• Sonuç bulunamadı

Ravinin Haber Nakletme Yeterliliğinin Tespiti (Zabt/Olumsuz İç

C. Hadis İlmi ve Tarih İlminin Tarihsel İlişkileri

3. RİVAYETLERİ KABUL ŞARTLARI AÇISINDAN

3.4. Sözlü Rivayetlerin Sıhhatinin Tespiti (İç Tenkit)

3.4.1. Kaynağın Sıhhatinin Tespiti (Sened Tenkidi/Olumsuz İç Tenkit)

3.4.1.2. Ravinin Haber Nakletme Yeterliliğinin Tespiti (Zabt/Olumsuz İç

“Zabt” veya tarihçilerin ifadesiyle “Olumsuz İç Tenkit” muhaddislerin ve tarihçilerin kaynak olarak istifade edecekleri ravide bulunmasını şart koştukları ikinci

332 Vâkıdî, el-Meğâzi, II, 715. 333 İbn İshâk, Sîret, s. 63. 334 İbn Sa'd, Tabakât, I, 37.

özelliktir. Bu özellik ravinin kendisine nakledilmiş olan rivayeti koruyup koruyamadığı ile ilgili bir durumdur. Bir Hadis terimi olarak “Zabt” kişinin işittiği herhangi bir şeyi aradan uzun zaman geçmiş olsa bile, dilediği anda hatırlayabilecek bir şekilde iyi belleyip hıfzetme yeteneğine sahip olması demektir.335 “Zabt” bir ravinin güvenilir olarak kabul edilmesi için gerekli olan şartlardan ikincisi ve “Adalet” şartının da ikiz kardeşi olması hasebiyle son derece önemlidir.336 Olumsuz iç tenkit veya zabt ravinin nakletmiş olduğu haberi doğru bir şekilde nakledip etmediğinin tespit edilebilmesi için ravinin zihinsel olarak bunu yapabilecek yeterliliğe sahip olup olmadığının araştırılmasıdır.

Ravinin zabtının tespiti için ravinin akıl kapasitesi, duyu organlarının sağlamlığı (şayet görmeye dayanan bir haber ise göz, işitmeye dayalı bir nakil ise işitme organlarının sağlamlığı…), gibi birtakım özellikleri araştırılır. Bu araştırma esnasında ravinin kim olduğundan ziyade, haberi eksiksiz bir şekilde aktarabilecek duygusal ve bilişsel bir yeterliliğe sahip olup olmadığına bakılır. Burada aranan şey, ravinin dürüstlüğü değil kapasitesidir. Çünkü ravi bu özelliklere sahip biri değilse haberleri yanlış anlayabilir ve yanlış aktarabilir. Daha önce işaret ettiğimiz gibi muhaddisler ravinin dinen güvenilir yani “adalet sahibi” olmasını başta gelen şart olarak kabul etmişlerse de bunu tek başına yeterli görmemişlerdir. Bundan dolayı da dindarlıklarıyla meşhur olan âdil pek çok ravinin zabt yönünden güvenilir olmadıkları gerekçesiyle rivayetleri kabul edilmemiştir.337

Ravinin zabt vasfıyla ilgili olarak muhaddisler birtakım şartlar geliştirmişlerdir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

335

İbn Hacer, Nüzhetü’n-Nazar, s. 39. Ayrıca bkz: Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 180. 336

Enbiya Yıldırım, Hadiste Metin Tenkidi, s. 162. 337

Âşıkkutlu, Hadiste Rical Tenkidi, s. 99. Örnek verecek olursak mesela: Ebû’z-Zinâd (131/748) “Medine’de ‘yaklaşık’ yüz kişiyle karşılaştım. Hepsi de son derece güvenilir kimseler olmalarına karşılık, rivayette ehil olmadıkları için hiç birinden hadis alınmazdı.” Bkz: Râmehurmûzî, el-

Muhaddisu’l-Fâsıl, s. 407; Bağdâdî, el-Kifâye, s. 179; İmam Mâlik: “Bu ilim (hadis) dindir.

Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin. Mescid-i Nebevi’yi işaret ederek şu direklerin dibinde ‘Resûlullah şöyle buyurdu’ diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunlardan hangisine hazineyi teslim etseniz gözünüz arakada kalmazdı. Fakat bu işin ehli olmadıkları için hiç birinden hadis alınmazdı.” Bkz: Bağdâdî, el-Kifâye, s. 180; Râmehurmûzî, el-Muhaddisu’l-Fâsıl, s. 403.

 Hadis nakledecek bir ravi hem hadisi alırken (tahammül) hem de hadisi naklederken (edâ) son derece dikkatli ve titiz olmalıdır. Muhaddisler bunun için “teyakkuz” kavramını kullanmaktadırlar. 338

 Ravinin dinlediği rivayetleri olduğu gibi hafızasında tutması ve dilediği anda rivayetleri olduğu gibi herhangi bir ilave ve çıkarımda bulunmadan nakledebilmesi339 ve iyice ezberlemediği, tereddütte kaldığı hadisleri rivayet etmemesi gerekir. 340

 Ravilerin hadisleri mana ile rivayet etmeleri hoş karşılanmamış, buna yönelik birtakım tedbirler alınmıştır.341 Fakat muhaddisler hadislerin büyük kısmının manen rivayet edildiği hakikatine binaen bu şartı esnetmek zorunda kalmışlardır.342 Özellikle hadisler yazıya geçirildikten sonra lafzen rivayete daha da önem verilmiş ve rivayetlerde tasarruf yapılması uygun bulunmamıştır.343 Çünkü mana ile rivayet zabt kusurlarına neden olabilmektedir.

 Muhaddisler ravinin nakletmiş olduğu rivayeti “tahammulu’l-hadis” yollarından birisi ile alıp almadığına da dikkat etmişlerdir.344

 Muhaddislerin kendisinden hadis nakledeceği kimsenin hadis rivayet etme ehliyetine sahip olması gerekir. Yani muhaddisler önüne gelen kimselerden hadis dinlemezlerdi. Hadis nakledecek ravinin de kendileri gibi hadis nakletme konusunda uzman olmalarını beklerlerdi. 345

Bu maddelerle ilgili tarihçilerin yöntemlerine geçmeden önce muhaddislerin dikkat ettikleri başka bir noktaya değinmek istiyoruz.

338

Bağdâdî, el-Kifâye, s. 177-191; Râmehurmûzî, el-Muhaddisu’l-Fâsıl, s. 403-419. 339

Bağdâdî, el-Kifâye, s. 168; er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dil, s. 34. 340

Bu nedenle cerhedilen raviler için bkz: Bağdâdî, el-Kifâye, s. 255; Ahmed Naim, a.g.e., s. 441. 341

Muhammed b. İdris eş-Şafii, er-Risâle, Abdullatif el-Humeym, Mahir Yasin el-Fahl (Thk.), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2005, s. 344; Ahmed Muhammed Şâkir, el-Bâisu’l-Hasîs Şerhu

İhtisari Ulûmi’l-Hadis, Âlemu’l-Kutub, Beyrut 2006, s. 129.

342

Şâkir, a.g.e., s. 129; Ahmed Naim, a.g.e., s. 446. 343

Abdullah Hikmet Atan, Mana ile Hadis Rivayeti, (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1999), s. 432-435.

344

Hadis tahammül yöntemleri için bkz: İbnu’s-Salah, Ulûmu’l-Hadis, s. 132-180. Bu konu ile ilgili tartışmalar için bkz: A’zâmî, Menhecu’n-Nakd, s. 97; Mehmet Efendioğlu, “Ravi”, Türkiye

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2009, XXXIV,

473. 345

Muhaddisler, bir hadisin sıhhatini tespit etmek amacıyla ravinin adalet ve zabt yönünden güvenilir olup olmadıklarını araştırmalarının yanı sıra isnad ile ilgili bir tenkit yöntemi daha geliştirmişlerdir. Bu, isnadda yer alan ravilerden bir veya birkaçının isnadın herhangi bir yerinden düşüp düşmediğinin tespit edilmesidir. Çünkü Hadis usûlüne göre nakledilen bir sözün, rivayet/hadis olarak kabul edilebilmesi için sened ve metin denilen iki esas parçadan oluşması gerekir. Muhaddisler senedi olmayan haberlere itibar etmemişlerdir.346

