kelimelerle düşünmek lâzımdır" diye yaratıcı faaliyetimizi tehdit eden lisanı bile atsak. Ancak bu suretledir ki, kendimizi alışkanlıkların sürüklediği gayri tabii inhiraftan kurtarmış; safiyetimize, hakikatimize irca etmiş oluruz" (Kanık 2014: 14).

Orhan Veli'ye göre şiir sıkışıp kalmıştır ve bu durumda ilerlemesine imkân da yoktur. Şaire göre eskilerin tüm formel anlayışını yıkıp şiiri yeniden inşa etmek gerekir. Alışkanlıkların bir kenara konularak yeni şiirin bulunabileceği tezini savunur. Şair açısından yeni şiir; yeni yolları arama, bulma ve onları denemekten geçer.

1940’lı yılların şiirini değerlendirirken yeni şairin müşterek ve umumi olanı aradığını ifade eden Behçet Necatigil, “Müşterek ihtiyaçtan hareket eden ve halka inen sanatkâr, toplumda mevcut duyguları dile getirir. Şiirin gerçek sanatı bulması, kendi duyduklarını, kendi gördüklerini duyurmasıyla kabil olacaktır” (Necatigil 1983: 581) der. İşte Garipçilerin yaptıkları tam olarak budur. Ortak ihtiyaç bilincine sahip üç şair, gerçek sanatın peşine düşerken halktan hareket eder. Garip şiirini değerli kılan yön de budur. Cemal Süreya’ya göre Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet sokaktaki adamın şiirine yönelerek şiiri insan içine çıkarmışlar, şiire kasket giydirmişler, şiire elma yemeyi öğretmişlerdir (Süreya 2000: 63). Şiire elma yedirecek kadar gerçekçi ve içten bir sanat anlayışını benimseyen Garipçiler, Cemal Süreya'nın "Şiiri insan içine çıkardılar." tespitinin Türk edebiyatındaki ilk muhataplarıdır.

A. Bilge Ercilasun, Garipçilerin aslında halkın dertleriyle hemdert olup şiirlerinde bunu dile getirdiklerini, hareketin sözcüsü Orhan Veli’nin yanı sıra dönemin önemli simalarından Cahit Sıtkı ve Sait Faik’in de eserlerinde sokaktaki insanı anlattığını ifade eder. Bu bakış açısının döneme özgü bir moda olduğunu, özellikle Fransız yazar George Duhamel’in bu tarzının bize sirayet ettiğini vurgulayan Ercilasun; bir ölçüde küçük memur tabakasının dertlerini işleyen ve özelliklerini anlatan bu anlayışın, Garipli yıllarda edebiyatımıza damga vurduğunu ifade eder (Ercilasun 1994: 28). Garip'le birlikte asırlardır ihmal edilen sokaktaki adam, yeni şiirin merkezine oturur. Artık saray, konak vb. mahallerde ikamet edip, loş ışıklar altında kayıklarda gezen, para, şatafat içinde yaşayan tipler şiirden atılmalı; yerlerine parasızlıktan paltosunu satan genç,

kargalarla dertleşen çocuk, kaldırımdan geçen yosma gelmelidir. Şiir belli bir zümreye hizmet etmektense ait olduğu kesime; herkese hizmet etmelidir.

2.1.3.1. Orhan Veli'nin Şiirinde Uygulama

Yeni şiirin öncüsü olan "Kitabe-i Seng-i Mezar"da geleneksel şiirin hiçbir temel unsuru yoktur. Ölçü ve uyak dışında, söz sanatı da kullanmayan Orhan Veli; Süleyman Şah'ın övüldüğü süslü, sanatlı, imgelerle yüklü şiirden günlük hayatın herhangi bir kesiti olan Süleyman Efendi'yi anlatan şiire geçer. Bu geçiş ani ve serttir:

"Hiç bir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar.

Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi.

Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allah'ın adını Günahkar da sayılmazdı

Yazık oldu Süleyman Efendi'ye..." (B.Ş., s. 45)

Şiir yayımlanır yayımlanmaz eleştiriler de başlar. Şiir hakkında epey şey yazılır, çizilir. Ölçüsüz ve uyaksız oluşu çok yadırganmaz. Esas yadırganan nokta şiirde sözü edilen kahramandır. Evet, şiirde "Süleyman Efendi" pekala yer alabilir ancak, nasırından söz edilmesi olacak iş değildir kimilerine göre. Melih Cevdet şiirle ilgili olarak şunları söyler: "Bir mısranın kavuşabileceği en mutlu durum. Ama istemeden bu duruma yardım edenler onu başlangıçta alaya almışlardı. Hikâyesi şöyledir: Bay Nurullah Ataç, bir anketçinin yeni şiirler üstüne sorduğu bir soruya karşılık,"Kitabe-i Seng-i Mezar" şiirini pek beğendiğini söyler. Ertesi günü anketçi, bu şiirin son mısraı üstüne bir nükte döktürür: 'Süleyman Efendi'ye değil, Türk şiirine yazık oldu' der. Bu söz, nükte düşkünü yazarlarımızı coşturmaya yetti. Verip veriştirdiler artık. O mısraı, zekâlarını göstermek, nükte yaratmadaki yeteneklerini alkışlatmak için bahane tuttular. Yoksa onu sevmediler, anlamadılar. Anlayanlar, sevenler birkaç kişiden öte geçmedi. Gerçekte o şiir Orhan Veli'nin yıkıcı şiirlerinden biridir. 'Siz piyano çalan veremli kızdan mı laf açarsınız? Sadece incelmiş, duygulu üstün insanları mı şiirinize layık görürsünüz? Alın o hâlde, ben de Süleyman Efendi'nin nasırından çektiğini söyleyeyim de görün' demek istedi

Orhan Veli. Böylece de şiirimizi kibarlıktan, hasta bir duygululuktan temizlemek istiyordu" (Anday 1953: 11). Melih Cevdet'in de dediği gibi "yıkıcı" bir şiir olmasına rağmen, şiiri çoğu kişi anlamaz. Yıllardır edebiyat dünyasının nimetlerinden faydalanan güdümlü edebiyatçıların özellikle eleştirdiği şey şiir değildir aslında. Şiir üzerinden zihniyeti eleştiren bu güdümlü edebiyatçılar, anlayışları ile adeta uyuşturdukları sanat ve edebiyat dünyasının bu yeni şiir ekolüne olan ilgisinden rahatsız olur.

Bin yılların en derin edebiyat türü olan şiir, elbette "Süleyman Efendi" ve onun gibileri anlatabilir ancak bu kadar sanatsız hatta laubali anlatımı şiir kaldırmaz görüşüyle eleştirilen Orhan Veli bu eleştirilere şöyle cevap verir: "Nasır ve Süleyman Efendi kelimelerinin şiire sokulmasını hazmedemeyenlerse şâiraneye tahammül edebilenler, hatta onu arayanlar, hem de bilhassa arayanlardır. Hâlbuki eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şâiranenin aleyhinde bulunmak lazım" (Kanık 2014: 22). Şairin eleştirdiği kesim, Garip'e değin belirli kalıplarla, belirli kitleleri, belirli söz oyunları içinde anlatan bayatlamış anlayışa dört elle sarılanlardır. Şiiri, fildişi kuleye mahkum eden bu anlayış, asırlarca süren hegemonyasını yitirme kaygısıyla feveran eder.

Mehmet Kaplan da bu şiiri eleştirenlerden biridir. Ancak bir gün küçük bir memurla karşılaşır ve o zaman Orhan Veli’nin “Yazık Oldu Süleyman Efendi’ye” mısraıyla şairin ne söylemek istediğini anlar: “Daha önce başkaları ile beraber benim de alay ettiğim şiir, hayatta o zamana kadar benzerlerini çok gördüğüm, fakat kendilerine karşı alaka duymadığım insanların çehrelerine adeta bir ışık tutmuş, onların boş ve manasız varlıklarını bir muamma hâline getirmişti” (Kaplan 2002: 119). Mehmet Kaplan'ın görüşlerinden vazgeçmesini sağlayan şey, Garip'in genel anlayışına uygun olan sokaktaki insandır. Formel anlayışın anlattığı soyut şeylerden sonra şiirdeki ile sokaktakinin aynı olması Kaplan'ı adeta sarsar. Yeni şiir artık bu anlayışın ürünüdür. Sokaktaki ile şiirdeki birebir aynıdır.

