• Sonuç bulunamadı

BULGULAR VE YORUMLAR

4.1. SÖYLEM DÜZLEMİ

4.1.1.1.3. SÖYLEYİŞTEKİ SUSUŞLAR, DURAKLARIN DÜZENİ

Söylem dilinde sanatsallığı ve edebîliği belirleyen diğer bir unsur ise söyleyişteki susuşlar, kesintiler ve durakların düzenidir. Dilin sanatsal işlevi söz konusu olduğunda söylem düzleminde yer almayan sözcüklerin de estetik ve anlamsal bir rolü vardır. Sevgiliye uzun boylu demek onun aynı zamanda kısa olmadığını da söylemektir. Taşa kara, güle kırmızı dendiğinde dilbilimsel olarak her bilinçli seçme işlemi, seçilen unsuru diğerlerinden ayırır ve onu belirgin kılar. Renkler arasından birinin seçilmesi diğerlerinin seçilmemesi demektir. Bu bakımdan sanatsal söylemde belirli sözcüklerin yer alıp bir kısmının yer almaması aynı zamanda şairin edebi tercihinin bir sonucudur ve şiirlerin estetik değerini belirlemede önemli bir ölçüttür. Susuşlarla, söylemde meydana getirilen estetik boşluklar anlatıma güç katar. Sanatsal söylemde susuşlardan kaynaklı

estetik etki yaratma işlevi sadece söylem düzlemini değil anlam düzlemini de ilgilendirir. Susuşlar ve kesintiler bu sebeple hem biçim hem de içerik düzlemiyle ilişkilidir. Bu konuda Pospelov:

“ Söyleyişteki susuşlar, sesli ifadede, tümcelerin veya tümceler içindeki anlamsal birimlerin birbirinden ayrılmasını sağlayan kesintiler, duraklardır. Tümcenin veya anlamsal bir birimin bileşenleri olan tekil sözcükler, susuşlarla birbirinden ayrılmazlar, tersine bir arada söylenirler ve yalnızca anlamda kendilerini belli ederler. Günümüzde metinlerde susuşlar nokta,virgül, iki nokta üst üste vb. noktalama işaretleriyle belirtilmektedir. Ancak canlı sözlü konuşmada öyle susuşlar yapılır ki, bunlar gene bir sözcük grubunu ötekileden ayırdıkları halde, metin içinde noktalama işaretleriyle belirtilmezler. Bu seslendirme susuşlarının bazıları, bir tümcenin mantıksal anlamını açıklaştırmaya hizmet ediyor. Örneğin biz tümce içindeki büyükçe sözcük grupları hem özneyle ve hemde yüklemle bağıntılıysa, bu gruplar, metinde ayrıca noktalama işareti konmaksızın, açıkça algılanabilecek susuşlarla birbirinden ayrılır. (…) söyleyişteki susuşla, seslendirmenin çok önemli bir yanını oluştururlar. Susuşlar olmaksızın anlamlı bir söylem olamaz. Susuşların yanlış düzenlenişiyse söylemin anlamını çarpıtır, değiştirir.” (Pospelov,2005:388-389)

Pospelov susuşların estetik işlevini açıklarken noktalama işaretlerinin de susuş ya da durakları düzenlemede belirleyici olduğunu ekler. Mesela müzikteki senyo işareti, koyulduğu yere kadarki kısmın tekrar seslendirilmesi gibi anlamsal ve biçimsel bir işlev üstlenmektedir. Divan şiiri metinlerinde noktalama işaretleri kullanılmamış olmasına karşın izâfet kesresi, nisbet î’si, vâv-ı mâdûle, esre, ötre, kesre, şedde vb. gibi bazı yapısal okutucu/yardımcı unsurların şiir dilinde bugün noktalama işaretlerinin sağladığı anlatımı düzenleme işlevini yerine getirdiği söylenebilir.

Söyleyişte kesintiyi meydana getiren diğer bir teknik öğe de arūz vezninin tefileleridir. Birbirinin tekrârı tefilelerin kullanımı (muttarîd), ya da hece sayısı bakımında eş iki parçaya bölünebilen tefilelerden oluşan arūz kalıpları (musammat) söyleyişteki kesintileri, susuşları, durakları kullanarak estetik bir etki yaratmada şaire yardımcı olan öğelerdir.

Sözcük türleri bakımından cümlede anlam oluşturma konusunda aslî unsur olmayan yardımcı öğeler (edat, bağlaç, diğer cümle dışı unsurlar) de, söyleyişte durak ve kesintileri şiirsel sözdizim içerisinde oluşturmada önemli görevler üstlenirler.