Sened zincirinde meydana gelebilecek herhangi bir kopukluk hadisin zayıf olarak değerlendirmesine neden olur. Bundan dolayı muhaddisler her bir hadisin isnadında yer alan ravilerin doğum-ölüm tarihleri, gezdikleri bölgeleri, hocalarını vb. tespit ederek onların birbirleriyle bizzat görüşüp görüşmediklerini veya çağdaş olup olmadıklarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Böylece isnadda yer alan ravilerin gerçekten tarihi bir şahsiyet olup olmadıkları veya isnadın herhangi bir yerinde ravi(ler)in düşüp düşmediğini gün yüzüne çıkarmışlardır. Aslında hadisin senedinin muttasıl veya munkatı olması da raviden kaynaklanan bir durumdur.347 Çünkü hadisin isnadından düş(ürül)en ravi ya kasıtlı olarak ya da sehven düş(ürül)müştür. Şayet isnaddaki ravi kasten düşürülmüşse bu durumda haberi aktaran kişi “tedlis” yapmış demektir. Eğer ravinin ismi sehven düşürülmüşse bu durumda rivayeti aktaran kişinin zabt problemi olduğu sonucuna varılır. Netice itibariyle her iki durumda da bu işten sorumlu olan kişi isnaddaki ravi(ler)dir.

Bir hadis ravisinin zabt sahibi olduğunun göstergesi olarak zikredilen bu şartların mutlak anlamda ne kadar yeterli ve uygulanabilir olduğu elbette tartışma konusu edilebilir. Çünkü saymış olduğumuz bu şartları taşımayan ravilerin de rivayetleri kabul edilmiştir. Nitekim kaynaklarımızda yer alan bir takım rivayetler hemen her ravinin büyük veya küçük hatalar yaptığını göstermektedir.348 Bundan

346

Hermas, Mesâdiru Sîreti’n-Nebeviyye Beyne’l-Muhaddisin ve’l-Müerrihin, s. 299. 347

Mehmet Bilen, Sahîh hadisin tanımında yer alan senedin muttasıl olması şartının da metinle değil isnadla ilgilil bir mesele olduğunu ifade etmiştir. Bkz: Mehmet Bilen, “Sahîh Hadisin Tanımı Üzerine”, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Diyarbakır 1999, C. 1, s. 254-256. 348

Mesela Yahyâ b. Maîn (233/848): “Hata yapmadığını söyleyen en büyük yalancıdır. Hadis rivayet edip de hata yapana değil hata yapmayana şaşarım.” Abdullah b. Mübarek (181/797) ise “Vehmden kim kaçınabilmiş ki. Hz. Aişe hadis rivayet eden bir kısım sahabenin hatalarını ortaya koymuştur.” Bkz: İbn-i Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, I, 159.

dolayı muhaddisler arasında genel kabul gören görüşe göre ravinin yapmış olduğu hatalar eğer doğrularından az ise onun rivayetleri muteber kabul edilebilir.349 Bunun tersi bir durum söz konusu olduğunda ise rivayetleri kabul görmez ve reddedilir.350

Mezkur zabt kriterlerinin muhaddislerce ne ölçüde usulüne uygun olarak uygulanmış olup olmadığı daha geniş bir şekilde ele alınabilir. Her halükarda bu kriterler muhaddislerin hadis rivayetindeki ihtiyat ve titizliklerinin bir göstergesidir. Şimdi aynı konuda Siyer ve Meğâzî müelliflerinin görüşlerini ve bu kriterleri eserlerine ne şekilde yansıttıklarına bakalım.

Müteyakız Olmayan Raviden Rivayet

Tarih usûlünde, Hadis usûlünde olduğu gibi ravinin teyakkuzu ile ilgili ilkelerin olmadığı hatta tarihçilerin bu konuda muhaddislere kıyasla daha müsamahakar olduklarını söyleyebiliriz. Muhaddisler, hadis nakledecek bir ravinin hem hadis alırken hem de naklederken son derece dikkatli ve titiz olması şartını aramışlardır.351 Muhaddisler genel olarak müteyakız olmayan ravilerden hadis nakletmemekle birlikte onların bazen bu ilkeyi esnettiklerine şahit olmaktayız. Siyer ve Meğâzî yazarları ise bu ithamlara maruz kalmış ravilerden çokça hadis nakletmişlerdir. Onların bu konuda herhangi bir ilke koymadıkları anlaşılıyor. Burada İslam Tarihçilerinin hadis naklederken dikkatli davranmayıp, çeşitli hatalar yapan ya da rivayeti konusunda şüpheye düşen ravilerden hadis naklettiklerine dair birkaç örnek vermek istiyoruz.

