• Sonuç bulunamadı

2.2.2. Din ve Eğitim Görevlileri, Dînî Kimlikler

2.2.3.34. Rehber

Yol gösteren kişi anlamına gelen rehber, tasavvufta mürşittir. Ayrıca, tarikate girmek isteyen kişiyi hazırlayan derviştir. Mevlevîlik ve Bektâşilikte dergâha yeni girenlere yol gösteren ve onu şeyhin huzuruna götüren kişiye de rehber denir (Parlatır 2006: 1398, Uludağ 2001: 289).

Rûhî, birlik vadisinde makama/menzile erişmek isteyen kişinin muhakkak bir rehbere ihtiyacı olduğunu söyler:

Vādi-i vaḥdetde rehbersüz yetilmez menzile Ey ḫoş ol sālik ki pìr-i úaşḳa eyler iḳtidā

G 1/2

2.2.3.35. Remmâl (Falcı)

Kendine özgü şekillerle gaipten haber veren ve bir nevi fal olan remil, önceleri parmakla kumun üzerine çizildiği için reml denmiştir. Remil ilminin esası nokta olup her iki nokta bir çizgiyi oluşturur. On altı şekil üzerinde işlem gören remilde uğurlu ve uğursuz şekiller bulunur. Eğer remilin sonucu iyi çıkarsa “beyaz düştü” şeklinde ifade edilir (Pala 2000: 329).

Ezel falcısı, âşığın sinesi üzerinde kaderini görmüş, reml noktalarından oluşan sinedeki yaralar kalmıştır:

Ezel remmälı levḥ-i sìnem üzre ṭäliúüm görmiş

Nuḳäṭ-ı remlden yir yir ḳalan ä§ärdur däġum G 765/2

2.2.3.36. Sakkâ

Türkçe’ye saka olarak geçen bu kelime, Arapça’da “su taşıyan” anlamına gelir. İstanbul’da kırbalarla evlere Kırk Çeşme Suyu taşıyan suculara denirdi. Dinî günlerde, bilhassa Muharrem ayında halka su dağıtarak para toplayan dilencilerden ayırmak için bunlara sâkî denir. Anadolu’da ise sebilci derlerdi. Sol omuzlarına musluklu kırba denilen meşin bir depo asarlar. Bunlardan biri çarşının bir ucunda, diğeri öbür ucunda karşılıklı durarak mersiye okurlar. Her fâsılada, taslara birer ikişer yudum su koyarak “Kerbela şehidi İmam Hüseyin aşkına” bu suyu halka sunarlardı. Sakalar, aynı zamanda Osmanlı ordusunda bir sınıftır (Onay 2009: 403).

Rûhî, Kerbela hâdisesini andığı bir gazelinde gözyaşı sakkâsıyla Kerbela ravzasının sulanmasını, buradaki çöp ve süprüntülerin de kirpikle süpürülmesini ister:

Ṣulayup ravżasın saḳḳä-yı eşk-i çeşmi Rūḥìnüñ Ḫas u ḫäşäkini refú eylesün cärūb-ı müjgänı

s. 171

2.2.3.37. Sarrâf

Sarrâflar; ayar, tartı gibi kuyumculuk araçlarını kullanarak para alıp satan ve aradaki bu farktan yararlanan esnaf zümresine denilmektedir. Bir tür ekonomist, muhasebeci ve bankerlik hizmeti veren sarrâflar; İstanbul’da, Anadolu ve Rumeli’de yer alan ticaret merkezlerinde çalışırlardı (Özbilgen 2007: 661).

Terazinin altın ile dolu olan her kefesi, sarrâf konumundaki sevgilinin izinin tozunu benimle tartsa diyerek gözler ve kan ağlar:

Benümle çekse ṣarräf izi tozın diyü gözlerdi Ṭolu altun ile her keffe-i mìzän ḳan aġlar G 387/6

2.2.3.38. Sâzende/Mutrib (Çalgıcı)

Sâzende, “Türk müziğinde fasıl heyeti ya da saz heyeti adı verilen topluluklarda çalgı çalan kimse” (Sözer 1986: 682) olarak ifade edilir.

