• Sonuç bulunamadı

İngiliz karşıtı silahlı güçlere silah ve mühimmat yardımı yapılmıştır. Buna karşılık olarak İngiliz

D. ABD Ulusal Güvenlik Stratejilerine Uluslararası Hukuksal Bakış

III. 11 EYLÜL SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASI

11 Eylül sonrası güvenlik ve terör kavramlarının küresel boyuta taşınması, ABD’nin küresel güvenlik sorunu baştan itibaren askeri nitelikli bir konu olarak lanse etmesi, askeri varlığını da küreselleştirmesi ve yaygınlaştırması sonucunu doğurmuştur.328 Bu kapsamda, ABD’nin, hegemonun daha ötesinde imparatorluk (emperyal) hedefleri peşinde koştuğu ileri sürülmüştür.329 Hegemonya ve İmparatorluk tartışmaları tezin 5. bölümünde, ABD’nin 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak müdahaleleri tezin üç ve dördüncü bölümlerinde inceleneceğinden, bu bölümde değerlendirilmeyecektir.

327 Michael BOTHE, “Terrorism and the Legality of Pre-emptive Force”, European Journal of

International Law, Cilt: 14, Sayı:2, (2003), s.233.

328 Ümit ÖZDAĞ, “Yeniden yapılanan Ortadoğu”, Dr. Ali Ahmet Beyoğlu, Hayrullah Cengiz ve Yahya Bazkan (der.), Irak dosyası, İstanbul, Tatav Yayınları, 2003, s. 147-148.

329 Immanuel WALLERSTEIN, Amerikan Gücünün Gerileyişi Kaotik Bir Dünyada ABD, Tuncay Birkan (Çev.), İstanbul, Metis Yayınları, 2004, s. 269-270.

Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi topraklarının savaş alanı haline gelmesi ABD halkının güvenlik duygusunu derinden sarsmıştır. Ancak bu saldırının yol açtığı dış politika değişimi bir dönüm noktası olmaktan çok, uzun süredir devam eden bir trendin devamı olarak görmek mümkündür.330 Başkan Bill Clinton ısrarla ABD’nin demokratik liderlik imajını ileri sürerken, 11 Eylül saldırıları, ABD’nin hegemonyal yönü daha fazla öne çıkarmıştır. Öte yandan, ABD dış politikasındaki

paradigma değişiminin göstergesi olarak “savunma” kavramının yerini “hakimiyet”

kavramı almaya başlamıştır.331

Öncelikli saldırıya yönelik Bush Doktrininin en önemli özelliği düşmanın ilerde bir saldırıyı düzenlemesini sağlayacak kapasiteden yoksun bırakmayı ve gerekirse bunun için rejim değişikliğini de kapsamasıdır.332 11 Eylül sonrası müdahalecilik ve devamında oluşan işgal ve demokratik toplum oluşturma çabası ABD’nin 11 Eylül sonrası müdahalelerini öncekilerden radikal şekilde farklılaştırmaktadır.

A. İran

ABD, 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrası İran’ı “şer ülkesi” olarak ilan ederek İran’ı küresel düzende mümkün olduğunca soyutlamaya çalışmıştır. İran’ın 1990’lı yıllarda eski fundamentalist yaklaşımlarını yumuşatarak, ABD’nin Irak’a yönelik birinci körfez harekatına tepki göstermemesi dahi, ABD’nin İran’ı kendi güvenliğini tehdit eden “haydut” bir ülke olarak algılaması sonucunu

330 Deniz Ülke ARIBOĞAN, Tarihin Sonundan Barışın Sonuna, Terörizmi Anlamak ve

anlamlandırmak, İstanbul, Timaş Yayınları, 2003, s. 188.

331 Zbigniew BRZEZINSKI, Tercih, Küresel Hakimiyet mi, Küresel Liderlik mi?, Cem Küçük (Çev.), İstanbul, İnkilap Kitabevi, 2005, s. 257.

değiştirmemiştir.333 ABD’nin, İran’ı bir tehdit olarak gördüğü 2006 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinde de açıkça dile getirmiştir. ABD’nin İran tehdidi için ileri sürdüğü gerekçe ise, İran’ın nükleer zenginleştirme programlarına bağlı olarak elinde bulunması muhtemel nükleer silahların varlığı olmuştur. ABD, İran’ın nükleer faaliyetlerini arttırma çabasının dünya barışı için tehlike yaratacağını savunmaktadır.334 ABD, İran’ı tehlike sayarken, gerek uluslararası örgütler gerekse diğer ülkelerden destek görmeyi talep etmektedir.

