• Sonuç bulunamadı

2.3. Fonksiyonel Gıdalar, Probiyotikler ve Prebiyotiklerle İlgili Araştırmalar

2.3.2. Probiyotik ve Prebiyotiklerle İlgili Çalışmalar

Juntunen ve arkadaşlarının (2000) yaptığı çalışmasında sağlıklı bebekler ve rota virüslü ishal olan bebeklerin dışkı konsantrasyonlarıkarşılaştırılmıştır. Rota virüs diyare sırasında ve sonrasında, sağlıklı çocuklarda dışkı konsantrasyonunda spesifik probiyotikler ve bunların kombinasyonları saptanmıştır.20 bebekten rota virüs ishal sırasında ve sonrasında sağlıklı 10 bebekten alınan dışkı örnekleri eşleştirilmiştir.

Lactobacillus rhamnosus GG, Lactobacillus casei Shirota, Lactobacillus paracasei F19, Lactobacillus acidophilus LA5 ve Bifidobacterium lactis Bb12 ve bunların

kombinasyonları in vitro olarak test edilmiştir. Probiyotiklerin uyumu, sağlıklı deneklerde belirtildiği gibi, sağlıklı bireylerde% 1 ila %34 arasında değişmektedir.

Bifidobacterium lactis Lactobacillus rhamnosus varlığında adezyonlu, sağlıklı

bebeklerde %31'den %39'a, diyare ataklarında %26'dan% 44'e yükselmiştir. Spesifik probiyotik suşların kombinasyonu sinerjik bir şekilde yapışmayı güçlendirmiştir.

Isolauri ve arkadaşları (2000) son yıllarda artan alerjik hastalıkların önlenmesinde probiyotiklerin rolünü araştırmayı hedeflemişlerdir. Bu amaçla randomize çift kör, plasebo kontrollü bir çalışma yapılmıştır. Yaş ortalaması 4,6 aylık emzirilen atopik egzama gösteren veya ikame formüllü probiyotik takviye almayan 27 bebeğe Bifidobacterium lactis Bb–12 veya Lactobacillus suşu GC (ATCC 53103) verilmiştir. Bu çalışmada atopik egzamanın yaygınlığı ve şiddeti, bebeklerin büyümesinde ve beslenmesindeki etkisi, kan dolaşımındaki sitokinler/kemokinler ve çözülebilinir hücre yüzeyi, idrardaki metil-histamin, protein

konsantrasyonları belirlenmiştir. Sonuçlara bakıldığında atopik egzama derecesini ve şiddetini yansıtan SCORAD skoru, emzirme sırasında 16(7–25)idi. İki ay sonra probiyotikle desteklenmeyen gruba kıyasla desteklenen grupta ciltte gözlenir şekilde iyileşmeler görülmüştür. Veriler ayrıca bağırsak ortamının ötesindeki enflamutuar tepkilere karşı da olabileceğini göstermiştir.

Gorbach’ın (2000) Lactobacillinin insan üzerine yararları üzerine yaptığı çalışmada göstermektedir ki sağlık üzerine pozitif yararlar sağlayan, ticari uygulamalar için kullanılan sadece bir kaç suş için geçerli olmaktadır. Lactobacillus'un türevlerinden olan L.casei sps rhamnosus yetişkinlerde v çocuklarda özellikle yoğun olarak çalışılmıştır. Bir süt ürünü olarak veya liyofilize (modern kurutma )olarak toz halde tüketildiğinde, LGG gastointestinal sistemde çoğu bireyde 1–3 gün boyunca yaklaşık %30’unda da 7 güne kadar kolonize olmaktadır. İnfantin ishalde, atağın şiddeti ve süresi azalmıştır. LGG fermente süt, inek sütü ve rotavirüs enfeksiyonuna maruz kalmaya yol açan bağırsak geçirgenliği bozukluklarını azalmaktadır. Ayrıca bağırsak bağışıklığını da olumlu yönde etkilemektedir. Bağırsak mukozasında IgA (antikor) ve diğer immünoglobulin salgılayan hücrelerin de sayısı artırmaktadır. Lactobacilli'nin probiyotik kültürleri, önemli sağlık yararları sağlamakla beraber kapsamlı güvenlik testlerinde herhangi bir patojenik etki göstermemiştir.

