• Sonuç bulunamadı

(Esping-Andersen, 1996: 55) 20.

Anglo-Sakson ülkeleriyse niteliksiz işçi ücretlerinin yukarı çekilmemesi, düşük işsizlik destekleri ve iş güvenliği mevzuatının gevşekliğiyle düşük istihdam sorunundan muaf kalabilmişlerdir. Ancak yaratılan fakir çalışan sınıf bu sefer de gelir destekleriyle refah devletine bağımlılık oranını yukarı taşımıştır (Södersten, 2004: 151–152; Taylor-Gooby, 2001: 2).

sosyal korumaya ilişkin geleneksel kalemler AB uluslarının sosyal harcamalarının takriben %90’ını teşkil etmektedir (Busch, 2001: 25). AB üye ülkelerinin refah devletlerinin finanse edilme biçimleri, hizmetleri, imtiyazlarının biçimi, cömertlikleri ve kurumsal yapıları öylesine farklılıklar göstermektedir ki, bu alanda değil yetki aktarımı en ufak bir uyumlaştırma bile mümkün görünmemektedir (Bonoli, George ve Taylor-Gooby, 2000: 158).

Topluluğun sosyal politikası önündeki diğer engellerse bütünleşmenin kurumsal ve ereksel nitelikleridir. AB Avrupa uluslarının bütçelerinin ve idari kapasitelerinin yarısından fazlasını işgal eden, sosyal politikaları icra edecek ne idari ne de mali kaynaklara sahip değildir. Avrupa uluslarının sosyal harcamaları GSMH’larının %15‘inden %25‘ine (Pelkmans, 2001: 293) kadar değişen geniş bir yelpazede değişirken, AB’nin harcamaları Topluluğu oluşturan ülkelerinin toplam GSMH’larının sadece %1’ine denk gelmektedir (Hix, 2005: 271). Dahası bu harcamaların da takriben %80’i Ortak Tarım Politikası ve yapısal fonlara ayrılmaktadır (Pelkmans, 2001: 313). Busch, sosyal politikaların üye ülke ulusal kimliklerinin en önemli parçası olduğu göz önünde bulundurulduğunda, zengin AB vatandaşlarından fakir AB vatandaşlarına gelir aktarımı sağlayacak bir ortak Avrupa sosyal sigorta sisteminin de yakın tarihte gerçekleşmesini mümkün olamayacağını belirtmektedir (Busch, 2001: 27).

Topluluğun serbest ticareti hedefleyen erekselliği ise önceliğinin sosyal politikalardan ziyade pazarda olmasına neden olmaktadır. AB’nin sosyal politikayı ilgilendiren girişimleri genellikle refah devletinin değil Tek Pazarın inşasına yönelik çabalarla kısıtlıdır (Moravcsik, 1998: 128-130). Her ne kadar ATS Avrupa’da

ekonomik gelişmeyle kol kola giden bağlanma (“cohesion”) ve sosyal politika unsurlarını da içermiş ve Komisyon pazar inşasından kaynaklanan sosyal dengesizlikleri gidermek istemişse de (Ferrera, 2005: 117); Delors’un bu alandaki başarıları 1992’de Maastricht Antlaşmasıyla getirilen EPB ile fiilen ortadan kaldırılmıştır. Bu sürece koşut olarak son otuz yıl içerisinde Topluluk kaynaklı düzenlemeler ve Divan kararlarıyla ulusal refah devletlerinin tedricen erozyona uğradığı bir süreç yaşana gelmiştir (Moravcsik, 1998: 134). Üye ülkeler ile Ortak Pazar arasındaki gerilim odaklarından biri işçilerin serbest dolaşımıdır. Divan kararları ulusların sosyal aktarımlarını bölgesel olarak kontrol etme egemenliklerini Avrupa işgücü pazarının çıkarları açısından kısıtlamıştır (Moravcsik, 1998: 135).