Türk diline Farsçadan giren (ki) li birleşik cümle yapısı divan şiiri sözdizimi içerisinde sıkça kullanılmış, cümle içerisinde bağlayıcı unsur olmakla birlikte, bilinçli biçimbirim (bağlayıcı eklerin tamamının kullanılmaması, tamlayan eki, kişi eki, kiplik ekleri gibi) eksiltmeleri yoluyla belirsizliğe yol açmış, sözdizimdeki bu bilinçli şiirsel deformasyon anlam genişliği yaratmada yardımcı bir işlev görmüştür.

Söyleyişte susuş, kesinti ve durakların düzeni yoluyla anlatımda estetikliği yakalamak için Şeyh Gālib; ki, kim, ammâ bağlacı, koşul-şart, istek- dilek kipleri, seslenmeler, olumsuzlama, eşlik-denklik-paralellik ifadeleri, tanım cümleleri ve diğer unsurlar olarak adlandırılabilecek öğelerden yararlanmıştır. Bu kullanımlar şu şekilde gösterilebilir:

Ki ve kim bağlacı yoluyla yapılan söyleyişteki kesinti ve duraklar:

Bir âşıkız ki rûy-ı dil-i ârâya hasretiz

Bir jâleyiz ki gonce-i ranâya hasretiz (117:1)

Şâirin, aşkının yüceliğini ve büyüklüğünü etkili bir şekilde anlatmak için söyleyişte durakları kullanmayı tercih ettiği bu beyitte, şâir sevgilisinin yüzünü görme isteği ile goncaya özlem duyan çiğ tanesi arasında paralellik kurmaktadır. Her iki dize de, ikişer cümleden oluşan ki’li birleşik cümlelerdir. Şair, her iki dizenin ilk kısımlarında da bir nefes alımı kadar zaman boşluğu bırakmış, söyleyişte susuş olduğuna işaret etmiştir. 14 heceden oluşan beytin durak noktaları ile veznin 7+7 heceden oluşan biçimsel yapısı da uygunluk göstermektedir.

Âb-ı hayât sohbet-i ahbâbdan cüdâ

Metinlerarası özellikler gösteren bu beyitte (117:6) ise şâir hayat dostları (can dostları)nın sohbetinden ayrı düşmüş olması durumunu denizden, dalgalardan uzak kalmış balığın durumuna eşdeğer tutumuştur. İlk dize bir solukta okunabilir olmasına rağmen ikinci dizede meydana gelen kesinti dikkat çekicidir. Ki bağlacı burada Mâhileriz ve lücce-i deryâya hasretiz şeklindeki iki ayrı cümleyi birbirine bağlamaktadır. Sözdizimsel olarak vurgulu ifâde, ikinci dizenin son kısmına istiflenmiştir ve bu etkileyiciği sağlayan, beytin hazırlanış kısmı ile asıl sanatsal kısmını (lücce-i deryâya hasretiz) birbirinden ayıran ki bağlacıdır.

Cümleten eşyâ nidâ-yı küniden olmuş âşikâr

Gûş-ı hûşu nâya ver kim sırr-ı ihyâdır semâ (153:6)

Ki bağlacı ile dudak ünsüzü olan m sesinin birleşmesinden oluşan kim sözcüğü, soru zamiri olarak da işlev görmektedir. Şâir, kim sözcüğünü beyitte hem insan kavramının belirsizliğini vurgulamak hem de anlatımda estetik etkiyi artırmak için kesintiyi oluşturacak bir biçimde, bağlaç olarak kullanmıştır. İnsan- ı kâmil olma yolunda ilerleyen ham insanı simgeleyen ney’e tüm insanların kulak vermesinin öğütlendiği tasavvûfî/didaktik beyitte, insan kavramının sayıca çokluğunu ve belirsizliğini de yine kim bağlacı ve soru zamiri sağlamaktadır.

Dil ki sengîn ola işler mi gam-ı mûy-ı sefîd

Ne kadar bî-hûdedir penbe-i dimâg-ı yâkût (24:9)

Gönlün nasıl olması gerektiğinin vurgulanmak istendiği bu beyitte (24:9) ise şâir, ilk dizenin başında ki bağlacını kullanmakta ve meydana getirdiği duraksama yoluyla vurguyu ki’den sonra gelen sengîn ola ifâdesine çekmektedir. Örneklem gazellerde tespit edilen söyleyişteki susuşlar, kesintiler ve duraklar anlamca bağlı bulundukları sözcük ya da sözcük öbekleri ile birlikte (/) işaretiyle beyitlerde gösterilmiştir.

