• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM GEÇMĠġTEN GÜNÜMÜZE DEĞĠġEN KADINLIK OLGUSU

1.2. ANTĠK ÇAĞ'DA KADININ KONUMU

Timaios‟un antropolojisinde, uygar öncesi dönemdeki kadınların ilkel erkeklerin korkaklıkları sayesinde varlık buldukları dile getirilmektedir. Korkaklığın beden bulmuĢ hali sayılan varlıklar kadınlardır ve taksonomik skalanın en altında bulunan hayvanlarla kıyaslanmıĢlardır. Erkeklere atfedilen üstün erdemlere sahip olmaya hakları yoktur. Asli kusurlarından arınmak için tıpkı hayvanlarda olduğu gibi çocukluktan itibaren belli bir eğitim süzgecinden geçirilmelidirler. Aldıkları eğitimle

belli yeteneklere kavuĢup belli iĢleri gerçekleĢtirebilirler. Toplumsal olarak konulan kuralların hiçbirinde kadınların arzuları ya da çıkarları gözetilmez. Sadece varolan düzene ayak uydurmakla sınırlandırılırlar. Dedikoduya ve gizliliğe düĢkün olmalarından dolayı sosyal homojenliğe tehdit oluĢtururlar. Bu özellikleriyle daima üstesinden gelinmesi gereken engeller ve bir Ģekilde avantaja dönüĢtürülmeleri gereken ağırlıklardır (Sissa, 2005: 94-95).

Kadının ilk uygar devletlerdeki konumu aslında yukarıda bahsedilenden çok da farklı değildir. Ortaçağ‟ın karanlığına girmeden çok kısa bir süre önce, kadınların Roma‟daki belli özgürleĢimleri yakalamaya baĢlamalarına kadar Avrupa‟daki uygar devletler, kadına karĢı uygulamalarını katı bir tutum içinde sürdürmüĢlerdir. Antik Yunan ve Roma tarihinde kadın daima ikincil konumdadır ve bilinmez bir nesnedir. Roma tarihindeki kadınların, Antik dönem Yunan kadınlarından çok daha özgür bir evrende yaĢadığını varsayan kaynakların yanında, her ikisinin de benzer Ģartlarda tutumlar sergilediklerini öne süren kaynaklar da mevcuttur. Ancak her ne söylenirse söylensin, sabit olan düĢünce kadının değerinin erkeğin gölgesi altında kaldığıdır. Hatta öyledir ki Rousselle‟ın ifade ettiği gibi, Roma Cumhuriyet döneminde yapılan nüfus sayımlarında yalnızca varis konumunda bulunup askeri vergileri ödeyen kadınlar sayım kapsamına alınmıĢtır. Diocletianus zamanında yapılan nüfus sayımında ilk kez kadınlar herhangi bir Ģarta bağlı olmadan sayılmıĢlardır. Ancak yapılan bu sayımda kadınlar erkeklerin eĢiti olarak değil, iki kadın bir erkeğe tekabül edecek Ģekilde sayım yapılmıĢtır (Rousselle, 2005: 304).

Antik Yunan tarihine bakıldığında kadın tuhaf bir figürdür. Bir taraftan düĢüncenin basiretli ancak büyüleyici bir nesnesi, diğer taraftan teorik olarak örnek bir öznedir. Kadın sırasıyla, tahayyül edilmesi gereken bir varlık olarak mitoloji yazarlarınca nesneleĢtirilir; hekimlerin ayrıntılı inceleme yapabilecekleri bir cisimleĢme içine girer; filozofların, konumuyla ilgili üzerine akıl yürüttükleri bir toplumsal figür halini alır. Nadir olarak da felsefi, tıbbi ya da edebi faaliyetlerin öznesi olarak görülür. Bunun yanında ev idaresi ve çocuk bakımını kapsayan geleneksel faaliyetlerini yerine getirir. Ancak kadınların en iyisi bile felsefede, anatomide, fizyolojide ya da psikolojide her zaman erkeğin gerisindedir ve değiĢmez biçimde daima pasiftir. Toplumun büyük adamları, büyük felsefeler ve saygın