Orhan Veli'ye göre şiirdeki kahramanın gerçek dünyayla örtüşmesi gerekmektedir. Şaire göre gündelik hayatta benzeri olmayan insanın edebiyatta da yaşamasına imkân yoktur. Artık yeni şiirin kahramanları kalabalığa benzeyen, çoğu zaman alelade olan, iyilikleriyle, kötülükleriyle, basitlikleri, aptallıkları ve kurnazlıklarıyla işleri, güçleri ve avarelikleriyle, gündelik dertleri ve alışverişleriyle, hasılı her şeyleriyle dünyadan olan

kahramanlardır (Kanık 2014: 109). Bu bağlamda "Montör Sabri" adlı şiirin kahramanı da gündelik gerçeklikle birebir örtüşen bir tiptir:

"Montör Sabri ile Daima geceleyin Ve daima sokakta

Ve daima sarhoş konuşuruz. O her seferinde,

"Eve geç kaldım" diyor. Ve her seferinde

Kolumda iki okka ekmek." (B.Ş., s. 204)

Fransızcadan dilimize geçen "monteur" kelimesi “takıp kuran, ustabaşı, bir bütünü meydana getiren çeşitli parçaları birleştiren uzman” anlamlarına gelir. Büyük şehirlerin herhangi bir varoş mahallesinde rastlanabilecek tiplerden biri olan Montör Sabri, Garip şiirinde en çok rastlanan avare tipin başka bir formatıdır. Şiir hakkında Melih Cevdet şu anısını aktarır: "Orhan Veli, fakir fukara ile, boyacılarla, garsonlarla, işçilerle gerçekten dostluk ederdi. Harpten önce bir gün fakir bir işçi ile tanışmıştık: Montör Sabri. Sarhoştu, koltuğunda iki okka ekmek vardı. Boyuna evine geç kaldığından bahsediyordu, ama bir türlü evinin yolunu tutamıyordu. Ertesi gün Orhan 'Montör Sabri' şiirini yazdı. Geçen yıl bir lokantada Orhan'ı gördüm. Yanında bir ayağı kesik bir adam vardı. Tatlı bir muhabbete dalmışlardı. Orhan beni görünce, Montör Sabri'yi tanımadın mı? dedi" (Anday 1951:5) Sabri; Garip'in sevdiği bir tiptir. Evet, iş güç sahibidir, evi de vardır ancak Sabri de derbederdir. Şiirden Sabri'nin niçin avare olduğunu çıkarmak güç, ancak anlaşıldığı kadarıyla Sabri de çağdaşı birçok İstanbullu gibi ekonomik sıkıntıların darbelerine daha fazla dayanamamış ve koyvermiştir kendini. Montör Sabri ile ilgili bir anı da Mehmet Kemal'e aittir: "Montör Sabri'yi o yıllarda Kürdün Meyhanesi'ne giden bütün sanatçılar tanırdı. Orta boylu, kumrala çalan saçlı, göçmen görünümünde bir işçiydi. İmalat-ı Harbiye fabrikalarında montördü. Meyhaneye gelir, geç saatlere kadar içer, sarhoş olur giderdi. Bazen de yine barların bulunduğu caddede geç saatlerde koltuğunun altında eve götüreceği nevalesi ya da ekmeğiyle görünürdü. Montör Sabri'yi hepimiz tanırdık ama, şiirini adıyla sanıyla Orhan Veli yazdı" (Bezirci 2003: 47). Sabri'nin döneminde tanınan biri olmasa dahi Orhan Veli'nin şiirinde hayat bulması gayet olağan bir durumdur.

