• Sonuç bulunamadı

“İnsanlığı incelemenin en uygun yolu, insanı incelemektir.” diyen Pope’ye atfen

diyebiliriz ki hayat hikayesi yazarken, önemsenmesi gereken başlıklardan biri de ruhsal portre çıkarma denemesidir. Alemin büyük insan, insanın küçük alem olduğu bir tarihsel gerçeklik içinde bu deneme, insanı insanlığa, “Evrensel İnsan Amentüsü”ne bağlayan sayısız ipucu içermektedir. Örneğin ölümsüzlük sezgisi taşıyan, ölümsüzlüğün sesini duyan ve çağrısına uyan biridir Bekir Yıldız. O’nu yazmaya iten temel içgüdü / eylem “Kendini ölümsüzleştirmek için duyulan doğuştan gelen istek.”tir. (Zweig, 1995:XXIX) Ölümü düşündüğü için insan, ölümsüzlüğü de düşünür. İnsanın hayat dolu oluşu ve ölüm korkusu ile de ilintilidir, ölümsüzlüğün ardından gidişi…

“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”, der büyük ozan. Yazarın

kimyasına geçmeden önce fiziğine, mazruftan önce zarfa odaklanmaya çalışırsak; fiziki portresi hakkında, yeterince fikir sahibi olabileceğimiz kadar fotoğraf bırakan Bekir Yıldız’ın; yanlardan açılmaya başlamış ve dökülmüş kıvırcık saçları, kalın ve kocaman gözlüklerinin ardından dünyaya bakan aydın gözleri, hiçbir zaman bıyık bırakmadığı,

sürekli tıraş olmayı adet edindiği aşikar olan mevzun yüzü, iyilik ve güven telkin eden duruşu, çok dikkatli bakıldığında yüzünde belli olan Şark çıbanı izleri ile sıradan / herhangi bir insanın yüzünde görül-e-meyecek, seçkinlik alameti çizgileri, ortanın üstündeki boyu, kilolu bedeni, kadınların beğenebileceği denli yakışıklı oluşu, yazarın fiziki portresini tanımlayan ve tamamlayan, ilk etapta söylenebilecek sözlerdir: “Yüzünü

kaplayan şark çıbanı izleri, kalın camlı gözlüğü ve dinmeyen öfkesiyle, doğrusu ya, biraz yadırgadığım bir portre çiziyordu üstat.” (Güngör, 1998:10) Esasen, yazarımız bir sinema jönü olmadığı için, okurlarını ve edebiyat dünyasını öncelikle eserleri ve devamında bu eserlere ruh üfleyen ruhi portresi daha çok ilgilendirmektedir.

İnsanların karakterleriyle mi doğdukları yoksa insanların karakterlerini yeryüzündeki koşulların mı belirlediği sorusuna Bekir Yıldız örneğinde, her ikisi de demek daha doğru olacaktır. Savaşçılığı ve asilliği temsil eden şövalye sözcüğü ile nitelenen, “Ödün vermez bir devrimci olduğu kadar, dürüst ve namuslu bir insan.” (Dikmen, 2000:12), olduğu ısrarla ve ittifakla vurgulanan Bekir Yıldız’ın ruhi portresini tanımlayan açar sözcükler öfke, delidoluluk, dürüstlük, dobralık ve baş eğmezlik sözcükleri ile başlar:

“İkimiz de biraz deliydik. Ne zaman ne yapacağımız kestirilemezdi. En son söylememiz gerekeni en başta söyleyerek kesip atıyorduk. Öfkeliydik, birine, bir şeye kızdığımızda düpedüz gidebilirdik. Yalandan nefret ediyor, sonucu ne olursa olsun doğru bildiğimizi söylemekten çekinmiyorduk. Ve en önemlisi sözlüğümüzde ‘boyun eğmek’ diye bir kavram yoktu.” (Özkırımlı, 1998:8)

Yine de bu özellikler içinde en baskın olanı ve hemen herkesin ilk fark ettiği özelliği, kime ve neye olduğu meçhul, öfkeli oluştur: “Her şeye ve herkese karşı

öfkeliydi; sanki bir cephe savaşı açmış gibiydi. … Onun o öfkeli hallerinin altında sevecen bir kalp çarpıyordu. Yüreği iyilik ve güzellikten, erdemden yana çarpanlar, dünyanın kötülüklerine karşı duyarlı oluyorlardı; kimileri de hassasiyetini öfke biçiminde yansıtıyordu.” (Güngör, 1998:10-11) Erdem, iyilik, bilgelik ve güzellik ise Bekir Yıldız’ın, ruhi portresinin diğer tamamlayıcı özellikleridir.

