• Sonuç bulunamadı

HARF KULLANIM SAYISI B

4.1.2.4. EŞ ANLAMLI, YAKIN ANLAMLI KELİMELER,

Klasik Türk edebiyatındaki sözcük kullanımlarına bakıldığında eş anlamın ya da yakın anlamın sözcük seçiminde estetik etki yaratma konusunda belirleyici olduğu görülecektir. Türkçe, Arapça ve Farsça gibi üç zengin dil üzerinde şekillenen bu edebiyat geleneği, eş anlamlı kelimeler konusunda sıkıntı yaşamamış, çok dilliliğin avantajından yararlanarak aynı sanatsal içeriği, kavram alanını, imgeyi ya da imajı ifade etmeye yarayan farklı dildeki sözcükleri şiirsel sözdizim içerisine yerleştirmiştir. Aynı dile ait yakın ya da eş anlamlı sözcüklerin tekrarından doğabilecek yavanlığı gidermenin yollarından birisi olarak farklı dillerdeki eşanlamlılık olgusu divan şiirinde kendisini göstermiştir.

Öyle bir ankâ-yı manâyım ki sayda tab’ımı Şâh-ı endîşem hümâ-yı şâhbâz eyler bana (5:2)

Eş anlam: (f.) Hümâ ve (a.) ankâ kuşu aynı mitolojik- efsanevi kuşun farklı dillerdeki karşılıklarıdır

Divan şiirinde kuş imajının belki de en önemli örneği olan Hümâ ve onun özellikleri yoluyla yaratılmak istenen sanatsal etki, iki farklı dildeki karşılığıyla bu beyitte kendisine yer bulmuştur. Gālib, ardı ardına Hümâ ya da Ankâ demek yerine Farsça olan Hümâ ve Arapça kökenli Ankâ’yı aynı beyit içerisinde kullanmış, böylece eş anlamlılığı şiirsel söyleminde etkin kılmıştır.

Farklı diller arasında durum böyleyken aynı dil içerisinde tam anlamıyla bir eş anlanlılıktan söz edilemez. Şiirsel sözdizim içerisinde bazı kullanımlar yer değiştirebilir olsa bile farklı kullanımlarda aynı durum söz konusu olamaz. Ak ve beyaz aynı içeriği ifade eden iki farklı biçim gibi görünürler Ak saçlı ya da Beyaz saçlı. Bunların sözdizim içerisindeki yerleri değişirse, anlamları da değişir. Ak akçe kara gün içindir yerine Beyaz akçe kara gün içindir veya Beyaz atlı prens yerine Ak atlı prens denemez. Bu örneklerde       

12Eşanlamlılık (Alm. Synonymie, Fr. Synonymie, İng. Synonymy). İki ya da daha çok sayıda

göstergenin aynı anlama gelme, ayrı gösterenlerin ayı gösterileni belirtme özelliği. Örneğin siyah ve kara birçok bağlamda eşanlamlılık gösteren öğelerdir. Eşanlamlılık çoğu kez salt nitelikli olmaktan uzaktır, bu nedenle özdeşlikten çok, anlamca yakınlık belirtir. Çünkü aynı bağlamda hiçbir anlam ayırtısı getirmeden birbirinin yerini alabilecek göstegeler az sayıdadır. Vardar, A.g.e. Syf. 94

görüldüğü gibi anlamda değişiklik meydana gelmekte söylem, etkisini kaybetmektedir. Eş anlam konusunda Günay şunları söyler:

“Eşanlamlılık (fr. Synonymie) tek bir gösterilenin birden çok göstereni bulunması durumu ya da aynı gösterilenin iki ya da daha çok sayıda gösterende gerçekleşmesini belirtir. Sözcüksel birimler arasında, anlamsal bir özdeşlik ilişkisi varsa eşanlamlılıktan söz edebiliriz. Söylemlerde farklı biçimler sunan ama özdeş ya da benzeri anlamı olan ve aynı biçimbilimsel-sözdizimsel konumu paylaşan sözcüklere eşanlamlı sözcükler denir. Eşanlamlılık, yazılışları (biçimleri) farklı olan iki ya da daha çok sözlüksel birim arasındaki denklik ilişkisidir.” (Günay, 2007:165)

Günay, eşanlamlılığın göstergebilimsel bir analizini yapmış, anlamsal denklik ilişkisine dikkat çekmiştir. Rıza Filizok ise Anlam Analizine Giriş isimli eserinde eşanlamlılığı, Belagât ve Retorik olarak iki farklı düzlemde açıklamıştır.