Rehdân-ı gayb-ım öyle ki / ankâ-yı ahşetin Arz-ı refâkat etdigi meşhûrdur bana (1:5)

Öyle bir ankâ-yı manâyım ki/ sayda tab’ımı Şâh-ı endîşem hümâ-yı şâhbâz eyler bana (5:2) Kalbim ol âyine-i vahy-irtisâm-ı aşk kim/ Tûti-i Cibrîli dest-âmûz-ı râz eyler bana (5:3) Gālibim ol kahramân-tab’ım ki/ ben rûh-ı Fehîm Havf edip bin dürlü vaz’-ı dil-nüvâz eyler bana (5:5) Çâre-reslik gamzeye kânûn-ı hikmetken yine

Ben demem ki/ Gālib-i nâçâra etmez iltifât (25:7) Bütân kim/ secde-i ebrû-yı matlûb eylemişlerdir/

Bizi hem deyre hem mihrâba mensûb eylemişlerdir (46:1) O Yûsuf-pîrehenler hayf kim/ pinhân olup dilden

Bu mirâtüs-safâ-yı/ çeşm-i Yakûb eylemişlerdir (46:2) Ererler nutk-ı Mevlânâ ile iksîr-i ma’nâ-ya

Gedâlar kim/ ümîd-i feyz-i Zerkûb eylemişlerdir (46:6) O bahr-i cezbede kim/ gönlüm ıztırâba gelir

Güher derûn-ı sadefden çıkıp habâba gelir (50:1) Döner sahîfe-i Erjenge bâliş-i hıştım

Gehî ki/ cilve-i nâzı hayâl-i hâba gelir (50:2)

Riyâz-ı reng-i cemâle gider bu hûn-ı sirişk O râhdan ki/ geçip bûy-ı gül gül-âba gelir (50:4) Edeble dâmen-i zülfün öper gelip bir bir

O fitneler ki/ şeh-i hüsne intisâba gelir (50:6) Olur ne mısrâ-ı bercestelerde sekte bedîd

Hatı ki/ kâfile-i müşkdür anın Gālib

Diyâr-ı Çîn ü Hıtâdan reh-i savâba gelir (50:8) Tutmuş o kadar zencîr-i ta’alluk kim/

Ser rişte-i bî-kaydı dîvânede kalmıştır (59:4) Çemen bir allı yeşilli kumâş-ı dîbâdır

Ki/ târ ü pûdu reg-i ebr-i dest kâr-ı bahâr (104:6)

Biz kim/ hatîb-i minber-i dâra camâ’atız

Mecnûn olur namâz u niyâza imâmımız (110:6) Kurduk o rütbelerle şikâr-ı merâmı kim/

Yek-pâre çeşm ü destdir endâm-ı dâmımız (110:7) Divâne-i sahrâ-rev-i pür-cûş u hurûşuz

Minnet o Hûdavende ki/ bî-minnet-i hûşuz (121:1) Bir hâne kim/ binâsı ola âh u eşkden

Yazık o âb u renge o nakş u nigâra yûf (160:5) Sûr-i arûs kim/ ola mâtem netîcesi

Pûf şem’-i bezme meş’ale-i şu’le-dâra yûf (160:8) Tekrarlarla şübheleri dâniş anlama

Gel ârif ol ki/ marifet olsun tecâhülün (180:4) Vardık der-i saâdetine yâri görmedik

Girdik behişte hayf ki/ dîdârı görmedik (186:1) Gitdik sipihr-i çârüme dek çâre-hâh olup Derdâ ki Îsî-i dil-i bîmarı görmedik (186:2)

Zâhid o meh-veş pür-nûrdur kim/

Ey hôş ol mest-i mahabbet kim/ humâr-ı aşkdan Bir kadeh meyle degişmiş küfrü de/ îmânı da/ (280:2) Öyle bî-hûş eyledin âzâr ile kim tab’ımı

Gelmez oldu bir dahı lutf-ı kelâmın yâdıma (287:2) Ol çerâğ-ı lâle-i derdim bu gülzâr içre kim/

