• Sonuç bulunamadı

İngiliz karşıtı silahlı güçlere silah ve mühimmat yardımı yapılmıştır. Buna karşılık olarak İngiliz

D. ABD Dış Politikası

20. yüzyılın son on yılına girilirken Sovyetler Birliği dağılmıştı. Ronald Reagan’dan sonra başkanlığı devralan yeni Başkan George Herbert Walker Bush, içinde bulunulan yeni uluslararası durumdan dolayı iyimserliğini su sözlerle ifade ediyordu: “Soğuk savaşı aşan yeni bir uluslar ortaklığı düşünüyoruz: Uluslararası ve

bölgesel organizasyonlar aracılığıyla danışma, işbirliği ve ortak harekete dayanan bir ortaklık; ilkelerin ve hukukun üstünlüğünün birleştirdiği, maliyetlerin ve yükümlülüğün eşit şekilde paylaşılmasıyla desteklenen bir ortaklık; demokrasiyi,

refahı, barışı yaygınlaştırmak ve silahları azaltmak amacında olan bir ortaklık.”252

ABD tarafında yukarıdaki şekilde ifade edilen yeni uluslararası ortam “yeni dünya düzeni” olarak genel ifadesini buldu. İki kutuplu yapı karmaşık değildi ve uygulanan stratejileri sınıflandırmak daha kolaydı. Karşılanması öncelikli olan tehdit karşı taraftan (Doğu Bloğu) gelmekteydi. Oysa soğuk savaş sonrasında, açlık, terörizm, etnik milliyetçilik, dinsel köktencilik, göç ve silahlanma gibi olgular temel tehditler haline gelmiştir. Üstelik bunlara kaynaklık eden ya da kontrol altına almak isteyen bir karşı kutup yoktur. Tehditlerin önemi artarken bunları yaratan özneler

251 MORALI, s. 83.

252 Henry KISSINGER, Diplomasi, İbrahim H. Kurt (Çev.), Ankara, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, 1998, s. 766.

belirsizleşmiştir. En önemlisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin de bunların hepsini kontrol altına alacak kadar güçlü olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır.253

1993 yılında başkan seçilen Bill Clinton dönemi dış politikası, uluslararası ilişkiler teorilerinden, liberalizm ekolünün izlerini taşımaktadır. Liberalizm, güvenliğin ülkeler arasında silahlanma rekabetiyle değil, silahsızlanmaya yönelik anlaşmalarla ve kurumlarla sağlanacağına inanmaktadır. Liberalizme göre ekonomik kalkınma, askeri potansiyelden daha önemli bir güç kaynağıdır. Ekonomik bağımlılık savaşın maliyetlerini ve gerekçelerini azaltacaktır. Uluslararası sistemde sermaye ve ticaret akışkanlığının sağlanması, yani ekonomik liberalleşme barışın teminatı için şarttır. Clinton döneminde ABD’nin askeri güç tarafından desteklenen bir ticaret devi olması hedeflenmiştir.254

Bu temel çerçeveye ek olarak; Bill Clinton yönetimine göre izolasyon politikası artık bir seçenek değildi.Amerika Birleşik Devletleri yönetimi, tehlikeyi diğer büyük güçler olarak görmüyordu. Esas tehlike, terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, etnik çatışmalar ve çevre sorunları olarak ortaya konuyordu. Soğuk savaş sonrasında uygulanan “çevreleme” politikası bir “genişleme” politikası tarafından takip edilmeliydi.255 Bu amaca hizmet eden dört unsurun güçlendirilmesi dış politikanın temelini oluşturacaktı: piyasa ekonomilerinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi, demokrasinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi, demokrasi ve pazar ekonomilerine karşıt güçlerin saldırganlığına karşı konulması, insani yardımın en çok ihtiyaç duyulan bölgelere demokrasi ile birlikte acilen ulaştırılması. Bu çok

253 Beril DEDEOĞLU, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, İstanbul, Derin Yayınları, 2003, s. 84.

254 Hasan KÖSEBALABAN, “Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası İlişkiler”, 2023

Dergisi, Sayı: 2, (Kasım 2002), s. 36.

255 Anthony LAKE, “From Containment to Enlargement”, John Hopkins University, 21.12.2008, [http://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/lakedoc.html].

ideal görünen hedefleri ortaya koyarken, Amerika Birleşik Devletleri bunları yalnızca insanlık için yaptığını savunmuyor, bu hedeflere ulaşılmasının rasyonel Amerikan çıkarları için de hayati olduğuna inanıyordu. Amerikan çıkarları gerektirirse demokratik olmayan devletlerin dahi desteklenebileceği de göz önünde bulunduruluyordu ve bunların başında Rusya gelmekteydi.256

II. 11 EYLÜL SONRASI ABD GÜVENLİK POLİTİKASI

Terör ve anarşi ile baş edemeyen devletler, hukuk düzeninde değişiklikler yaparak hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yeni sınırlamalar getirmektedir. Bu sınırlamaların olması gereken olduğunu düşünenlere göre güvenliğe ulaşmak diğer değerlerin feda edilmesini gerektirmektedir.257 Böylelikle terör eylemlerine karşı alınan önlemler, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması şeklinde olmaktadır. Bu, terörizmin insan haklarını ihlalinin dolaylı etkisidir. Bunun dışında, insanların devletten beklediği güvenceyi ortadan kaldıran terör eylemleri, kişilerin yaşamak gibi en temel haklarını da elinden almaktadır.258