Gerilim sahalarından bir diğeriyse sosyal hizmet alanının özel sektöre açılmasıdır (Moravcsik, 1998: 137). Geleneksel olarak devletin üstlendiği hizmetlerin özel sektöre tedrici devri bu alandaki hizmetlerin devlet ve özel sektör arasında nasıl dağıtılacağı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu iki alandaki mevzuatı inceleyen Pierson AT düzenlemeleri ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanının (ATAD) bir

“Pazar Polisi” gibi davranarak ulusal egemenliği kısıtladığı ve ulusların egemenlik sınırlarına tecavüz ettiğini belirtmektedir (Moravcsik, 1998: 136, 139).

AB’nin sosyal refah politikaları üzerindeki olumsuz etkileri sadece ulusal çıkar farklılıkları nedeniyle çok kısıtlı olan doğrudan düzenleyici rolünden (Moravcsik, 1998: 24–25) değil, Tek Pazarın sosyal refah alanındaki dolaylı etkilerinden de kaynaklanmaktadır. Birliğin ekonomi politikaları ve sosyal aktörlerin bu politikalara verdiği tepkiler ulusal refah devletleri üzerinde baskı yaratmaktadır (Moravcsik, 1998: 140). Çok tartışılan sosyal düşürüm (“social dumping”),

yatırımların sosyal maliyetlerin yüksek olduğu üye ülkelerden düşük olan üye ülkelere kaymasına neden olan ani şoklar yaratabileceği gibi, ulusal sosyal politikaların tedrici erozyonuna giden uzun dönemli etkilere de gebe olabilir.

Örneğin Busch, özellikle AB’nin kitle işsizliği, yaşlanma ve sosyal harcamalarda artış gibi ciddi sorunlarla karşılaştığı bir dönemde, üye ülkelerin farklı sosyo-politik stratejilerinin rekabet edebilirliklerini ciddi miktarda etkileyebileceğini savunmaktadır. Busch AB ülkelerinin bu şartlar altından EPB çerçevesinde sosyo-politik stratejilerini eşgüdümlemedikçe refah devletlerinin küçülmesiyle karşılaşabileceklerini belirtmektedir (Busch, 2001: 25–26).

Diğer bir baskı alanı ise KDV oranlarıdır. Tek Pazar KDV oranlarının düşmesi yönünde baskı yaratırken hükümetler gelir kayıplarını kapatmak için siyasi olarak idamesi çok daha kolay olan dolaylı vergilerden doğrudan vergilere geçişte zorlanmaktadırlar (Moravcsik, 1998: 141–142). Daha da önemli olan bir baskı sahası ise EPB’dir (Bonoli, George ve Taylor-Gooby, 2000: 72, 159).

EPB’nin uyum kıstasları üye ülkelerin bütçe açıklarını sınırlandırmaları gereken sıkı bir mali disiplin getirmektedir. Hükümetler ise bu kıstasa uymak için bütçelerinin en önemli kısmını teşkil eden emeklilik yada sağlık sistemlerinde kısıtlamaya gitmek zorunda kalmaktadırlar (Ferrera, 2005: 117). Ayrıca bu politikalar üye ülkelerin, özellikle de küçük olanların, hem kısa dönemde büyüme ve istihdam açısından, hem de uzun dönemde yapısal dönüşümleri gerçekleştirmelerini sağlayacak kaynaklarını ellerinden almaktadır (Corrado et.al., 2003: 43; Symes, Levy ve Littlewood, 1997: 213-214).

AB’nin refah devleti politikaları üzerindeki olumsuz etkisi AB’nin sosyal

politikasının gelişiminde de açıkça izlenebilmektedir. Kuruluşundan bu yana topluluğun sosyal politikası yeni liberal deregülasyona dayalı bir istihdam politikası olmanın ötesine geçememiştir (Jones, 2001: 250, 268). AKÇT antlaşmasının 46.

maddesi kömür ve çelik endüstrilerinde çalışan işçilerin yaşam standartları ve koşullarını geliştirmeyi hedeflemekteydi. Ancak AKÇT’nin amacı, Geyer’in de belirttiği gibi, sadece istihdam ve pazar yaratmak değil aynı zamanda şüpheci işçiler ve sendikaları AKÇT’den sağlayacakları faydalarla ikna ederek bütünleşmeye destek de sağlamaktı (Geyer, 2000: 131).

