• Sonuç bulunamadı

1.2. Edebi Kişiliği

1.2.5. Röportaj Kitapları

Bir hikaye metninin, edebiyat dilindeki karşılığı olan diyaloglara, bahsimizde röportaja ircası / indirgenmesi, kurmaca dünyayı sakatlayan, yazarının kolaycılığa kaçtığını düşündüren, göze batacak ve hoş görül-e-meyecek bir kusurun adı ve karşılığıdır. Bekir Yıldız’ın hikaye ile röportajı sentezleyen bu denemeleri, salt edebiyat biliminin bakış açısından bakıldığında bile, kuşsan uç da görelim dendiğinde deveyim, o zaman sırtına yük vuralım dendiğinde kuşum diyen bir devekuşu örneği gibi, savunmasını hikaye misin sorusuna röportajım, röportaj mısın sorusuna hikayeyim diye yapacak geçişken bir türdür.

Yazar, ilk örneklerini kendisinin verdiği bu türde denemelerini yazmaya ve yayınlamaya başladığında, gazetecilik de yapmaktadır. Bu terkibe yazarı gazetecilik mesleği de zorlamış olmalıdır. Bir yazar olarak, hikâye kahramanlarının, üçüncü şahısların ardına gizlenmeyen, doğrudan konuşan ve konuşturan Bekir Yıldız’ın bu hikayelerine röportaj da demesinin nedenlerinden biri de budur.

Binlerce İnsan Yanıyor adlı öykü ile başlayan ve ilk baskısını 1972 yılında yapan Harran adlı öykü kitabı, yazarın durum hikayelerine yöneldiği ve iç kapağa “röportajlar” açıklamasını düştüğü ilk hikaye - röportaj denemelerini ihtiva eder. Keza Alman Ekmeği ve İnsan Posası adlı hikaye kitaplarında yazar, hikaye-röportaj dediği

türü denemeye devam eder. Bu hikayelerle beraber, yazarın öykü anlayışında ve öykülerinde bir kırılma çizgisi, bir fay hattı ile karşılaşırız: “Çağın akıl almaz hızı

içersinde akıp giden olguları yansıtabilmek için hikaye kalıplarını yetersiz bularak; hikaye / röportaj olarak isimlendirdiği, ne hikaye ve ne de röportaj olan, ama buna karşılık hem hikaye ve hem de röportaj özelliği taşıyan yeni bir tür önerisi getirir.”

(Ergün, 1975:116) Bu öneri hem yazar, hem Türk edebiyatı adına yeni bir teklif ve tecrübedir.

Yazar, yeni deneyiminin ilk ürünü ve örneği olan Harran adlı kitabında, İstanbul’dan başlayıp Harran’da noktalanacak otobüs yolculuğunu, başlıklarla ayırdığı yirmi iki değişik öyküye paylaştırır. Böylece uzun öykü, küçülerek küçürek öykülere benzer. Zira toplam 224 kelimeden oluşan ilk öykü ve yaklaşık yüz elli ile beş yüz kelime arasında değişen diğer öyküler aklımıza bu adlandırmanın da doğru olduğunu, çağrışım yoluyla hatırlanmasını getiriyor. “İnsanın ruhu değişkendir, durmadan öyküler

üretir, bunlardan elli bin sözcüğü aşanlara roman denir.” (Forster, 1982:223) diyen Forster, edebi türleri, bir başına yeterli olmasa bile, yine de hacimsel bir algıya oturtmanın kaçınılmazlığına da dolaylı olarak değinmiş olur.

Bu türün en özgün ve kısa örneklerinden biri, belki de en kısası Ernest Hemingway’e aittir: “Satılık: hiç giyilmemiş, bebek ayakkabısı (For sale: Babies shoes,

never worn.) (Boynukara, 2007:37) Öykü altı sözcükten oluşmaktadır.