Âşiyândır sîne murg-ı dâg-ı mâderzâdıma (287:4) Nice gümgeşte olmaz sâlikân-ı deşt-i vahşet kim/ Serâ-yı âlem-i gayba çıkar/ şeh-râh var dilde (293:4) O zamân ki/ bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdü (311:2) Geçdi o dem ki/ mey-pür-hurûş idi

Sâgar sadâ-yı kulkul-i mînâya gûş idi (318:1) Ol bezme meh ki/ şem’-i şebistân-ı çarhdır Bir âteşin gülruh-ı kâküle-be-dûş idi (318:4) Bir bî-emân şûh-ı perî-zâd idi o kim/

Müjgân-ı çeşmi âfet-i saff-ı sürûş idi (318:6) Düşmez sana kim/ şebnem bâlâ-rev-i mihr oldu

Ey gonçe senin gûyâ berg-i seferin yok mu (323:5)

Ammâ edatı yoluyla:

Osmanlı Türkçesinde ama edatının iki farklı söylenişi ve yazılışı söz konusudur. Anlatımda lâkin, velikin, velâkin, ammâ velâkin, bununla birlikte, bunun yanı sıra vb. gibi anlamsal kullanım değerlerine sahip bu edat, söylenilen bir ifâdenin paralelinde yine ona anlamca alternatif başka bir ifadeye göndermede bulunmak için kullanılır. Tam bir zıtlıktan ziyade ifade edilen kavram ya da düşüncenin bir paraleli ve başka türlüsü, bu edat yoluyla ifâde edilir. Şeyh Gālib’de, ammâ edâtının yukarıda belirtilen kullanım değerlerinden

(anlambilimsel olarak anlambirimciklerinden) yararlanmış, söyleyişine estetik bir değer katmış, meydana getirdiği bu bilinçli kesinti/duraksama ile iki farklı fikri bir beytin içerisine sığdırmayı başarabilmiştir.

Çeşm-i âteş pâre ammâ/ çeşme-i âb-ı hayât

La’l-i cân-bahş-ı bütân sûz ü güdâz eyler bana (5:4)

Bu beyitte göz, hem ateş parçası gibi kızıl kana boyanmış, hem de ölümsüzlük suyu kadar can bahşedici olarak tasvir edilmiştir. Bu da göz kavramı üzerine sunulan iki alternatif anlamı belirginleştirdiği gibi okuyucu/dinleyicinin zihninde kısa bir duraksamaya yol açarak anlatıma estetik bir değer katmıştır.

Şîr ü şekkerdir Celâliyle Cemâl ammâ/yine Merd-i vahdet subha-i zünnâra etmez iltifât (25:6)

Tanrı’nın Celâl ve Cemâl sıfatı, yani birbirine zıt iki sıfatı birbiriyle süt ve şeker gibi karışmış, iç içe geçmiştir. Ammâ ( fakat, buna rağmen ) birlik eri, vahdet yolunun yolcusu ne tesbihe ne de zünnara (papaz kuşağı)na iltifat eder. Ki ekinin burada da yine anlamsal zenginliğe yol açacak biçimde kullanıldığı görülmektedir. Diğer beyitlerdeki kullanımlar da yine söyleyişte kısa bir duraksamaya yol açmakta, söylenmek istenen paralel/ alternarif ifâdeyi ilk ifadeden ayırmakta, bu yolla sanatsal söylemi etkili kılmaktadırlar.

Ne yapsın tavrını bozmadı ammâ/ bozdurup âhir Güzeller Gālib-i nâ-çârı mağlûb eylemişlerdir (46:5) Mirâtıyız ol mâh-ı perî-sûretin ammâ/

Gam-hânemize gelse dahi bî-haberiz biz (107:4) Manâ gibi bir beyte güncîdeyiz ammâ/

Gezmekde ağızdan ağıza derbederiz biz (107:9)

Koşul/şart kipi eki yoluyla:

Tıfl-ı dilimiz kâgıd-ı bâd oynu dilerse/

Târ-ı nazarı çetr-i felekden kaseriz biz (107:11)

Gönül çocuğumuz eğer kağıd oyunu dilerse, biz nazar saçını (karanlığını) felek şemsiyesinden keseriz, diyen şair, farâzî bir durumu ortaya koymaktadır. Şart kipinin burada yol açtığı duraksama, okuyucuyu bir varsayıma (varsayalım ki, düşünelim ki vb.) sevketmektedir. Diğer kullanım örnekleri:

Gencînen olsa/m vîrân edersin

Âyînen olsa/m hayrân edersin (238:1)

Ey çeşm-i cihân-peymâ hîç eşk-i terin yok mu Tûfân-ı mahabbetsin yohsa/ güherin yok mu (323:1)

Dilek/İstek Kipi Yoluyla:

Örneklem gazellerde tespit edilen söyleyişte susuş ve kesintiye yol açan bir başka kullanım şeklide istek/dilek kipli kullanımdır.

