• Sonuç bulunamadı

Reform kavramının dilsel ve anlamsal çözümlemesi çeşitli başvuru kaynaklarında şu şekilde yapılmaktadır; ‘Türkçe Sözlük’ reformu; “daha iyi duruma getirmek için yapılan de-ğişiklik, iyileştirme, düzeltme, ıslahat” olarak açıklamaktadır. Reformcu; reform yanlısı olan-dır, ıslahatçıdır. Reformculuk ise, “eldeki imkânlarla, ihtilale başvurmadan toplum düzeninin

99 Gürkan ve Akkayan alıntıları ile birlikte bkz. A.k., s. 14–16.

100 İ. Tekeli, “Reform Düşüncesi ile Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Reformları Üzerine Çözümlemeler”, Türki-ye’de Devlet Denetiminde Reformlar ve Başarılarının Değerlendirilmesi, TESEV Yay., 2000, s. 77–79.

44 daha iyi duruma getirilebileceğini, sosyal adaletin sağlanabileceğini ileri süren siyasi sistem, ıslahatçılık(tır).”101 ‘Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü’ne göre ise, reformizm; “dev-let idari ve hukuksal yapısını yeniden düzenlemeyi esas alan anlayış(tır).”102

Reformun Osmanlıca karşılığı olan ‘ıslahat’ ise, ‘Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lü-gat’te, “düzeltme ve iyileştirme” işleri olarak tanımlanmakta ve sonra da beş ıslahat örneği verilmektedir: ıslahat-ı adliye (adli ıslahat), ıslahat-ı askeriyye (askerlikte yapılan yenilikler), ıslahat-ı cedîde (yeni düzeltmeler), ıslahat-ı mâliyye (maliyede yapılan yenilikler) ve ıslahat-ı mülkiye (idarede yapılan düzeltmeler).103 İslam Ansiklopedisi’ne göre ise; “özellikle Osmanlı-larda çeşitli alanOsmanlı-larda yeniden yapılanma, bozulan kurumları çağdaş ihtiyaçlara göre eski haline getirme ve yenileme faaliyet ve düşünceleri” ıslahat sözcüğü ile ifade edilmektedir.104

Hukuk Sözlüğü’nde ‘reform’; “ıslahat; yeniden şekillenme; daha iyi hale getirme; bir hususu daha iyi duruma getirme işi; mevcut yapısal düzen içerisinde kalarak, siya-sal/ekonomik/ toplumsal değişiklikler yapma” olarak açıklanmaktadır.105

Almanca-Türkçe Sözlük’teyse reform, “ıslah(at), tensik, reforma, yenilik(tir)” ve burada Tanzimat ve (Kemalist) inkılâp (devri) da reform anlamında kullanılmaktadır.106 Fransızca

‘réforme’ ise ‘düzeltim’107 anlamına gelmektedir.

Reform [yeniden yapılan(dır)ma] sözcüğü Avrupa dillerine aittir. Ait olduğu dünyadaki bir açıklamaya göre, “fiil olarak İngilizceye 14. yüzyılda, eski Fransızca yakınkök reformer, Latince reformare’den -yeniden şekillendirmek-”108 geçmiştir. Sözcüğün ilk kullanımlarında anlamı kolayca ayrıştırılamayan iki yön bulunmaktadır: “(i) asıl biçimini geri vermek; (ii) yeni bir biçim vermek.” Williams’a göre her iki kullanımın açık örneklerini bulmak mümkün olsa da asıl olan, daha iyi olanı bulmak için değiştirme anlamı ile eski ancak ‘daha az

101 Türkçe Sözlük 2, TDK Yayınları, 9.baskı, Ankara, 1998, s. 1851.

102 Ahmet Emin Dağ, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Anka Yayınları, 2.Basım, 2005, s. 394.

103 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, (yay. haz.) A.S. Güneyçal, Aydın Kitabevi Yayınla-rı, 17.baskı, Ankara, 2000, s. 398.

104 İpşirli, “Islahat” maddesi, a.g.k., s. 170.

105 Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 1996, s. 685. Politika Sözlüğü de reformu bu anlamlarda açıklamaktadır. Zekeriya Yıldız, Politika Sözlüğü, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003, s. 338. Re-formun tümüyle değiştirmeye yönelmeksizin aksaklıkları düzeltme anlamında bir tür onarım ve iyileştirim çabası olduğu yönündeki aynı anlama Toplumbilim Sözlüğü de katılmaktadır. Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlü-ğü, Remzi Kitabevi, 2.basım, 1996, s. 327.