görülen bilimler kadın hakkında son derece küçümseyici düĢünceleri toplumsal algıya yerleĢtirmiĢlerdir. Kadınlar dünyasına karĢı hep bir geri çekilme söz konusudur. Kadınlardan bu uzak duruĢ, erkek dünyasının üstünlük kültünün rasyonelleĢmesinden ibarettir. Aristoteles kadının her bakımdan erkeğin aĢağı konumunda olduğunu ve bu konumun metafizik yetersizliğinin bir sonucu olduğunu söyler. Kadının aĢağı ve yetersiz olduğuna dair öne sürülen bu kesin inanç, Yunanlıların kadın hakkında düĢünüĢünü de ortaya koymaktadır (Sissa, 2005: 66; 70- 71).

Aristoteles iki cinsiyetin ampirik varlığına rağmen tek bir biçimin varlığını savunur. Bu savunusunu genos kavramına dayandırır. Aynı biçime sahip olan varlıkların sürekli üremesi Ģeklinde tanımlanan genos, üremenin zorunlu bir koĢulu olarak her iki cinsiyeti de kapsamalıdır. Yani her iki cinsiyet tek bir beden algısında bütünleĢtirilmiĢtir. Aristoteles yaptığı teori sınırlamasında bireyden bireye intikal eden biçimin erkekte bulunabildiğini öne sürer. Böylece indirgemeci bir cinsel farklılık görüĢünü açık biçimde ortaya koyarak kadını ikincilleĢtirir (Sissa, 2005: 81- 83).

Kadının ikincil bir varlık olması ve üremede erkeğin belirleyici rol oynamasıyla bağlantılı olarak, bazı mitolojik metinlerde ve Ġncil‟de kadının olmadığı bir dünya tasvir edilir. Antik dönemin toplumsal olarak kadına atfettiği yer ise anlatılan hikayelerle benzerlik göstermektedir. Çünkü hikayelerde erkeklerin kadınsız daha güçlü olduğu inancı hakimdir. Anlatılan bu mitler arasında Samosatalı Lucian‟ın M.S. ikinci yüzyılda anlattığı bir hikaye, Aristoteles‟in görüĢlerini de yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Lucian Ay‟da yaĢamakta olan Selenita toplumundan bahsetmektedir. Hikayeye göre;

Bu toplumda hiçbir kadın bulunmaz ve toplum tamamen erkeklerden oluşmaktadır. Bir kadından değil erkekten doğarlar. Evlilikler yalnızca erkekler arasında gerçekleşir ve kadın kelimesi kesinlikle bilinmez. Erkekler yirmi beş yaşlarına kadar gelin olarak evlenirken; yirmi beş yaşından sonra koca statüsünde evlenmeye başlarlar. Evlilik sonucunda hamilelik ortaya çıkarsa, bebek kadının rahmi yerine erkeğin baldırlarında büyür. Doğum zamanı geldiğindeyse bebekler bir mızrakla çıkartılır. Doğan bebek esen rüzgara karşı tutulur ve hayat o anda başlar. Selenita‟lar arasında bulunan ve kendilerine Dendritan

denilen bir başka ırk daha vardır. Dendritan‟lar testislerinden birini kesip toprağa gömerler. Gömdükleri yerden penise benzeyen büyük bir ağaç çıkar. Ağacın dallarında meşe palamuduna benzer bir meyveden erkek çocuklar doğar. Böylelikle nesilleri devam eder (Lucian, 1894: 59-63).

