• Sonuç bulunamadı

REFAH DEVLETİNİN MAĞLUBİYETİ OLARAK YAŞLANMA?

Ülke Yüzde

Danimarka 40 Estonya 43,1 Finlandiya 46,7 Fransa 47,9 Güney Kıbrıs 43,2 Hollanda 38,6 İrlanda 45,3 İspanya 67,5 İsveç 40,9 İtalya 66 Letonya 44,1 Lituanya 44,9 Lüksemburg 36,1 Macaristan 48,3 Malta 40,6 Polonya 51 Portekiz 58,1 Romanya 51,1 Slovakya 50,6 Slovenya 55,6 Yunanistan 58,8 AB-15 53,2 AB-25 52,8

Kaynak: (Eurostat, 2007e)

Littlewood, 1997: 263). Hâlihazırda, Hollanda ve BK dışındaki, tüm Avrupa ülkelerinin emeklilik sistemleri, “Geçerken Öde” (“Pay As You Go”, PAYGO) sistemine dayanmaktadır. Bu, emeklilik giderlerinin çalışanların primleriyle karşılandığı ve her bir neslin kendini yetiştiren nesli desteklediği bir sistemdir.

Demografik krizin PAYGO sistemlerinin finansmanı üzerindeki etkisi çok açıktır.

PAYGO emeklilik sistemi aslan payını emeklilere ayırmaktadır. Fakat artan bağımlılık oranı her bir çalışanın prim desteği vermesi gereken emekli sayısının artması anlamına gelmektedir. Bu da, ya çalışanların emeklilik sistemine ödedikleri primlerde ciddi bir artış ya da emeklilere ayrılan payda ciddi bir azalma olacağı anlamına gelmektedir. Çıkarları açısından çalışan genç nüfus ile yaşlı emeklilerin karşı karşıya gelmelerine neden olabilecek yapısı nedeniyle bu emeklilik sistemlerin finansmanı önemli bir çatışma potansiyelini taşımaktadır (Taylor-Gooby, 2001: 23).

Her ne kadar hükümetler PAYGO sistemlerinden fonlanan emeklilik sistemlerine geçmeye çalışsalar da, refah devletinin mukavemeti gerçekleştirilen reformların demografik değişimi karşılayacak şiddette olmalarını engellemektedir (Taylor-Gooby, 2001: 23–24). Şekil II–3 mevcut hukuki durumun değişmemesi halinde Almanya, Fransa ve İtalya’daki toplam emeklilik giderleri ve emeklilik sistemine yapılan katkılarla sağlanan gelir arasındaki oranı yani toplam karşılama oranı ile katılım ücretlerinin toplam ücretlere oranını göstermektedir. Aradaki fark gittikçe kapanmaktadır ve muhtemel kriz noktası olarak 2035 yılı karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda, üzerindeki mali baskılar son yirmi yıllık dönemde artmış görünen Avrupa refah devletleri için yaşlanmayla yükselecek emeklilik

giderleri ve değişecek sosyal harcama yapısı daha da kötü bir gelecek tablosu sunmaktadır (Symes, Levy ve Littlewood, 1997: 263).

Şekil II–3 Üç Büyük Avrupa Ülkesinde Çalışan Nüfusun Emekli Nüfusu Karşılama ve Katkı Oranları

Almanya

Fransa

Safi Ücretlerin Oranı Karşılama Oranı

Katkı Oranı

Safi Ücretlerin Oranı

Karşılama Oranı

Katkı Oranı

İtalya

Safi Ücretlerin Oranı Karşılama Oranı

Katkı Oranı

Kaynak: (Sinn, 2005: 15)

Kamu harcamalarına ilişkin tahminler pek çok Avrupa ülkesinin emeklilik sistemi harcamalarının GSMH’larının %3-5’i, sağlık ve uzun dönem bakım harcamalarının ise %2-3’ü civarında artacağını öngörmektedir. Bu büyüklükteki artışlar emeklilik sistemlerinin kamu finansmanı ve sosyal politikaların sürdürülebilirliğine ilişkin ciddi endişeler doğurmaktadır (AT Komisyonu, 2002a: 6).