106 Karl Steuerwald, Almanca-Türkçe Sözlük, Otto Harrassowitz, ABC Kitabevi, 2.baskı, İstanbul, 1990, s. 441.

107 Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, Adam Yayınları, 13.basım, 2005, s. 1186.

108 Raymond Williams, Anahtar Sözcükler, çev. Savaş Kılıç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 317.

45 muş’ duruma ulaşmak anlamının derinlerde bir yerde karışmış olmasıdır.109 Anlam karışıklığı özellikle 15. yüzyıldan sonra fiilden isim olarak türeyen ‘reformation (reformasyon)’ sözcüğü ile sürmektedir. Nitekim Erbaş’a göre kavramın farklı tanımları bulunmaktadır. Buna göre, Latince reformatio (yenileştirme) tabiri 16. yüzyıldan sonra biri “kilisenin ıslahı, diğeri yeni kiliselerin kuruluşuna yol açan dini politik ortam” biçiminde ikili anlam kazanmıştır. Bu kap-samda Katolik Kilisesi, Protestan anlayış ya da Marksist terminolojide kavramın farklı kulla-nımları söz konusudur.110 Williams da 16. yüzyıl büyük dinsel Reformasyon’unun, ‘yeni bi-çim ve kurumlar’ı talep ederken bile anlamsal olarak ‘güçlü bir arınma ve geri getirme’ an-lamına geldiğini vurgulamaktadır.111

Avrupa’da 15. yüzyılın sonlarından itibaren gerçekleşen ve sonraki dönemde hem Av-rupa’yı hem de giderek tüm dünyayı en azından sonuçları bakımından etkisi altına alan önem-li geönem-lişmelerin yaşandığı bilgisi sık tekrarlanan tarih verileri haönem-line gelmiştir. Burada vurgula-nan, ‘yeniden doğuş (Rönesans)’ ve ‘dinde yenileşme (Reformasyon)’ hareketleridir. Bu iki hareketle birlikte feodalizmin de aşılması, hep vurgulandığı üzere Batı insanına farklı ufuklar açmış ve yeni durumda ‘insan’ sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Ancak Berman’a göre insan-lar, yeni hayatı ancak 16–18. yüzyıllarda algılamaya başlamışinsan-lar, 20. yüzyıldan itibaren de modernleşme sürecinin tüm dünyayı yayılımı söz konusu olmuştur.112

Gerçekte Rönesans, Eski Yunan kültürünün canlandırılması çabasıdır ve Avrupa tari-hinde 14. yy sonu ile 15-16. yüzyılları kapsar. Bu çabaların arkasındaki hızlandıran etkisi İs-tanbul’un fethedilmesi olayıdır. Fetihten sonra birçok araştırmacının Batı’ya kaçması ve bura-lara Batı kültür kaynaklarının taşınması, yeniden doğuş hareketinin başlamasında ve gelişme-sinde önemli etkiler yaratmıştır. Bu yönüyle ‘eskinin yeniden gündeme getirilmesi’nden ve yeni koşullar karşısında ‘yeniden bilinçlenme’den bahsedilebilir. Bu dönemde giderek

109 Ayrıca (krşl. amend, Latince yakınkök emendare’dan ‘kusurunu giderme’nin çoğu zaman reform yerine kul-lanılabilmesi üzerine bkz. A.k., s. 317–318.

110 Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 64.

111 Williams reform sözcüğündeki süren hareketlilik için (ihtimal ilk kullanımlardan biri) Hamlet’teki (III, ii) şu konuşmayı da örnek olarak göstermektedir: “I hope we have reformed that indifferently with us, sir. O, reform it altogether. [Umarım işi aramızda iyi hallettik (reforme ettik), beyim. Bütünüyle yeniden yap.)” Williams, a.g.k., s. 318; Burian, aynı bölümü, “Aman, büsbütün düzeltin.” W.Shakespeare, Hamlet, çev. Orhan Burian, MEB Yayınları, 2004, s. 67; Urgan ise, “Hamlet bu kusurları önlemelerini sıkı sıkı tembih ettikten sonra…” biçiminde çevirmiştir. Mina Urgan, Shakspeare ve Hamlet, Cem Yayınevi, 1996, s. 455.

112 Modernite sözcüğünü sonraki yüzyıllardaki anlamıyla kullanan ilk kişi ise, Rousseau’dur. Marshall Berman, Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, 6.baskı, İstanbul, 2003, s. 29–30.