Reid ve arkadaşlarının (2001), yaptıkları çalışmada ürogenital rahatsızlıklarda probyotiklerin etkisi araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla da, tekrarlayanvajiniti, bakteriyel vajinozis ve idrar yolu enfeksiyonu olan 10 kadına 15 gün boyunca günde iki kez olmak üzere yağsız süt içinde süspanse edilen Lactobacillus rhamnosus GR–1 ve Lactobacillus fermentum RC–14 suşları vajinadan verilmiştir ve tedavi başlangıcından itibaren 1 hafta içinde morfoloji ve moleküler yapı tanımlanmıştır. Sonuçlar 10 hastanın tümünde bir hafta içinde L.rhamnosus GR–1 ve /veya

L.fermentum RC-14’ün vajinadan geri kazanıldığı gösterilmiştir. Hastalardan iki

tanesi tedaviyi tamamlamadan bırakmak zorunda kalmışlardır diğerlerinde 8 ve 12. Haftada alınan örneklerde iyileşme görüldüğü ortaya konulmuştur. Hiç bir yan etki kaydedilmemiştir.

Dunne ve arkadaşlarının (2001) yaptıkları çalışmada enterik insan florasını incelemeyi amaçlamışlarıdır. Üniversite Koleji’nde bulunan Probiyotik Araştırma Grubu’nun hedefleri dekonjugasyon aktivitesinin yokluğunda safra toleransı, asit rezistansı, konakçık epitel dokusuna tutunma ve in vitro antogonist patojenik mikroorganizmalar veya infilamasyonu teşvik ettiğinden şüphelenen bakterileri belirlemek, probiyotik özellikler gösteren laktik asit bakterilerini izole etmek ve tanımlamaktır. Gastrointestinal sistemin potansiyel olarak etkili olan probiyotikleri izole etmek için mikrobiyal popülâsyonu tarayarak cerrahi olarak parça alınmıştır. Toplamda parça alınan insan bağırsağında 1500 bakteri suşu değerlendirilmiştir. Bu organizmalar arasından Lactobacillus salivarius subsp. Salivarius strain UCC118 çalışma için seçilmiştir. Fare beslenme denemelerinde, süt kaynaklı

L.salivariusstrain UCC118 gastrointestinal sistemde başarılı bir şekilde kolonize

edilmiştir.80 sağlıklı gönüllüden oluşan insan beslenmesinde yoğurtla gastrointestinal kanalına gönderilmesinde bağırsak florasını ve kolonizayonunu etkilemede önemli etkiye sahip olan UCC118 suşunun verilmesinde bir aracı olarak kullanılabileceği ortaya konulmuştur.

Saran ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada, Hindistan'da giderek azalan bebek ve çocuk ölümleri ile birlikte yetersiz beslenmenin getirdiği hastalıkların hasarlarını ölçmektir. Çalışmacılar tekrarlanan hastalıkların, gastrointestinal enfeksiyonlar sırasında meydana gelen değişimlerin bağırsak epitelyumuna zarar vermesi sonucunda ortaya çıktığı hipotezine dayandırmaktadırlar. Hasarlı bağırsak epitelyumunun Lactobacillus açısından zengin gıdalar kullanılarak iyileşmesini hızlandıracağı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı Hint popülâsyonlarında büyüme geriliği olan çocukların (2 ila 5 yaş arası ) büyümesi üzerine probiyotiğin etkisini araştırmak, kontrol grubunda (n=50) diyare ataklarının sıklığı, şiddeti ve süresi ile morbidite arasındaki farkı değerlendirmektir (n= 50).Yeni Delhi’deki gecekondu mahallesinde 2 ila 5 yaş arasındaki 100 çocuk yaşları, cinsiyetleri ve ağırlıkları ölçülerek deney ve kontrol grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Deney grubuna probiyotik takviyesi verilmiş (Lactobacillus acidophilus içeren 50 ml’lik lor) ve kontrol grubu günlük olarak izokalorik takviye almıştır. İshal, ateş, öksürük ve soğuk algınlığına göre, kilo, boy ve morbidite profili kayıt edilmiştir.