Atilla Birkiye’nin gözlemlerinden Bekir Yıldız’ın kişiliği, şu cümlelerle çözümlenir: “Beni hikâyelerinden -ki özellikle ilk dönem ürünleri çok etkileyicidir-

daha çok etkileyen; yıllardır onun dostluğunu, yılda bir iki kez görüşsek bile yitirmek istemeyişimin nedenlerinin başında onun kişilik özellikleri gelir. İsyankârdı. İsyankâr olmak iyidir. Haksızlığa, ‘kurulu düzene’ isyan ederdi çünkü. Haklıydı. Edebiyata olan

vurdumduymazlığa isyan ederdi. Bunda da çok haklıydı. Nitekim küstü; medyatikleşen edebiyat dünyasına küstü... Sokağa çıkın, karsılaştığınız on kişiye Bekir Yıldız’ı sorun. Acaba kaçı onu tanıyacaktır. Kaçı acaba, bir yapıtını okumuştur? Simdi istediğiniz kadar yazın, çizin... Acaba kaç kişi alıp okuyacaktır? İşte bu yüzden küstü. Çok haklıydı. Oysa son otuz yılın en önemli hikâye yazarları arasındaydı. Edebiyata bazı ilkleri getiren yazardı. Onun isyanı hiçbir şekilde bireyci değildir. Ne var ki isyanının ‘kendi’ edebiyat çevresinden bile karşılık görmemesi, belki onu daha da küstürmüştü.” (Birkiye, 1998:12) Asi bir yanı vardır Bekir Yıldız’ın. Küsen her insan gibi duygusaldır, aşırı duyarlıdır Bekir Yıldız ve bireyci olmaktan çok topluma adanmış bir hayatı, insanlığın dertlerini dert edinmeyi öncelemiştir.

Mani depresif ruh hali en çok yazarlarda uç verir. Bu ruha sahip insanlar bir duygudan ötekine çok hızlı geçebilirler. Büyüklük - küçüklük, neşe - hüzün, çalışkanlık – tembellik vs. ruh hallerine hızla bürünebilirler. Bu duygusal esneklik esas itibarıyla, sürekli yeni karakterler yaratan, güçlü özdeşimler kuran yazarların, gizli gücüdür aslında. Bekir Yıldız’ın bu aşırı duyarlı kişiliğe yakın oluşu, arkadaşı Necati Güngör tarafından şu saptamalarla teyit olunur: “Seksen sonrasında toplum hızlı bir değişimin

girdabına yakalanmış, değerler alt üst olmuş, yazarçizer kuşağının önemli adları dünyamızdan ayrılmış, maddi zenginleşme hastalığına tutulan hayatımızda edebiyat adına bir yoksullaşma baş göstermiştir. Bu olumsuz gelişme, Bekir Yıldız gibi duyarlı insanların yürek taşlarını yerinden oynatmaya yeter de artar bile. Altmışlı ve yetmişli yılların verimli yazarı, biraz da yazdıklarıyla topluma iyi şeyler aşılama iddiasında olan Bekir Yıldız, dört bir yoldan ilerleyen kötülük dikenlerinin ortasında, eskilerin deyişiyle yeise düşmüştü sonunda.” (Güngör, 1998:11)

İçki, sigara, genelev gibi alışkanlıkları olan yazar, zevkçi / hedonist olduğu kadar, bunalıma da yatkın bir kişiliktir. Dante’nin anlatmayı unuttuğu cehennem (Zweig, 1995:53) olarak da nitelenen “can sıkıntısı” yazarın hep gelen, geldiği gibi gitmeyen daimi konuğudur. İçki, sigara gibi uyuşturucuların, kadın, kumar gibi zararlı tutkuların peşinde koşan her insanın dağıtmak, unutmak, uyutmak, uyuşmak istediği, başa çıkamadığı kervan yüküyle can sıkıntısı vardır.

