• Sonuç bulunamadı

Sömürgecilik açısından Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi süreci en bilinir örneklerden-dir. Burada özellikle 1498’de Portekizli Vasco de Gama ile başlayan bir süreç öne çıkmakta-dır. Bundan sonra Hollanda, Fransa ve İngiltere’nin güç mücadelesine sahne olan Hindis-tan’ın, İngilizlerin üstünlüğü ele geçirmelerinin ardından tamamen istila edilmesi bir asrı bu-lan süreyi gerekli kılmıştır.194 İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan’da gelişim süreci ve meka-nizması şu şekilde gerçekleşmiştir;195

193 Cihan Dura, Sömürgeleşen Türkiye, İleri Yayınları, 2.baskı, 2004, s. 68–69.

194 Mughul’a göre, 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başında Hint memleketlerindeki politik durum karışıktır ve özellikle 1498 Mayısında Portekizliler Hint sularında göründükleri zaman bu ülkeler oldukça zayıf ve siyasi birlikten yoksun bulunmaktadır. Mughul’a göre, “Bu devir yerli Hindu ve Müslüman devletlerin kuvvetlerinin sarsıldığı bir anarşi devri olmuş, Delhi’deki merkezi hükümet dağıldığı gibi eyaletleri kendi idaresi altında top-layabilecek kuvvetli bir hükümdar da ortaya çıkmamıştır.” Muhammed Y. Mughul, Kanuni Devri, KTBY, Anka-ra, 1987, s. 11. Niitekim Babür sultanı, Bengal’in vergilerini toplama işini yıllık bir ücret karşılığında 1765 yı-lında Doğu Hindistan Şirketi’ne vermesiyle birlikte Bengal’in ekonomik tasarrufları yanında askeri, siyasi ve hukuki tasarruflarını da bu şirkete devretmiştir. Bu stratejik açığı yakalayan İngiliz askeri güçleri, ülkedeki yerle-rini giderek sağlamlaştırmışlardır. Dodwell, Ahmed ve Haig alıntıları ile birlikte bkz. Suat Vural, “Hindistan’da İngiliz Yönetimi”, İnönü Üniversitesi SBE, Yayımlanmamış DR Tezi, Malatya, 2006, s. 53–54. Sömürgeciliği kolaylaştıran unsurlardan olan ‘iç karışıklık’ ya da ‘birbirine düşme’ hali Cortez’in Aztek, Pizarro’nun da İnka fethi söz konusu olduğunda da geçerlidir. Ferro, a.g.k., s. 68 ve 74.

195 İngiliz Sömürge Yönetimi örgütlenmesinin oluşumu ve gelişimi şu şekildedir. “Müstemlekeler Bakanlığı:

1854’de kurulmuştur. 1907’den 1921’e kadar Bakanlığın müstemlekeler ve mahmi devletler şubesi ve dominyon-lar şubesi odominyon-larak iki şubesi vardı. 1921’de Yakınşarktaki mandadominyon-ların idaresile meşgul olmak üzere bir Ortaşark şubesi ilave edildi. Dışişleri Bakanlığı gibi bu bakanlık da coğrafi esaslara müstenit şubelerden müteşekkildir.

Ortaşark, Hindi Şarki, Uzakşark, Şark Afrika ve imparatorluğun diğer mühim kısımlarına tekabül eden 19 şubesi vardır. Buralara gönderilen valiler vasıtasıile bu müstemlekeler idare edilir. Dominons Office (Dominyonlar Bakanlığı): Kendi kendini idare eden dominyonların zamanla ehemmiyetlerinin artması, bunların anavatanla olan münasebetlerinin önem kazanması ve bunlara idare hususunda yapılacak yardım ve tavsiyelerin fark arzetmesi neticesi 1925 senesinde Dominyonlar Şubesi bir Bakanlık haline getirilmiştir. Fakat Müstemlekeler Bakanlığından tamamile ayrılıp müstakil bir Bakanın idaresine verilmesi 1930 senesinde olmuştur. Birisi İrlan-da işlerile meşgul olmak üzere 4 şubesi vardır. India Office (Hindistan Bakanlığı): 1858’de kurulmuştur. Başta bir Bakan vardır. Kendisinin müşaviri olarak bir Hindistan Meclisi (India Council) vardır… Meclis 8–12 üyeden terekküp eder. Üyeler, asgari yarısı en aşağı 10 yıl Hindistan’da memuriyette bulunmuş veya ikamet etmiş kim-selerden olmak üzere, Bakan tarafından 7 senelik bir müddet için seçilir. Bakanlığın mali, asker, siyasi, hukuki işler ve umumi hizmetleri, gelir ve istatistik ve nafıa işleri şubeleri vardır.” M.V. And, “İngiltere’de İcra Uzvu”, İdare Hukuku Bakımından İngiliz Hukuk Sistemi, İÜ Yayınları, İsmail Akgün Matb., İstanbul, 1946, s. 28. Hin-distan yapılanması için ayrıca bkz. B. Gücer, F.S. Duran, Büyük Devletler ve Komşu Hükümetler, Lise Kitapları:

Sınıf 2, 4.bası, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1938, s. 269–270.