Bulgular göstermektedir ki ağırlık ve boy açısından deney gurubu kontrol grubuna göre anlamlı bir şekilde daha yüksek bulunmuştur. Bununla birlikte deney grubunda 6 ay sonra ishal ve ateş vakası daha az görülmüştür.

Charalampopoulos ve arkadaşlarının (2002), gıda endüstrisinde tüketicilerin daha sağlıklı beslenmek, fonksiyonel gıdalara dikkat çekmek ve tahılların fonksiyonel gıdalardaki önemini amacıyla bu çalışmayı yapmışlardır. Bu bağlamda insan kaynaklı Lactobacillus ve Biifidobacterium içeren sütlü gıdalar ve insan üst gastrointestinal sistemde sindirilemeyen ve insan konakçı tarafından sindirilemeyen bir veya bir kaç sınırlı sayıda kolonik bakterinin büyümesini seçici olarak uyarabilen bileşenler içeren prebiyotik formülasyonu ürünler bulunmaktadır. Bu ürünlerin amacı bağırsak florasını olumlu yönde etkilemektir. Tahıllar fonksiyonel gıdların üretimi için yeni alternatifler sunmaktadır. Tahıllar probiyotik mikroorganizmaların üremesi için fermente edilebilir subsratlar olarak kullanılabilinir. Burada dikkate alınması gereken ana parametreler, tahıl tanelerinin bileşimi ve işlenmesi, substrat formülasyonu, starter kültürün büyüme kapasitesi ve etkinliği, depolama sırasında probiyotik suşun stabilitesi orgoneleptik özellikler ve besin değeridir. Tahıllar gastrointestinal sistemde fizyolojik etkiyi teşvik etmenin yanı sıra, kolonda bulunan laktobacillus ve bifidobacteriumun da büyümesini gelişmesini sağlayacaktır. Sonuç olarak tahıllara dayalı yiyeceklerin fonksiyonelleştirilmesi zor gibi görünebilir ancak yeni tahıl teknolojilerinin gelişimiyle daha olumlu bir şekilde gerçekleştirilecektir.

Çakır’ın (2003) yaptığı araştırmada, yeni doğan bebekler fermente gıda maddeleri ve et tavuklarının körbağırsak florası gibi yerel kaynaklar ile ticarî probiyotik preparatlarından izole edilen laktik asit bakterilerinin bazı probiyotik nitelikleri tespit edilmiş, özel ve genel hedefli 16S rRNA primerleri ile dizi analizleri neticesi kesin tanıları gerçekleştirilmiştir. Bu maksatla 104 adet ticarî ve 110 adet yerel izolat ile araştırmalara başlanmış, önce biyokimyasal ve morfolojik testlerle ön tanımlanmaları yapılan suşların E coli O157:H7, L. monocytogenes, Salmonella spp.

Enterobacter sp. BF2, Leuconostoc sp. K2, L. helveticus ve L.plantarum’un da

aralarında yer aldığı bir grup mikroorganizmaya karşı antimikrobiyel aktiviteleri araştırılmış ve antimikrobiyel aktivitenin kaynağı belirlenmiştir. Sonra bu

mikroorganizmaların değerde ph safra tuzları ortamındave farklı oranlarda araştırılmıştır. Araştırmanın son safhasında, antimikrobiyel aktivite gösteren suşlarla, asit ve safra tuzlarına karşı dayanıklı olan suşlardan seçilen 87 adet izolatın 16S rRNA dizi analizi yöntemi ile kesin tanıları gerçekleştirilmiştir. Araştırma neticelerine göre, “Acidilactici S1,E. faecium B20, P. L. Reuteri T17 ve L. helveticus

S57 yerel suşları ile L. plantarum AS2, L. acidophilus DC1, L. pontis H3, L. reuteri PBC2 ticarî izolatlarının indikatör mikroorganizmalara karşı antimikrobiyel aktivite

ortaya koyduğu belirlenmiştir. S1, T17 ve DC1 suşlarının gösterdiği antimikrobiyel aktivitenin de bakteriyosin üretiminden kaynaklandığı gösterilmiştir. Asitlik ve safra tuzlarına direnç bakımından ise; S. salivarius subsp. P.Acidilactici S1,

thermophilusFYC1’in asitliğe, C. glutamicum R17 ve B. longum PBC1, L.rhamnosus UCP1’in safra tuzlarına ve L. rhamnosus UCP1’in ise hem safra tuzlarına hem de

asitlik karşı direnç gösterdikleri tespit edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre kesin tanısı yapılan 87 adet suşun 48 farklı türe dahil olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada bununla birlikte, ticarî bir şekilde satılan preparatların etiketinde ifade edilen sayıda ve çeşitte mikroorganizmayı içermediği, hatta bazı preparatlarda örneğin E. faecalis gibi, insan tüketimi maksadıyla kullanılamayan çeşitlerin dahi bulunduğu tespit edilmiştir.