Yunan mitolojisinde geçen kadının yaradılıĢ mitleri de Lucian‟ın hikayesinde yer aldığı gibi, erkeğin kadınsız bir dünyada daha güçlü olduğu savını doğrular nitelikte görülmektedir. Sissa‟ya göre, türü ve içeriği ne olursa olsun, kadın bütün mitlerde toplumun uyumlu yapısını bozuluma uğratan, lüzumsuz bir eklenti olarak resmedilir. O gelmeden önce bütün toplum kusursuzdur ve o kötülüğünü yayarak bütün düzeni alaĢağı etmiĢtir (2005: 80). Bu noktada mitlerde yer alan kadın figürünü ortaya koyabilmek için kadınların kökeni ve toplumsal varoluĢlarıyla ilgili bütün mitlerin kökeni sayılan Pandora mitini ele almak uygun olacaktır:

Pandora miti, Hesiodos‟un Theogonia‟sında Prometheus mitiyle sıkı sıkıya bağlı olarak detaylarıyla anlatılır. Prometheus Titanların soyundan gelir. Diğer üç kardeĢiyle birlikte akıl yönünden diğer tanrılardan üstündür. Akıl gücü tamamen Zeus‟un tekelinde olmasına rağmen dört kardeĢ de üstünlükleriyle daima övünüp Zeus‟a meydan okumaya yeltenirler. Her birinin kaderi de bu nedenle tüyler ürperticidir. Zeus, sahip olduğu akıl üstünlüğüyle evrenin baĢ tanrısı olmuĢtur. Bu gücü kendisine meydan okuyacak düzeyde bir baĢkasında görmek hoĢuna gitmez. Prometheus üstün akla ek olarak geleceği görme gücüne sahiptir. Bu güçle Zeus‟u aldatır ve küçük düĢürür. Zeus‟un öfkesini sürekli olarak körükler. Ayrıca geleceği görme gücüyle bir gün Zeus‟un tahtından düĢeceğini bilir ve bilgisinin verdiği güçle Zeus‟u bir kuĢku baskısı altında tutar. Diğer yandan Prometheus baĢlangıcından beri ölümlü insanın yanında yer alır. Onlardan aldığı destekle Zeus‟tan Titanların öcünü almak ve Olymposlular‟ın egemenliğine son vererek ölümlü insanın daimi egemenliğini kurmak ister. Zeus her türlü oyuna karĢı kendisini savunma durumuna alır. Ancak olacakların önüne geçemez. Böylece onuru kırılan Zeus intikam almak için Prometheus‟un tarafında olan ölümlülerden ateĢi alır. Prometheus ise Zeus‟u daha da küçük düĢürmek için karĢı bir hamle yapar ve ateĢi Zeus‟tan çalarak insanlara geri verir. Bu olayın üzerine Zeus‟un önderliğindeki tanrılar hem Titan soyunun hem de insanoğlunun baĢına bela olması için kadını yaratırlar. Tanrıların

her biri yaratılan kadına kendilerinden bir Ģeyler katar. Pandora özenle süslenir, yüzü ölümsüz tanrıçaların yüzüne benzer. Böylece, yaratılmakta olan canlının nitelikleri, karakteri ve çekiciliği ortaya çıkar. Ancak aslında dünyadaki bütün dert ve tasanın, bütün kötülüklerin kaynağı olarak görülen varlık ortaya çıkartılır. Yaratılan ilk kadın Pandora, Prometheus‟un kardeĢi Epimetheus‟a gönderilir. Kadın bütün kusurları ve zaaflarını kullanarak Epimetheus‟un aklını çelmekle ve baĢına dert olmakla kalmaz, beraberinde getirdiği kutusunu merakına yenik düĢerek açar. Uyumlu evren yapısını bozarak bütün kötülüklerin dünyaya yayılmasına neden olur (Hesiodos, 1977: 36- 37;211;215-216). Pandora üzerinden anlatılan bu yaradılıĢ mitinde, kadın çift yönlü bir varlık olarak sunulur. Bir tarafta çekiciliği, baĢtan çıkarıcı güzelliğiyle muhteĢem bir varlıktır. Diğer taraftan sahip olduğu güzelliğin altında barındırdığı kötülüklerle, merakına yenik düĢen ve aklıyla hareket edemediği için bütün insanlığın daimi mutluluğuna son veren bir beladır.