Mesela İbn İshâk’ta yer alan bir rivayette ravi, senette yer alan ravilerden hangisinin hadisi kendisine naklettiğini hatırlamadığını şu sözleri ile ifade etmektedir: “Ahmet, Yunus’tan, o İbn İshâk’tan, İbn İshâk ise Zeyd b. Sabit’in kölesi

Muhammed b. Ebi Muhammed’den o ise… veya İkrime’den o İbn Abbas’ın şöyle

söylediğini nakletmiştir: Kıble hicretten 17 ay sonra Recep ayında

349

“Sahabe de dahil, sika olsun olmasın bütün ravilerin hepsinin de hata etmeleri mümkündür. Sika olan ile olmayan arasındaki fark, sadece yapılan hataların önem bakımından düzey ve oranındadır. Basit ve az hata yapan ‘sika’, fâhiş ve çok hata yapanlar ise ‘zayıf’, dolayısıyla mecruh olarak nitelendirilirler.” bkz: Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, s. 184.

350

Konuyla ilgili bkz: Şafii, er-Risâle, s. 350; Bağdâdî, el-Kifâye, s. 162; İbn-i Receb, a.g.e., I, 110. 351

Bağdâdî, el-Kifâye, s. 177-191, 255; Râmehurmûzî, el-Muhaddisu’l-Fâsıl, s. 403-419. Ayrıca bkz: Ahmed Naim, a.g.e., s. 441: Abdullah Karahan, Hadis Ravilerinin Güvenilirliği, s. 65.

döndürülmüştür.”352 Bu rivayette görüldüğü gibi ravilerden Muhammed b. Ebi

Muhammed kendisine rivayetin kim tarafından yapıldığını hatırlamamaktadır. Aslında bu rivayet hadisçilere göre zayıf kabul edilebilecek bir rivayettir. Çünkü ravi yeterince dikkatli davranmamış ve rivayeti aldığı şeyhin kim olduğunu unutmuştur. Aynı durumun muhaddis Süfyan b. Uyeyne için de söz konusu olduğunu görüyoruz.353 Fakat tarihçi için bu durum önemli bir kusur olarak görülmemektedir.

Belâzurî’de yer alan Hz. Fatma’nın halife Hz. Ebû Bekir’den Fedek arazisini istemesi ile ilgili rivayet şu şekildedir: “Ravh el-Kerâbîsî, Zeyd b. el-Hubab’tan, o

Halid b. Tahman ve Ravh’ın Cafer b. Muhammed olduğunu düşündüğü birisinden nakletmiştir.”354 Bu rivayette de ravi kendisine rivayeti nakleden kişinin kim olduğundan emin değildir.355

İbn Hişâm, Mekkelilerin Hz. Peygamber’le alay etmesi neticesinde Cebrail’in (a.s.) gelmesi ile ilgili nakletmiş olduğu bir rivayette şöyle bir isnad vermektedir:

“İbn İshâk dedi ki: bana Yezid b. Ruman, Urve b. Zubeyr’den veya onun dışındaki âlimlerin birisinden rivayet etti…”356

Yukarıdaki rivayetler Siyer ve Meğâzî yazarlarının isnadda yer alan ravilerin tespit ve tayinleri hususunda yeterince dikkatli (teyakkuz) davranmadıklarını göstermektedir. Siyer ve Meğâzî eserlerinde bu tarz rivayetlerin oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Ancak bu durum kısmen Hadis eserleri için de söz konusudur. Çünkü Hadis kaynakları da bu tarz tenkitlere maruz kalmış çok sayıda ravinin rivayetini muhtevidir. Tezimizin ikinci bölümünde hicret konusunu işlerken Buhârî’nin isnadlarında böyle bir ravinin olduğunu göreceğiz.