11 Eylül sonrası süreç kuşkusuz küresel güvenlik alanında çok ciddi ve büyük çaplı değişikliklere sebep olmuştur.259 Bu durum, sadece Amerikan halkının gündelik yaşantısında değil, daha büyük bir ölçekte düşünüldüğünde küresel güvenlik çapında gerçekleşmiştir. 11 Eylül sonrası temel durum, yeni ve karmaşık bir tehdidin ortaya çıkışıdır, oluşan güvenlik tehdidi, önceden bilinemeyen bir tehdit olup, gücü hakkında da bir netlik yoktur. El Kaide gibi konvansiyonel terör örgütlerinden çok

256 LAKE, a.g,k.

257 Anıl ÇEÇEN, İnsan Hakları, Ankara, Savaş Yayınevi, 2000, s. 16.

258 ÇEÇEN, (2000), s. 16.

259 Francis FUKUYAMA, Neo-Conların Sonu: Yol Ayrımındaki Amerika, Hasan Kaya (çev.), İstanbul, Profil Yayıncılık, 2006, s. 75.

farklı bir yapısı olan bir örgütün sebep olduğu küresel tehditle ne şekilde baş edileceği de bilinememektedir. Nitekim Francis Fukuyama’nın “Neoconların Sonu” adlı eserinde belirttiği üzere, 11 Eylül’ün sonucu olarak “radikal islam” ve “kitle imha silahları”nın devlet dışı terör örgütlerinin eline geçme riski, birbirini destekler mahiyette, eş zamanlı ortaya çıkmış iki küresel tehdittir.260

Boyut bakımından küçük ya da büyük olsun, bu tür devlet dışı tehdit (terör örgütü), uluslararası ilişkilerde daha önce rastlanmamış bir vakadır ve dolayısıyla alışılageldik uluslararası kavramların da beraberinde değişmesi söz konusu olmaktadır. 11 Eylül öncesi ABD’nin ülke dışındaki güvenlik birimleri tehdit edilirken 11 Eylül ile birlikte ABD’nin ana yurdunda doğrudan saldırıya maruz kaldığı ve söz konusu güvenlik kaosunun içine çekildiği açık bir şekilde görülmektedir.261 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri de ABD’nin soğuk savaş sonrası dönemde üstlendiği “küresel jandarmalık” rolünün de, daha ileri bir safhaya geçerek, ABD’nin bizzat sorunlarla ilgilenmek durumunda kalışıdır.262 Nitekim ABD’nin, 11 Eylül 2001 terör saldırısı neticesinde yaptığı yasal düzenlemelerde de bu durum açıkça görülmektedir. 20 Eylül 2002 tarihli ve 16 Mart 2006 ulusal güvenlik stratejilerinde, ABD’nin 11 Eylül sonrasında hegemon gibi davranma pratiğini benimsemiş olduğu görülmektedir.

Küresel düzende özgürlüklerin hamisi olarak gösterilen ABD’nin 11 Eylül sonrası yasal düzenlemeleri incelendiğinde; 11 Eylül sonrasında ciddi özgürlük sınırlandırmalarına gittiği fark edilmektedir. Bunun nedenlerinden bir tanesi de

260 FUKUYAMA, (2006), s. 76.

261Henry KISSINGER, Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?, Tayfun Evyapan (Çev.), Ankara, Metu Press, 2002, s. 263.

ABD’nin 11 Eylül’de hedef olmasını, halkın hak ve özgürlüklerinin fazlalığına bağlamasıdır. Bu yüzden ABD yönetiminin almış olduğu sıkı güvenlik tedbirleri; hak ve özgürlüklerin ciddi boyutta kısıtlanmasına neden olmuştur. Bu da; başta Ortadoğu olmak üzere çeşitli ülkelere özgürlük yaymayı amaçlayan bir ülkenin kendi topraklarında ciddi özgürlük kısıtlamasına başvurmuş olması tezadını oluşturmaktadır.

11 Eylül’ü oluşturan sebepler ve yeni küresel tehdit ortamı, kökleri itibariyle daha eski bir döneme dayanmaktadır.263 Özellikle İslam dünyası ve Orta Doğu’da yaratılan Amerikan karşıtlığı ve baskıcı Amerikan politikalarının, 11 Eylül’e sebep olduğu bilinmektedir. Güvenlik paradoksu olarak bilinen bu durum; ABD’nin mevcut gücü oranında ve bu mevcut güçle doğru orantılı bir güvensizlikle karşı karşıya olmasıdır. Bir başka ifadeyle, bir ülkenin gücü arttığı ölçüde karşılaştığı tehditler de artmaktadır.264 Buna karşılık ABD’nin 11 Eylül sonrası güvenliği ön plana alması ve uluslararası ilişkileri salt güvenlik penceresinden değerlendirmesi, özgürlük, demokrasi, sürdürülebilir refah ve kalkınma gibi kavramların gölgelenmesi anlamına gelmektedir. Irak ve Afganistan müdahaleleri başarılı olmasına rağmen, işgal edilen bu ülkelerde güvenliğin sağlanıp, demokrasiyi yerleştirme girişiminin başarısız olmasının, Amerikan dış ve güvenlik siyasetinde yeni yaklaşımlar doğurması muhtemeldir.

263 Okan ARSLAN, Selçuk ARI, Amerika: Özgürlük Havarisi mi yoksa Günah Keçisi mi?, Ankara, Platin Yayınları, 2004, s. 196-197.