• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AVRUPA REFAH DEVLETLERİNİN SONU: YAŞLANMA

Versin diye daha fazla mahsul toprak Lazımdır çok daha fazla işçi kullanmak

Bundan dolayı artarken bir, iki, üç… diye gıda maddeleri İnsanların bir, iki, dört… diye çoğalacaktır nesilleri Malthus’un Şarkısı (Samuelson, 1966: 15)

Esping-Andersen refah devleti krizinin popüler teşhislerini sayarken, kapitalist dünya düzeni ile refah devletinin sibernetik ilişkisinin karşılıklı ürünleri olarak bahsettiğimiz “pazarın çarpıtılması” ve küreselleşme olgularıyla beraber, yaşlanma sorununu da dâhil etmiştir (Esping-Andersen, 1996: 2). Oysaki yaşlanma müstakil bir sorun değil, refah devletinin toplumsal değerlerle karşılıklı ilişkisi açısından bir sonuç ve küreselleşmenin refah devleti üzerindeki etkisini kuvvetlendirmesi açısından ise sorunun kaynağıdır.

bağımsızlaştırılmasını hedeflemektedir. Bunun nedeni sanayi devrimi sonrası toplum yapısının şehirleşmesi ve kitleselleşmesinin toplumun geleneksel refah destekleyicilerinden (aile) mahrum kalmasını gerektirmesidir. Bu kapsamda, refah devleti refah desteğini kurumsallaştırarak geleneksel refah sağlayıcı yapıların yokluğunun yaratacağı muhtemel toplumsal rahatsızlıkları engellemek amacını gütmekteydi. Böylece toplumun modern toplumsal yapıya dönüşümü daha kolay hale getirilmiştir.

Böylece diğer ülkelerde insanlar geleceklerini güvence altına almak için hala çocuk sahibi olmak zorundayken Avrupa’da bu ilişki bağımsızlaştırılmıştır.

Ancak, Avrupa’da ailenin işlevselliğine gerek duymayan bireyler artık aile işlevlerini de yerine getirmemektedirler (Sinn, 2005: 28). Pek çok çalışma emeklilik sistemleri ile çocuk sahibi olma arasındaki olumsuz ilişkiyi ortaya koymuştur (Sinn, 2005:

29). Sonuç olarak günümüzde çağdaş Batı değerlerinin yarattığı bireycilik, tüketim toplumu ve kadının çalışma isteği gibi olgulardan kaynaklanan düşük doğum oranlarının (Bongaarts, 2002: 436), toplumun ihtiyacı olan yüksek doğum oranlarıyla nasıl uzlaştırılacağı Avrupa toplumlarının ve refah devletlerinin devamlılığı açısından kritik bir soru haline gelmiştir (Esping-Andersen, 1996: 261).

Crouch Avrupa’da refah devletinin dayandığı geleneksel aile modelinin zedelendiğini açıkça göstermiştir (Crouch, 1999: 203). Tablo II–7 ve Tablo II–8’de görüldüğü gibi geleneksel ataerkil Avrupa aile modeli, ev kadınlığının, evlenme oranlarının ve doğurganlığı azalması ve evlenme yaşı, boşanma oraları ve gayri

meşru doğumların artmasıyla23 aşınmıştır.

Tablo II–7 Avrupa Aile Modelleri

Ev Kadınlığı

Evlenme Yaşı

Evlenme

Oranı Doğurganlık Boşanma

Gayri meşruiyet 20 nci Yüzyıl Ortası

Avrupa Aile Yapısı

Yüksek Düşük Yüksek Yüksek Düşük Düşük

Ailenin Çöküşü Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek

Kaynak: (Crouch, 1999: 203)

Tablo II–8 1960’lara Nispeten 1990’larda Avrupa Aileleri

Ev Kadınlığı

Evlenme Yaşı

Evlenme Oranı

Doğurganlık Boşanma Gayri meşruiyet Almanya Düşük Yüksek Orta Düşük Yüksek Yüksek Avusturya Düşük Yüksek Orta Düşük Yüksek Yüksek Belçika Düşük Orta Yüksek Düşük Yüksek Yüksek Danimarka Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek Finlandiya Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek Fransa Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek Hollanda Düşük Yüksek Orta Düşük Yüksek Yüksek

İrlanda Orta Yüksek Düşük Düşük Düşük Yüksek

İspanya Orta Yüksek Orta Düşük Orta Yüksek

İsveç Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek İsviçre Düşük Yüksek Orta Düşük Yüksek Orta

İtalya Düşük Yüksek Yüksek Düşük Orta Orta

Portekiz Düşük Orta Yüksek Düşük Orta Yüksek

23 Evlilik dışı çocuk sahibi olunması ve boşanma oranın artması dul ve çocuklara yapılan harcamalarla refah devleti üzerine ek yükler getirmesi açısından da önemlidir (Esping-Andersen,