46 lizme yönelik tepkiler ortaya çıkmıştır. Yeni durumda ‘eski Yunan çözümü’ tekrar gündeme gelmiş113 ve Rönesans bu çözümün adı olarak giderek diğer alanlara doğru genişlemiştir.

Burada bir parantez açılarak ‘Hümanizme Dönüş’ olarak da adlandırılan ve Lipson’a göre, “eski Yunanlıların mirası olan ve Rönesans ile yeniden keşfedilen bağımsız eleştirel dü-şünme ruhunun yarattığı özgürlüğün bir ürünü” olan Hümanizma akımının, hem Rönesans hem de Reform’un ‘motor’u olduğu ifade edilmelidir.114 Ancak Foucault’nun, ‘eski Yunan’

mirasına yönelme edimini ‘Hellenizmin arkaik tuzağı’ olarak nitelemesi de dikkat çekicidir.

Bu saptama gerçekten de akılda tutulmalıdır. Burada Foucault’nun görüşleri şu şekildedir:115

Birkaç yıl önce ‘Heidegger tarzı’ diyebileceğim bir alışkanlık vardı: Düşüncenin veya bir bilgi dalı-nın tarihini yapan her filozof en azından arkaik Yunan’dan yola çıkmalıydı ve özellikle öteye gitme-meliydi. Platon, her şeyin kristalleşmeye başladığı dekadans olabilirdi ancak. Platon’la bir kere yer-leşmiş ve burada, Fransa’da Derrida tarafından yeniden başlatılmış bu metafizik kristalleşme biçi-mindeki tarih türü bana üzücü geliyor. Üzücü, çünkü Yunan’dan sonra bir yığın eğlendirici ve ilginç şey meydana gelmiştir. Öyle ki polemik hedeflerimden biri, yakın bir geçmişin arkeolojisini yapmak-tır. Toplumsal yapılarımızı, ekonomimizi, düşünme tarzımızı, en azından ilk Yunan sitelerinde olmuş olabileceklere benzer bir güçle bağlayan birtakım fenomenler meydana geleli bir ya da iki yüzyıl ol-madı. Yunan’dan söz etmekten kaçındığım doğrudur, çünkü düşünce tarihçilerinin bizi uzun süre içi-ne kapadıkları Helenik arkaizm tuzağına düşmek istemiyorum…

İşte siyasal-sosyal yapılanmaya özel ad biçiminde anlam kazanan Rönesans’tan sonra, yine reform kavramından türeyerek tarihsel bir dönemi ifade eden ‘Reformasyon’ kavramına bakıldığında, daha çok “Hıristiyan dininde her çeşit yenileşmeler ve özellikle Protestanlık hareketi”ni tanımlamak için kullanıldığı görülmektedir.116 Bu hareket ile birlikte Batı Hıristi-yanlığı ikiye bölünmüştür.117 Bu süreç Reformasyon dönemi olarak adlandırılmakta ve reform kavramının yayılımına katalizör etki yapmaktadır.

Burada Reformasyon hareketini doğuran dışsal bir etkinin varlığını saptamak yerinde olacaktır. Tıpkı Rönesans hareketinde olduğu gibi Reformasyon sürecini de tetikleyen gelişme Osmanlıların İstanbul’u fethidir. İstanbul’un fethinin önemi, dönemin uluslararası ticaret yol-ları denetiminin Osmanlılara geçmesini sağlamış olmasıdır. Bu süreçte Batı’daki bölünmüşlük had safhaya çıkmış, Kilise’nin ideolojik bölünmüşlüğe karşı çimento görevi artık etkisini

113 O. Okan, Batı Düşüncesinde Liberalizm ve Tarihi Koşulları, İÜEF Yay., TTK Basımevi, 2001, s. 46–47.

114 Leslie Lipson, Uygarlığın Ahlaki Bunalımları, çev. J.Çam Yeşiltaş, TİBKY, İstanbul, 2000, s.86.

115 Michel Foucault, Büyük Kapatılma, çev. I. Ergüden, F. Keskin, Ayrıntı, 2000, s. 144–145. Eski Yunan konu-sunda Foucault benzeri görüşlere sahip olan ve ‘Antik Yunan Mucizesi’ni sorgulayan (‘tezgâhlama’ olarak nite-leyen) çalışmalara örnek olarak bkz. Mehmet Maruf, Ayna Bizim Olmalı, Tarih Düşünce Kitapları, İstanbul, 2005, s. 13–115; Martin Bernal, Kara Atena: Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi? 1785–1985, çev.

