• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM FEMĠNĠST TEORĠ VE SĠNEMASAL ANLATIDA

2.1. AYDINLANMADAN POSTMODERNĠZME FEMĠNĠZM

2.1.3. Postmodern Feminizm

Aydınlanma düĢüncesiyle beraber ortaya çıkan öznelik bilinci, geçmiĢe ait olan bütün değerleri yıkıp yeniden inĢa etme yoluna gidilmesine sebep olmuĢ ve yalnızca tek bir seçkin kitleye ait görülmüĢtür. Kaos, Ģüphecilik ve yıkım olarak tanımlanan ve ilerlemenin önünde duran her türlü değer yargısı, kesinlik, düzen ve homojenlik değerleriyle yer değiĢtirmiĢtir. Böylesi bir değiĢime karĢı duranları yani “öteki”leri tolare etmek içinse modern Batılı erkeğin hiçbir sebebi yoktur. Hatta modernliğin değerlerini ve yaĢam pratiğini benimsemeyecek olanlara tolerans tanımak bir ahlaksızlıktır (Bauman, 1992: xiv).

Bu türlü bir tutum ötekinin, öznenin uygun gördüğü yaĢam alanının dıĢında var olmasını reddeden ve onu sömürgeleĢtiren bir tutumdur. Özne –erkek- ise kendine özgü özelliklerini, ötekine üstünlük kurmanın bir gerekçesi olarak görmüĢ ve kendisinden olmayanı tamamen dıĢlama politikası içinde olmuĢtur. Bu açıdan bakıldığında özne dıĢında kalanlar da, özne için birbirinin aynısı olmaktadır. BaĢka bir deyiĢle, bütün ötekiler, özne için aynı sayılmaktadır. Birinin değeri ya da varlığı bir diğerinden farklı değildir. Bunun herkes için doğal görünmesine yardımcı olmak için yapılan ise, ötekinin özneden farklı olduğu düĢüncesini ötekiye benimsetmektir. Kadınlara boyun eğdirilmesini kolaylaĢtıran davranıĢ biçimi de bu olmuĢtur (Fyre, 1983: 34).

Modern ve siyasal teorinin ötekileĢtirmeyle oluĢturduğu homojen yapının sonuçları, toplumsal yaĢamın tamamını olumsuz etkilemeye baĢlamıĢtır (Young, 1987: 73). Belirli düĢünce biçimlerini mümkün ve gerekli kılarken diğerlerini dıĢlama eğiliminde olan bu yeni dönem, sorun, belirsizlik ve kararsızlıklarla doludur. Bu nedenle yirminci yüzyıla gelindiğinde Aydınlanma düĢüncesi ve modern tutum, büyük eleĢtirilere maruz kalmıĢtır (Flax, 1990: 39). Söz konusu eleĢtiriler, evrensellik, ilerlemecilik, Batı merkezcilik, hiyerarĢi gibi kendinden olmayanı tamamen dıĢlama eğiliminde olan modernist yapılanmaya yönelik olmuĢtur. Modern

yaklaĢımın sınırlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen postmodern düĢünce, özneyi yok edip “öteki”ne daha önce sahip olamadığı etki alanını ve yaĢamsal hakları sunma alternatiflerini geliĢtirme eğilimindedir (Barutca, 2007: 155-156).

EvrenselleĢme isteğiyle birlikte farklılaĢma ve tikellikleri tamamen yok etme ve ötekileĢtirme eğiliminde olan modern teorinin bozulumlarını ortadan kaldırabilmek için yapılması gereken, eril ikili –akıl-duygu, kültür-doğa, ben-öteki gibi- yapıların yerine yenilenmiĢ kavramsallaĢtırmalarla kurulacak yeni bir kamusal yaĢam anlayıĢı geliĢtirmektir. Bu Aydınlanma ideallerinin iyileĢtirilmesi olarak algılanmamalıdır. Çünkü kamunun anlamı açık ve herkesin eriĢebildiği olan Ģeydir. Bu nedenle kurulacak yeni düzende akıl, duygusallık, evrensellik, arzu ya da özel muhalefetle iliĢkisi bulunmayan bir kamusal ve özel arasındaki ayrım dönüĢtürülmelidir (Young, 1987: 73). Hatta ikiliklerin ötesine geçerek sübjektif olanın üstünlüğü ile indirgemecilik, hakimiyet ve doğrusallıktan ziyade bütüncüllük, uyum ve karmaĢıklık vurgulanmalıdır (Rose, 1988: 72).