Antik evliliklerdeki çeyiz uygulamasına bakıldığında ise Pandora‟nın kutusuyla aralarında belli bir özdeĢlik görülmektedir. Buna göre, kadın kocasının evine bir çeyizle gelir, son derece güzeldir, çeyizi erkek için cezbedicidir. Ancak tıpkı Pandora‟nın kutusunu denetimsizlik sonucu açması ve dünyaya kötülükleri yayması gibi kadın da kocasının evindeyken denetim altında tutulmalıdır. Aksi takdirde, yetersizliğinden ve yaradılıĢtaki kusurundan dolayı kocasının baĢına belalar açabilir.

Kadın felsefi bir düĢünüĢün varlığı ve toplumsal bir bütünün parçası olmasına rağmen diĢi olması sebebiyle erkeğin karĢıtı olarak görülür ve bu özelliğinden dolayı dıĢlanır. Platon‟a göre, kadın ve erkek yaradılıĢ bakımından farklıdır. Ancak üremedeki iĢlevleri haricinde, cinsiyet olgusu kiĢisel yeteneklerin önemli olduğu toplumsal hayatta belirlenimci bir rol oynayamaz. Bu nedenle benzer Ģartlarda erkeklerle aynı görevleri yerine getirmeli ve toplumda homojen bir yapı oluĢturmalıdırlar. HomojenleĢme, toplumsal bir örgütlenmenin gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Bütün insanlar bir takım yeteneklere sahiptirler. Ancak yetenekli bir erkek, özel bir iĢte yetenekli olan kadını her zaman geride bırakır. Elbette kadınlar bir takım konularda erkeklerden daha iyidirler. Ancak tam da kadınların

yerine getirdikleri iĢlerde mükemmel olmalarından dolayı, yaptıkları iĢler değersizleĢtirilmiĢtir (Platon, 2013: 154-160).

Platon‟un Devlet‟indeki ideal evrende kentin savunucuları rolünde olmaları kaydıyla erkeklerle aynı rollere kavuĢturulan kadınlar, Yunan toplumundaki kadınlar için bir ütopya niteliğindedir. Çünkü toplumda yalnızca babasının kızıyken evlendiği adamın karısı olmak gibi bir dönüĢüm Ģansları vardır. Kadının statüsü, evlendiği adamın yasal çocuklarını doğurmak ve onları belli bir yaĢa kadar büyütmek üzerine kuruludur. Evlilikte her ne kadar kadın ve erkek homojen bir yapı içinde görülse de her zaman kocanın daha güçlü olduğu bir durum söz konusudur. Ġdeal evli kadın pasif ve uysal olmalıdır. Aksi halde büyücülük ya da sapkınlıkla damgalanır. Çünkü üremedeki kusurundan dolayı yaradılıĢı gereği eksiktir. Aristoteles‟in görüĢleri de daima kadının bedensel eksikliği ya da bedensel yetersizliği tezi üzerine kurulmuĢtur. Zayıf, kırılgan ve yetersiz olan kadın vücudu erkeğin gerisinde kaldığından dolayı, her türlü alandan uzak tutulur. Sürekli olarak kadınla erkek arasında niceliksel bir karĢılaĢtırma durumu vardır. Aristoteles‟e göre, “diĢil olan azın çoktan farklı olması gibi erkekten farklıdır”. Suyun Ģaraptan daha az değerli olması gibi kadın da erkekten değersiz görülmektedir. Çünkü kadın Aristoteles‟in düĢüncesine göre, babası cinsel birleĢme esnasında takatten düĢtüğü için zayıf bir varlık olmuĢtur. Erkek yalnızca erkeği meydana getirebilir. Ġnsan biçiminin kadın olarak meydana gelmesi bir kazadır. Kadının zorunluluğu, erkeğin varlığını kabul etmektir (Sissa, 2005: 84;88;92;93;96).