“Anlamı eş anlamlılık (synonmie) vasıtasıyla ifade etme: Bir dilin aynı nesnel (denotatif) anlama sahip olan iki kelimesi eş anlamlıdır. Bir dilde iki kelime arasında mevcut olan eş anlamlılık; sanıldığından daha ender görülen bir dil olgusudur. Dilde her anlam için ayrı bir kelime bulunması ilkesi, eş anlamlılığa sık sık rastlanmasına izin vermez. Dilde karşılaştığımız bazı eş anlamlılıklar ise, bir kelime ile bir dolaylama (ıtnab-ı makbûl) “periphase” arasında gerçekleşen (Mesela İstanbul ile Der-saadet) eş anlamlılıklarıdır. Sözlükler, çok zaman kelimenin kısmî eş anlamlılıklarını vermektedir. Eş anlamlılık genel anlamı düşünüldüğünde çok değişik dil olgularını içine alır. Aynı köke sahip eş anlamlılar vardır : “bî-his ve hissiz” gibi. Farklı kökleri olan eş anlamlılar vardır. : “okul ve mekteb” gibi. Yoğunluk farkını ifade eden eş anlamlılar vardır : “Kızmakve öfkelemek” gibi. Dil tabakalarına göre eş anlamlılar vardır : “ölmek ve vefât etmek” gibi. Arkaizm ve neolojizmden doğan eş anlamlılar vardır: “Nâzır ve bakan” gibi. Diyalektlere bağlı eş anlamlılar vardır: “edgü ve iyi” gibi. Bir kavramın erafında toplanmış, analojik eş anlamlılar vardır: “ırmak ve nehir” gibi. Eş anlamlılığın anlam araştırmalaraında çok hususî bir yeri vardır: Anlam analizinin temeli, eş anlamlılar bulmak ve türetmektir. Anlamı tahlil yahut analiz etmenin bilinen başka bir yolu da yoktur. Bundan dolayı anlam bilimciler bu kavram üstünde ısrarla durmaktadırlar. Eş anlamlılık “ x, y’dir” içerme formülüyle ifade edilebilir. Bu formül (hyponyme) iki kelime tarafından belirlenmiş sınıflar arasındaki (inclusion) münasebetini ifâde eder: “Çeşm,

gözdür” gibi.Eş anlamlılık nesne ilişkisi göz önünde tutulunca daha karışık bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Eş anlamlılık, hem üst dil ile ilgili hem bunun dışında ele alınabilir.bunu aıklamak üzere Pottier’in Le Langage’ındaki örneği verelim: “X, anlamlı bir birim olsun, aynı anlamı taşıdığını kabul ettiğimiz bir diğer anlamlı birime de Y diyelim: X, Y ile aynı anlama sahiptir”. (Bizzat işaretlerden bahsediliyor )diyerek yahut “ X yahut Y bunlar aynı şeydir.” (Ayrı nesnelerden bahsediliyor) diyerek eş anlamlılık kurmak mümkündür. Üst dil metodu, yani birinci formül anlam bilimi mensuplarının kullandığı yoldur ve bu durumda yapılması gereken şey sadece eş anlamlılığın ispatıdır. Yani bu iki kelimenin aynı anlama gelip gelmediğinin tespitidir. Diğer metod, farklı biçimde isimlendirilmiş şeyler arasında basit bir aynîlik ilişkisi üzerine oturur, bunun ispatı daha kolaydır. Birincisinde kavramların eşitliği, ikincisinde söz konusu şeyin aynîliği söz konusudur. Bunu yine Pottier’in Le Langage’dan aldığımız şu örnekle açıklayalım : Mesela dokuz sayısı ile “gezegenlerin sayısı” nın “aynı şey” olduğunu, aynı göndergeye sahip bulunduğunu farz edelim, dokuz sayısı ile “gezegenlerin sayısı” yine de eşanlamlı değildir; gerçekten onlar eş anlamlı olsalardı bütün kullanışlarında birbirlerinin yerini alabilirlerdi. Meselâ şu cümleleri göz önünde bulunduralım: “ O gezegenlerin sayısını biliyordu. O gezegenlerin sayısını araştırıyordu. O gezegenlerin sayısını değiştirmişti.” Son iki örnekte “dokuz sayısı” bir an için kabul ettiğimiz eş anlamlılığını kaybetmiştir. Bu mesele cümle seviyesinde de karşımıza çıkmaktadır. Meselâ “O çalışmasını bitirmedi.” Ve “ O halâ çalışmaktadır.” Cümleleri “aynı şey” i ifade etse bile onların aynı anlama geldiği söylenemez. “Mehmet Ahmet’i dövdü.” Cümlesiyle “Ahmet, Mehmet tarafından dövüldü” cümlelerinin eş anlamlılığı da şüphelidir. Bu tip sentaks eş anlamlılığına dayanan dönüşümcü dilbilgisinin cümle çevirme kuralları da şüpheli bir eş anlamlılık fikrine dayanır.” (Filizok, 2001:125-126)

Gālib’in örneklem gazellerinde tespit edilen eş anlamlı ifadeler, söylemi etkili kılmak, gereksiz sözcük tekrarından doğan monotonluğu gidermek, farklı dillerdeki yakın ve eş anlamlı kelimeler aracılığıyla estetik/sanatsal bir dil meydana getirmek için kullanılmışlardır.