74

Evvela İngiliz-Hint Ticaret Şirketi ismi altındaki teşkilat ile kıyılarda bazı yerlere yerleştiler. Şirketin ordusu ve donanması vardı, 1840’da Pencaba girdiler, 1858’de İngiliz idaresine karşı halk arasında patlayan büyük Sipahi isyanı bir neticeye varamadı. İngilizler Delhi’yi zapdettiler ve o tarihten itiba-ren Hindistanın idaresi İngiliz Ticaret Şirketinden İngilizler tacına geçti ve Hindistan İmparatorluğu teşkil edildi. Hindistan idaresini İngiltere parlamentosu idare eder. Londrada bir Hindistan nezareti vardır. Bu nazır İngiltere kabinesinin azasıdır. Hindistan’da İngiltere kralını temsil eden bir umumi vali bulunur. Bu valiye (Vice-Roi, kral vekili) ismi verilir. Umumi vali icra kuvvetine kral tarafından tayin edilen bir meclis vasıtasile tatbik eder. Bu meclise Hindistan’da en aşağı 10 sene bulunmuş olan memurlar getirilir. Bu meclis bir nevi nazırlar heyeti gibidir. Dahiliye, Maliye, Maarif, Adliye, Demiryollar, Ticaret-Sanayi ve Mesai Nazırlıklarına ayrılır. Hindistan İmparatorluğu doğrudan doğ-ruya İngiltere’ye bağlı yerlerle İngiltere himayesi altında yerli hükümetlere ve daha küçük hükümet-leri bir araya toplayan Agency’lere ayrılır. Bundan başka Hindistan dışında kalan bazı arazi de İmpa-ratorluğun idare çerçevesi içine girer.

Sömürgeliştirmede önemli roller üstlenen İngiliz kumpanyasının (İngiliz Hint Ticaret Şirketi ya da Doğu Hindistan Şirketi) 20 yıllık dönemler için çıkarılan çeşitli kanunlarla Hin-distan üzerindeki denetiminde önemli dönüşümler söz konusudur. Sözgelimi 1813 Kanunu ile

“Hindistan’da, Doğu Hindistan Şirketi’nin elinde bulunan yerlerin krallığa ait olduğu ilan edilir; fakat bunları yöneltme işi Şirkete bırakılır(ken)”, 1833 Kanunu, “Şirketi bir tecim un-suru olarak ortadan kaldırır ve onu yalnız bir yönetimci askeri kuvvet, yani bir hükümet du-rumunda bırakır.” 1853 kanunu ile de şirket yönetiminde hükümetin etkinliği artırılmaktadır:

“Müdürlerin sayısı 18’e indirilir, hükümet bunların 6’sını atamak hakkını elde eder, başka bir 6’sının da en az 10 yıl hükümet veya Şirket hizmetinde Hindistan’da çalışmış olması şartı koşulur; memurların müsabaka ile seçilmesi de kararlaştırılır.” Nihayet Şubat 1858’de İngi-liz hükümeti Hindistan yönetimini Şirketten hükümete geçmesini gerektiren kanunu çıkarmış-tır. Kanunla birlikte önemli değişiklikler yapılmışçıkarmış-tır. Bunlar arasında, Kraliçenin Hindistan başlıca devlet kâtipliği-bakan ihdası ve Hindistan Kurulu (Yetkileri şunlardır: Hindistan büt-çesini onaylamak, Genel Valinin Yürütme Kurulu’nun üyelerini atamak ve genel olarak Hin-distan’la ilgili her işte oy sahibi olmak. Kurul daha sonra hem bir yürütme hem de bir yasama organı niteliğine sahip olacak ve yerlilerden birkaçının (ilk olarak üç kişi) atanmasıyla gelişe-cektir.) Bu yasayla egemenliğin kullanımı (bütçenin onaylama yetkisi de dahil) Londra’ya bırakılmış ve Hindistan Bakanları İngiliz siyasetinin önde gelen isimleri arasından seçilmeye başlanmıştır. Genel Valilik sisteminin ayrıntılarına bakıldığında, Genel Vali’nin beş yıl için atandığı ve Kalküta’da dördü olağan biri olağndığı olan beş kişilik bir ‘Yürütme Kurulu’na sahip olduğu görülmektedir. Kurul’un üç üyesi sömürgeci şirketin eski çalışanları iken, diğeri hukuk danışmanları arasından seçilmektedir. Askeri temsilci olan başkomutan ise kurulun olağan dışı üyesini oluşturmaktadır. Bu yapı, 1859-1861 arasında atılan adımlar sonucu bir

75 bakanlık ve bakanlar kurulu sistemine dönüşmüştür. Sistem dış işlerini ise valinin uhdesine bırakmış bulunmaktadır. Taşra yönetiminde illerin teşkilatlanması ise iki tür temelindedir:196

Birincisi yanında bir kurul bulunan bir vali tarafından yönetilen iller; ikincisi yanında bir kurul bu-lunmayan vali vekilleri tarafından yönetilen bölgelerdir. İlk sınıf Madras ve Bombay illerini kapsar.