Yunanlıların düĢünüĢündeki benzer tutum Roma‟da da kendisine yer bulur. Roma toplumsal yaĢamında ve hukuki düzenlemelerinde kadın, hakları olan bir varlık olarak ele alınmamıĢtır. Zihinsel ve fiziksel zayıflığından ve hafifmeĢrepliğinden dolayı birçok hukukçunun paylaĢtığı ortak inanç, kadının yasal olarak ehliyetsiz bir varlık olduğudur. Cinsiyet ayrımı yasal oluĢumların tümünün temelini oluĢturmaktadır. Bu ayrım hukuk sistemlerinin neredeyse hepsinde üzerinde durulmadan geçilen bir olgudur. Çünkü kadın, doğası gereği üremesi gereken bir canlıdır ve baĢka bir iĢlevi yoktur. Romalılar ve kilise hukukunca kadının cinsel ayrımı, bir olgu olmaktan öte bir normdur. Her birey Roma imparatorluğu yasalarına göre yasal olarak saptanmıĢ olan her iki cinsiyetten birine mensup olmak ve rollerini

yerine getirmek zorundadır. Yani cinsel bölünme, bir doğa olgusu olmaktan çok yasal bir kurgudan oluĢmaktadır (Thomas, 2005: 99-100;105).

EĢitsizlik, siyasal ve hukuki bağımlılık gibi konular Romalı kadınların mücadele alanını oluĢturmuĢtur. Roma‟da kadınların hukuki statüleri, kendi içinde tutarlılığı olmayan bir dizi karmaĢık iĢlemler süzgecinden geçerek, değiĢken kurallarla tanımlanmıĢtır. Erkeklerle kadınlar arasındaki eĢitsiz durum net bir biçimde göze çarpmaktadır. Erkek egemen bir toplumdaki kadının bağımlılık normu, Romalı kadınların ehliyetsiz oluĢlarının destekleyici bir ögesi olmuĢtur (Thomas, 2005: 103-104). Kadının yetersiz bir varlık oluĢundan dolayı, toplumsal yeterlilik gerektiren herhangi bir eylemde bulunması söz konusu değildir. Kocası olmadan herhangi bir Ģekilde hareket edemez. Erkekler kamusal ve siyasal alanda her türlü hakimiyete sahipken; kadınlar ev içi sorumluluklarıyla ilgilenmektedirler. Bu durum ise toplumsal bölünme ve cinsiyet ayrımından kaynaklanmaktadır (Gide, 1885: 457- 458).

Babanın aile üzerinde her türlü yetkeye sahip olduğunu anlatan patria potestas deyiĢi, Roma yasaları tarafından ortaya atılmıĢtır. Yasanın içeriğine göre, erkeğin malını oğluna aktarması zorunludur. Ayrıca yasanın yaratıcıları olan soylular yani ataerkil düzenin savunucuları olan zengin mal sahipleri, soylarının babaya göre saptanacağı kuralını koyarak, anayı değil babayı akrabalığın temeli olarak görmüĢlerdir. OluĢturulan yasayla kurulan ataerkil aileler, ilkel ana klanının izlerini tamamen ortadan kaldırmıĢtır. Çıkarılan yasadan sonra, Romalılar erkek yurttaĢlarına, erkek olmanın üstünlüğünü ve saygınlığını korumanın önemini belirterek, kadınların özgürlük ve bağımsızlıklarını elde etmelerini engellemenin gerekliliğini açık biçimde ifade etmiĢlerdir. Romalı bir devlet adamı olan YaĢlı Cato, erkek egemenliğiyle ilgili olarak, kendi atalarının vasiyet ettiği gibi kadınların babalarının, erkek kardeĢlerinin ve kocalarının yetkesi altında tutulmaları gerektiğini söylemektedir. Yine bu doğrultuda Romalılar‟dan, atalarının kadınların özgürlüğünü yok etmelerini sağlayan ve onları erkeklerin yetkesi önünde diz çöktüren yasaları hatırlamalarını istemiĢtir. Çünkü ona göre, kadınlar erkeklerin eĢiti olduğu an, erkeklerin üstü olacaklardır (Briffault, 1931: 304-305).