Eşk-i çeşmimle kızıl kana boyandı dünyâ

Meh ü mihri felegin çeşme-i hûn oldu bana (7:2)

Örneğinde de insanın vücudundaki kırmızı hayati sıvı gösterilenini ifâde eden Türkçe Kan ve Farsça Hûn göstereni aynı beyit içerisinde kullanılmıştır.

Şair: Gözyaşlarımla dünya kızıl kana boyandı, gökyüzünün ayı ve güneşi bana kan çeşmesi halinde görünüyor demektedir.

Âhır düşüp hasârete bir gün baka kalır Ehl-i fenâya her kim ederse fenâ nazar (64:3)

Şiirsel sözdizim içerisinde eş anlam ve yakın anlamlı sözcük kullanımı her zaman isim türünde meydana gelmemektedir. Yukarıdaki beyitte (64:3) şair bu kez yakın anlamlı fiilleri bir arada kullanmıştır. Bakmak ve nazar etmek, birbiriyle aynı içeriği ifade eden iki farklı dile ait fiillerdir. Örneklem gazellerde tespit edilen eş anlam ve yakın anlamlı sözcük kullanımları aşağıda sırasıyla gösterilmiştir:

Öyle bir ankâ-yı manâyım ki sayda tab’ımı Şâh-ı endîşem hümâ-yı şâhbâz eyler bana (5:2) Eşk-i çeşmimle kızıl kana boyandı dünyâ

Meh ü mihri felegin çeşme-i hûn oldu bana (7:2) Gālib bu şi’r-i sâfını ahbâba eyle arz

Etsin zamîr-i pâkların kîneden cüdâ (8:7)

Edenler sînesin bâg-ı mahabbet keşf-i râz etmez

Gül-i dâg-ı cefâ-yı mihr-i mektûb eylemişlerdir (46:3) Rindân-ı harâbâtın himmetleri var olsun

Gencîne-i ma’muru vîrânede kalmıştır (59:3) Tutmuş o kadar zencîr-i ta’alluk kim

Ser rişte-i bî-kaydı dîvânede kalmıştır (59:4) Her subh gelip Gālib deryûze eder hurşîd

Teh cür’a-i Monlâ kim peymânede kalmıştır (59:7) Âhır düşüp hasârete bir gün baka kalır

Şafak-tâb eyledin peymânemi hun-âb ile sâkî

Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendedir (65:9)

Açıldı bâgçe-i reng ü bûda bâr-ı bahâr

Pür etdi gülşeni hep tuhfe-i diyâr-ı bahâr (104:1) Başka âlemdir humâr-ı ayş-ı safî meşrebân

Olamaz mîna-yı gerdûn teng-dildir şîşemiz (113:5) Âb-ı hayât sohbet-i ahbâbdan cüdâ

Mahîleriz ki lücce-i deryâya hasretiz (117:6) Nigeh düzdîde ol meh tâze tarh-ı nâza yol tutmuş Aceb târâc-ı milk-i akla gamze tâze yol bulmuş (137:1) Billâh yûf bu şu’bede-i hîç-kâra yûf

Yûf kadr-i câh u tantana-i iştihâra yûf (160:1) Bâd-ı ecel ki söndüre kandîl-i cânını

Başı ucunda bîhude şem’-i mezâra yûf (160:3) Utanır görse eger hüsn ü edâsın Şîrîn

Öyle ser-tâ-bekâdem pür-edeb erkânlı güzel (202:4) Tîr-i nigehten dâg-ı derûna

Baksan ne işler seyrân edersin (238:2)

Bağlanıp zülfünde bozdum ahdi de peymânı da Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da (280:1) Merd-i bî-kayda belâ-keşlikdedir ârâm-ı dil

Yohsa çokdan terk ederdim cânı da cânânı da (280:3) Âteş-i cân-sûz-ı dil fikr-i dehân-ı dil-rübâ

Gerekdir encümen-i aşka bi-dilân-ı hamûş O bezme bülbül-i âteş-sürûd pervâne (285:2) Cünûn iklîminin yektâsı aklın kâr-fermâsı

Ana sultân-ı aşk ıtlâk olur bir şâh var dilde (293:2) Vukûfum yok bu rütbe hâhişin hayrânıyım Gālib

Gönülden de nihân bir matlab-ı dil-hâh var dilde (293:7)

Reh-i Mevlevîde Gālib bu sıfatla kaldı hayrân Kimi terk-i nâm ü şâna kimi itibâre düşdü (311:7)

Dil-sîr-i felâketsin her gece hayâliyle

Gālib aceb ol mâhın gönlünde yerin yok mu (323:6)

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere Şeyh Gālib, Türkçe, Arapça ve Farsçanın kelime kadrosunu ve bunların kullanım değerlerini çok iyi bilmekte, yeri geldiğinde bunları şiirinin içerisine yerleştirmektedir. Osmanlı Türkçesinin bu üç kültür üzerine yükselen özelliği şaire dil ve kelime kadrosu bakımından bir serbestlik sağlamış, Gālib’de bunda son derece başarılı bir şekilde yararlanmıştır.