Deid ve Backing’in (2003) yaptıkları çalışmada Kanada ve diğer ülkelerin sağlık hizmetleri sistemi üzerinde büyük bir yük oluşturan, kadınların yaşam kalitesini etkileyen ürogenital sistem enfeksiyonları üzerinde probiyotiklerin etkisi araştırılmıştır. Bakteriyel vajinozdan kaynaklanan (BV)komplikasyonlar arasında immün yetersizlik virüsü ve doğuştan erken doğum riski(PTB),cinsel yolla bulaşan hastalıklar dahil olmak üzere birçok hastalığın artmasına sebep olmaktadır. Antibiyotikler gibi farmasötik müdahaleler yetersiz olmuştur ve erken doğum riskini insidansını azaltmada başarısız olmuştur. Bakteriyel vajinoz spesifik özelliği olan vajinadaki yokluğu, laktobasilin hamilelik dönemini daha sağlıklı geçirip, probiyotik tedavi ile normal florayı iyileştirip iyileştiremeyeceği sorusunu gündeme

getirmektedir. Gebe kadınların probiyotik kullanımını oldukça mantıklı

görülmektedir. Çünkü bazı lactobacilli suşları oral ve vajinal uygulamadan sonra vajinayı güvenli bir şekilde kolonize edebilir, Gardnerella vaginalis ve Eshercia coli

dahil patojenleri öldürerek erken doğum riskine karşı müdahelede bağışıklık sistemini güçlendirmektedir. Probiyotiklerin ek özellikleri, lipitleri bozma ve embriyo gelişimini destekleyen sitokin seviyelerini artırma potansiyellerini içermektedir. Sağlık ve ilaç tedavisi yerine doğal önleyici tedbirlerden probiyotikler gibi temel tedaviye yönelik çözümler bulmak için etkili olacaktır.

Rield (2004), Avusturalya’da pratisyen hekimlerin gastointestinal hastalıkların yayılmasında en sık rastlanan 20 nedenden biri olan diyare üzerine çalışmıştır.5 yaşın altındaki çocuklar özellikle Campylobacter jejunienfeksiyonları gibi bakteriyel hastalıklara karşı hassastır. Gündelik diyet, özellikle düzenli ve probiyotik tüketimi, sağlıklı gastrointestinal sistemin korunmasında yardımcı olabilir. Sağlıklı gastointestinal mikroflorayı desteklemek ve diyare gibi gastrointestinal hastalıkların önlenmesi için peynir gibi standart günlük gıda maddelerinin etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yoğurt, lahana turşusu, sarımsak ve peynir gibi bazı yaygın gıda maddeleri, canlı laktik asit bakterileri ve/veya bir diyet lifi olan fraktan formunda prebiyotikler, şeklinde probiyotikler içermektedir. Peynir hem probiyotik bakterileri hem de prebiyotik diyet lifi inülinini içerir. Düzenli peynir tüketimi, Campylobacter

enteritis riskinde azalma ile ilişkilendirilmiştir. Laktik asit bakterileri bağırsak mikro

flora kompozisyonunu normalleştirebilir, bağışıklık sistemini güçlendirebilir ve Salmonella, Campylobacter ve Clostridium gibi patojenlerin engellenmesinde etkilidir.