Oraların valileri çokluk bakımından Londra’dan gönderilir ve ora ile doğrudan doğruya haberleşmek hakkında sahip idiler. Öbür bölgeler, vali vekilleri tarafından yöneltilir ve bunlar Londra ile haber-leşme hakkına sahip değillerdi. Bu gibileri daha çok Hindistan işyarları (memurları) arasından seçi-lirdi… Yönetim usulü bakımından Hindistan’da iki tarz yürürlükte idi. Bengal, Madras, Bombay ve Agra illerinde adalet ve yönetim unsurları birbirinden ayrılmış bulunuyordu. Bunlara nizami iller de-nir. 1818’den sonra ilhak olunmuş olan Sind, Pencap, Nagpur, Oud, aşağı Burma gibi yerlerde yöne-ticiler her işte kesin amir idiler, yani adalet işleri de onlara ait idi.”

1905 tarihli bir çalışmada Hindistan’ın nasıl yönetildiği sorusuna verilen yanıtta İngiliz sömürge yönetiminin 9 eyalet biçiminde bir mülki taksimata gittiği saptanmaktadır. Bunlar, Madras, Bombay, Bengal, Birleşik Eyaletler, Pencap, Burma, Assam, Merkezi Eyaletler ve Kuzeybatı Sınır Eyaleti’dir. Taksimat incelendiğinde Madras ve Bombay’ın görece önemli eyaletler olduğu, buraları yönetenlerin en yüksek yıllık gelire (40.000$) sahip oldukları ve doğrudan kral (Londra) tarafından atandıkları görülmektedir. Diğer yöneticiler ise kralın veki-li konumundaki Hindistan Genel Vaveki-lisi tarafından atanmaktadırlar. Tüm eyaletlerde bir yasa-ma konseyi ve yürütme örgütü bulunyasa-makta ve yerel nitelikteki tüm düzenlemeler ve kararlar buralarda alınmakta ve çok nadiren Genel Vali ya da Londra işe karışmaktadır. İçişlerinde özerk bir yönetim teşvik edilmektedir. Her eyalet daha küçük alt idari birimlere bölünmüş durumda ve buraların yöneticileri de eyalet valisine sorumlu bulunmaktadır.197

1945 öncesinde çeşitli bölgelerin yüzölçümleri ve nüfusları ise şu şekildedir:198

Yüzölçümü Km² Nüfusu

A) Doğrudan doğruya İmparatorluğu teşkil eden eyaletler 2.235.000 256.860.000 B) Yerli hükümetler199 ve Agency’ler 1.845.000 81.310.000 C) Hindistan’a bağlı yerler (Bahreyn adl. Koweit, Maskat, 195.000 783.000 Kuria Muria adl.)

D) Yarı müstakil yerli hükümet (Bhutan) 46.000 250.000

Toplam: 4.321.000 339.203.000

196 Y.H. Bayur, Hindistan Tarihi, III, TTK Yayınları, 1950, s. 288–289, 317, 319–320, 321–323 ve 325–333.

197 William E. Curtis, Modern India, Fleming H. Revell Company, London, 1905, s. 123.

198 Gücer ve Duran, a.g.k., s. 269–270.

199 Yerli hükümetler konusunda şu noktalar çarpıcıdır: “Yerli hükümetlerin en önemlisi Dekkan yarımadasının ortasında Haydarabat yahut Nizam Hükümetidir, nüfusu 14.436.000’dir. Misor (Mysore) Hükümetinin nüfusu 6,5 milyonu geçmektedir. Yerli hükümetlerin bazıları birçok prensliklerden mürekkep heyetlerdir. Büyük küçük bu yerli hükümetlerin başında Raca denilen hükümdarları bulunur. Bunların içinde daha ehemmiyetli ve kuvvetli olanlara mahraca denir. İngiltere mahracaları, racaları dahili idarelerinde serbest bırakır, onlara rütbeler, unvanlar, debdebe ve saltanatlarının sürmesi için paralar verir. Fakat onları müşavirleri vasıtasile nezaret altında bulundurur, hareketlerini kontrol eder.” Gücer ve Duran, a.g.k., s. 269–270.

76 Bu noktada kolonyalist dönemde sömürgeciliğin ‘iyi yönetim’ (good administration) kavramında özetlenebilecek bir tavrı olduğu görülmektedir. Bu dönemde ‘iyi yönetim’ teme-lindeki talepler, yönetim olgusunun ‘öğretilmesi’ amacıyla bir süreliğine ‘yönetme’yi bilme-yene bu edimi ‘uygulamalı’ göstermek amacıyla iş başına gelme ve doğrudan yönetimi ele alma/geçirmeyi gerektirmektedir. Bu bakımdan yönetim/yönetme olgusu, -doğrudan ya da güdümlü olarak uygulama- ‘medeniyet götürme’nin bir yürütme aracı haline dönüşmektedir.