Feministler ve postmodernistler Aydınlanma düĢüncesinin ideallerinden radikal bir Ģüphe duymalarıyla ortak bir noktada buluĢurlar. Feministler, tıpkı postmodernistler gibi Aydınlanma idealine özgü aĢkınlık iddialarının, bazı Batılı beyaz erkeklerin deneyimlerini yansıttığından ve bunların doğruluğundan Ģüphelenmeye baĢlamıĢlardır. Bu nedenle evrensellik iddiası taĢıyarak sorunları çözmeye çalıĢan anlatılarla kadına yönelik cinsiyet ayrımcılığının arasındaki çeliĢkileri fark eden feminizm, postmodernizmin görüĢleriyle bir yakınlık kurarak, kadınların kurtuluĢunu baĢka bir boyutta aramaya baĢlamıĢtır (Flax, 1990: 42-43).

Bu açıdan bakıldığında, feminizm postmodern düĢünceyle ortak bir paydada buluĢarak; toplumsal cinsiyete, bilgiye, toplumsal iliĢkilere, kültüre, teolojiye, bütüncül, hiyerarĢiye ve ikili düĢünme biçimleri üzerine odaklanarak, bütün bu yapıları dıĢarıda bırakan yeni bir varoluĢ biçimi oluĢturulabileceği anlayıĢı üzerinde durmuĢtur (Flax, 1990: 39). Toplumun derin yapılarına ve rahatsız edici düĢünce biçimlerine eleĢtiriler getirmeye baĢlayarak bilginin mutlaklığını, özcülüğü ve evrensel bir zihin ve dil oluĢumunu da reddetmiĢtir (Tress, 1988: 196-197; Foster, 1992: 3-4).

Akıl-duygu ya da akıl-doğa karĢıtlığına dayanan ikili yapıların geliĢimi, Aristoteles‟ten bu yana tarihsel bir evrim akıĢı içinde ortaya çıkmıĢtır. GeçmiĢin kalıntılarıyla yüzyıllar içinde daha farklı formlara bürünmüĢlerdir. Böylece kültür tarafından değiĢen Ģartlara karĢı yeni kullanımlar ve kavramsallaĢtırmalar kullanılmıĢtır. Ancak değiĢen formlara karĢın karĢıtlıklar, özcülük, ayrıĢtırma ve homojenleĢtirme gibi çabalar asla son bulmamaktadır. Diğer yandan kadını ve erkeği birbirine karĢıt olarak tanımlayan ikilikler, birbirinden ayrı birer form olarak görüldüğünde tam anlamıyla anlaĢılamaz (Plumwood, 2003: 33;43).

Eril düĢünce biçiminin ikili yapısının sarsılması, kadının ötekileĢme sürecini sonlandırarak kendine özgü değerlerini ve doğasını ortaya koyabilmesini sağlayacak yolu açması açısından önem teĢkil etmektedir. Ancak kadın ötekilik durumunu ortadan kaldırırken baĢka bir ikili yapı ya da ötekilik tanımını ortaya çıkarmamalıdır. Bu ise bazı postmodern feministlere göre ikili yapıların bütünleĢmesiyle mümkündür. Ġkili yapıların birbirinden farklı değil aslında birleĢik yapılar olduğu ve ötekiliğin ortadan kalkması için ikili yapıların terkedilmesi gerektiği üzerinde duran Donna Wilshire‟e göre, ikili yapılar içinde kadına atfedilmiĢ olan taraf, olumsal ve yaĢamsal olanı temsil ederek hayatımızı zenginleĢtirecek olan unsurları içinde barındırır. Ġkili yapı içinde kadına ve erkeğe atfedilmiĢ değerlerin hiçbiri diğerinden daha az değerli değildir ve birbirlerine üstünlükleri yoktur. Aksine, yalnızca bir araya geldiklerinde yarar sağlama özelliğine sahip olurlar. Bu nedenle ikiliklere ve kalıplaĢmaya dayalı düĢünce biçimi baĢta feministlerce reddedilmelidir. Çünkü ikili yapılar, egemenlik kurma ve yabancılaĢmayı geliĢtirirken; bütüncül bir yapı barıĢıl ve uyumlu olan yaĢam formu sunacaktır. Tıpkı ilkel dönemin, ikilikleri eriten ve zorlayıcı hiyerarĢileri değersizleĢtiren düĢünce tarzı gibi yeni ve olumsal bir çerçeveyle, insan doğasına uygun olarak oluĢturulmuĢ bir dünya görünümü bugünkü yapıyı ortadan kaldırabilecektir (1989: 96-97). Böylesi bir tutum sadece kadının değil, bütün yaĢam formlarının konumlanıĢını değiĢtirecek daha genel bir değiĢime iĢaret etmektedir. Yani ikiliğin terkedilmesi, ötekiliği yok edecek yegane Ģeydir.