Küçürek öyküler; beş yüz sözcüğe kadar ihtiva edebilir dense de yüz sözcüğü aşmaması gereken, aksi halde tavsaması sıkıntısı baş gösteren; yalnızca biçimsel ya da hacimsel sınırlarını koruması değil, içerik, ileti, anlam ve öze ait sınırları kurcalaması gereken türdür. Bu öyküler, bir çığlık kadar dikkat çekici, yoğun ve kısa olmalıdır, küçürekliğini korumak ve kollamak adına: “Hacim olarak küçürek öykü/ler için 500 (Wright 1998: 16) veya 250-300 (Erden 2002: 315) sözcüklük bir sınır konsa da bana göre, 250 veya 500 sözcük, çığlığı nağmeye dönüştürmek için yeterli süreyi hazırlayan bir anlatım örgüsü oluşturur. Bu bakımdan 100 sözcüğü geçmeyecek anlatıları ancak küçürek öykü diye adlandırabiliriz.” (Korkmaz, 2007, s. 33)

Bekir Yıldız, kendisi ile yapılan, hikaye - röportaj adını verdiği tekniğini de açıkladığı bir söyleşide, ileri sürdüğü görüşleri ile bir çığlığı anlatan küçürek öyküye, tanım, anlayış ve felsefe olarak oldukça yaklaşmıştır: “İnsanımızın yaşantısı küçük

dilimlere bölünmüştür. Bu insana bazı şeyleri çok yoğun anlatmalıyız. Çok öz ve hızlı anlatacaksın. Çünkü toplumumuz çok hızlı değişen bir toplum. Bu, giden bir trenin

ardından unutulan bir şeyi koşup verme gibi. Okuryazar oranımız belli, az okuyor. Öte yanda anlatılacak şeyler çok ve zaman geçiyor. Hikaye - röportaja yönelişim işte buna bağlı. … Bazı konuları hikaye sınırlarına alamıyoruz. Hikaye sınırlarını kırmak için bu türü yeğledim. Ya da Türk edebiyatına kazandırmaya çalışıyorum.” (RP, 2006:Arka kapak)

Küçürek öykünün çıkış nedenlerinden biri de zamansızlık sarmalına düşen çağdaş insana, kolay tüketebileceği, az hacimli ama yoğun anlamlı, anlatım itibarıyla şiirimsi, edebi metinler sunmaktır yani öz ve hızlı anlatmaktır. Bu açıklamalar, küçürek öykü ile hikaye - röportaj türü öykülerin ana bileşenleri itibarıyla pek çok ortak paydada buluştuğunu gösteriyor.

Bekir Yıldız, adına hikaye - röportaj dediği bu yeni anlatım türünün tanımlarına biteviye zeyller yapar. “Kimi kitaplarınız, röportaj - öykü niteliğinde, buna ne

diyorsunuz?” sorusuna “Bakın ben on iki kitap yazdım. Üçü öykü - röportaj diye sunuldu okura. Okurlar biraz tembel. Eleştirmenler de, takım tutucu, Harran, Alman Ekmeği, İnsan Posası, üç de röportaj var. Amacım, gazetelerin ilgisini çekmek, öykünün sınırlarını genişletmekti. Öykü - röportajla böyle bir öykünün sınırlarını kırma

çalışmam var. Yayın olanaklarından yararlanmayı amaçlıyorum.” (Başaran, 1998:23)

yanıtını veren yazar; denediği bu türün yeni arayışların, öyküye yeni bir ivme kazandırmak, yeni bir istikamet çizmek isteğinin hatta öykünün gazete sayfalarında yer bulabilmesi ve daha geniş okur kitlelerince okunabilmesi isteğinin bir ürünü olduğunu söyler. Çok okunan bu türdeki örneklerle yazarın görece, okur kitlesini yeniden artırdığı görülür.