Aşk çalgıcısı, öyle bir nağme ile çalmıştır ki, bu nağme güneşin parlaklığını artırmış, dünyaya ise semâ ettirmiştir:

úAşḳ säzendesi bir naġme-i pür-ḥälet ile Şevḳe ṣalmış güneşi çarḫa ḳomış gerdūnı G 1030/2

Mutrib ise sâzende ve hânende topluluğu anlamına gelir. “Türk Musikisi’nde hususî manası ise, Mevlevîhâneler’de Âyîn-i Şerîf icrası sırasında okuyan ve çalan dervişlerin heyet-i umumiyesine verilen ad” (Öztuna 1990: 85) olarak belirtilir.

Aşk meclisine girenler ney gibi inlerler, çünkü ezel meclisinin çalgıcısı âşığın kaderini bu şekilde takdir etmiştir:

Meclis-i úaşḳa giren näyveş olur nälän Muṭrib-i bezm-i ezel böyle ḳomış ḳänūnı

G 1030/3

2.2.3.39. Sehhâr/Cadı (Büyücü)

Cadı, büyücü kimsedir. Cadının büyüleri çeşitli olup kötülük, zulüm ve kan dökücülük temel özelliklerindendir. Su üzerinde durabilen cadılar ateşte yanmazlar. Süpürgeye veya küpe binerek uçabilir, rüzgâr vasıtasıyla da bir yerden bir yere gidebilirlerdi. Sevgilinin gözü, gamzesi, saçı ve ayva tüyleri cadılık özelliğine sahiptir (Pala 2000: 77).

Sevgilinin gözü, âşığı büyüleyen büyücü konumundadır: Ṣanma bedenümden dökilen ḫūn ṣıḳıldı

Seḥḥär gözüñ eyledi efsūn ṣıḳıldı G 1068/1

Çeşmine cädū dimişler biz gözi ähū didük Ḫäline Hindū dir el biz näfe-i müşk-bū didük

2.2.3.40. Sihir-bâz

Şair, kendisini söz söyleme konusunda usta bir sihirbaza benzetir ve bu özelliğini de ispatlamaya muktedir olduğunu ifade eder:

Ḳaṣd idicek siḥr iderüz sözde biz Ḳädirüz i§bäta disek säḥirüz

G 442/2

Sevgilinin siyah saçını tutması, sihirbazın elinde akrep tutmasına benzetilir. Bu ifade bize, o dönemdeki sihirbazların gösteri sahnelerinden ipuçları vermesi bakımından da önemlidir:

Elde gìsū-yı siyähın ol Mesìḥä-leb ṭutar Beñzer ol seḥḥär-ı siḥr-engìze kim úaḳreb ṭutar

G 359/1

2.2.3.41. Sûret-bâz

Karagöz oynatan sanatçıya denilir. Hayalî, karagözcü, şebbâz da denilen bu kişinin; çırak, yardak, dayrezen ve sandıkkâr denilen çeşitli yardımcıları vardır. Sûret-bâz, oyunda yer alan tiplerin konuşmalarını ait olduğu ağız ve şive özelliğine göre seslendiren kişidir (Düzgün 2004b: 263-264).

Şairin gözünün önünde canlanan bazı suretler, sanki sûret-bâzın çadır gerisinde oynattığı kukla oyununa benzetilir:

Mäverä-yı perde-i çeşmümden úaks-i rùy-ı dòst Ṣanki ṣùret-bäzdur öñinde çädır şeb ṭutar G 359/3

2.2.3.42. Şahincibaşı

Şikâr halkından olan şahincibaşı; avcı kuşlardan olan şahinlerin bakımını yapma, padişahla birlikte ava çıkma, şikâr ağaları ile birlikte padişahın yanında savaşa katılma ve önemli emir ve fermanları muhatabına götürmekle görevliydi (Türkmen 2013: 51).