Ev Kadınlığı

Evlenme Yaşı

Evlenme Oranı

Doğurganlık Boşanma Gayri meşruiyet Norveç Düşük Yüksek Düşük Düşük Yüksek Yüksek Yunanistan Düşük Orta Yüksek Düşük Orta Düşük

Kaynak: (Crouch, 1999: 208)

Kıt’a Avrupa’sının aile modeline dayanan refah devletleri ile pazarın işgücü ihtiyacı, kadınları kariyer ve çocuk arasında ciddi bir seçim yapmak zorunda bırakmaktadır. Sonuçta, başta İtalya ve İspanya olmak üzere, Kıt’a refah devletleri dünyanın en düşük doğum oranlarını sergilemektedirler. Bu eğilim uzun yaşama beklentileriyle birleştiğinde çok yüksek bağlılık oranları yaratmakta ve Kıt’a refah devletlerinin idame edilebilirliğini tehlikeye sokmaktadır (Esping-Andersen, 1996:

68). Şartların bu şekilde devam etmesi halinde, piyasalardaki esnekliğin artırılması için kadınların işgücüne katılımının artırılmasını tavsiye eden Topluluk (AT Komisyonu, 2005: 3) üye ülkelerinin, gerekli nüfus artışını hiçbir zaman sağlayamayacakları, bir kısır döngüye girme olasılığını da göz önünde bulundurmalıdır (Esping-Andersen, 1996: 84).

İskandinav ülkelerindeyse refah devletlerinin yapısı kadının işgücüne katılımıyla yüksek doğurganlığı beraber sürdürebilecek olumlu bir yapı arz ediyor gibi görünse de kadın istihdamı için şişirilen kamu ve çocuk bakımına ait hizmetler vergi oranlarını yükselterek, bu ülkelerin küresel pazardaki rekabet edebilirliklerini zarara uğratmaktadır. Ayrıca İskandinav ülkelerindeki doğum oranları sadece diğer Avrupa ülkelerine nispeten yüksektir. Ancak yine de nüfusun idamesini sağlayacak oranların altında kalmaktadır.

Refah devletinin aile üzerindeki olumsuz etkileri muhafazakâr Durkheim’cı eleştirileri haklı çıkarmaktadır. Durkheim’cı görüş refah devletinin oluşumunu, çağdaşlaşmanın sonucu olarak, endüstrileşme ve şehirleşme sürecinde zayıflayan geleneksel bağların artık sağlayamadıkları güvenlik ihtiyacının devlet kurumlarına yönelmesi olarak görmektedirler. Artan bireysel hedonizm nihayetinde sosyal bütünleşmenin temel aygıtlarını, yani aile ve eğitim sisteminin, zayıflamasına neden olmakta; bu mekanizmaların zayıflamasından doğan ihtiyaçlar ise refah devletinin daha da genişlemesine neden olarak kendi kısır döngüsünü yaratmaktadır (Alber, 1988: 183). Kısacası refah devletinin krizi aslında çağdaşlaşma krizinin ta kendisidir (Kurtz, 2005) 24.

Ancak sorun artık değerlerin bozulmasının da ötesine geçerek Avrupa sosyal sistemlerinin idame edilebilirliği gibi çok daha ciddi bir sorun haline gelmiştir (Sinn, 2005: 2). Sorunun bu aşamaya taşınmasının nedeni değerlerdeki dönüşümün yarattığı yaşlanma sorunu veya daha doğru bir ifadeyle çocuksuzlaşmadır. Artık çağdaş toplumsal normlar çocuğu, pahalı ve bireylerin

24 Yine de sorunun 20. yüzyıl çağdaşlaşmasıyla sınırlandırılmasının yanlıştır. Benzer bir tetkikin İbn Haldun tarafından 650 sene önce yapılmış olması, sorunun gerekirci yapısını ortaya koymaktadır.

Şehirleşmenin (hadarileşme) yarattığı değerlerin sürdürülemezliği tarihi bir olgudur. İbn Haldun’un vurguladığı gibi geleneksel yapıya daha yakın olan toplumların (bedeviler) getirdiği dinçlik tarihsel olarak toplumların gücüne güç katmıştır. Öyleyse Avrupa’nın asıl sorunu şehirli çağdaş değerlerinin, yani sürdürülemez toplumsal yapının, aşırı şehirleşme nedeniyle toplumun geneline yayılmış olmasıdır.