Dil ki sengîn ola işler mi gam-ı mûy-ı sefîd Ne kadar bî-hûdedir penbe-i dimâg-ı yâkût (24:9)

Seslenme yoluyla:

Gālib’in şiirlerinde vermek istediği yargılar arasındaki anlamsal duraklamaları oluşturma şekillerinden diğer birisi de seslenme/nidâ’dır. Koşul/şart kipinin de birlikte kullanıldığı aşağıdaki gazelde (65) ise şair (ilk anlam tabakasında) sevgilisine (beyit tasavvûfî manada düşünecek olursa, bu sevgili bir mürşid, Mevlânâ ya da Hz. Muhammed de olabilir) efendimsin! diye seslenmekte, sevgilisinin kendisi için ne ifade ettiğini vurgulamak istercesine söyleyişte bir susuş yardımıyla bunu ortaya koymaktadır. Birbirine paralel şekilde iç içe geçmiş anlam tabakalarından oluşan bu gazelin diğer beyitlerinde şair, sevgilisine yüklediği anlamları derece derece açımlamakta, kısa süreli duraklamalar yoluyla adeta sevgilisine dinlene dinlene yalvarmakta, ona serenâd

yapmaktadır. Gazel bu şekilde okunduğunda beyitler arasındaki durak noktaları daha belirgin bir biçimde kendisini gösterecektir.

Efendimsin /cihânda itibârım varsa/ sendendir

Meyân-ı âşıkânda iştihârım varsa/ sendendir (65:1) Benim feyz-i hayâtım/ hâsıl-ı rûh-ı revânımsın

Eger sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir (65:2) Veren bu sûret-i mevhûma revnak reng-i hüsnündür Gülistân-ı hayâlim/ nev-bahârım varsa sendendir (65:3) Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde/

Ger ey mihr-i münevver/ âh u zârım varsa/sendendir (65:4) Senin pervâne-i hicrânınım/ sen şem’-i vuslatsın/

Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir (65:5) Şehîd-i aşkın oldum /lâle zâr-ı dâgdır sînem

Çerâg-ı türbetim /şem’-i mezârım varsa sendendir (65:6) Gören serkeştelikde gird-bâd-ı deşt zanneyler

Fenâ-ender-fenâyım/ her ne varım varsa sendendir (65:7) Niçin âvâre kıldın gevher-i galtânın olmuşken/

Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir (65:8) Şafak-tâb eyledin peymânemi hun-âb ile sâkî/

Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa/ sendedir (65:9) Sanadır ilticâsı Gālib’in/ yâ Hazret-i Monlâ/

Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir (65:10)

Olumsuzlama yoluyla:

Olumsuzluk ifade eden sözcükler ya da ekler, anlatımı edebileştiren öğelerdendir. Sürekli olumluyu anlamlamaya odaklı çalışan insan zihninde,

giden ifadenin biçim ve içerik düzleminde yönünü değiştirmek, okuyucunun bu yolla ezberini bozmak ve dikkatini çekmektir.

Revgān-i gülle degil nûr-ı çerâğ-ı yâkût Bâde-i reng-i hınâ tutmaz ayağ-ı yâkût (24:1)

“Yakut kadehinn parlaklığı gülyağı ile değildir; kadeh kına renkli şarabı tutmaz.” diyen şair okuyucunun şarap ve renk konusundaki düşüncelerini tersine çevirmek ister. Bu şekilde yerleşik düşüncelerin tersini söylemeye çalışır.