“Tārìḫ-i Manṣıb-ı Dervìş Aġa ki Şāhincibaşı Şude Būd” başlığında Rûhî, Derviş Ağa isimli bir kişinin şahincibaşı olmasını tebrik eder ve bu duruma tarih düşürür:

Olup şäd Rūḥì raḳam ḳıldı tärìḫ úAṭä ḳıldı Dervìşe sulṭän-ı úädil [1004]

s. 267

2.2.3.43. Tabip (Hâzık, Hekîm)

Âşık hasta, sevgili ise tabip olarak ifade edilir. Âşığın derdine derman bulabilecek yegâne kişi sevgilidir.

Sevgilinin, âşığın âdeta hüzün kulübesi konumundaki evine gitmesine şaşırılmaması gerekir. Çünkü tabibin hastanın evine gitmesi doğaldır:

Gelse cänän külbe-i aḥzänuma olmaz úaceb Ḫäne-i bìmära gitmek resmdür zìrä ṭabìb

G 69/2

Uzman hekim için kullanılan bir tabir olan hâzık ise sevgilinin vasıflarındandır. Hâzık konumundaki sevgilinin aşk derdine deva bulmaması âşık tarafından kabul edilemez bir durumdur:

Şähum ṭabìb-i ḥäẕıḳ iken yas revä mıdur Dirlik yüzini görmeye Rū≈ì-i ḫaste-ḥäl

2.2.3.44. Tellâl

Tellâl, “bir şeyin satılacağını veya bir duyuruyu çarşı ve pazar yerlerinde yüksek sesle herkese duyuran adam; her türlü mal, hayvan ve emlak satışı sırasında alıcı ve satıcı arasında vasıta olup pazarlığı kestiren veya bitiren kimse” (Parlatır 2006: 329) olarak bilinmektedir. Divan şiirinde çok fazla sözü edilen tellâlın pazarlarda önemli bir yeri bulunmaktadır. Çarşı ve pazarlarda daima bulunan tellâllar; müşteriyi bulan, alışverişi hararetlendiren ve malın satılmasında önemli rol oynayan kişilerdir (Pala 2000: 103).

Gökyüzünü tellâla benzeten şair, akşam karanlığını sabah tüccarına satmıştır: Ne cürm ḳıldı ḳapuñda ġuläm-ı zengi-i şäm

Ki ṣatdı ḫˇäce-i ṣubḥa sipihr olup delläl

s. 126

Hırsızlık yapanların “teşhir cezası” ile cezalandırıldığı durumlarda ise tellâlın hırsızlık yapan kişinin önünde yürüyerek suçu duyurduğu anlaşılmaktadır:

Didüm ol zülf-i siyehde ne çoḳ efġänlar olur

Aṣılan düzdüñ öñince didi delläl yürür

G 164/2

2.2.3.45. Tüccâr (Hâce)

Hâce kelimesi hoca anlamına gelmekle beraber tüccar anlamında da kullanılır. Tüccara seslenen şair, kişinin dünyada işlemiş olduğu güzel amellerin dışında hiç bir şeyin fayda vermeyeceği kıyamet gününde, kendisinden altın ve gümüş gibi dünyevî metalar istenmeyeceği, yumuşak bir kalbe sahip olmanın bu günde işe yaracağını vurgulamaktadır:

Ṣanma ey ḫˇäce ki senden zer ü sìm isterler

Yevme lä-yenfaúuda ḳalb-i selìm isterler G 417/1

Sabah vaktini tüccara benzeten şair, akşam karanlığını hata işleyen zenci bir köleye, gökyüzünü de tellala benzetmekte, gökyüzünün tellallık yaparak gecenin karanlığını sattığını belirtmektedir. Sabahın oluşunu böyle bir benzetmeyle anlatan

şairin, hata işleyen kölenin sahibi tarafından satılabileceğini belirterek toplumsal bir gerçekliğe de işaret ettiği görülmektedir. Dinen bakıldığı zaman kölenin hatasının hırsızlık olması durumunda satılması gerektiği şu Hadis-i Şerif ile buyrulmaktadır: “Kölen hırsızlık yaptıysa onu, yarım okiyyeye (20 dirheme) de olsa sat” (Gümüşhanevi 2007: 49/17):

Ne cürm ḳıldı ḳapuñda ġuläm-ı zengi-i şäm Ki ṣatdı ḫˇäce-i ṣubḥa sipihr olup delläl

s. 126

Benzer Belgeler