Roma‟da kadının soyunu aktarma hakkını tamamen ortadan kaldıran yasal düzenlemeler, ancak M.S. 178 yılında belli oranda değiĢtirilebilmiĢtir. Senatus- Consultum Orphitianum düzenlemesiyle anne soyundan veraset aktarımı mümkün hale getirilmiĢtir. Böylece tıpkı baba soyundan gelenlere verilen veraset hakkı gibi anne soyundan gelenlere de aynı yasal statü sağlanmıĢtır. Buna ek olarak Ġmparator Antonius ve Commodus‟un Senato‟ya sunmuĢ oldukları bir kanunla birlikte annenin çocuklarının yasal varisleri olmalarının da yolu açılmıĢtır. Ancak kadınların yasal ehliyetsizlik ve yetersizlikleri inancından ve kadınların yasal hareket alanlarının kısıtlılığından dolayı, söz konusu uygulama arkaik dönemden M.S. dördüncü yüzyıla kadar tam anlamıyla uygulamaya geçirilememiĢtir (Thomas, 2005: 122;144).

Augustus Roma aile hukukunu, M.Ö. 18, M.Ö. 17 ve M.S. 9‟da üç kez değiĢtirmiĢtir. Düzenlemeler, üst sınıfa mensup erkek ve kadınları, miraslarını kaybetme tehlikesiyle karĢı karĢıya getirip evlenmeye zorlamıĢtır. Vesayetten kurtulmak ve mirastan pay almak isteyen tüm kadınların, üç çocuk doğurmaları gerekmektedir. Kadının istenen çocukları doğuramaması halinde kocanın miras payı diğer akrabalara ya da devlete aktarılmaktadır. Roma için yurttaĢ doğurmak olarak da görülebilecek bu uygulamaya göre, on sekiz ile elli yaĢları arasında evlenmemiĢ olan kadınların mirastan pay almaları yasaklanmıĢtır (Rousselle, 2005: 318-320).

Antik Yunan‟da kadının hiçbir Ģey üzerinde idare hakkının olmaması gibi mülkünü idare hakkı da yoktur. Bu yüzden evlilikte mülkler de homojenleĢir ve kadının mülklerinin idaresi erkeğe geçer. Malları üzerinde yasal olarak kesinlikle hakkı yoktur (Sissa, 2005: 96). Roma miras hukukunda, kadın erkekle aynı yasal haklara sahiptir. Ancak kadının kendi mallarını erkekler gibi çocuklarına veya anne tarafından herhangi bir akrabasına aktarabilmesi mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında Roma miras hukukunun da anne soyuna önem vermediği açıkça görülmektedir. Hukukçular daima kadının iktidardan yoksun olduğunu ileri sürmüĢlerdir. Bu nedenle herhangi birine vasilik etmesi veya mirasını aktarması olanaksızdır. Kadın dünyaya getirdiği diğer “gerçek varislerle” beraber kocasının velayeti altında yaĢamını sürdürmektedir. Ancak kocanın ölümüyle beraber velayet hakkı son bulmakta, kadın ve çocukların iktidarı özerk bir hal almaktadır. Kız ve erkek çocuklar eĢit Ģekilde miras hakkına sahip olmaktadır. (Thomas, 2005: 111-

112). Kadınların babalarının mirasından eĢit pay almalarına ek olarak baĢka bir servet kaynakları da çeyizleridir. Çeyiz evlilik sırasında kadına verilmekte ve evliliğin sona ermesi durumunda idaresi kadına geçmektedir. Çeyizin kapsamı, devredilemeyen mallardan, nakit paradan, kıyafet, köle, toprak ve diğer taĢınamaz mallardan oluĢmaktadır. Tüm bunlar üst sınıfta yer alan kadınlar için önemli miktarda bir servet oluĢturabilmektedir (Gide, 1885: 255-256).