Bu bakımdan iyi yönetim kavram ve uygulamasını incelemek yararlı olacaktır.

Antik Yunan dönemini değerlendirirken Lipson, anahtar sözcük olarak ‘iyi’yi seçer. İki farklı anlam bir belirsizliği işaret eder gibidir: “İyi sözcüğü için Yunanca’da ‘agathos’ sıfatı ile soyut bir isim, ‘iyilik’ veya ‘erdem’ anlamına gelen ‘arete’ kullanılır. Agathos da iki farklı anlama sahiptir. Birincisi, bir beceri veya yeteneğin başarıyla sergilenmesi anlamında işlev-seldir. İyi bir bıçak, iyi bir yarış atı, iyi bir futbolcu veya güzel bir oyun ya da resimden söz ederken onu bu anlamda kullanırız. Diğer anlam ise ahlakidir, iyi bir eylem veya iyi bir insanı tanımlarken olduğu gibi.” Burada Helen düşüncesinin işlevsel ile başladığı ancak sonra ahlaki olana vardığı saptanmaktadır.200

Türk Dili Sözlüğüne göre ise, ‘iyi’ sıfatı, “Asya Türkçesinde yararlı ve uğurlu anlamla-rında: edgü, Osmanlıca; hayır, ala” olarak kullanılırken, “1) İstenilen ve beğenilen nitelikleri taşıyan–kötü deyimi karşıtı 2) Bol, yararlı, kazançlı 3) Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren: iyi haber 4) Esen, sağlıklı, 5) Yerinde, uygun 6) Yeterli, yetecek bir nitelikte olan 7) İstenilen, beğeni-len, yerinde, uygun bir biçimde” anlamlarını da içermektedir.201

Felsefe Terimleri Sözlüğü’ne göre ise, ‘iyi’,202 “Latince: bonus, Yunanca: agathos, ve Osmanlıca: hayır anlamındadır. 1) (geniş an.): a-İşe yarar, ereğine, özüne uygun, doğru ya-pılmış, doğasına uygun, b-İstenmeye değer olan, c-Değere yönelmiş, değere ilişkin, değerle belirlenmiş, değerli. 2) Ahlakın ve ahlak felsefesinin temel kavramı; Ahlaksal değer: ahlaksal olanın olumlu ana niteliğini gösteren özel kavram; ahlakça değerli olan (karşıt kavram: kö-tü). a-Skolâstikte; Tanrı’nın istemiş olduğu dünyadaki varlık düzeni ile uyum, b-Kant’ta; İs-tencin, içerik bakımından değil de, yalnızca ahlak yasasınca belirlenmiş olan biçimsel niteli-ğidir. 3) Somut kişi ya da edim değeri- İyi değerler düzeninde yüksek değerleri seçmede

200 Lipson, Uygarlığın…, a.g.k., s. 67.

201 Orhan Hançerlioğlu, Türk Dili Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1992, s. 39.

202 Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, 3.baskı, Savaş Yayınları, 1984, s. 101.

77 ya çıkar. Buna karşılık kötü, aşağı değerlerin yeğ tutulmasında kendini gösterir. Ayrıca: ‘Ya-rarlı olan iyidir.’ (yararcılık) ya da ‘Haz veren iyidir’ (Hazcılık görüşleri).”

Bu noktada vurgulanması gereken Lipson’da görülen ve işlevsel olan ile ahlaki olan an-lamların çoğu kez iç içe geçmiş olduğudur. Burada iç içe geçmiş anlam üzerinden yapılabilen tarihsel tanımlamalar üzerinde durulacaktır. Bir diğer deyişle farklı zamanlarda farklı içerikte

‘iyi’ler bulunabilir. Sözgelimi dönemin anlayışı içinde yönetsel anlamı da gösteren ‘iyi amir’in niteliklerine bakıldığında tanımlama iç-içeliği gösterecek şekilde ve şu biçimde ya-pılmıştır: “İyi amir demek iyi sevki idare demektir. Bu da, en geniş manasıyla, memnun bir işçi kitlesi, yüksek verim ve düşük maliyet ifade eder. Bir işçinin nazarında amiri, aşağıdaki sıfat ve vasıfları haiz ise, ‘iyi’ amirdir.”203 İyi amirin nitelikleri şunlardır:204

9 İşini çok iyi bilir. / İşbilgisi

9 Arkadaşça bir tavır takınır. / Arkadaşlık 9 Amirlerine ve madunlarına bağlıdır. / Sadakat 9 Adildir. / Adil olmak

9 Samimi gayretleri takdir eder. / Takdir etme 9 Talimatları vazıhtır. / Talimat verme kabiliyeti

9 Emniyet kaidelerine inanır ve tatbik eder. / Emniyete riayet 9 Başkalarına karşı anlayışlı davranır. / Anlayışlı davranmak 9 Zorlayıcı olmayıp yol göstericidirler. / Önderlik veya sürüklemek 9 Asabına hakimdir. / Asabınıza hakim olma