Ö. Buze, Kaynak Yayınları, 1998; Samir Amin, Avrupamerkezcilik, çev. M. Sert, Ayrıntı, 1993, s. 100–122 ve Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, TTK Yayınları, 2.baskı, 1982.

116 Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 4.basım, 2004, s. 430.

117 Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Din Bilimleri Yayınları, Konya, 2005, s. 637.

47 kaybetmeye başlamıştır. Kilise, yeni koşullara karşı yeni çözümler de üretememiştir. Böylece Kiliseye karşı bir başkaldırı hareketi ortaya çıkmış ve Luther’in öncülüğündeki Protestan ha-reketi ile “tanrı ile olan ilişkilerde Roma Kilisesi yerine İncil’in mutlak otoritesi”ne yönelme savunulmaya başlanmıştır. Hıristiyanlıktan vazgeçme yerine geleneksel otoriteye karşı çıkma sürecine girilmiş, Katolik Kilisesinin doğruları tartışmaya açılmıştır.118 Ülken, bu konuda Luther’in Rönesans hümanizmasını tamamladığını belirttikten sonra hareketin iki önemli so-nuç doğurduğunu ifade etmektedir: “a) kilise mallarının serveti olmayan zadegân eline geç-mesi sonucu Alman burjuva hareketinin canlanması ve b) dinî ve daha genel olarak ruh öz-gürlüğünün kendisine aradığı temeli bulması.”119 Sonraki süreçte başat ülke haline gelen İn-giltere özelinde Cromwell ihtilali ise, Protestanlığın daha radikal hale gelmesinde ve farklı mezheplerin çoğalmasında etkili olmuştur.120

Ancak bu noktada Davran’ın uyarılarını da akılda tutmak gerekir. Buna göre, Reform ve Rönesans’ın tek ve somut bir nesne ya da olay olarak düşünülmemesi gerekir. Bu durumda basite indirgeme, yanılgıya düşmeyi de sağlayacaktır. Ona göre, “Rönesans ve Reform, yalın, tek bir olay değil, karmaşık davranışlar, görüşler ve olaylar demetidir.”121 Ranke de reform konusunda biraz daha ileri giderek, “politika tarihi olmadan kilise tarihi ve bu tarih olmadan da politika tarihi izah edilemez” olduğunu vurgular. Ona göre her ulus için geçerli olan bu durum, söz konusu Almanlar olduğunda daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.122

Gerçekten de 16. yüzyılda Almanya, genel olarak üretim faaliyetleri bakımından İngilte-re, Hollanda ya da İtalya’nın gerisinde kalmıştır. Deniz ticareti bakımından da etkili olama-makta ve nüfusu da çok dağınık bir yerleşime sahip bulunolama-maktadır. Siyasi dağınıklık had saf-hada olup, imparatorluğun dağılmasından sonra büyük vasaller neredeyse bağımsız birer

118 Okan, a.g.k., s. 47–48. Erbaş da Osmanlı etkisi üzerinde durmaktadır. Ona göre de, “Reformizmin oluşturduğu yeni ortama katkıda bulunan bir başka unsur da Osmanlı Devleti’nin Avrupa coğrafyasında ilerleyişidir. Katolik Kilisesi’nin Osmanlı tehdidi karşısındaki kaygı ve zaafını farkeden Protestanlar, Luther’in Türkler hakkındaki olumsuz kanaatlerine rağmen bu kaos ortamından faydalanma yoluna gitmişlerdir. Roma da Luther ve Türkleri

‘deccal’ın ordusu’ tabiriyle aynileştirerek her iki hareketin kendisine zararı açısından birlikteliğini vurgulamış-tır.” Erbaş, a.g.k., s. 64. Luther’in Türklere karşı direnme üzerine üç risale yazmış olması da bu konudaki görüş-leri desteklemektedir: “Türk, ona göre şeytanın hizmetkârıdır. Alman keşişin eskatolojisinde Türk, deccal olarak tasvir olunmaktadır. 1529 Viyana kuşatması, Luther üzerinde derin bir kaygı yaratmıştır. Erasmus’a yazdığı mektuplarda, Avrupa devletlerinin aralarındaki savaşlara son verip Türklere karşı birlik olmalarını öğütler;

Almanlar, imparatorun yardımına koşmalıdır.” Halil İnalcık, “Siyaset, Ticaret, Kültür Etkileşimi”, Osmanlı Uygarlığı, Cilt 2, (ed.) H. İnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002, s. 1075.