Netice olarak hata ve dikkatsiz davranma gibi nedenlerle tenkide maruz kalmış ravilerden hem muhaddislerin hem de Siyer ve Meğâzî müelliflerinin rivayette bulunduğunu, fakat Siyer ve Meğâzî müelliflerinin bu konuda muhaddislere

352

İbn İshâk, Sîret, s. 279 353

Bkz: Mehmet Bilen, İbn Hacer’in Buhârî Savunusu, s. 264 (291 nolu dipnot). 354

el-Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, s. 43. 355

Başka rivayetler için bkz: el-Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, s. 44. 356

İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, II, 49-50. Bir başka rivayet için bkz: İbn Hişâm, es-Sîretu’n-

göre daha mütesahil davranarak, tenkide maruz kalan ravilerden çokça rivayette bulunduğunu söyleyebiliriz.

Hadis Tahammül Yollarıyla Rivayet

Muhaddislerin bir rivayetin sahih kabul edilmesi için aradıkları şartlardan birisi de rivayetin “hadis tahammül” yollarından birisi ile aktarılmasıdır. Eğer ravi, naklettiği hadisi bu yollardan biri ile almamışsa, rivayeti itibara alınmaz.357 Geç dönem -dokuzuncu yüzyıl- tarihçilerinden Kâfiyeci, tarihi bir bilgiye güven duyulabilmesi için tarihçinin de tıpkı hadisçi gibi muteber hadis tahammül yollarından biri ile rivayetlerini almış olması gerektiğini ifade etmiştir.358 Kâfiyeci’nin zikretmiş olduğu hadis tahammül yolları ile muhaddislerin hadis tahammül yolları aynı olmakla beraber Kâfiyeci’nin İ’lam ve Vasiyeti bu yöntemler arasında zikretmediğini görmekteyiz. Kâfiyeci bir tarihçinin dayandığı kaynak anlamında kullandığı “müstened”in altı farklı şeklinin olduğunu belirtmiş ve bunları şu şekilde sıralamıştır: “sema’, kırae, icaze, munavele, kitabet ve vicade”359 Bu yöntemlerin aynısının muhaddisler tarafından Kâfiyeci’den yüzyıllar önce ifade edildiğini de burada hatırlatmalıyız. Fakat ilk dönem Siyer ve Meğâzî âlimlerinin “hadis tahammül” yollarından hangisini daha muteber saydıklarına dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Başlangıçtan itibaren İslam Tarihçilerinin Hadis ıstılahlarından, hadisçilerin rivayet ve dirayet metotlarından yararlandıkları360 söylenmişse de eserlerine baktığımız zaman tarihçilerin bu konuda muhaddisler kadar duyarlı davranmadıklarını görmekteyiz. Çünkü başta Vâkıdî olmak üzere birçok tarihçi herhangi bir ilmi vasfı ve Hadis ilmi ile ilgisi olmayan çok sayıda kişiden rivayette bulunmuştur. Özellikle de Hz. Peygamber ve onun ashabı ile ilgili bir takım rivayetlerin isnadında çoğunlukla sahabe torunlarının ismi geçmekte olup, bunların

357

Hadis tahammül yolları ile ilgili bkz: İbnu’s-Salah, a.g.e., s. 132-180; İbn Hacer, Nüzhetu’n-

Nazar, s. 107-112; Ahmet Yücel, Hadis Usûlü, s. 120-129.

358

Kâfiyeci, el-Muhtasar fi-İlmi’t-Târih, s. 336. 359

Kâfiyeci, a.g.e., s. 337. 360

Tekineş, “Hadis ve Tarih: Metodolojik Bir Karşılaştırma”, s. 9. el-Vâfi, Menhecü'l-Bahs fi't-

da bir kısmı avamdan kimselerdir.361 Vâkıdî, Hz. Peygamber ve ashabının başından geçen kimi olaylara dair bilgileri bu sahabe torunlarıyla yaptığı görüşmeler neticesinde elde etmiştir.362 Dolayısıyla Vâkıdî, araştırmacı kişiliği ve yoğun gayretleriyle bu kişilere ulaşarak onların hatıralarını derlemiştir. Hatta Vâkıdî’nin senetlerinde yer alan bu tür ravilerin bir kısmının hadis ravisi olmadığı için rical kitaplarında isimlerinin geçmediği veya bu ravilerin ya Vâkıdî yahut da onun şeyhleri tarafından uydurulduğu iddia edilmiştir.363