Bu bağlamda en ağır yüklerle karşılaşacak ülkeler hızlı yaşlanma, işgücü piyasasına düşük katılım ve cömert emeklilik sistemlerine sahip “Hıristiyan Demokrat” Kıta Avrupa’sı ülkeleri; yani Almanya, Fransa ve İtalya gibi Birliğin merkez ülkeleridir (Moravcsik, 1998: 150). Ancak İskandinav refah devletlerini de finansman biçimlerinden olmasa bile refah devleti anlayışlarının evrensel olması nedeniyle ağır yükler beklemektedir (Taylor-Gooby, 2001: 28). Pek çok yorumcu, önlem alınmadığı takdirde, yaşlanmanın idame edilemeyecek bir ekonomik durum yaratacağından endişe etmektedirler (Bonoli, George ve Taylor-Gooby, 2000: 95).

Bazı tahminler 2050 yılında ABD’nin kamu borcunun GSMH’sına oranının %100

%250 olarak tahmin edilmektedir (Razin, Sadka ve Nam, 2005: 2; Disney, 2000:

F4’de Tablo 1). Bu rakamların, EPB’nin kamu borcu kıstasıyla beraber düşünülmesi, yaşlanma sorununun Ekonomik ve Parasal Birliğin (EPB) sürdürülebilirliğine etkisinin ne kadar olumsuz olduğu görülebilecektir.

Çağdaş refah devletlerinin, emeklilik sistemlerinden sonraki, en büyük sosyal kalemi ise sağlık harcamalarıdır. Yaşlanan nüfusun sağlık harcamalarının da bu koşutta gerçekleşeceği düşünüldüğünde refah devletleri için önemli bir yük olacakları açıkça görülebilmektedir. OECD istatistiklerine göre sağlık harcamaları 1960’lardan günümüze ikiye katlanmıştır ve 2020’ye kadar tekrar ikiye katlanacaktır (Sykes, Palier ve Prior, 2001: 45–46). Sağlık sistemlerinin özelleştirilmesi gibi bir çözüm ise, zaten sıkıntılı olan işgücü hareketliliği üzerinde olumsuz etkilere neden olacaktır (Sykes, Palier ve Prior, 2001: 46).

Demografik krizin etki alanı sadece emeklilik ve sağlık sistemleriyle sınırlı değildir. Avrupa’nın kültürel ve ekonomik dinamikleri de güçlerini gittikçe yitirmektedir. Araştırmalar, tüm alanlardaki bilim adamlarının azami performanslarını 35 yaş civarında gösterdiklerini belirtmektedir. Bu nedenle Avrupa rekabet gücünün en önemli parçası olan, yenilikçilik niteliğini kaybetmektedir. Şekil II-4‘de gösterildiği gibi, Avrupa bu konuda ABD’nin arkasında gelmekte, fakat arayı kapatmaya çalışmaktadır. Demografik kriz bu aranın hiçbir zaman kapatılamaması riskini beraberinde getirmektedir (Sinn, 2005:

17–18). Ayrıca her ülkenin istihdamının büyük oranını yaratan küçük ve orta ölçekli şirketler genç girişimciler tarafından kurulmaktadır. Çalışmalar Avrupa’da şirket kuranların yaş ortalamasının 35 olduğunu göstermiştir (AT Komisyonu, 2002c: 7,

31–32). Hâlbuki Avrupa nüfusundaki ortalama yaş 40 civarındadır ve sınır çoktan aşılmıştır. Böylece artan ortalama yaş Avrupa’nın yenilikçi gücünün gittikçe zayıflaması ve kaybettiği rekabet gücünü asla kazanamaması sığasını da taşımaktadır.