119 Hilmi Ziya Ülken, İçtimai Doktrinler Tarihi, İÜ Yayınları, Yeni Devir Basımevi, İstanbul, 1941, s. 66.

120 Aydın, a.g.k., s. 638.

121 Zeynep Davran, “Reformlar”, Çağdaş Kültürün Oluşumu, (yay. kur.) Z. Davran vd., Metis Yay., 1986, s. 31.

122 L. von Ranke, Reform Devrinde Alman Tarihi I, çev. C. Köprülü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1953, s. ıx.

48 prens haline gelmişlerdir. Rahipler sınıfı da bu karmaşadan etkilenmişler, köylüler ise yerel ilişkiler ağı içerisinde, içine kapanık bir halde bulunmaktadırlar.123

Bu tablo içerisinde başlayan hareketlenme, Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilise-si’nin kapısına 95 maddelik protesto yazısını asmasıyla başlayan bölünme sonrasında, Katolik Kilisesi’nden kopanlar heretik (sapkın) sayılmış ve engizisyon mahkemelerinde yargılanmış-lardır. Almanya’da Martin Luther, Fransa ve İsviçre’de Jean Calvin, Avusturya’da da Ulrich Zwingli hareketin dini önderleridir. Bu hareket sonunda Protestanlık adında bir mezhep ortaya çıkmış ancak o da kendi bütünlüğünü sağlayamamış ve çok sayıda bölünmeler yaşamıştır.124

Reform’un sebepleri arasında; “Katolik Kilisesi’nin bozulması ve din adamlarının Kilise olanaklarını kendi çıkarları için kullanmaları ve halkı ekonomik yönden sömürmeleri, endüljans sorunu, matbaanın yaygınlaşması, İncil’in diğer dillere tercüme edilmesi, Röne-sans’ın etkisi ile oluşan hür fikir ortamı, Kilise’nin artan mal varlıklarına halkın tepki gös-termesi” en önemli sebepler arasında sayılmaktadır. Bu hareket sonucunda ise, ekonomik ve politik gücün değişmesi ile sosyal hayattaki değişiklikler, bu hareketin Papaya karşı güç ka-zanmasına yardımcı olmuş, Batı Hıristiyan dünyası çeşitli kiliselere bölünmüş, laik öğretim kurumları ilk defa açılmaya başlanmış, Avrupa’nın gelişmesi için gerekli olan altyapıların oluşmasına neden olmuş, Protestanlığın doğuşu ayrıca bireyciliği de ön plana çıkarmıştır. Bi-reysel özgürlük ve sorumluluk tartışılmaya başlanırken bu kavramlar gelişmekte olan ticaret sistemine de destek vermiş ve feodalizm ve kilise yıkılırken ‘güçlü devlet’ fikri ön plana çık-mıştır. Luther faiz ve fiyat konusundaki düzenlemeleri Kilise’den ayırıp devletin kontrolüne bırakılmasını ve devletin bazı ekonomi politikaları gütmesini savunmuş, Calvin ise çalışma ve zengin olmanın yalnızca bu dünyada değil öteki dünyada da ödüllendirileceğini söyleyerek yeni bir ekonomi anlayışının biçimlenmesi için gerekli altyapıyı oluşturmuştur.125

123 Friedrich Engels, Almanya’da Köylü Savaşı, çev. Şerif Hulusi, Payel Yayınevi, İstanbul, 1967, s. 28–32.

Engels, 15. yüzyılın ilk yarısında Almanları başlıca üç büyük gruba ayrılmış olarak betimlemektedir: “Bunlardan biri olan muhafazakâr-katolik saf o günkü kurulu düzeni muhafaza etmekle menfaati olan bütün unsurları bir araya toplamıştı. Bu unsurlar da şunlardı: İmparatorluk iktidarı, rahipler sınıfı, laik prenslerin bir kısmı, zengin soylular, büyük din adamları ve şehirlerdeki imtiyazlılardı. Lutherci mutedil burjuva ıslahatçı (reform) hizbi ise, muhalefetin varlıklı bütün unsurlarını, yani küçük soylular kitlesini, burjuvaziyi, ve hatta kilise mallarının müsa-dere edilmesi sayesinde zengin olmayı uman ve imparatorluk karşısında daha büyük bir bağımsızlık elde etmek, bu fırsattan faydalanmak isteyen laik prenslerin bir kısmını bile bir araya toplamıştı. En son, köylüler ve halk kitleleri de inkılâpçı bir hizip, bir parti teşkil etmiş, bunların haklı davaları ve doktrinleri Thomas Münzer tara-fından gayet açık bir şekilde ifade edilmişti.” A.k., s. 49.