Bekir Yıldız’ın dış kapağa “anlatı” notunu düştüğü Yaman Göç adlı kitabında, daha önce denediği ve hikaye - röportaj dediği türe anılarını da eklemiştir. Ortaya üçlü bir sentez ve melez bir edebiyat türü çıkmıştır. Kapağa anlatı notunun düşülmesinin nedeni de türün özgünlüğünden ve belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Romanları gibi hikayeleri de yazarından güçlü otobiyografik karakter ve izler taşıyan Bekir Yıldız’ın hikaye - röportaj örneklerinde de kinaye mesafesi yoktur. Röportajların yapanı ve sunanı yazarın kendisi yani Bekir Yıldız’dır.

Hilmi Yavuz’un, Milliyet Sanat Dergisi’nde yazdığı bir yazısında Bekir Yıldız’ın öyküleri hakkında yaptığı değerlendirme, hikaye - röportaj örnekleri için de geçerlidir: “Bekir Yıldız’ın hikâyeleri, birbirinden ilk bakışta ayrılan, ama son çözümde

bütünleşen iki ayrı kesitte gelişir: Güneydoğu Anadolu bölgesi insanının manevi hayatına katı, acımasız ve giderek bir şiddete (violence) varan disiplinle egemen olan

törelere sıkı sıkıya bağlı toplumsal yaşama biçimini işleyen hikâyeler; bu toplumsal yaşama biçiminden çıkıp Almanya’ya göç ederek değişik bir toplumsal örgütlenmenin getirdiği gene sert ve acımasız ama başka bir düzeyde gerçekleşen kurallara ayak uydurmaya çalışan insanları işleyen hikâyeler. (Yavuz, 1973:14)

Bekir Yıldız tarafından hikaye - röportaj türü olarak sunulan Harran adlı hikaye kitabı; İstanbul’dan otobüsle Harran’a kadar yolculuk yapan, bu esnadaki yol ve Anadolu notlarını, geniş ölçekte karşılıklı diyalogların sürüklediği anlatımla ve birbirinin devamı niteliğinde sunan, gerçekte Bekir Yıldız’ın kendisi olan ortak bir karaktere dayandırılan hikayeleri ihtiva etmektedir. İlk baskısı 1974 yılında yapılan Alman Ekmeği adlı kitap ise özelde çalışmak için Almanya’ya gitmiş olan Türk, genelde kapitalizmin dişlileri arasında öğütülen bütün işçilerin hayatlarından kesitler sunar.

Yine aynı türde hikayeleri barındıran ve ilk kez 1976 yılında basılan İnsan Posası adlı kitaptaki hikayeler; iş kazası geçirdiği için sakat kalan, posası ortalığa atılan işçiler ekseninde, sömürgeci dünya düzenini sorgulayan ve yargılayan hikayeler toplamına dönüşür. Bu kitabın Beyaz Kan adıyla ayrı bir bölüme dönüştürülen hikayelerinde ise beyaz kana benzetilen sperm sıvısı sembolünden yola çıkılarak, Anadolu’daki seks filmleri furyası, toplumumuzun cinsellik algısı ve karnesi ile kapitalizm ve cinsellik sömürüsü ilişkisi açığa çıkarılmaya çalışılır.

Yaman Göç adlı kitap ise yine, Kapıkule Sınır Kapısı’nda tezgah kuran başkarakterin / Bekir Yıldız’ın yurda geçici ya da kalıcı giriş yapan, Almanya görmüş işçilerimizin anlattıklarına, sorunlarına ve dünyalarına yer veren hikaye - röportajlar toplamıdır. Karşımıza çıkan izlekler yine dış göç - iç göç, kültür ve kuşak çatışmaları, kapitalizm ve sömürü düzeni, yoksulluk ve cinsellik konularından çoğalırlar. Bu türdeki son kitap olan ve ilk kez 1997 yılında basılan Röportajlar adlı kitap ise Bekir Yıldız’ın eski örneklere birkaç yeni örnek ekleyerek bastığı bir kitaptır. Kitap yapı ve izlek itibarıyla kendinden önceki kitaplarla koşutluklar taşır.