İslam Tarihçilerinin hadis tahammül yollarıyla hadis nakletme konusunda herhangi bir usûl ilkeleri olmamakla birlikte rivayetleri naklederken bu yöntemleri kullandıklarını söyleyebiliriz. Örneğin Vâkıdî el-Meğâzi’de Halid b. Velid’in Müslüman olması ile ilgili nakletmiş olduğu bir haberde isnadı şu şekilde vermiştir:

“Bize Ebû’l-Kasım Abdulvvahap b. Ebi Habibe kırae yoluyla haber verdi. Dedi ki bize Muhammed b. Şucâ haber verdi…”364 Burada Vâkıdî’nin hadis tahammül

yollarından “kırae”yi kullandığı görülmektedir.

İbn İshâk’ın da kendi rivayetlerini yazdırdığına (imla) ve kendisinden sonra rivayetlerinin hem “kırae” hem de “mukatebe” yoluyla nakledildiğine dair bilgiler eserinin ravisi olan Yunus b. Bükeyr tarafında nakledilmiştir. Mesela Hz. Hatice’nin vefatıyla ilgili rivayetin başında şu ifade geçmektedir: “İbn İshâk’tan Yunus b.

Bükeyr ondan Ebû’l-Hüseyin Rıdvan b. Ahmed’e okunurken (kurie ala) dinleyen Ebû Tahir Muhammed b. Abdirrahman el-Muhlis, ondan da eş-Şeyh Ebû’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed b. en-Nakûr el-Bezzar, kendisine okunmak suretiyle (kırae) bize anlattı, dedi ki …”365 Aynı konu ile ilgili birkaç rivayet sonra Yunus b. Bükeyr

şunları söylemektedir: “Hz. Peygamber’in hanımları ile ilgili zikredilen her şey İbn

İshâk’ın harf harf imla usûlü ile naklettiği rivayetlerdir...”366 Bu tür isnadlar

Taberî’de de vardır.367

361

Mehmet Apaydın, Vâkıdî’nin Hayatı, Eserleri ve Hadisleri Birleştirme Metodu, s. 30 362

Bağdâdî, Târîhu Bağdat, IV, 9 363

Umerî, el-Müctemau’l-Medeni, s. 44. 364

Vâkıdî, el-Meğâzi, II, 745. 365

İbn İshâk, Sîret, s. 227. Diğer örnekler için bkz: İbn İshâk, Sîret, s. 2, 53. 366

İbn İshâk, Sîret, s. 228. Kaynak olarak sunduğumuz nüshada “imla” ibaresi geçmemekte. Fakat Ahmed Ferîd el-Mezîdî tarafından yapılan tahkikte yukarıdaki ifade geçmektedir. Bkz: İbn İshâk,

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere Siyer ve Meğâzî yazarları muhaddislerin hadis tahammül yolları olarak ifade ettikleri yöntemlerden bazılarını eserlerinde kullanmışlardır. Fakat tarihçilerin hadis tahammül yollarının farklı türlerini kullanmaları muhaddislere göre oldukça azdır. Çünkü Siyer ve Meğâzî yazarları, konunun başında da ifade ettiğimiz gibi hadis alırken bu yöntemlere çok önem vermemişler ve işin ehli olmayan kimselerden de rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu da Hadis ve Tarih ilimlerinin birbirlerinden ayrıştığı metodolojik konulardan biridir.

Tarih ilminde görgü şahitliği ve olay yeri incelemesi bir haberin güvenilirliğini arttıran bir yöntem iken, bunun Hadis ilminde çok önemsendiği söylenemez. Ayrıca muhaddisler için bir rivayetin hadis tahammül yollarından biri ile alınmış olması zorunlu iken Siyer ve Meğâzî yazarları için bu çok da önemli değildir. Çünkü onların öncelikli amaçları araştırdıkları bir olay ile ilgili bütün ayrıntıları bir araya getirmektir.