124 Erbaş, a.g.k., s. 11.

125 Erbaş, a.g.k., s. 65–74. Reform hareketinin iktisadi hayata olan yansımaları şu şekildedir: “… reform hareket-leri sonunda din adamlarının iktisadi maliyetler üzerindeki baskıları ortadan kalkmış, para kazanmak, para harcamak ve her mesleği kolaylıkla yapabilmek, artık iyi gözle bakılmayan ve hoş görülmeyen hareketler olmak-tan çıkmıştır.” Öyle ki, Calvin’in öğretisi temel alındığında, faizin günah olmadığı, servetin, olmak-tanrının sevdiği

49 Ancak Zubritski vd. göre, “genç burjuva sınıfın anlayışlarını ve çıkarlarını daha iyi yansıtan Protestanlık”la birlikte de dinin sömürü amaçlı kullanımı sürmüş sadece katolisizm ve kilise üzerinde iyileştirmeler yapılmıştır.126 Yine de dört asrı bulan Protestan hareketi kap-samında düşünüldüğünde Avrupanın pek çok açıdan da etkilenmiş olduğu açıktır. Kapitalizm, rasyonalizm, özgürlük, insan hakları gibi pek çok gelişmede de Protestanlığın izleri olduğu ileri sürülmektedir. Erbaş’a göre, Batı uygarlığı bu hareketler karşısında önemli ilerlemeler kaydederken, doğuda başta Osmanlı olmak üzere pek çok ülke de bu gelişmelerden etkilen-miştir. Nitekim Osmanlı’daki III. Selim ve II. Mahmut ile başlayan reformlar, Tanzimat, Yeni Osmanlılar, Islahat hareketleri, I. ve II. Meşrutiyet’te etkili olurken, bu etkiler Cumhuriyet dönemine kadar da ulaşmıştır.127

Bu gelişmelerle birlikte 17. yüzyıla gelindiğinde, sözcüğün yazımında da bir değişikli-ğin varlığı dikkat çekicidir. Öyle ki 17. yüzyılın sonlarından itibaren, ‘re-form’ olarak kulla-nım yaygınlaşmaya başlamıştır. Yine de anlam olarak genel kullakulla-nımdaki “bilinen ya da mev-cut ilkeler ışığında var olan durumu ıslah etmeye yönelik” vurguda bir değişiklik görülmemiş-tir. Kullanımda ‘innovation (yenileme)’dan, restorasyona (yeniden kurma) kadar kaymalar söz konusu olsa da bu asırda ‘reform’ daha çok bir sürecin adıdır. Kavram, 18. yüzyılın sonların-dan itibaren bir isim olarak giderek yaygınlaşmış, büyük harfle yazılmaya, parlamento ve oy kullanma hakkına iliştirilen ancak özgürlüğün yeniden kurulmasına yönelik yeni biçim öneri-leri karşısında da bir siyasal eğilim olarak soyutlanmaya başlanmıştır.128

Temsil tartışmaları sırasında daha radikal bir terim halini alan reform kavramı, sözcü-ğün anlam dinginliğine ulaştığı bir an değildir. Nitekim dinamik gelişime paralel olarak

‘re-formism’ ve ‘reformist’ gibi 20. yüzyılda yeni anlamlar ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda reformizm, özellikle 1870 ve 1910 arasında sosyalist hareket içindeki tartışmada türetilmiştir.

Tartışma, “kapitalist toplumun değişmesi mi gerektiği yoksa aslında aşamalı olarak, yerel ve özel yollarla kendiliğinden mi değiştiği; ya da kapitalizmin yerine sosyalizmin geçirilmesi

kullarına verdiği ödüller olduğu, dış ticarete taraftarlık, lüks, sefahat ve israftan kaçınma, gibi anlayışların savu-nulduğu anlaşılmaktadır. Erol Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, İstanbul Matbaası, 1971, s. 100.

126 Zubritski, Mitropolski, Kerov, İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, çev. Sevim Belli, Sol Yayınla-rı, 12.Baskı, 1997, s. 225–226.

127 Erbaş, a.g.k., s. 11.

128 Williams, a.g.k., s. 318.

50 gerekliliğinin üstünü örttüğü (revolution =devrim) veya fiilen yerine geçirmeyi önleme mak-satlı olduğu için bu tür reformların önemsiz veya aldatıcı olup olmadığı”129 üzerinedir.