Söz konusu ikilemler noktasında akıl-duygu karĢıtlığı ön planda tutulmuĢtur. Çünkü akılcı düĢüncenin kendi karĢısına koyduğu ve ötekiliği meĢrulaĢtırmakta kullandığı en kilit olgu duygudur. Akıl-duygu karĢıtlığını ön plana alarak ikiliklerin

ortadan kaldırılması gerektiğini savunan bir diğer feminist kuramcı Alison M. Jaggar‟a göre, durumlara ve olgulara karĢı yaklaĢımlarımızı belirleyen ve Batı epistemolojisinin düĢmanlıkla yaklaĢtığı duygular alanı, insanın hayatta kalması için gerekli olan baĢlıca olgudur. Ġnsanın kendi varoluĢunu duygulardan bağımsız olarak ortaya koymaya çalıĢması büyük bir eksikliktir. Daha kötüsü ise bu eksikliğin farkında olmayıĢtır. Öyle ki, en doğru bilginin elde edilmesi için değer ve duygularla iliĢkisel olmaması gerektiğini savunan Batı kültürü, insanları daima duygularından bağımsız olarak hareket etmeye teĢvik etmekte ve insanlar bu duruma uyum göstererek akıl-dıĢılığı reddetmektedir. Ancak her ne kadar reddedilse de gözlem, bilgi ve eylemlerimizin geliĢtirilebildiği bir duygular alanı her zaman bulunmaktadır ve sorunların çözümünde ve yapılandırılmasında daima rol oynamaktadır. Üstelik ikili bir eril yapıyla oluĢturulan modern dünya, egemen olma “duygusu” üzerine inĢa edilmiĢken duyguları reddetme eğiliminde olmasıyla çeliĢkili bir durum arz etmektedir (Jaggar, 1989: 154-156).

Sonuç olarak yapılması gereken, akıl ve duygunun ikili iliĢkisinden ziyade ikisinin sentezinden oluĢan yeni bir kurucu kavramsal model ortaya çıkarmaktır. Çünkü ikisi de birbirinden bağımsız olarak bir bütün oluĢturamamaktadır. Duygulardan yalıtılmıĢ bir yapılanmanın yalnızca erkek egemen topluma hizmet ettiği göz önünde bulundurulduğunda, duyguların iĢlevsizlikle özdeĢ kılınması ikili düĢünce yapısının bir ürünü olmaktadır. Bundan dolayı duyguların dahil olacağı bir yapı ikilemli bakıĢ açısından uzak, bütünleĢmeci bir yapı olmak durumundadır. Çünkü ötekiliğin ortadan kalkması ve daha olumsal ve barıĢçıl bir yaĢamın kurulması, gerçekliği egemen düĢünceye alternatif oluĢturabilecek yeni bir yapılanmanın ortak ürünü olabilir. Jaggar‟a göre, geliĢtirilen alternatif yaklaĢım, kültür tarafından soyutlanmıĢ ve ayrıĢtırılmıĢ olan değerlerin eĢzamanlı olarak gerekliliğini ve değerini vurgulayan, hiyerarĢik ve yıkıcı olmayan bir modeldir. Ġnsani değerlerin her birinin geliĢimi, herkesin geliĢimi için ön koĢuldur (Jaggar, 1989: 157;165).

Kadınların bütünleĢmeci bir yapıyı elde edebilmeleri içinse kendi doğalarına iliĢkin sayılan, deneyimlerini Ģekillendiren kalıplaĢmıĢ yargıların ve söylemlerin aĢılması gerekmektedir. Lorraine Code‟un sorumlu bilme anlayışı tam da bu konu

üzerine odaklanmaktadır. Bu yaklaĢımın temel prensibi, kadınların doğalarına karĢı geliĢtirilmiĢ olan olumsuz tutumların aĢılmaz birer kalıp olmadığını ortaya çıkarmak ve bunları kadın bilincine yerleĢtirmektir. Böylesi bir bilinç düzeyine ulaĢmak, yaĢam alanlarını ve deneyimlerini kısıtlayıp kontrol altında tutmaya çalıĢan söylem ve davranıĢ biçimlerinin, kadınların kendileri üzerinde nasıl bir güç oluĢturduğunun farkına varmalarındaki vazgeçilmez bir ilk adım olacaktır (Code, 1992: 159-160).