Bu açıdan Avrupa’nın toplumsal çöküşünün Sanayi devrimi ve izleyen şehirlileşme süreciyle başladığı söylenebilir. Öyleyse gelecekte nüfus sorunundan sakınmanın ve çağdaşlaşmanın toplumsal sorunlarından sakınmak için kırsallığın desteklenmesi gerekecektir. Özellikle işgücü piyasasının sanayi toplumunun tek parçalı yapısından sıyrıldığı günümüz ekonomisi bir yandan kırsal kesim ve geleneksel değerlerin desteklenmesi, diğer yandan da ekonomik faaliyetin canlı

tüketim imkânlarını kısan ve sosyal statü kaybı yarattığı bir unsur haline getirmiştir.

Bu Avrupa’da bekâr yaşamın yada resmi olmayan beraberliklerin yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Sonuç kadın ve erkeğin çalıştığı ancak çocuk yetiştirmedikleri ve “Double Income No Kids” (DINK) olarak adlandırılan yeni bir aile biçiminin norm haline gelmesidir (Sinn, 2005: 2). Bu aile modeli Crouch’un “ailenin çöküşü” olarak tanımladığı olgunun somutlaşmış halini oluşturmaktadır.

Şekil II–2 2004 Rakamlarıyla OECD Ülkelerinde Kadın Başına Doğum Oranları

2,22,43 2,042,05 1,932,01 1,831,91 1,781,8 1,761,77 1,731,75 1,641,69 1,421,53 1,41,42 1,331,36 1,291,32 1,281,29 1,231,24 1,161,22

Türkiye MeksikaİzlandaABD Yeni ZellandaLüksemburgMacaristanYunanistanDanimarkaAvustralyaFinlandiyaAvusturyaSlovakyaHollandaAlmanyaJaponyaPortekizPolonyaKanadaİspanyaNorveçBelçikaFransaİrlandaİsviçreİsveçİtalyaBK Çek CumhuriyetiKore

Kaynak: (OECD, 2006: 10-11)

Şekil II–2, OECD ülkelerinin 2004 yılı itibariyle, doğum oranlarının sıralamasını vermektedir. Şekilde kadın başına düşen doğum oranı anlamına

gelen, doğurganlık oranı gösterilmektedir. Bu ölçekte nüfusu idame ettirecek doğum oranı 2.08’dir. Ancak AB ülkeleri bu oranın çok daha altında oranlar sergilemektedirler. En kötüler arasına giren ülkeler Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya, Macaristan ve Yunanistan iken, nispeten iyi sırada yer alan ülkelerin performansı ise büyük oranda göçmen nüfuslarının yüksek doğum oranlarından kaynaklanmaktadır, Örneğin, Hollanda’da yaşayan Faslı nüfusun doğum oranı 3,3, Afrikalıların 3,0 ve Türklerin ise 2,3’dür (Sinn, 2005: 7). Doğum oranlarının gösterdiği diğer bir gerçek de AB’ye yeni üye ülkelerin Avrupa’nın demografik sorunu açısından durumu kötüleştirmekten başka etkilerinin olmayacağıdır.

Düşük doğum oranlarının Avrupa’da yükselmeye devam eden yaşama beklentileriyle birleştiğinde ortaya çıkan sonuç, nüfus yapısının sürdürülebilir yapısının dışına çıkması ve ortalama yaşın yükselmesidir. Böylece, 65 yaşın üzerindeki yaşlı nüfus ile 15–64 yaş arasındaki ekonomik olarak aktif olan ve yaşlı nüfusun bakımının yükünü taşıyacak nüfus arasındaki oranı ifade eden, bağımlılık oranları Avrupa’da şiddetle yükselmektedir (Tablo II-9). AB-15’in bağımlılık oranı 1950’de %14 iken bu rakam 2000’de %24’e çıkmış, 2050 ise %53,2’ye çıkması beklenmektedir.

Tablo II–9 AB’de 2050 İtibariyle Yaşlı Nüfus Bağımlılık Oranları

Ülke Yüzde

Almanya 55,8 Avusturya 53,2 Belçika 48,1 Birleşik Krallık 45,3 Bulgaristan 60,9 Çek Cumhuriyeti 54,8

Ülke Yüzde

Danimarka 40 Estonya 43,1 Finlandiya 46,7 Fransa 47,9 Güney Kıbrıs 43,2 Hollanda 38,6 İrlanda 45,3 İspanya 67,5 İsveç 40,9 İtalya 66 Letonya 44,1 Lituanya 44,9 Lüksemburg 36,1 Macaristan 48,3 Malta 40,6 Polonya 51 Portekiz 58,1 Romanya 51,1 Slovakya 50,6 Slovenya 55,6 Yunanistan 58,8 AB-15 53,2 AB-25 52,8

Kaynak: (Eurostat, 2007e)