Şekil II–4 1996-2000 Yılları Arasında ABD Patent ve Marka Ofisi tarafından AB-15 Ülkeleri ve ABD’de Milyon Kişi Başına Onaylanan Patent Sayısı

69 291

74 326

76 334

73 321

62 275

0 50 100 150 200 250 300 350

1996 1997 1998 1999 2000

AB-15 ABD

Kaynak: (Eurostat, 2007f)

Ürün ve işgücü piyasaları açısından bakıldığında yaşlanma, daha doğrusu nüfusun azalması, piyasaların gelişmesini engellemekte; dolayısıyla da büyümenin menfi oranlarda gerçekleşmesi anlamına gelmektedir (Castles, 2004: 143).

Gelecekte çalışanların karşılamak zorunda kalacakları sosyal harcama yükünün ağırlığı çalışanların tüketim güçlerini kısıtlayacağı gibi çalışma şevklerini de kırıcı bir etken olacaktır. Bu da çalışan nüfusun refah seviyesini artırmak üzere daha az çocuk sahibi olmaları anlamına gelmektedir ki, yaşlanma sorunu açısından kendi

kendini güçlendiren bir sarmal yaratılması anlamına gelmektedir. Ücret dışı giderlerin yüksekliği de müteşebbisleri yatırım yapmak ve yeni işlere girmekten caydıracaktır. Muhtemel yatırımlar ise demografik temayül doğrultusunda doğacak ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yeniden biçimlenerek, gittikçe gençlerin ihtiyaçlarından çok (okullar, üniversiteler v.b.) yaşlı nüfusun ihtiyaçlarını (huzurevleri gibi) karşılayacak hale gelecektir.

Sermaye piyasaları açısından çalışmalar yaşlanmanın tasarruflar üzerine doğrudan etkisi olduğunu göstermektedir. Kefenin cebi olmadığı için yaşlanan nüfusun tasarruf oranı da azalmaktadır (Miles, 1999: 29). Böylece, dış sermaye olmadıkça yatırım yapılmasını sağlayacak tasarruf bulunması da gittikçe zorlaşacaktır. Eğer Avrupa hükümetleri yaşlanmanın faturasına hazırlanmazlarsa, yüksek vergiler, yüksek sosyal güvenlik katılım payları ve borçlanmanın getireceği enflasyonist baskı kaçınılmazdır. Bu kapsamda, Komisyon AB’nin dünya ekonomisindeki yeri hakkında açık bir uyarıda bulunmaktadır:

“Küresel üretimin dağılımı kapsamında, AB ve ABD arasındaki kalıcı büyüme farkı dünya ekonomisindeki nispi önemlerinde büyük değişikliklere neden olmaktadır. AB’nin dünya üretimindeki payı 18%’den 2050’de 10%’e düşerken, ABD’ninki 23%’den 2050’de 26%’ya yükselmeye devam edecektir.” (AT Komisyonu, 2002b: 12)

Her ne kadar AB gelecekte genişleyen ekonomik alanının yarattığı olumlu etkileri daha fazla hissedecek olsa da yaşlanma AB’nin çekeceği yatırımı olumsuz etkileyebilecektir. “Standard and Poor’s” kredilendirme kurumunun yakın dönemindeki bir raporunda (Standard and Poor’s, 2002: 6) da belirttiği gibi,

yaşlanmaya bağlı harcamalarını fonlamak maksadıyla yüksek oranda borçlanan ülkeler kredi puanlarının düşmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kısaca özetlemek gerekirse Avrupa’nın yaşlanan nüfusu: “…sadece üretimin ve yaşam standartlarının yavaşlaması değil aynı zamanda mali ve sermaye piyasaları eğilimleri … sermaye birikimi oranları ve üretkenlik artışında düşüş … açılarından da önemlidir” (Wattenberg, 2004: 115–116).

Açıkçası, yaşlanma sorununun yarattığı sosyo-ekonomik dinamikler nedeniyle, Mart 2000’de Lizbon Zirvesinde AB hükümet ve devlet başkanlarının gururla belirttiklerinin (Avrupa Konseyi, 2000) aksine, Avrupa’nın dünyanın en rekabetçi ve dinamik bölgesi olması için hiç ümit yoktur (AT Komisyonu, 2005: 2).