9 Muvazenelidir. / Eşit muamele 9 Açık fikirlidir. / Açık fikirlilik 9 Sözünde durur. / Sözünde durmak 9 Amirlik taslamaz. / Otorite

Karşılaştırma mantığı içinde ülkeler arası farklılıkların olabileceği vurgusu ile çoğu kez karşılaşılmaktadır. Sözgelimi 1950’lerde Türkiye’de ‘iyi idare’den ne anlıyoruz sorusuna kar-şı verilen yanıtta, Rusya ve Türkiye arasında farklı yönetim düşüncesinin olabileceği ancak Türkiye açısından ‘iyi idare’ saptaması yapılmasına olanak veren bazı ‘miyar’ların bulunduğu da ifade edilmektedir. Bu karmaşanın nedeni ‘iyi yönetim’ değerlendirmesinin ‘değer’ hü-kümleri ile yapılıyor olmasıdır. Nitekim TODAİE’nin kuruluş döneminde eğitim kadrosu içinde yer alan öğretim üyelerinden Yeni Zelanda asıllı ABD’li N.C.Angus, Türkiye’de ‘iyi bir idarenin varlığı’nı aşağıdaki değer hükümleri çerçevesinde belirlenebilir bulmaktadır:205

203 Vekaletlerarası Prodüktivite Komitesi Sanayi Merkezi, İyi Amirin Vasıfları, Doğuş Matb., Ankara, 1956, s. 8.

204 A.k., s. 8.

205 N.C.Angus, Amme İdaresinin Unsurları, TODAİE, 1956–57 Kursu, s. 10–14. İyi ve bu temelde iyi yönetimin ulaştığı nokta yeni milenyumda ‘iyi yönetişim’ kavramı temelinde ifade edilir hale gelmiştir: “İyi Yönetim (good governance) kavramda somutlaşan, katılımcı, demokratik, insan haklarına saygılı, saydam, yolsuzluklardan arınmış, yüksek ahlak standartlarını tutturmuş, etkili-verimli çalışan, yurttaş gereksinmelerine duyarlı ve denet-lenebilir bir kamu yönetimidir.” Cahit Emre, “Değişen Kamu Yönetimi Anlayışı ve Mülki İdare Amirliğinin Geleceği”, Yönetim Bilimi Yazıları, İmaj Yayınevi, Ankara, Şubat 2003, s. 170. Günümüzde ‘iyi yönetim’e her

78

9 Meşruiyet, yani kanuna uygunluk,

9 Asgari masraf (maksadına asgari para masrafı, yani beşeri ve maddi kaynakların en az isti-mali ile ulaşan idare),

9 Verimlilik (Gullick ve Waldo’nun sentezi): asgari insan emeği ve maddi kaynaklar yardımı ile işin (amaçlar doğrultusunda) başarılması,

9 Amme menfaatine hizmet (kanun koyucu ve siyasi karar alıcıların belirlediği sınırlar içinde kamu yararı doğrultusunda öneri ve uygulamalarda bulunmak),

9 Siyasi yoldan beliren sosyal ihtiyaçların tatmini (yasama ve yürütme organının belirlediği kamu yararı doğrultusunda ortaya çıkan ihtiyaçları idari kararlarla karşılamak.)

Oysa en azından 1930’lardan itibaren New Deal politikaları ve asrın başından itibaren

‘Bilimsel Yönetim’ akımı, ‘her yer ve zamanda geçerli olacak ve idari faaliyetleri verimli kılacak’ ilkeler manzumesinin var olduğunu savunmaktadır.206

Devlet doktrinleri bakımından da iyi sözcüğü üzerinde arayışa/modellemeye dair pek çok düşüncenin varlığı bilinmektedir. Yönetim de dahil, iyi olanı bulmak, iyi yapıyı kurmak ve iyiyi korumak adına düşüncelerdir bunlar. Mitolojik ve teolojik dönemlerde de ‘iyi’ olan üzerine devlet ve toplum inşa edilmek istenmiştir. Her uygarlık kendi coğrafyasındaki değer-lerle oluşturduğu ortak bir yapının özlemini çekmiştir.

Bu noktada iyi yönetimin tanımının yapılmasının zorluğu ortadadır. Tanımlar, öznel ya da oldukça soyut biçimde verilebilir. Sözgelimi Sürgit’e göre, “normal olarak, eğer bir yöne-tim tüm istekleri makul ölçüler içinde karşılayabiliyorsa iyi sayılabilir.” Böylece insanların iyi ya da kötü algısı yönetime doğru yönlendiğinde yönetimin niteliğinin ortaya çıkacağı so-nucuna ulaşılabilir.207 Ancak her halde ‘istekler’ ve ‘karşılayabilme’ sözcüklerini içeren bir nicelik-nitelik saptaması ‘iyi yönetim’ tanımı içinde yer alacaktır. Bu durum günümüz açısın-dan da teorik-pratik sözcükleri ile ifade edilir haldedir. Nitekim 2009 yılında Abraham’ın ta-nımıyla ‘iyi yönetim’, “… ülkenin yurttaşlarını birinci derecede ilgilendiren pek çok durumda –bu durumların farklı biçimlerde kendini göstermesinde- kuramın pratiğe tosladığı alandır.