Saggiro’nun (2004) yaptığı çalışmada, İrratabl Barsak Sendromunun önlenmesinde probiyotiklerin önemini araştırılmıştır. Roma II kriterlerine göre anormal kolonik fermantasyonun semptomların varlığında İrratabl Barsak Sendromunun tanısı konulabilir ve semtomların gelişiminde önemli bir faktör olabileceğini göstermiştir. Substratların bağırsak florasındaki fermantasyonunun ölçülmesi amacıyla 50 hasta seçilmiştir hastaların yaş ortalaması dağılımı 26–64 yaş aralığındadır. Hastaların çalışmayı kabul etmesinden sonra Roma II kriterleri anlatılarak bilgilendirilmişlerdir. Hastalara Lactobacillus plantarum LPO 1 ve

Bifidobacterium Breve BRO konsantrasyonu 5*109 CFU /ml oranında verilmiş yada

seçilmiştir. Tedavi için iki farklı puanlama görülmüştür: tedaviden sonra; farklı karın bölgelerindeki ağrı skoru,14 gün sonra probiyotik grubunda %38’ e karşı plasebo grubunda %18 olarak ölçülmüş,28 gün sonra ise %52 ‘ye karşılık %11’e düşmüştür. Karakteristik IBD semptomlarının şiddet skoru, probiyotik grupta plasebo grubuna göre 14 gün sonra %49,6 ‘ya karşılık %9,9'a karşı önemli ölçüde düşmüş ve bu veriler 28 gün sonra doğrulanmıştır. Sonuç olarak, Lactobacillus Plantarum LPO 1ve

Bifidobacterium Breve BROile yapılan kısa süreli tedavi, İBS için umut verici bir

yaklaşım olarak düşünülmektedir.

Hart ve arkadaşları (2004) yaptıkları çalışmada farklı probiyotik bakterilerinin dendritik hücre fonksiyonu üzerine etkilerini değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada insan bağırsak lamina propria mono nükleer hücreleri, tam kan veya zenginleştirilmiş kan dendritik hücre popülâsyonu, sekiz bakteri suşunun hücre duvarı bileşenleri ile kültürlenmiştir. Probiyotik preparat olarak VSL # 3 dört laktobasil, üç bifidobakteri ve bir streptokok suşu kullanılmıştır. Sonuçlara bakıldığında VSL # 3,kandan ve bağırsak dokusundan dendritik hücreler tarafından güçlü bir IL–10 indükleyicisi olmuştur ve Th1 hücrelerinin oluşumunu inhibe etmiştir. VSL #3 içindeki bireysel suşlar, farklı immünomodülatör göstermiştir. Dendritik hücreler üzerindeki en belirgin etkisi anti-enflamutuar etki olarak bifidobakteriler tarafından üretilmiştir. Probiyotik bakteriler immünomodülatör aktivitelerinde farklılık göstererek polarizasyonunu etkilemişlerdir.

Viljanen ve arkadaşlarının (2005), yaptıkları araştırmada probiyotik bakterilerin gıda alerjisi olan bebeklerde atopik egzama/dermatit sendromu semptomlarının azaltılmasında ve atopik egzamanın üzerinde herhangi bir yararlı etkisinin olup olmadığı ölçülmek istenmiştir. Dermatit sendromu kaydı bulunan, eliminasyon diyetiyle ve cilt tedavisi ile birlikte şiddetli inek sütü alerjisi olan 230 bebeğe 4 hafta boyunca Lactobacillus GG (LGG),dört probiyotik karışımı yâda plasebo verilmiştir. Tedaviden 4 hafta sonra inek sütü alerjisi olan çocuklara çift kör, plasebo kontrollü süt denemesi yapılmıştır. Sonuçlara bakıldığında; tüm grupta ortalama egzama tedavisinde %65 oranında azalma görülmüştür fakat bu tedaviden hemen sonra yâda4 hafta sonra gerçekleşmemiştir. İnek sütü alerjisi olan bebeklerde

hiç bir farklılık görülmemiştir. Bununla birlikte IgE ile duyarlı bebeklerde, tedaviden 4 hafta sonra LGG grubu plasebo grubuna göre daha hızlı bir düşüş göstermiştir.

Tokuç’un (2007) yaptığı çalışmada, bebek orijinli probiyotik Lactobacillus

spp.ile yapılan probiyotik dondurmaların üretimi ve depolama süresince probiyotik

bakterilerin canlılığı ile duyusal özellikleri araştırılmıştır. Yapılan çalışma sonucunda dondurmaların tamamı duyusal özellikler açısından beğeni kazanmış, panelistler tarafından bakterilerin oluşumu herhangi bir olumsuzluk yaratmamıştır. Altı aylık depolama süresince probiyotik dondurma örneklerinin duyusal özelliklerinde çok büyük düşüşler saptanmamıştır. Kontrol örneği dahil tüm örneklerde 6 aylık depolama süresince Lactobacillus spp. Canlılığını muhafaza etmiştir.