Roma hukukunun On İki Levha Kanunları‟na göre -özgür bir kadının hareket alanını kısıtlayan vasilik uygulaması kaldırılmadan önce- dul veya boĢanan kadınlar, evli oldukları erkeğin akrabalarının denetiminden kendi erkek akrabalarının denetimine geçmektedirler. Bu da tam anlamıyla bir özgürlük alanı tanımamaktadır. Ancak Augustus, evli olsun ya da olmasın üç çocuk dünyaya getirmiĢ her kadının, her türlü erkek denetimine son vermiĢtir. Claudius döneminde ise üç çocuk Ģartı tamamen kaldırılmıĢ ve kadınlar toplumsal olarak iĢleyebilir hale gelmeye baĢlamıĢlardır. Kadınlara tanınmıĢ olan bu geniĢletilmiĢ ehliyetlilik, birçok Romalı kadının zanaat ve tüccarlıkla nasıl olup da uğraĢabildiğini açıklamaktadır. Yine de bu geniĢleyen yetki alanına rağmen kadınların halen kamusal ve özel hukuk alanlarına girmek yetkileri yoktur. Temsilcilik, vasilik, vekillik, avukatlık ve dava açma gibi yetkilerden yoksundurlar. Çünkü bu alanlar ve yetkiler yalnızca erkeklere ait görülmektedir (Thomas, 2005: 145-148).

Uygar döneme geçildikten sonra, kadının konumunun yalnızca evlilikle anılır olmasının nedeni toplumun bütün oluĢumlarının aile etrafında kurulabiliyor olmasındandır (Tylor, 1895: 404). Antik dünyanın bütün kadınları evlenmeye ve anne olmaya adanmıĢ bir hayata mecburdurlar. Evlilik, bir nevi kamusal bir sorumluluk sayılır ve evli çiftin yaĢamına gerçeklik katan yegane unsur olarak kabul edilir. Evliliğe ve evliliğin zamanına karar vermek kadının iradesine ait değildir. Evlilik sözleĢmesi kadının babası ile müstakbel koca arasında yapılmaktadır. Gelinin rızası Ģart değildir. Önemli olan iki erkek arasındaki anlaĢma Ģartlarının uygunluğudur (Vatin, 1970: 147-150). Roma‟da kızlar için evlenme yaĢı on iki iken Antik Yunan‟da on altı ile on sekiz yaĢ arasında değiĢmektedir (Rousselle, 2005: 308).

Evlilik Yunanlı bir erkek ve kadın için yaĢamlarını tanımlayan bir olgudur, aynı Ģeyi Roma toplumu için de söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Kadın babasının evinden, kocasının evine törensel bir geçiĢ yapar ve cinsel birliktelik gerçekleĢtikten sonra, kadın artık tamamen kocasının vesayeti altında sayılır. Koca artık onun koruyucusu ve efendisidir (Yalom, 2002: 22). Aristoteles‟e göre, kocanın karısı üzerinde kurduğu otorite erkeğin üstünlüğünden dolayıdır. Erkek yönetmeye daima kadından daha uygun bir varlıktır (Aristotle, 1877: 121).

Homeros döneminde aile, toplumun varolması için önemli bir ön koĢuldur. Bütün yerleĢik gruplar meĢru bir evlilik üzerinde yükselmektedir. Serveti, her Ģeyin üzerinde tutan, onu statü ve konumla özdeĢleĢtiren bir toplum için üretken bir kadını bir servet biçimi olarak görmek olağandır (Leduc, 2005: 254). Çünkü kadın beraberinde bir çeyizle gelmektedir. Bunun yanında erkeğin servetinin, statü ve konumunun devamlılığını sağlayacak erkek varisler doğuran bir topraktır. Bütün bu özellikleriyle yasal bir evliliğin getirileri toplumsal olarak birer vatandaĢ sayılan erkekler için oldukça büyük bir değere sahiptir ve böylesi bir düzen, mevcut yapının