Kısaca iyi yönetim boş retoriğin sert gerçek olduğu yerdedir.”208

Öte yandan yönetimin kötüye kullanımı ya da ‘kötü yönetim’ denildiğinde de Batı algısı içinde öne çıkan, genellikle belli bir zaman diliminde Batı dışındaki yönetimlerde görülen

zamankinden daha çok gereksinim duyulduğu hakkında vurgu için bkz. Ann Abraham, “Good Administration:

Why We Need It More Than Ever”, Political Quarterly, 80/1, January-March 2009, s. 25–32.

206 Waldo alıntısı ile bkz. Heper, “Avrupada…, a.g.k., s. 42.

207 Sürgit, Türkiye’de…, a.g.k., s. 15.

208 Yazar, iyi yönetimin ilkeleri olarak altı ilke üzerinde durmaktadır: “İşleri doğru yapmak (Getting it right), müşteri odaklı olmak (Being customer focused), açık ve hesap verebilir olmak (Being open and accountable), adil ve orantılı iş yapmak (Acting fairly and proportionately), doğru işleri yapmak (Putting things right) ve sü-rekli gelişimin yollarını aramak (Seeking continuous improvement). Kısaca bu ilkeler, yasallık (legality), esnek-lik (flexibility), şeffaflık (transparency), adaletliesnek-lik (fairness), hesap verebiliresnek-lik (accountability), istekliesnek-lik (ambition)” olarak adlandırılmaktadır. Abraham, a.g.k., s. 25.

79 yönetme özellikleridir. Bu açıdan hakim vurgu sözgelimi Ortadoğu’da, devletin yozlaşmışlığı, rüşvetçiliği, anarşinin oluşması, yerel anlaşmazlıklar, barışın korunamaması, halkın fazlaca desteklemediği iktidarlar, saray yaşamının entrikaları ve şiddeti, sonuç olarak asayişi sağlayan ve yerel anlaşmazlıkları dengeleyen bir devletin olmamasıdır.209

Elbette Batı vurgusu dışına çıkıldığında da iyi yönetimin, sözgelimi doğu medeniyeti açısından da üzerinde önemle durulan konulardan olduğu görülmektedir. Nitekim 16. yy son-larında Osmanlı şairlerince oluşturulan edebi metinlerde bile ‘bozuk idare’den şikâyet edildiği bilinmektedir. Bunlardan ‘Sarhoş’ adıyla tanınmış olan şair Abdi’nin bir mesnevisi, kendi devrindeki tımar ve zeamet dağıtımının giderek bozulduğunu, kalelerin teker teker kaybedil-diğini, sarayın ‘irtişa (rüşvet)’ içinde yüzdüğünü açık bir dille anlattığı görülmektedir.210 An-cak konumuz açısından Tanzimat döneminin en önemli bürokrat/sadrazamlarından Ali Pa-şa’nın iyi yönetim (hüsn-i idare)211 saptaması dikkate değerdir. Ona göre, iyi yönetim, padi-şah, Avrupa, millet ve Rusya arasında kalmış devletin ‘bir müddet daha süründürme’ hizme-tidir. Ancak Ali Paşa’nın bu görüşü kendisine intisap ettiği sadrazam Mustafa Reşit Paşa’dan farklı da değildir. Kaynar’ın aktardığına göre, Reşit Paşa bu konuda şunları ifade etmektedir:

“Biz bu İstanbulu kendi kuvvetimizle koruyamayız. Bundan böyle, İstanbul bizi koruyacaktır.

Fakat, iyi idare şarttır. Bu olmazsa, Avrupa devletleri, bizi rahat bırakmazlar. Gerçi, İstanbulu bölüşemezler. Çünkü İstanbulun bölüşülmesi kabil değildir. Eğer, iyi idare kurmayı başaramazsak, burada ortak bir idare kurulur.” Kaynar, Reşit Paşa’nın ‘iyi idare’den anladığı şeyin, ‘Tanzimat fermanının dayandığı ana prensiplerde’ yer aldığını düşünmektedir. Buna göre iyi idare; “düşünce hürriyetine dayanan bir idaredir. Sultan Aziz, idarede fikir hürriyeti-ni boğdu. Sultan Hamit, hür fikirli ve kişilik sahibi devlet adamının cinsihürriyeti-ni kuruttu. Müstebit idareden sonra gelen askeri diktatörlük, yani İttihat Terakki Partisinin yarattığı idare de işgal faciasiyle son buldu. Büyük Reşit Paşanın ülküsü olan iyi idare kurulabilseydi, Osmanlı Türkiyesi, Asya, Avrupa ve Afrika’daki topraklariyle, bütün petrol kaynaklariyle birlikte, me-deni milletlerin seviyesine yükselecek ve bugün büyük devletler arasında yer alacaktı.”212

209 Charles Lindholm, İslami Ortadoğu, çev. Balkı Şafak, İmge Kitabevi, 2004, s. 225–230.

210 Orhan Burian, “Bozuk İdareden Şikayetçi İki Şair”, AÜDTCF Dergisi, 8/4, Aralık 1950, s. 675.

211 Sözgelimi, II. Mahmud döneminde (6 Aralık 1829) çıkarılan bir düzenlemede ‘hüsn-i idare’ adlandırması bulunmaktadır: Mesarifat-ı Askeriye Nazırının Hüsn-i İdare ve İntizamına Dair Nizamname. Sarkis Karakoç, Külliyat-ı Kavanin Fihrist-i Tarihi, Cilt 1, (yay. haz.) M. Akif Aydın vd., TTK, Ankara, 2005.