2.1.3.2. Melih Cevdet'in Şiirinde Uygulama

Garip şiiri; temelinde insanın olduğu, hümanist, gerçekçi ve hüzünle ironinin iç içe olduğu bir şiirdir. Simitçi, bozacı ya da gazozcu ile sokakta selamlaşan herhangi birinin bu tiplerle Garip şiirinde yeniden selamlaşması gayet olağan bir durumdur. Eskinin anlatmadığı, anlatamadığı mutsuz memuru, kamyoncuyu Garip şiiri çok sever. Orhan Veli'nin Sabri'si gibi Melih Cevdet de isimsiz bir kahramanla karşımıza çıkar. "Senden Utanıyorum" adlı şiiriyle Melih Cevdet, sokaktaki adamı şiire taşır:

"Senden utanıyorum deniz kenarı Hep böyle işsiz olduğum

Böyle parasız kaldığım zamanlar mı Ziyaretine geleceğim?

Bak yarın memuriyete başlıyorum, Öbür gün evleneceğim galiba, Artık seni bizim evde beklerim Deniz kenarı." (R.K.A., s. 47)

Garip şiirinde sıkça rastlanan kahramanlardan biri konuşmaktadır şiirde. Bu kahraman da işsizdir, yalnızdır ve duygusaldır. Mekân hemen hemen tüm Garip şiirinde olduğu gibi yine İstanbul'dur. Her şeye rağmen umudu olan bir gencin hikayesini anlattığı bu şiir, ironi ile biter. Büyük şehirlerin küçük yaşamları kuşatan kargaşası içinde bireyden yola çıkarak toplumsal duyuş ve düşünüşü yansıtmaya çalışan Melih Cevdet'in bir diğer

nitelikli şiiri de "Kundura Boyacısına, Kiraz Ağacına, Çingene Kızına Dair" adlı

şiirdir:

"Sabahleyin evden çıkıyorum İnsanın işi var gücü var

Gidip bir parka oturuyorum" (R.K.A., s. 117)

Gündelik hayatın akışına uygun bir dizeyle başlayan şiir, ikinci dizesiyle evet, doğru söylüyor dedirtir. Üçüncü dizede Garip şiirinin tipik bir kahramanı ile karşılaşan okur, kendini ironinin tam ortasında bulur. Şiirin devamındaki renkli betimlemeler daha da dikkat çekicidir:

"Bir boyacı dikiliyor der demez Bakar da bakar potinlerime Ne bakıyorsun bre

Keyif benim değil mi?

Boyatmayacağım işte." (R.K.A., s. 117)

İşsiz güçsüz birinin işini yapan birini küçümsemesini anlatan bu birim, nitelikli bir humor örneğidir. Bir sonraki birimde dış gözleme devam eden söyleyici boyacıya da söz hakkı verir:

"Nesini boyatacaksın, diyor içinden Bir yandan da kaşını kaldırarak "Şu yerdeki senin mi ağabey?" diyor. Bakıyorum, ayağımın ucunda

Leş gibi pis bir tarak,

Alıp tarağı gidiyor." (R.K.A., s. 117)

Boyacının tarağı alıp gitmesini dahi gözlemleyen kahraman, kendisinden pek de farkı olmayan birine kendi dünyasında kızması, onunla alay etmesi, düşünemeyecek kadar küçük görmesi şiirin başka bir ironik yanıdır. Gözlemlerine devam eden kahraman bu kez başka bir tipi eleştirir:

"Derken işsizin, tembelin, haylazın biri Karşımdaki sıraya oturuyor

Sadece otursa iyi

Oturmuş bir de düşünüyor.

Ne düşünüyorsun be adam? " (R.K.A., s. 117)

Şiirdeki söyleyici her ne kadar iyi bir gözlemci olsa da bu gözlemleri dışa dönüktür. Eleştirdiği tiplerden hiçbir farkı olamayan bu avare tip, Garip şiirini yaşayan ve yaşatan isimsiz kahramanlardan biridir. Okur daha ilk birimde ironiye kendini kaptırır. Hiç kuşkusuz insanın işi gücü vardır ancak şiirdeki kahramanın işi parka gidip oturmaktır. Kendince bir iş olarak gördüğü bu eylem, "boş" ile ilgili birçok şeyle betimlenebilir. Boş zaman, boş iş, boş adam vb. Şiirin esas düğüm noktası kendince işi olan kahramanın, işsiz güçsüz hatta gereksiz bulduğu boyacıyı içinden paylamasıdır. Şiir boyunca kahramanın dışa dönük dünyasını gayet açık bir şekilde yansıtan şair, bu

vurdumduymaz tipin iç dünyası hakkında herhangi bir şey demez. Okur, şair hiçbir şey demese dahi şiirdeki kahraman hakkında çok net çıkarımlarda bulunabilir.