Dönemin kömür ve çelik endüstrilerine sağladığı avantajlarla istihdam yaratmada sorun yaşamayan Topluluk hemen hedefini işgücü hareketliliğine yöneltmiştir. Ancak 1954 yılında 5000 Fransız madencinin zayıflamakta olan maden bölgesi Centre-Midi’den Loren’e taşınmasındaki büyük başarısızlığın21 ardından strateji değiştirmek zorunda kalınmıştır. Avrupa’da işgücü hareketliliğinin, ülke içinde bile, sağlanmasının mümkün olmadığının görülmesi üzerine işgücü hareketliliği hedefi yerine bölgesel çarelere yönelinmiştir. Böylece Avrupa Sosyal Fonu (ASF) kurularak, Roma antlaşmasının 125. maddesi (yeni 146. maddesi) ile görevinin odağı eğitim ve ikamet destekleri vasıtasıyla işçilerin yeniden istihdamını sağlamak ve istihdamı, kısmen veya tamamen, askıya alınmış işçilere gelir seviyelerini korumaları için yardım etmek olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, ASF başlangıcında Ortak Pazar stratejisinin daha olumlu görünüşünü sağlayacak pazar geliştirici stratejiler, dolaylı destekler ve istihdamı destekleyen mekanizmaların

21 Projenin 1 milyar Franklık masrafı Topluluk ve Fransız hükümeti arasında paylaşılmış ve ortak bir çaba olarak başlamıştır. Ancak, işçiler taşınmak istememiş, ekonomileri madencilere bağlı yerleşimler tepki göstermiş ve 3 yıllık büyük uğraşıya rağmen sadece 500 işçinin yeri değiştirilebilmiştir (Geyer, 2000: 131).

karması bir sistem görünümü arz etmiştir (Geyer, 2000: 134).

1980’lerde “Sosyal Avrupa” fikri, programa sosyal bir nitelik kazandırarak Tek Pazar projesini sendikalara kabul ettirmeyi amaçlayan Delors tarafından canlandırılmıştır (Jones, 2001: 255). Ancak yine de ATS’deki sosyal boyut asgari seviyede kalmış; ATS’de gerçekleştirilen sosyal hedefler ise antlaşmanın pazar yaratmaya yönelik hedefleriyle kısıtlı kalmıştır (Kleinmann, 2002: 87). 1989’daki

“Sosyal Hakları Şartı” odağında bile vatandaşlık haklarından ziyade işçiler ve istihdam konuları yer almıştır (Adnett ve Hardy, 2005: 5; Kleinmann, 2002: 88).

Böylece sosyal politikada 1980’ler boyunca kaydedilen gelişmeler de çoğunlukla laftan öteye geçememiştir (Geyer, 2000: 51).

1990’ların başlarında Maastricht Antlaşmasına getirilen sosyal politika hükümleri bütünleşme ve EPB’nin ivmesini korumaya yönelik olmuştur. Bu dönemde yayınlanan “İstihdama yönelik Delors Beyaz Belgesi” (1993) ve “Sosyal Politika üzerine Beyaz Belge” (1994) AB politikalarında sınıflar arası (işçi ve işveren) çatışmayı öne sermeleri açısından özellikle dikkate değerdir (Gray, 2004:

62-65). Her iki belge de, yeni liberalizm ile Keynes’ciliği uzlaştırmayı hedeflemiş, ancak sonunda yeni liberal tonlara yenilerek başarısız olmuş çalışmalardır.