Postmodern dönemde feminizmin ikili yapıları ortadan kaldırmak ve yerine bütüncül bir yapı kurmak yönündeki düĢünceleri kendi içinde tutarlıdır. Ancak diğer taraftan kadın-erkek arasındaki ikincil yapılar bir bütünleĢme içine girerken, kadınların da birbirlerini dıĢarıda bırakacak bir ayrıĢma içinde olmamaları gerekmektedir. Ataerkil kültür daima kadınları birbirlerine karĢıt kutuplar haline getirerek kadınların arasındaki farklılıkları kendi amaçları için kullanmıĢtır. Çünkü karĢıtlıklar yaratmak kendisini besleyen önemli bir unsur olagelmiĢtir. Bu nedenle feministler kadının bulunduğu konumu tam anlamıyla dönüĢtürebilmek için – ikilikleri ortadan kaldırmak kadar- kurguladıkları yapılanmada kadınlar arasındaki farklılıklarla –sınıf, ırk, yaĢ, siyasi aidiyet gibi- yüzleĢmek ve farklılıkları olumsal bir biçime dönüĢtürmek zorundadırlar (Johnson, 1992: 1083).

Feministlerin oluĢturmak istedikleri yapılanmada karĢı karĢıya kaldıkları pek çok sorun bulunmaktadır. Kadının kendini var edebilmesinin, kendi hayatı üzerinde söz hakkına sahip olabilmesinin ve toplumun vizyonunu geliĢtirebilmesinin ön koĢullarından biri de siyasi alanda varlık kazanmaktır. Her siyasi teori belirli bir insan doğasının kavranıĢına dayanır. Yani erkek ya da kadının doğasındaki varsayımları içerir. Klasik teorilerin hiçbirinde kadın merkezi bir konumda tutulmamıĢ ve hatta çoğu zaman adı bile geçmemiĢtir. ÇağdaĢ düĢüncede ise kadın ve erkek arasında ya hiçbir farklılığın bulunmadığı ya da kadınların siyasi felsefenin bir parçası olamayacağı görüĢü ortaya çıkmaktadır. Çünkü toplumsal yaĢam kadın ve erkek için farklı davranıĢ türlerini belirleyen kurallarla yapılandırılmıĢtır. Feministler ise bu durumu eleĢtirel bir incelemeyle kırmak için kadının doğası, potansiyeli ve sınırlamalarıyla ilgili problemleri gündeme getirmektedirler. Biyolojik farklılıklar da dahil olmak üzere tüm toplumsal ve siyasal farklılıkların üzerinde durmakta ve her iki cinsiyetin de doğasını tanımlayan bir insani doğa teorisi geliĢtirmek

zorunluluğunu üstlenmektedirler. Ġkili yapıların kırılması düĢüncesi de böyle bir düĢüncenin ürünüdür (Jaggar, 1983: 21).

Yasal düzenlemeler her ne kadar her iki cinsin eĢitliği Ģeklinde düzenlenmiĢ gibi görünse de eĢitlik yasası çözmeye çalıĢtığı sorunlara karĢı zayıf düĢmektedir. Kadınların hayat yapısı, toplumsal olduğu kadar yasalar tarafından da sapkın görülmektedir. Bu nedenle erkeklerin sağlık ihtiyaçları, iĢ beklentileri, kariyer modelleri, bakıĢ açıları, endiĢeleri, eğitimleri, vatandaĢlıkları, aile biçimleri, geçmiĢleri, imgeleri ve cinsellikleri yapılacak bütün düzenlemelerin ölçüsünü belirlemekte ve tarafsız standartlar uygulanmamaktadır. Her iki cinsiyet arasında pek çok farklılık bulunmasına rağmen bu gibi bir ayrım, herkesin aynı olduğu bir toplumsal yapı üretmemiĢtir. Sadece hiyerarĢi ve eĢitsizlikleri barındıran bir farklılık türü üretmekle yetinmiĢtir (Mackinnon, 1989: 224-225).

