• Sonuç bulunamadı

Divan-ı Hümayun üyesi olan kazasker, şer’î meseleler hakkında hüküm veren kişidir. Fatih Sultan Mehmed zamanında tek bir makam olan kazaskerlik, 1481 yılından itibaren Rumeli ve Anadolu kazaskerliği diye ikiye ayrılmıştır. İstanbul kadısı terfi ederse Anadolu kazaskeri, o da terfi ederse Rumeli kazaskeri olurdu. Rumeli kazaskerleri ise şeyhülislamlık makamına kadar yükselebilirdi. Anadolu’daki kadılar Anadolu kazaskerine, Rumeli ve Adalar’dakiler de Rumeli kazaskerine bağlıdır (Sertoğlu 1958: 172).

Şair, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevine getirilen bazı devlet adamlarından bahsederek onları tebrik eder. Anadolu kazaskeri olan Ahizâde Abdülhalim Efendi ve Esad Efendi’nin âdil devlet adamları olduğu vurgulanarak bu göreve getirilmeleri sevinçle karşılanır:

O mihr-i burc-ı himmet ol dür-i dürc-i fażìlet kim Cihäna gelmemiş öyle cihän-ärä-yı ṣäḥib-úadl

s. 252 Kemäl ehli olan yärän-ı ḫoş-ṭabúa beşäret kim Anaṭolınuñ oldı ṣadr-ı úälì-ḳadri bir fäżıl

s. 253

Mehmed Efendi’nin Rumeli kazaskeri olmasını tebrik eden Rûhî, bu duruma tarih düşürmüştür:

Rūḥiyä bu mıṣraúı altun ile efläke yaz

Rūmilinüñ oldı ḳäḍì úaskeri bir ehl-i ṭabú [1004]

s. 252

2.2.1.5. Kadı

İlmiye sınıfının mensuplarından olan kadılar, yasaları uygulayan kişilerdir. Kadıların görev yaptıkları yerlere kaza denilmektedir. Her kazada mahkeme bulunmakta, mahkemede verilen kararlar, Şer’iyye Sicili veya Mahkeme Defterleri denilen ve kadıdan kadıya intikal eden defterlere kaydedilmektedir. Kadılar, tamamen bağımsız olup vereceği karar konusunda kimseden emir almazlardı.

Osmanlı Devletinde hükümdar, yargılama yapan ve kanunları uygulayan kadıların vermiş olduğu kararlara müdahale edemezdi (Kazıcı 2010: 65-67).

Şair, kadıların dünya malına olan rağbetlerini, yapmış oldukları iş karşılığında rüşvet almalarını, İslam’a olan hürmetlerinin azalmasını ve ahiret düşüncesini terk edip dünyaya meyletmelerinden şikâyet eder. Kadıların bu olumsuz özellikleri, adalet mekanizmasının toplumda doğru bir şekilde işlemediğini de ortaya koymaktadır:

Ek§erì ḳäḍìlaruñ rüşvet ṭarìḳin ṭutmada Ḥürmet-i şerú-i Resūl-i müctebä eksilmede

s. 151 Ḳäḍi vü müftì müderris şeyḫ ü näẓır kimle var Terk idüp úuḳbäyı dünyä eylediler iḫtiyär Ḥaḳḳı örtüp itdiler ḳavl-i żaúìfi äşikär Ehl-i faḳr olan nice ḳılsun cihän içre ḳarär Gitdi ḥayfä ḳalmadı ehl-i kemäluñ raġbeti

s. 218

Kadı, Kur’ân-ı Kerim ve sünnet ışığında karar veren kişidir. Hukukta sağlam delillere dayanan fetvalar kanun hükmünde sayılmakta, bu durum tarafların mahkemeye başvurmadan önce meseleyi kendi aralarında çözmesine imkân vermekteydi. Mahkemeye intikal eden davalarda ise taraf ve şahitler huzurda toplandıktan sonra davacı iddiasını açıklar, daha sonra davalı dinlenirdi. Davacının iddiası davalı tarafından reddedilirse davacının şahitleri dinlenir, şahit yoksa veya istenirse davalıya yemin ettirilirdi. Kadı, şer’î deliller ışığında kararını verirdi (Özbilgen 2007: 222-223).