1990’ların sonlarında ise AB’nin ekonomik ve sosyal politikaları, EPB hedefinin belirlediği doğrultuda, daha da fazla yeni liberal tona bürünmüştür. Özellikle Amsterdam Antlaşması çok büyük oranda işveren lobilerinin etkisinde kalmıştır (Gray, 2004: 68). Bu kapsamda, artan işsizlik sorununa bağlı olarak istihdama ve esnekliği amaçlayan “Avrupa İstihdam Stratejisi” (1997 Lüksemburg Zirvesi) ve

“İstihdam Paktı” (1999 Köln Zirvesi) başlatılmıştır22. Temmuz 2000’de ise Komisyon “Avrupa Sosyal Ajandası” adı altında, tam da tahmin edileceği gibi, pazar dostu ve rekabetçi işgücü politikalarını hedefleyen sosyal politika hedefleri benimsemiştir.

Görüldüğü gibi AB’nin sosyal politikasından ziyade ancak istihdam politikasının varlığından söz edilebilir. Bu gerçek, Birliğe yönelmiş olan beklentilerle de uyumludur (Şekil II-1). Daha önce vurgulandığı gibi Birlikten sadece, gerçek meşruiyet sahibi olan ulusal devletler için, meşruiyet temeli sağlaması yani ekonomik performansılarnı desteklemesi beklenmektedir. Bu nedenle AB sosyal politikaları da, Birliğin kuruluş amacı olan, ulusal refah devletlerinin ekonomik performanslarını; yani refah üretim kapasitelerini desteklemeye yönelik gelişmiştir. Bu hedefin yeni liberal araçlarla gerçekleştirilebileceği yönündeki genel kabul doğrultusunda, özellikle Maastricht sonrasında, Avrupa kurumları işgücü piyasalarının ve işsizlik sigortası gibi sistemlerin esnetilmesinde, (Gray, 2004: 55) Anne Gray’in ifadesiyle

“esnestismar”da (esneklik söyleviyle piyasaların istismarında), en önemli rolü üstlenmişlerdir.

Dolayısıyla hem kuruluş amacı, hem kendinden beklenenler, hem de araçları nedeniyle bir “Avrupa Refah Devleti”nin varlığı mümkün görünmemektedir (Jones, 2001: 251). Aksine AB, Marx’cı eleştiri doğrultusunda (Supra: 101), amaç

22 Ayrışmanın olgusal emarelerini inceleyeceğimiz son bölüm açısından Avrupa İstihdam politikasına karşı oluşan toplumsal direncin hatırlanması önemlidir. İstihdam politikalarının oluşturulduğu bir seri zirve esnasında, AB tarihinde ilk defa geniş halk katılımlarıyla “karşı zirveler”

ve gösteriler düzenlenmiştir. 1997’de ortaya çıkan Avromarş (Euromarch) hareketi de istihdamın esnetilmesine yönelik çabalara karşı çıkmış ve çeşitli sosyal haklar talep edilmiştir (Gray, 2004:

69). Bu olgular Schimitter’ın Yeni-İşlevselciliği siyasallaşmanın rolünün bütünleşmeye karşı geliştiği yönündeki eleştirisini (Wiener ve Diez, 2004: 56) haklı çıkarması açısından önemlidir.

(refah devletlerinin desteklenmesi) ve araçları (serbest ticarete dayalı kapitalist büyüme) arasındaki çelişki nedeniyle refah devletinin aleyhine işlemektedir.

Böylece Avrupa’da emeklilik sistemleri, gelir desteği, organize işgücü, devlet harcaması, mali sistem ve adil vergilendirme gibi refah devletini destekleyen kavramlar küreselleşme güneşinin sıcağında erirken (Beck, 2000: 1), AB üyelerinin refah ihtiyaçlarını karşılamaya değil pazar serbestleşmesine yönelik bir proje görünümünden öteye gidememektedir. Bu kapsamda, Kleinmann’ın ifadesiyle

“Tıpkı ulusları ve ulusalcılıkları sürdürmek için yaratılan ulusal efsaneler gibi, belki bir “Avrupa Sosyal Modeli” fikri de, ”Avrupacılık” ile siyasi olarak bütünleşmiş bir Avrupa kavramı ve olgusunu yaratmayı (savunmayı değil) sağlayan, bir kurucu mit olarak kabul edilmelidir.“ (Kleinmann, 2002: 58)

Şekil II-1 Avrupa’da Hangi Sorunu Kim Çözmeli?