Mey degil âteş-i ruhsârdadır gözlerimiz

Ceyş-i pervâneye cây olamaz ocağ-ı yâkût (24:2)

Olumsuz bir ifadeden sonra zihinsel denge durumuna ulaşmak isteyen insan aklı, doğrusu nedir? gibi bir soruyu kendince sormakta; olumsuzun, yanlışın doğrusunu öğrenerek denge durumuna ulaşmaya çalışmaktadır. Yeni bilgilerin işlenmesi ve yanlışların düzeltilmesi de bu şekilde olmaktadır. Şair de gözünün meyde olmadığını önce söylemekte, söyleyişte kısa bir susuştan sonra merak unsurunu tetiklediği okuyucu/dinleyicide Peki gözün gönlün nerede? sorusuna cevap mahiyetinde Sevgilinin ateş gibi kızıl yanaklarındadır diye cevaplamakta, böylece söyleyişteki duraksamayı estetik bir amaca hizmet eder biçimde kullanmaktadır. Diğer örnek ise:

Sadef degildir eder çâk zehre-i bahrı

Figân-ı aşk ile ebr-i güher-nisâr-ı bahâr (104:3)

Tanım cümleleri yoluyla:

Şâirleriz / alâka-i dildir kelâmımız

Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız (110:1)

Şeyh Gālib’in söyleyişte susuş, kesinti oluşturmak ve böylece anlatımına etkililik kazandırmak için uyguladığı bir başka yol tanım cümleleri kullanmaktır. İfadesine (110:1) şairleriz diye başlayan Gālib, asıl uğraşının şiir olduğunu belirtir ve şiir yazmayı da bir ipliğe inci dizmek kadar zor, sanatsal ve zahmetli olduğunu söyler. Şair aslında burada sanatsal söylemini oluştururken dilin seçme

ve birleştirme eksenlerinden yararlandığını dolaylı yoldan anlatmaktadır. Zira Gālib, gazellerini oluştururken ilk planda mazmun havuzu ve benzetmelikler sözlüğü olarak nitelendirilebilecek gelenek unsurları arasından bir seçme işlemi gerçekleştirmekte, sonra bunları şiirsel sözdizim içerisine yeni biçimlere yerleştirmektedir. Yaptığı işlem aynı zamanda mazmunların yerleşik kullanım değerlerine yenilerinin eklenmesi de sayılabilir.

Diğer unsurlar:

Bu başlık altında ise söyleyişte durak, kesinti ve durakların yerleştirilme biçimleri konusunda şairin yaptığı farklı kullanımlar örneklendirilmiştir.

Şayet ifâdesi alttaki beyte (128:3) liyakat beklentisi anlamı katmakta, bu bekleyişin doğurduğu merak ve heyacan da, söyleyişte susuş ve kesintiye neden olmaktadır. Şayet’ten sonra gelen sessizlikte şâir, en azından olumlu bir tavrı hak ettiğini söylemektedir.

Şâyeste / degilsek de tecellî-i cemâle/

Vâdî-i tekellümde sezâvâr-ı hitâbız (128:3)

Alttaki iki beyitte de yine gûyâ ve gûyiyâ ifadelerinin söyleyişte yarattığı duraksamalar, şiirin anlatım düzlemine farklı estetik bir hava katmaktadırlar.

Çekmiş ebrûların etrâfına nakkâş-ı kazâ

Gûyiyâ perde-i mihrâb-ı tevekküldür zülf (161:7)

Yûsuf-ı hüsne Züleyhâ-yı hevesden gûyâ/ Dâmen-i ârıza bir dest-i tetâvüldür zülf (161:9)

Gerçi ifâdesi ise, artık gerçekleşmiş, geri döndürülemeyecek bir durumdan okuyucu/dinleyiciye bahsetmekte, şair için durumun sanıldığı kadar da kötü olmadığı anlamını yine beyte yüklemektedir.

Zemîni tâzeledi feyz-i hâme-i Gālib

(Bahar hakkında eskiden beri şiirler yazılmaktadır, bu güzel ve eski bir adettir.) şeklindeki varsayım ve ön kabulden bahseden şâir, durumun böyle olmasına rağmen bu âdete kendisinin yeni ve güzel şeyler kattığını söylemektedir. Şairin özgüvenini yansıtması bakımından da ilgi çekici olan bu beytitteki iki yargı arasındaki sessizliğin ve kesintinin sebebi egerçi ifâdesidir. Alttaki beyitte de eş maksatlı bir kullanım göze çarpmaktadır:

Eylemiş gerçi/ muhayyer anı kânûn-ı havâ

Tel kırâr dil-beste-i zülf olmasın dem-sâz-ı aşk (169:4)

Şairin söyleyişte kesintiyi ve boşluğu oluşturmak için denediği bir başka nokta soru cümlelerinin vurgulu kullanımıdır. (186:7)

Gālib ne hânde kaldı bizim arz-ı hâlimiz/ Dîvân-ı aşka geldik/ hunkârı görmedik (186:7)

4.1.1.1.4. MANTIK, HEYECAN VE RİTME AİT VURGULAR