212 Mustafa Apaydın, Türk Hiciv Edebiyatında Ziya Paşa, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001, s. 389. Ali Fuat ve Ebul’ula Mardin’den akt., Reşat Kaynar, Türkiye’de Hukuk Devleti Kurma Yolundaki Hareketler, Tan Matbaası, İstanbul, 1960, s. 21–22. Osmanlı örneği ıslahat temelinde aşağıda ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.

80 Ancak burada kavramın, merkez ülkenin kendisi dışında kullanımına bakmak önceliği-mizdir. Nitekim sömürgecinin “iyi yönetim” kavramına yüklediği anlama bakılması gerekti-ğinde iyi yönetim vurgusunun kolonyalist mantık ve uygulamalar bakımından önemli bir yer tuttuğu görülmektedir.

Uzunca bir süre Osmanlı İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı eyaletlerinden olan ve ayrılma süreci sonucunda bir Ortadoğu ülkesi haline gelen Mısır’ın sömürgeleştirilmesi süreci, kolon-yalist dönemde iyi yönetim (good government/administration) kavramını değerlendirmek için yararlı bir araştırma alanıdır. Mısır o dönemde İngiliz sömürge yönetimi altındadır. Tam ola-rak iyi yönetim kavramına Mısır’da yöneticilik yapan İngiliz sömürge valilerinden Lord Cromer (Evelyn Baring) ve Lord Lloyd’un, kendi görev dönemlerini de yazdıkları anı eserler-de karşılaşılmaktadır. Bunlardan Cromer, gelecek nesillere daha iyi bir ülke bırakabilmek için çok yönlü reformlara giriştiğine vurgu yaparak, amacının, “iyi ve sağlam” bir yönetim kur-mak olduğunu ifade etmektedir. Lloyd ise yönetim kavramına daha sık vurgu yaparak, iyi yönetime ulaşabilmenin yolunu reformlarda ve yeniden düzenlemelerde (reorganize) aramak-tadır. Bunda Lloyd’un sömürge ülkelerinde iyi yönetime ulaşmayı sorunların çözümünde odak seçmesi de etkili olmuştur. Bu amaçla yazarın iki ciltlik anılarında yönetime dair çok sayıda niteleme bulunmaktadır. Yönetimi iyileştirme, yönetimi reorganize etme, iyi yönetim (good government ya da good administration), etkili yönetim (efficient administration) ya da kötü yönetim (bad administration) bunlardan bazılarıdır.

Mısır’da 19. yy boyunca yaşanan gelişmeler ilk olarak Osmanlı egemenliğinden kopuş üzerine yoğunlaşmıştır. Güç ve denge savaşımları sürecinde kısa dönem göreli bağımsızlık ya da Hidivlerin yönetimi bir yana bırakıldığında ise önce Fransa’nın, daha sonra da Hindistan yolunu üç misli kısaltması nedeniyle İngiltere’nin dikkatini çekmiştir.213 Bu iki imparatorluk sömürgecilik döneminde bazen birleşip birbirlerini desteklemekte bazen de birbirlerinin düş-manca rakibi olabilmektedirler.214 Bu anlamda 19. yüzyılın başlarından itibaren yeni bir aşa-maya ulaşan sömürgeci anlayış, çatışma ve entrikaları da içerecek şekilde, Mısır’da 1876–

1883 yılları arasında doruk noktasına ulaşmıştır.

Başlangıçta Fransızların Mısır’ı istilası nedeniyle yardıma giden Osmanlı kuvvetleri içinde bir asker olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın süreçteki yeri ise oğullarına bir ülke bı-rakma isteğinden öte sonuçlara yol açacak kadar önemlidir. Onun çabalarıyla merkezden

213 A. Çeçen, “Mısır Sorunu’nda İngiliz Politikası”, S. Meray’a Armağan, c.1, Ziraat Bankası Matb., 1981, s.343.

214 E.W. Said, Oryantalizm (Doğu Bilim) Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Pınar Yayınları, 1982, s. 76.