Amagase (2008), güncel bir pazar haline gelen probiyotiklerin Japonya’daki yerini belirtmek amacıyla bu çalışmayı yapmıştır. Son zamanlarda, Japonya’da reçetesiz satılan ilaçların satışını geride bırakarak FOSHU ürünleri ve sağlık üzerine olan gıdalar önemli bir artışa tanık olmaktadır.2005 yılında Japonya Sağlık, Gıda ve Beslenme Derneği, Japan gıda pazarında probiyotikler 1997’de 1,12 milyar dolardan 5,3 milyara dolara ulaşmıştır. 27 Şubat 2006 itibariyle, 65 probiyotik içeren toplam 579 FOSHU ürünü onaylanmıştır.16 onaylı probiyotik bakteri suşu şekildedir:

Lactobacillus rhamnosus GG, Bifidobacterium longum BB536, Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus 2038, Streptococcus salivarius subsp. thermophilus 1131, Lactobacillus casei Shirota, Bifidobacterium breve yakult, Bifidobacterium lactis FK120, B. lactis LKM512, Lactobacillus acidophilus CK92, Lactobacillus herbeticus CK60, L. casei SBR1202, Lactobacillus gaseeri SP, Bifidobacterium SP, L. casei NY1301, LactobacillusLC1,and B. lactis Bb–12.

Nayir (2008), bakteri ilave edildikten sonra zamana bağlı yoğurt oluşumu esnasında sütün lakkaz, peroksidaz ve β-Glukozidaz enzim aktivitelerinin değişimi ütoplam fenol kapsamı antioksidan aktivitesi, polifenolikfenolik ve fenolik – karbonhidrat yapılı bileşiklerindeki değişimi, üzerine araştırma gerçekleştirmiştir. vakite bağlı olarak; Örneklerin analizlerinde; genellikle ilk 24 saat boyunca fenolik madde miktarının arttığı sonraki saatlerde azaldığı, antioksidan aktiviteleri zamana bağlı farklılık arz etmekle birlikte fenolik madde miktarına orantılı farklılık oluştuğu

tespit edilmiştir. Fenolik, polifenolik ve fenolik-karbonhidratlı bileşikleri substrat olarak kullanan bakteri içeriğindeki lakkaz, β-glukozidaz ve peroksidaz enzim aktiviteleri de incelendiğinde zamana bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte lakkaz enzim hidrolizlenmeleri lakkazın aktivite yükselmesiyle devam etmiştir. Peroksidaz aktivitesi, lakkaz hidrolizli ürünlere bağlı olduğundan aktivite değişimleri de orantılı olduğu raporlanmıştır.

Kadooka ve arkadaşları (2010), obezite ve probiyotik ilişkisini incelemişlerdir. Obezite eğilimi olan Lactobacillus gasseri SBT2055 ‘nin (LG2055)karın yağlanması, vücut ağırlığı ve diğer vücut ölçüleri üzerine etkileri araştırılmıştır. Çalışmacılar yöntem olarak çok merkezli, çift kör, randomize plasebo kontrollü bir müdahale çalışması gerçekleştirmişlerdir. Beden kütle indeksi (BMI) 24,2–30,7 kg/m2

ve abdominal viseral yağ alanı 81,2–178,5cm olan deneklerden %43'üne Lactobacillus

gasseri ile fermente edilmiş süt, %44’üne de LG2055 ‘siz süt 200g/günlük olarak 12

hafta boyunca kullanmaları istenmiştir. Abdominal yağ alanı bilgisayarlı tomografi ile belirlenmiştir. Sonuçlara bakıldığında fermente süt içen grubun abdominal viseral ve subkutan yağ bölgeleri ortalamadan %4,6 azalarak önemli ölçüde değişiklik göstermiştir. Vücut ağırlıkları %1,4, BKİ %1,5'i, bel %1,8'i, kalça%1,5 oranında azalmıştır. Kontrol grubunda aksine bu parametrelerden hiç bir önemli ölçüde azalmamıştır. Serumdaki yüksek moleküler ağırlıklı adinopektin, aktif ve kontrol gruplarında sırasıyla %12,7 ve %13,6 ile önemli ölçüde artmıştır. Probiyotik LG2055,abdominal obezite, vücut ağırlığı ve diğer önlemler üzerinde azaltıcı etki göstererek metabolik bozukluklar üzerinde yararlı bir etki olduğunu göstermektedir.