1980‟lerin sonuna gelindiğinde tecavüz, cinsel taciz, cinsel özgürlük, hamilelik hakları konusunda önemli geliĢmeler kaydedilmiĢtir. Ancak reformların çoğu, kadınların çektiği acıların erkeklerin çektiği acılara benzer biçimde ifade edilmesiyle kazanılabilmiĢtir. Ancak kadınlar erkeklerin haklarının bir uzantısı olmaya son vermek için kendi varlıklarını ve kökenlerini gizlemek yerine onları yeniden ortaya çıkarmayı kendilerine görev edinmelidirler. Bütün bunlar, toplumun yaĢam biçimini etkileyen ve zenginleĢtiren özerklik, kendine güven, sorumluluk, bakım etiği ve bireycilik gibi korunması gereken değerleri dikkate alınarak yapılmalıdır (West, 1988: 61;66).

OluĢturulmak istenen toplum idealine ulaĢmak için postmodern feminizm büyük tarihsel anlatıları ve yapıları geniĢ ölçekte tanımalıdır. Çünkü günümüz toplumlarını derinden etkileyen cinsiyet ayrımının tarihine hakim olmak önemlidir. Böylece, -postmodernistlerce reddedilse de- geçmiĢin teorik araçlarıyla bugün arasında bir bütünlük elde edilmiĢ olur. Böylesi bir yol izlendiğinde, postmodern feminist teori faydacı ve göreceli bir hale gelir. Yöntemlerini ve kategorilerini, birden fazla kategoriyle birleĢtirerek, daha bütüncül hale gelir ve tek bir feminist yöntem veya epistemolojiye bağlı kalmaya sırt çevirmiĢ olur. Böylece zenginleĢerek, tek bir renkten ziyade çok farklı renkleri bir arada bulunduran bir yapı haline gelir.

Bu, kadınların tek bir kimlik ve konunun etrafında toplanmaktansa ortak değerler ve kazanımlar için ittifak kurmalarıyla alakalıdır (Nicholson ve Frazer, 1990: 34).

Ataerkillik, yüzyıllar boyunca erkeğin hayvandan –ve diğer canlılardan- farklı ve onun üstünde olduğunu varsayan bir ideoloji olmuĢtur. Bu üstünlüğün temeli ise erkeğin tanrı, akıl veya denetim mekanizmalarıyla arasında olduğu varsayılan yüksek iktidar gücü ve sahip olunan bilgiyle bağlantılandırılmaktadır. Erkeğin varlık nedeni ise diğer canlılardan farklı olan ilahi özelliklerini anlamak ve farklılığını ortaya koymak, diğerlerini denetim altına almak ve onları bastırmaktır. Erkek zihninin doğayla olan bağlarını kopararak ya da gizleyerek yöneldiği bir amaçla kurduğu dünya düzeni tamamen olumsuzluk yaratmıĢtır. Bu süreç devam ettiği müddetçe yaĢayan bütün canlılar ve doğa onu kontrol eden tek yaratığın egemenliği altında olmaya devam edecektir (French, 1985: 341).

Ġnsan nüfusunun yarısını oluĢturan kadınlar, ataerkil kültür yapısının ortaya koyduğu basmakalıp yargıları, baskıları, sınırları, kendilerine uygulanan söylem ve dil biçimini aĢmak için “kendiliklerini” geliĢtirmelidirler. Kendilerinin birer birey olduklarının ve içlerinde taĢıdıkları doğal potansiyellerinin farkına varmalıdırlar. Çünkü onlar için bulundukları konumdan çıkıĢın yolu budur. Postmodern feminist düĢünürlerin çoğu kadın-erkek farklılığını –biyolojik ya da sosyolojik olarak- vurgulamak ya da ikili yapıları kırmak yoluyla toplumun ve kadının konumunun olumsal bir düzene oturacağını savunmuĢtur. Her ne kadar birçok farklı görüĢ ortaya atılmıĢ olsa da kadının varlığını tam anlamıyla açığa çıkartmak için izlenmesi gereken yol muğlaklığını korumaktadır. Ancak bütün görüĢlerin ortak bir paydada buluĢması, tasavvur edilen barıĢçıl, uyumlu ve hiyerarĢik olmayan bir toplum yapısını beraberinde getirme ihtimalini taĢımaktadır. KurtuluĢu, kadınların bilinç değiĢimi getirecektir.

2.2. SĠNEMASAL ANLATIDA KADIN KARAKTERĠN YENĠDEN