Bu gelişmeler Avrupa’da 18. yy kaynakları söz konusu edildiğinde geniş bir reform lite-ratürünün oluşmuş bulunduğunu düşündürmektedir. Gerçekten de Hof, bu dönemde reform-dan söz eden pek çok çalışmanın varlığını saptamış bulunmaktadır. Bunlarreform-dan bazılarına yer vermek gerekebilir: 1) Trientinalı yazar C.Pilati’nin 1767 tarihli İtalyan geri kalmışlığına bir eleştiri ve ruhbanlık eğilimi taşımayan devlet reformu için prenslere bir çağrı niteliğinde olan

“İtalya’da Bir Reform Üzerine” başlıklı çalışması; 2) Peru krallık topraklarında maliye memu-ru olan V. de Villava’nın 1797 tarihli İspanya ve sömürgeleriyle ilgili benzer bir çalışması olan “İspanya’daki Bir Reform Hakkında Görüşler” adlı eseri; 3) Orleans’da hukuk memuru olan G.F. Le Trosne’un 1779 tarihli vergi sisteminin standartlaştırılması ve eyalet yönetiminin yeniden düzenlenmesi konusunda kimi önerilerle birlikte Fransa’daki imtiyazlar kargaşasına getirilen bir eleştiri çalışması olan “Taşra İdaresi ve Vergi Reformu Üzerine”; 4) Anonim ola-rak yayımlanan 1783 tarihli ve milletvekilliğinin modernleştirilmesi sorununa ilişkin “Tasar-lanan Parlamento Reformu Konusunda İngiltere Halkına Hitap” başlıklı bir makale; 5) Prus-yalı C.W. Dohm’un 1781 tarihli Yahudilerin yurttaşlık haklarının özgürleştirilmesi istemiyle birlikte Yahudiliğin adaletsiz konumu üzerine bir çözümleme; 6) Hannoverli J.C. Salfeld’in 1801 tarihli papazlık ve vaaz verme konusunda uygulamaya yakınlık ve derslerde yeni psiko-lojik ve pedagojik yöntemlerin kullanımı konusunda önerilerle birlikte dogmatik kiliseyle ve benzeri bir şekilde azgelişmiş okul sistemiyle bir hesaplaşma olan “Braunschweig-Lüneberg Kraliyet Elektorasında Kilise ve Okulların Durumu ve İyileştirilmeleri Hakkında Makaleler”;

7) Papaz A. Stapfer’in 1760 tarihli reform önerileriyle birlikte Bern tarımının bir çözümlemesi olan “Tarımın Gerekliliği ve Bunun İçin En İyi Yollar” başlıklı çalışma… Hof’a göre bu ça-lışmaların tamamı, “dönemin insanını hoşnut etmekte yetersiz kalan durumların reforma tabi tutulması, yani iyileştirilmesiyle ilgilenmekte, genel siyasi reformdan dini ve teknik iyileştir-meye kadar reform hareketinin genişliğini göstermektedir.”130

129 Williams’a göre, “20. yüzyılda Reformism bu son iki anlamın ikisini de taşıyordu ve 16. yüzyıldan itibaren çağdaşı olduğu reformer’a genelde eşdeğer olan reformist artık, reformer’ı eski genel anlamına terk ederek, reformism anlamına özgü olmuştur.” A.k., s. 319.

130 Hof o zamana kadar reformun sınırlı bir anlama sahip olduğunu ve “askeri alanda bir savaştan sonra birlik sayısının azaltılması, tekstil ürünlerinin satışında bir top kumaşın kısaltılması ve son olarak da kiliseye ait bir disiplin düzeninin değişimi anlamlarını” taşıdığını ifade ettikten sonra, reform ya da düzeltmenin “hep barışçı yollarla yapılan değişikler olarak” anlaşıldığını ileri sürmektedir. Ulrich Im Hof, Avrupa’da Aydınlanma, çev. Ş.

Sunar, Literatür Yayıncılık, 2004, s. 131–133.