81 pan Mısır’ın çok kısa sürede dönemin uluslararası alanda etkili ülkelerinin dikkatine konu olduğu görülmektedir.215 Bunda Mehmet Ali sonrası Mısır yönetimlerinin çok kısa sürede ülkeyi borçlarla idare etmeye başlamasının payı büyüktür. Bu durumda her geçen gün borçla-rın daha da artması ve ardından ekonomik krizlerin patlaması ve nihayet hep sendeler konu-munda olmak umulmadık şeyler değildir. Genellikle borçların hemen tamamı yabancı ülke-lerden elde edilen krediülke-lerden oluşmaktadır. Bu konum alacaklı ülkelere çeşitli fırsatlar suna-bilme potansiyelini bünyesinde barındırır. Örneğin 1875 yılında başlayan ekonomik krizin, alacaklı ülke olan İngiltere’nin aradığı fırsatı sağladığı anlaşılmaktadır. 176 bin kanal hissesi-ni Fransızlara satmak isteyen Mısır Hidivi, iç tepkiler nedehissesi-niyle Fransız hükümetihissesi-nin buna yanaşmaması üzerine, aksiyonları gizlice İngilizlere satmış, böylece de, İngiltere’nin kolayca Mısır’a ayak basmasını sağlamıştır. Ne var ki ülkede ekonomik kriz devam etmiş ve Mısır iflastan kurtulamayarak yeni olumsuz gelişmelerle karşı karşıya kalmıştır. 216

İngilizler ilk olarak Lord Cromer olarak da bilinen “kibirli” lakaplı Evelyn Baring’i217 yüksek komiser olarak atamışlardır. Bu sömürge yöneticisi Mısır’da 1882–1907 yılları arasın-da 25 yıl görev yapmıştır.218 Cromer, gerekli gördüğü yerde müdahale etme yetkisine sahip bir şekilde genel vali gibi hizmet vermiş, Mısır’daki İngiliz genel valilerinin en önemlisi ola-rak, Mısır’ın dönüşümüne yönelik klasik bir Batılı tutum sergilemiştir.219 Nitekim 1878’de oluşturulan Bakanlar Konseyi’ni kendine bağlamış ve mevcut durum 1882–1923 yılları ara-sında yürürlüğünü sürdürmüştür. Kabine’de en belirgin değişiklik bir Tarım Bakanlığı ihdas etmek biçiminde gerçekleşmiş ve bu bakanlığa İngiliz yanlısı Muhammed Muhip Paşa’yı

215 Ülkeye geldikten 5–6 yıl gibi kısa bir zamanda valiliği ele geçiren Mehmet Ali Paşa 1805–1848 yılları ara-sında 44 yıl Mısır Valiliği yapmış ve kurduğu hanedan İngiliz denetiminde de olsa 1953 yılına kadar egemen olmuştur. Atilla Çetin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Mısır Valiliği, (y.y.), İstanbul, 1998, s. 7. Mehmet Ali Paşa’nın bu başarısında Osmanlı merkez yönetiminin iyice zayıflamasının payı olduğu kadar, Mısır’ın etnik yapısı da etkili olmuştur. O dönemde ülkede Türkler, Kıptiler, Bedevi ve Şehirli Araplar, Magripliler, Kölemen-ler ve Müslüman olmayan unsurlar halkın ana kollarını oluşturmaktadır. Kavalalı bu yapıyı kendi lehine kullan-masını bilmiştir. Ancak aynı etnik yapı daha sonra İngilizlerin ilgisini çekecektir. A.k., s. 14.

216 Sagay, a.g.k., s. 27–28. Örneğin Hidiv İsmail Paşa, İngiltere ve Fransa’nın istekleri doğrultusunda, maliye ve nafıa vekilliklerine bu ülkelerin vatandaşlarını atamak zorunda kalmıştır. Bu dönemde İngiliz ve Fransız Bakan-ların, Mısır’ın harcamalarını kısmak için 30 bin kişilik orduyu 11 bine indirmesi ve 2.500 subayı emekliye sevk etmesinin askerler arasında derin bir huzursuzluğa yol açtığı bilinmektedir. Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkile-rinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitabevi, 1.baskı, Mayıs 2001, s. 360. Burada Ferro’nun, “Yüksek mali mülahaza-lar hemen hemen her zaman emperyalist politikanın güdüleyicisi olmuştur: Buna bağlı omülahaza-larak, 1882’de, Mısır seferi yeni pazarlar ya da topraklar edinmek için değil, Mısırlı yöneticilerin borçlarını ödememeleri ihtimalini bertaraf etmek için yapılmıştı” saptamasının geçerli olduğu açıktır. Ferro, a.g.k., s. 45.

217 Said, a.g.k., s. 66. Cromer, çok ünlü bir bankacı aileden gelmektedir. Donald Malcolm Reid, “The Urabi Revolution and the British Conquest, 1879–1882”, The Cambridge History of Egypt, vol.2, (ed.) M. W. Daly, Cambridge University Press, 1998, s. 219

218 Baring’in 1875–1882 yılları arasında daha alt görevlerde bulunduğu bilinmektedir. Cromer, Modern Egypt, Macmillan and Co., vol.2, London, 1908, s. 574.

219 Marshall G.S. Hodgson, İslamın Serüveni 3, Yeni Şafak İZ Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 257.