Park (2010), yaptığı araştırmada, tüketicilerin fonksiyonel besinleri ile teorik modellerin birbirine uyumunu karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Üç bölümden oluşan çalışmanın amacı üç davranış modelini teorik olarak açıklayarak bunları yetişkin tüketicilerin davranışlarına uyarlayarak karşılaştırmaktır. Çalışmanın örneklemini, Teksas'ta bir üniversitenin öğrencileri ve öğretim üyelerinden oluşmaktadır. Toplamda e posta yoluyla 536 katılımcı katılmıştır ve 483 katılımcı anketi tamamlamıştır. Bu araştırmaya katılanlar %74,9'u kadın ve %25,1'i erkek tir. %43,7'si 18 ila 24 yaş arasında, %24,7'si 25 ila 34 yaş arasında ve %30,7'si, 35

yaşından büyük 64 yaşından küçüktür. Bu çalışmanın baskın etnik grubu Beyaz (%67,4), ardından Asya/Pasifik Adalı (%13,6) ve İspanyollardan (%12,3) oluşmaktadır. Ankete katılanların çoğunluğu (%65,2) en az bir kolej veya 4 yıl üniversite eğitimi ve %29,3'ü en az yüksek lisans derecesine sahiptir. Araştırılan modellere bakıldığında Planlı Davranış Teorisi (TpB), Genişletilmiş Rasyonel Beklentiler modeli (ERE) ve Modifiye Koruma Motivasyon Teorisidir(MPMT). Modifiye PMT'nin (MPMT) amacı tüketicilerin fonksiyonel yiyeceklerin niyeti ve tüketim davranışlarının ölçmedeki etkinliğini değerlendirmektir. Modifiye Expanded Rational’ın tüketicilerin niyetini ve tüketimini ölçmeyi araştırmaktır. Yetişkin Beklenti modeli (MERE) fonksiyonel gıdalara karşı davranış olan davranışları ölçmektir. Çalışmanın amacı 3 modelde de teorik bilgilere yetişkinlerin davranışlarını karşılaştırmak amaçlanmıştır. Bu çalışma MPMT ve MERE modelini iyi modeller olarak doğrulamıştır.

Kuş’un (2010), insan orijinli probiyotik bakteriler kullanılarak probiyotik Ayran üretimi çalışmasında normal ayran kültürüne destek probiyotik kültürle üretilerek gerek fonksiyonel gerekse yapısal ve duyusal özelliklerinin iyileştirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, Lactobacillus rhamnosus IF7, L.paracasei subsp.

paracasei IF10, L.fermentum IF 14 ve Lactobacillus fermentum IF 15 kültürle

kullanılarak üretilmiş, ürünlerin bazı mikrobiyolojik, kimyasal, fiziksel ve duyusal nitelikleri araştırılmıştır. Neticeler karşılaştırılarak, farklı kültür içerikleri ve 21 günlük depolama süresi bakımından oluşan farklar ele alınmıştır. Netice itibariyle, “normal ayran kültürüne destek olarak kullanılan probiyotik kültürlerin, ürünlerin mikrobiyolojik, kimyasal ve fiziksel niteliklerini pozitif açıdan etkilediği tespit edilmiştir. Buna paralel bir şekilde, gerçekleştirilen panelistler, duyusal değerlendirmelerde probiyotik ayran örneklerinin normal ayrana göre daha iyi tat, kıvam ve aroma niteliklerine sahip olduklarını ifade etmişlerdir ve 10 günlük depolama süresince bu özelliklerini daha iyi muhafaza edebildiklerini açıklamışlardır.

De Souza ve arkadaşlarının (2011) yaptıkları çalışmada, laktulozun prebiyotik olarak kullanılması ve fermente yağsız sütte farklı probiyotiklerin büyüme, asitleşme

profili ve canlı sayısı üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Streptococcus thermophilus