51 Kavramsal gelişmeyle birlikte özellikle reformasyon döneminden sonra kapitalist mer-kez dışındaki ülkelerde de reform düşüncesi temelinde siyasal hareketlenmenin yaşandığı görülmektedir. Bu ülkelerin daha çok sömürgecilik faaliyetine konu olan alanlar olması ise dikkat çekicidir. Tekeli’ye göre, “Kanada’da 1837 öncesinde önem kazanan Reform Partisi (Hareketi), Japonya’da 1841–1844 arasındaki Tempo Reformları, Osmanlılarda 1839–1876 açısındaki Tanzimat dönemi, Meksika’da 1854–1876 arasındaki La Reforma dönemi örnekle-rinde” bu özellik açığa çıkmakta ve yine 19. yüzyılda sosyalizm tartışmaları içinde devrim-reform tartışmalarının ivme kazandığı ve birbirine seçenek olarak gösterildiği bilinmekte-dir.131 Bu durumda reform kavramı temelinde yapılan bir çalışmanın bu kavramla birlikte aynı anda ortaya çıkan diğer kavramları ele alması olağandır. Bir çırpıda ‘devrim’, ‘muhafazakâr-lık’, ‘restorasyon’ kavramları sayılabilir. Bu kavramlarla birlikte reform kavramının yeri daha belirgin hale gelecektir.

Reform, tedrici (aşama aşama) iyileştirme (ıslah) ve barışçı anlamlar içerirken, devrim, (revolution), köklü, hızlı ve şiddet içeren değişiklikler getirmektedir. Muhafazakârlıkta (conservatism), statükonun idame ettirilmesi amaçlanmakta, değişime karşı çıkılmaktadır.

Reaksiyon (reaction)’da ise, değişimi geri çevirmek ya da restorasyon amacı öne çıkmıştır.132 Reform anlam olarak çok geniş bir alana yayılmaktadır. Bir diğer deyişle çeşitli eylem ve türler reform kavramı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu yüzden reform kavramının içerdiği farklı anlamlardan bahsetmek yararlı olacaktır. Sovyet örneği için geliştirilmiş bir sınıflandırmada reformun üç farklı türü, kavramı ayırt etmede kullanılabilir. Bunlar ‘radikal reform’, ‘minimal reform’ ve ‘ılımlı ya da orta (moderate) reform’lardır.133

131 Tekeli, “Reform…, a.g.k., s. 76.

132 Timothy J.Colton, The Dilemma Of Reform In The Soviet Union, Council On Foreign Relations, 1986, s. 4.

Siyaset Felsefesi Sözlüğü’ne göre sınırlarını kesin çizgilerle belirlemek her zaman kolay olmasa da muhafaza-kârlık, “modern çağın düşünsel ve siyasal hareketidir… Avrupa uluslarının geleneksel siyasal ve toplumsal dü-zenlerini savunmak amacıyla oluşan doktrin, modern siyaset projesini destekleyen Fransız Devrimi’nin tersine

‘bilinçle sürdürülen gelenekçilik’ olarak tanımlanabilir. Fransız Devrimine ilk tepki gösterenlerden İngiliz Edmund Burke muhafazakârlığın önde gelen temsilcisidir.” Philippe Beneton, “Tutuculuk” maddesi, çev. E.

Ergun, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, (haz.) P. Raynaud, S. Rials, çev. İ. Yerguz vd., İletişim Yayınları, 2003, s. 919.

Restorasyon kavramı ise iki farklı anlamda kullanılmaktadır. İlki “Aslında yıkılmış ve bertaraf olmuş anayasa şekillerinin iadesi manasına gelmektedir. Bu bakımdan, 1815–1848 arasında Avrupa’da eski hanedanın hâkimi-yetlerine kavuşması”, ikincisi ise, “Hıristiyan dininin asli ve öz şekline kavuşturulması cereyanını ifade eden dini reformlar da, bizzat Luther ve Calvin gibi reformatörlerin iddialarına göre esas şekle avdet manasında bir restauration’dan ibarettir.” Yavuz Abadan, Devlet Felsefesi, çev. N. Abadan, B. Daver, AÜSBF Yayınları, Ajans-Türk, 1959, s. 509. ‘Reformizm’ ve ‘devrimcilik’ konusundaki Stalin’in ayrımı için bkz: J.V.Stalin, Stra-teji ve Taktik, çev. A.Fırat, Evrensel Yayın, 1992, Mayıs 1924 tarihli Pravda’dan alıntı, s. 72–75. Ayrıca sömür-ge ve bağımlı ülkelerin emperyalizmden kurtuluşunda devrime biçilen rol için bkz: J.V.Stalin, Marksizm, Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, çev. İ. Yarkın, İnter Yay., 1996, 22 Mayıs 1925 tarihli Pravda’dan alıntı, s. 258–264.

133 Colton, a.g.k., s. 4.