Oscar Wilde; “Bana hayatı üç şey sevdirir. Özgürlük ve aşk. Aşkım için

hayatımı veririm ama özgürlük için aşkımı da feda ederim., der. Bekir Yıldız da,

aile yer yer yazarın özgürlük alanını daraltır, mizacını çatlatır ve bu darlanma ile yazar, bu olgulara karşı savaşırken bulur kendini…

Mutsuz olan, etrafına mutsuzluk yayan, huzursuz bir kişiliktir yazar. Köylülüğünden, kırsal genlerinden gelen mizaç çatlağı ile birleşen bu ruhsal yan, hemen hemen bütün yazarların, yazarlara özgü karanlığından beslenmektedir. Mutluluk ve insan mutluğu üzerinde ilkçağlardan beri düşünülmüştür ve düşünme deyince akla ilk bu işi en çok yapan felsefeciler gelir. Aristo’ya göre mutluluğun üç yolu vardır, insanına göre değişen… Birinci kümedeki insanlar evlenerek ve çocuk sahibi olarak, ikinci kümedekiler para ve mevki ya da şöhret kazanarak, üçüncü kümedekiler ise bilim ve felsefeyle uğraşarak mutlu olacağına inanırlar ve ancak bu kazanımlarla mutlu olurlar. Örneğin mutluluğu bilim ve felsefeyle ilgilenmeye endeksleyen birini para veya mevki kazanma mutlu etmez, keza mutluluğu para ve / veya mevki kazanmaya endeksleyenleri evlilik ve çocuk sahibi olmak tatmin etmez.

“… belalı bir başı hileli bir başa yeğlerim.” (Özkırımlı, 1984:8) diyen Bekir Yıldız, yazardır ve onu evlilik, çocuk, para, mevki mutlu etmez, edemez. Bekir Yıldız ancak sanatla, bilimle ve felsefeyle uğraşarak kendine mutlu olabileceği anlamlı bir dünya yaratabilir. Yazarların, bize aykırı, uyumsuz ve mutsuz görünen kişiliklerinin arka planında bu eğilimler gizlidir. Her güzellikten yaralanan, yararlanan; soran, sorgulayan, araştıran, haykıran, nahif, narin / kırılgan, inceci, şüpheci, kıskanç, doyumsuz, huzursuz, egosantrik, öfkeli, karanlık, aşkın ve taşkın kişiliklerdir yazarlar:

“İnsan yapılanmasının benlik, id (arzu), ego (rasyonel ilke) ve süperego (vicdan)’dan oluştuğunu iddia edersek; ego id’in kaotik arzularını alır ve verili toplumsal kısıtlamalar dahilinde sağlayacağı doyumu en yüksek düzeyde tutmak için bunları düzene sokar. Düzensizlik ister bireysel ister sosyal, isterse devletin işlerliği konusunda olsun hep ‘ego’yu tatmin noktasında kilitlenir.” (Arslan, 2011:90) Her asil kalp dünyaya bir düzen vermek isteyen kalptir ve bunda sorun yoktur. Sorun her asil kalbin kendi düzenini bu dünyaya giydirmek istemesinden çıkar.

Attığı taşlar yerini bulmayan, bireysel, sosyal, siyasal hayatta ve alanda önü tıkanan, etrafıyla çatışan, işi sonsuzluğu kurcalamak, gökyüzüne çivi çakmak, suya yazı yazmak olan her egosantirik / ben-cil yazar gibi Bekir Yıldız da asla doyum noktasına ulaşamaz. Yazarın yumuşak ruhunu sürekli örseleyen, vaatlerini durmadan erteleyen sert ve katı gerçekler yığınıdır hayat ve bu hayat; bütün yazarlar gibi Bekir Yıldız’ı da

fazlasıyla mutsuz, mustarip kılmış; hırçın, öfkeli, isyankar, kavgacı, geçimsiz, huysuz, asabi, egosantirik, kıskanç, doyumsuz vb. yapmıştır.