Emeklilik Sistemlerinin Finansmanı

70%

18%

6%

5%

Hükümet AB Bölgeler Kararsız

İşsizliğin Azaltılması

60%

24%

12%

4%

Hükümet AB Bölgeler Kararsız

Ekonom ik Büyüme

46%

43%

7%

5%

AB Hükümet Bölgeler Kararsız

Kaynak: (Eurobarometer, 2005: 57)

Ancak konumuzu kapatmadan önce, bir sonraki bölümle ilişkisi nedeniyle AB istihdam politikasının kadın istihdamına yönelik başarısını ele almamız gerekmektedir. AB istihdam politikasının gerçekten başarılı olduğu konu sorgusuz sualsiz işgücüne katılımda kadınlara sağladığı esneklik olmuştur (Gray, 2004: 73).

Avrupa refah devletinin yapısal hataları erkeklerin işgücüne katılımını kısıtlamaktadır. 1970’den 2000 yılına kadar Avrupa’da 20-24 yaş arası genç erkeklerin istihdam oranı %88’den %70 civarına, 55-59 yaş arasının %86’dan

%69’a ve 60-64 yaş arasının %67’den %33’e, çalışma yaşındaki erkeklerin istihdam oranı ise %98 civarından %96’ya gerilemiştir. Ancak aynı dönemde çalışma yaşındaki kadınların işgücüne katılımı %50’lerden, %80’lere, 55-59 yaş grubunun istihdamı ise %35’den %44’e yükselmiştir (AT Komisyonu, 2004a: 40).

Bu kapsamda, Tablo II-4’de de görüldüğü gibi, 1990 ve 2000’li yıllarda Avrupa işgücü piyasasında gerçekleşen büyümenin neredeyse tamamı kadınların işgücüne katılımının artmasıyla gerçekleşmiştir (İnfra, 61). Ancak kadınların işgücüne katılımının artışı, bir sonraki bölümde göstereceğimiz gibi, çocuksuzlaşmaya yaptığı katkı nedeniyle bir Kadmos Zaferi olarak görülmelidir.

Tablo II-4 1995-2006 Yıllarında AB-15’te Kadın ve Erkek İstihdam Oranları

1995 2006 Değişim

Ülkeler Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Almanya 55,3 73,7 62,2 72,8 +6,9 -0,9 Avusturya 59,0 78,5 63,5 76,9 +4,5 -1,6 Belçika 45,0 66,9 54,0 67,9 +9,0 +1,0

BK 61,7 75,1 65,8 77,3 +4,1 +2,2

Danimarka 66,7 79,9 73,4 81,2 +6,7 +1,3

1995 2006 Değişim

Ülkeler Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Finlandiya 59,0 64,2 67,3 71,4 +8,3 +6,8

Fransa 52,1 67,2 57,7 68,5 +5,6 +1,3 Hollanda 53,8 75,3 67,7 80,9 +13,9 +5,6

İrlanda 41,6 67,1 59,3 77,7 +17,7 +10,6

İspanya 31,7 62,5 53,2 76,1 +21,5 +13,6

İsveç 68,8 73,1 70,7 75,5 +1,9 +2,4 İtalya 35,4 66,9 46,3 70,5 +10,9 +3,6

Lüksembourg 42,6 74,4 54,6 72,6 +12,0 -1,8

Portekiz 54,4 73,5 62,0 73,9 +7,6 +0,4 Yunanistan 38,1 72,5 47,4 74,6 +9,3 +2,1 AB-15 49,7 70,5 58,6 73,5 +8,9 +3,0

Kaynak: (Eurostat, 2007c; Eurostat, 2007d)