Sevgili, âşığın vücudunda yer yer yaralar açsa da âşık, kadıya başvurarak davacı olmaz:

Ten-i zärında eger yaralar açsañ yir yir Ṣanma Rūḥì ḳuluñı ḳäḍıya päşäya ṭurur

2.2.1.6. Defterdar

Osmanlı’da maliye teşkilatının başı olan defterdar, devletin mâlî işlerinden birinci derecede sorumlu kişiye denilmektedir. Divan-ı Hümayun üyesi olan defterdarlar, Fatih Kanunnamesi’ne göre padişahın malının vekilidir. Hazinenin açılıp kapanması defterdarın gözetiminde yapılır, kendisinin müsaadesi olmadıkça hazineden tek bir akçe dahi çıkarılmazdı. Devlet hazinesinin korunması çok önemli olduğundan defterdar olacak kişinin dindar, haysiyet sahibi, tamah ve garazdan uzak, devlet malının toplanmasında bilgili olması, özellikle rüşvete yanaşmaması gerekir (Kütükoğlu 1994: 94-96, Uzunçarşılı 1988b: 331-332).

Bağdatlı Rûhî, defterdar olarak çeşitli yerlere atanan devlet adamlarından bahseder ve bazılarının bu göreve getirilişine tarih düşürür. Defterdar olarak atanan kişilerin dindar ve haysiyet sahibi kişiler olduğunu, şairlere de ihsanlarda bulunduklarını belirtir:

Bağdat Defterdarı Merhum Hasan Bey için: Ehl-i faḳra ḫayr u iḥsän idi kärı muttaṣıl Räh-ı Ḥaḳda yapduġı däõim úibädetgäh idi

s. 171 Bağdat Defterdarı Ali Efendi için:

Şuúarä ḫoş geçeler säye-i iḥsänında

Ḳadr u ḳıymet bula fiõl-cümle metäú-ı eşúär s. 227

2.2.1.7. Nişancı

Divan-ı Hümayun üyelerinden olan nişancı, devlet kanunlarını iyi bilen kişidir. Yeni ve eski kanunları ve bunlarla şer’î hükümleri telif etmek, divanda gerektiği durumda görüş beyan etmek, yabancı hükümdarlara yazılacak nâmelerle vezirlere verilecek menşur ve beratların müsveddelerini hazırlamak; ahitnâme, berat, menşur, nâme ve fermanların baş tarafına bir nevi padişahın imzası anlamına gelen tuğrayı çekmek, nişancının görevlerindendir (Sertoğlu 1958: 315).

Utârid’in nişancıya benzetildiği beyitte, nevruz padişahı adına tuğra çektiği belirtilerek kış mevsiminin sona erip baharın geldiği söylenmektedir:

Yine tecdìd-i aḥkäm eyledi nevrūz-ı sulṭänì úUṭärid çekdi nevrūz ismine ṭuġrä-yı ḫäḳänì G 1039/1

2.2.1.8. Kapudan

Deniz kuvvetleri genel komutanlığı ve Bahriye nazırlığı yapan kişilere kaptan paşa unvanı verilmiştir. Osmanlı’da bahriye teşkilatının genişlemesiyle unvanlarda da bir değişiklik olmuştur. Reis yerine kaptan, derya beyi yerine kaptan-ı derya tabirleri kullanılmıştır. Denize büyük donanmalar çıkarıldığında kaptanlık unvanı bazen vezirlere tevcih olunmuş, paşalık unvanı da eklenince kaptan-ı derya yerine kaptan paşa denilmiştir (Pakalın 1983b: 182).

Cıgalazade Sinan Paşa, Erzurum beylerbeyliği sonrasında 1591 yılında kaptan-ı derya görevine getirilmiş, dört yıl süren bu görevi esnasında korsanlarla mücadele etmiştir. 1596 yılında vezir-i azam olan Sinan Paşa, bir süre sonra bu görevinden azledilerek önce Şam beylerbeyi, 1599 yılında tekrar kaptan-ı derya olmuştur. Hazırlattığı donanmayla Akdeniz’de uzun seferler yapmış, bu seferler Avrupalıları tedirgin etmiştir. Mora’nın batısındaki Ayamavra Limanı’nı tehdit eden korsanları bertaraf eden Sinan Paşa, Venedik ve Fransa gemileriyle taşınan buğdaylara el koymuş, böylece Türk gemilerine ve tüccarlara imkân sağlamıştır. Peçevî İbrahim Efendi ise, Paşa’nın kötü tabiatlı bir devlet adamı olduğunu, insanları ufak tefek şeylerle kötüleyerek incittiğini, bu nedenle Paşa’ya hiç kimsenin kolaylıkla halini arz edemediğini söyler (Şakiroğlu 1993: 526, Peçevî İbrahim Efendi 1992b: 267-268).