Rivayetlerin aktarılmasında Siyer ve Meğâzî âlimlerinin eserlerinde göze çarpan bir başka husus onların rivayetlerinin hemen hemen tamamını “haddesena(i)” ve “ahbarena(i)” lafızlarıyla nakletmiş olmalarıdır. Onların bu yöntemi hadisçilerin Sema’ yöntemi ile benzer olmakla birlikte başta İbn İshâk, İbn Hişâm ve Belâzurî olmak üzere Siyer ve Meğâzî yazarları rivayetlerin çoğunluğunu herhangi bir hadis tahammül lafzı zikretmeden “bana ulaştığına göre” veya “kâlû/dediler ki” gibi lafızlarla nakletmişlerdir.

Manayla veya Lafzî Rivayet

Muhaddisler hadislerin mana ile rivayet edilmesini hoş karşılamamış ve bunun önüne geçebilmek için birtakım tedbirler almışlardır.368 Ancak sahabeden itibaren Hz. Peygamber’den mana ile rivayet edildiği hakikatine binaen bu şartı

es-Sîretu’n-Nebeviyye, Ahmed Ferîd el-Mezîdî (Thk.), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2009, s.

272. 367

Örnekler için bkz: Taberî, Târih, II, 386. 368

Şâkir, el-Bâisu’l-Hasîs, s. 129; Şafii, er-Risâle, s. 344; Krş: Fuat İstemi, er-Risâle ve er-Risâle’de

Geçen Hadis Istılahları, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler

esnetmek zorunda kalmışlardır.369 Muhaddislerin bu esneklikleri hadislerin yazıya aktarılıp Hadis külliyatlarında yer almasına kadar devam etmiş, hadislerin yazıya geçirilmesinden sonra ise lafzî rivayet birçok alim tarafından zorunlu kabul edilmiştir. Muhaddisler bu süreçten sonra lafzî rivayete daha da önem vermişler ve ravilerin rivayetlerde tasarrufta bulunmalarını önlemeye çalışmışlardır.370

Siyer ve Meğâzî müelliflerinin hadis naklederken esas olarak mana ile aktardıklarını, fakat bazen rivayetlerin lafızlarına dokunmadan kendilerine nasıl aktarılmışsa o şekilde naklettiklerini de söyleyebiliriz. Siyer ve Meğâzî eserleri incelendiğinde bu husus açıkça görülecektir.

Siyer ve Meğâzî eserlerindeki rivayetlerden Kur’an’ı-Kerim ayetleri ve Hz. Peygamber’in bazı sözleri dışındaki nakillerin tamamına yakını mana ile aktarılan rivayetlerden oluşmaktadır. Hatta müelliflerin bizzat kendilerinin ravilerden aldıkları rivayetleri aynı lafızlarla nakletmek için herhangi bir çaba sarf etmediklerini ve rivayetleri derleyerek kendi lafızları ile naklettiklerini bile söyleyebiliriz. Mesela Vâkıdî Hz. Peygamber dönemi savaşlarını aktarırken rivayetin başında naklettiği birleşik isnaddan sonra “kâlû/dediler ki” ifadesi ile bu ravilerin tamamından dinlediği rivayetleri bir araya getirerek bir kronoloji içerisinde ve genelde de kendi sözleriyle nakletmektedir. Belâzurî’nin ise eserinin büyük bir kısmı “kâlû/dediler ki” lafızları ile başlamaktadır. Aynı durum diğer Siyer ve Meğâzî müellifleri için de söz konusudur.

Öte yandan Siyer ve Meğâzî müellifleri bazen de muhaddisler gibi bazı rivayetleri, onlara dokunmadan olduğu gibi aktarmışlardır. Bu yöntemin bir gereği olarak bazı Siyer müellifleri bulabildikleri bütün rivayetleri toplamaya önem vermiş ve sahih-zayıf ayrımı yapmadan eserlerine almışlardır.371 Bu şekilde hareket etmelerinin en büyük nedeni belki de tarihi hakikatleri tetkik etmek değil, bu hakikatleri ortaya koyacak kimseler için gereken bilgi ve rivayetleri tespit etmek

369

Şâkir, el-Bâisu’l-Hasîs, s. 129; Ahmed Naim, a.g.e., s. 446. 370

Abdullah Hikmet Atan, Mana ile Hadis Rivayeti, s. 432-435. 371

Umerî, Es-Sîretu’n-Nebeviyye, I, 11; Mehmet Özdemir, “Siyer Yazıcılığı Üzerine”, Milel ve