Garip şiirinin duyarlılıkla üzerinde durduğu avare tipler, toplumun aynasıdır. Yaşadıkları dönemi yansıtan Garipçiler açısından büyük şehirlerde özellikle de İstanbul'da sık sık rastlanan derbederler, sarhoşlar hatta evsizler şiirin malzemesi olmalı, şiir evi, kapalı kapılar ardındaki duyguları değil, sokağı anlatmalıdır.

2.1.3.3. Oktay Rifat'ın Şiirinde Uygulama

Eski şiirin sevmediği hatta sevemediği gariban takımını çok seven yeni şiir, Garipçiler eliyle kitlelere kitleleri anlatmak için çabalar. Garip'in pazarda, bankada, fırında gördüğü, tanıdığı, hissettiği tipleri yansıtmasıyla bambaşka bir atmosfere giren Türk şiiri prangalarından kurtulur. Şiirin artık hedef kitlesi değişmiştir. Oktay Rifat ulaşmak istedikleri hedef kitleyle ilgili olarak “Yeni şiir, eski şiirin kaybettiği veya kendisine kari yapmaya muvaffak olamadığı geniş kitlenin zevki üzerinde kurulacaktır.” der (Özcan 2002: 98). Şairin bahsettiği bu geniş kitleden memur olan bir karakter "Tecelli" şiirinde karşımıza çıkar:

"Nedir bu benim çilem Hesap bilmem

Muhasebede memurum

En sevdiğim yemek imam bayıldı Dokunur

Bir kız tanırım çilli Ben onu severim

O beni sevmez." (B.Ş., s. 51)

En içten duygularıyla kendini tanıtan bu tip, olağan beklentileriyle sokaktaki herhangi biridir. İmambayıldı, muhasebedeki memuriyet, aşık olunan çilli kız bir taraftadır; hesap bilmeme, imambayıldının dokunması ve kızın aşkına karşılık vermemesi de diğer tarafta. Garip şiirinin genel görünümünü yansıtan bu dizelerde samimiyet ve doğallık okuyucuyu adeta büyüler. Şairin böyle sıradan bir tipe karşılık alaylı bir üslupla betimlediği bir başka tip de "Benim Yarim" adlı şiirde karşımıza çıkar:

"Benim yârim iki dirhem bir çekirdek Hoppa mı hoppa

Rakı içer Kadeh kırar

Benim yârim sırasında benden hovarda Kavuniçi mendil

Markalı çanta

Benim yârim çıtkırıldım

Benim yârim alafranga " (B.Ş., s. 49)

Rakı içip kadeh kıran bir sevgilisi olan söyleyici, hovardadır ancak sevgilisi kendisinden daha hovardadır. Bu hovardalık Garip'in hemen hemen tüm tiplerinde az çok vardır. Bu şiirde ironik bir üslupla zengin muhitlerin görmemiş tiplerinin yergisi ön plandadır. Şiirde portresi çizilen kadın, genel seyir açısından Garip'in dışında biridir. Sokaktan zengin muhite açılan bu dizeler, bu açılımı ironi ile sağlamıştır.

Garip'le birlikte çarşıdan devlet dairesine, fırından otobüse, pazar yerinden deniz kıyısına değin şehrin hemen her yerine inen şiir, şehirden herkesi en doğal yanıyla yansıtır. Kurallar uğruna şiirle bağdaşması olanaksızlaştırılan simitçi ya da yırtık potinler, Garip'le birlikte olması gerektiği gibi şiirdeki yerini alır. Garip şiiri; renkli hayalleri değil, sevgilisini koluna takıp çamurlu sulardan kaçmaya çalışan varoş insanının durumunu anlatır.