Sinan Paşa’nın tekrar kaptan-ı derya olmasını tebrik eden şair, bu makama paşanın layık olduğunu belirterek bu duruma tarih düşürmüştür:

Ḳapudanlıḳ virildi ehline devlet yerin buldı Maḥall-i luṭfa luṭf itdi yine sulṭän-ı mülk-ärä

Bi-ḥamdiõlläh ìmän ehline luṭf oldı Ḥaḳdan kim Ḳapudan oldı yine ṣadr-ı deryä-dil Sinän Päşä [1006]

s. 238-239

2.2.1.9. Şeyhü’l-Harem

Şeyhü’l-Harem, Mekke’de Osmanlı padişahının temsilcisi olup halife tarafından Harem-i Şerif’te görevlendirilen kişiye denilmekte, aynı zamanda Şeyhü’l-Harem-i Nebevî olarak da ifade edilmektedir. Şam valileri, hac yolu üzerinde bulundukları için hac kafilesinin ve surre alayının Hicaz’a emniyetle ulaşmalarını sağlamakla görevliydi. Bu sebeple kendilerine Şeyhü’l-Harem unvanı verilmiştir (Atalar 1991: 205).

Âşık, Şeyhü’l-Harem’den teselli bulamadığı için meyhaneciyi görmeyi arzu eder:

Tesellì bulmadı şeyḫüõl-ḥaremden ḫäṭır ey Rūḥì Anuñçün görmege cän virürüz pìr-i muġän şeklin

G 855/7

2.2.1.10. Muhzır Ağa

Muhzır Ağa, yeniçeri ocağının ileri zâbitlerine denir. Kendisinin belirli bir makamı yoktur. Ağa bölüklerinden birini yönetir, hangi ağa bölüğünü kumanda ederse oraya muhzır bölüğü denirdi. Bölüğüyle vezir-i azam kapısında ve maiyetinde bulunarak ocak ile Divan-ı Hümayun ve vezir-i azam divanında ocağa ait işlerin takibi ve neticelendirilmesinde görevlidir. Aynı zamanda sadrazama da muhafızlık eder (Sertoğlu 1958: 215, Pakalın 1983b: 572).

Rûhî’nin mektubunda adını andığı Muhzır Ağa’nın satranç oyununda usta olduğu anlaşılmaktadır. Oyunu yendiği zaman aşırı bir şekilde sevindiği, oyunu kaybettiğinde ise çok üzüldüğü belirtilir:

úİlm-i şa≠rancda üstäd olan ol Muḥżır Aġa Yeñilür mi yine ol server-i meydän nicedür

Ġälib olduḳda şeṭäretle atar mı yuḳaru

Yeñilecek yine olur mı perìşän nicedür s. 154

2.2.1.11. Mîrâhur

Mîrâhur, sarayın ve bilhassa hükümdarın hayvanlarıyla ilgilenen teşkilatın başıdır. Daha sonraları teşkilatın başında olan kişiye büyük mîrâhur, yardımcısına da küçük mîrâhur denmiştir. Büyük mîrâhur, ıstabl-ı âmire görevlilerinin ve has ahıra bağlı çayır korucuların başıdır. Saraç, nalbant, deveci, katırcı ve seyislere nezaret eden mîrâhur, atların kıymetli madenlerle süslendiği koşum takımlarının bulunduğu has ahır hazinesinden de sorumludur. Mîrâhurlar, çeşitli devlet binalarının inşası, tamiri ve kontrolünde de hizmet görmüşlerdir (Afyoncu 2005: 141-142).

Hasan Ağa isimli bir mîrâhurdan bahseden şair, Ağa’nın çeşme ve musalla

yaptırdığını belirtir:

Ser-efräz-ı cihän yaúnì Ḥasan Aġa-yı deryä-dil Ser-i mìrän-ı ıṣṭabl-ı şehenşäh-ı cihän-ärä Bu úälì çeşmesärı eyleyüp yüz luṭf ile iḥyä

Sebìl-i Ḥaḳḳa bir dil-keş muṣallä eyledi peydä [1006]

2.2.1.12. Bakı Çavuşu

Teftiş memuru anlamına gelen Bakı Kulu’nun görevi, günümüzde maliye müfettişinin göreviyle aynıdır. Hazırladıkları teftiş raporlarının icabı derhal yapılır, verdikleri tazminle başlayan cezalar idama kadar varabilirdi. Başkanlarına Baş Bakı Kulu denir. Lüzum gördüklerinde hapsettirme yetkisine sahip olup müsâdere işlerine de bakardı (Kepecioğlu 1999: 28).

Seydi Bey’in Osman Paşa’nın lutfuna mazhar olarak Bakı Çavuşu olduğu belirtilmektedir:

Eger Seydì Begi ṣorarsa Baḳı Çāvuşı oldı

Düşüp luṭfına maẓhar Ḥażret-i úO§män Päşänuñ

s. 155

2.2.1.13. Kethüda

Halk arasında kâhya anlamında kullanılan kethüda, büyük devlet adamları ve zenginlerin işlerini gören kişilere denilmektedir (Pakalın 1983b: 251). Güvenilir memur ve ev sahibi anlamına gelen bu kelime, Türkçe’ye kâhya olarak geçmiş ve esnaf teşkilatının amiri olarak kethüda, sanatkar ve tüccarların işlerine bakmak için devlet tarafından tayin edilen güvenilir insanlara denilmiştir. Genellikle kadılar tarafından tayin edilen kethüdalar, esnafla hükümet arasında yegâne aracı olduğu için devlet nezdinde itibar sahibi olup tayinleri esnasında esnafın görüşünü almak âdet olmuştur (Akgündüz ve Öztürk 2000: 352).

Rûhî; ismini vermediği bir kethüdadan bahsetmekte, mektup gönderdiği kişiden kethüdanın hizmetine girmesini ve kendisinden de selam götürmesini istemektedir:

Ketḫudänuñ ḫiẕmetine meskenetle sür yüzüñ Nireden geldüñ bu gelmekden nedür dirse muräd

Rūḥi-i dil-ḫastadan úarż-ı niyäz idüp di kim Es-seläm ey melceõ-i ehl-i beläġat es-seläm

Şair, Kethüda Hasan Bey’in ilkbaharda yapmış olduğu düğünden bahsetmekte, bu düğünün insanları eğlenceye davet ettiğini söylemektedir:

Mevsim-i gülde idüp sūr Ḥasan Ketḫudä úİşret ü úayşa yine oldı ṣalä gül gibi

s. 281

2.2.1.14. Kâtip

Kâtip, sarayın harem dairesinin yazı işlerini gören, bu dairenin masraf hesabını tutan ve kalfaların maaş ve masraflarını idare eden kişiye denirdi. Kâtipler, hazinedar ustasının maiyetiydi (Pakalın 1983b: 214).

Rûhî, kâtip olan kişilerden övgüyle bahsetmekte, onlar için hayır duada bulunmaktadır. Yazmış olduğu bir mektupta, Mehmed Çelebi isimli birinin kâtipler zümresinin başı olduğunu belirtmektedir:

Divan kâtibi Hasan Efendi için:

Yine yümn-i ḳademüñ eyledi naẓm ehlini şäd Yine teşrìfüñ ile oldı müşerref Baġdäd

s. 141 Kâtib-i Matbah Fedâyi Bey için:

Kişver-güşā-yı naẓm Fedāyì ki eylemiş Meydān-ı fikri tevsen-i ṭabúıyla pāyimāl

s. 137 Kâtipler zümresinin başı Mehmed Çelebi için:

Ḳıdve-i zümre-i küttäb Meḥemmed Çelebi úUmde-i penc ü şeş ü zübde-i erkän nicedür

Benzer Belgeler