Ocak 2005’de gazeteci Seymour Hersh, Amerikan özel birliklerinin gizlice İran’a girerek, İran’daki 40 nükleer ve kimyasal tesisin yerlerini saptamaya çalıştıklarından söz etmiştir.335 Bu haberin duyulmasından bir gün sonra bu kez de ABD Başkanı Bush, “gizli bir nükleer silah programı yürüttüğünden şüphelenilen

İran’ın bu konuda daha açık davranmaması durumunda, bu ülkeye askeri eylem

yapmanın masadaki seçeneklerden biri olduğunu” ifade etmiştir.336 Nitekim

ekonomik kalkınma ya da küresel bütünleşme gibi hedefleri olmayan bir ruhani İran yönetimi açısından bu tehditler fazla önemsenmemiştir. Ancak nükleer güçten istifade ederek, rejimin devamlılığının sağlanması, İran’ın temel güvenlik politikasını teşkil etmektedir. ABD’nin İran konusundaki kararlılığı Ocak 2005’de, İran’ın balistik füze geliştirmesine yardımcı oldukları gerekçesiyle, sekiz büyük Çin firmasına yaptırım uygulamasıyla tekrar ortaya çıkmıştır.337

333 Birthe HANSEN, Unipolarity and the Middle East, Richmond, Curzon Press, 2000, s. 207.

334 “Iran Wants To Be A Major Player”, Newsweek, 11 July 2005, s. 31.

335 “Coni İran’a Sızdı”, Posta, 18.01.2005, s. 1; “40 İran Tesisi Hedefte”, Milliyet, 18.01.2005, s. 6.

336 Celalettin YAVUZ, “Sorunlu Komşu İran, Çıkarlarımız Örtüşüyor mu; çakışıyor mu?”, 2023, Sayı: 58, (2006), s. 5.

İran, sahip olduğu nükleer gücü ilerletme çabasından vazgeçemeyeceğini açıkça dile getirmiştir. İran ABD’nin ısrarına karşı geri adım atmamakta ve nükleer enerji çalışmalarına devam etmektedir. Şubat 2005 başlarında “İran Devrim Konseyi” sözcüsü Ali Ağa Muhammedi, İran’ın nükleer programından hiçbir zaman vazgeçemeyeceğini ve Avrupalı yetkililerle bu konuda yaptıkları görüşmelerin ülkenin nükleer programının korumaya yönelik olduğunu belirtmiştir. Muhammedi; “Müzakere gücümüz var, çünkü nükleer başarılarımızı kendi elimizde tutuyoruz ve bunları korumak için müzakere ediyoruz” diyerek, İran’ın da nükleer silah konusundaki kararlılığını sürdüreceğini göstermiştir.338 ABD ve İsrail’in sert, AB’nin uzlaşmacı, Rusya ile Çin’in de sessizce izlediği İran nükleer silah çalışmalarından arındırma politikası; günümüzde de sürmektedir.339

2007 yılı Mart ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı kısmi ekonomik ambargo uygulama kararı alması da Amerika’ya önemli bir avantaj sağlamıştır. Irak’ın da geçmişte aynı şekilde ekonomik ambargo ile yıpratılıp zayıflatıldıktan sonra rejimi değiştirildiği dikkate alındığında, ABD’nin uluslararası örgütler ve özellikle de Birleşmiş Milletleri yardımıyla aynı yöntemle İran’da da rejim değişikliği planladığı öngörülmüştür. ABD’nin Başkanı Bush’un ikinci başkanlık döneminde (2004-2008), özellikle de Irak müdahalesi sonrası, “öncelikli saldırı” (Bush Doktrini’ni) fiiliyata geçiremeyeceğini öngörmesiyle; diyaloga dayalı bir uluslararası politika anlayışını benimsenmesi sonucunu doğurmuştur. Birleşmiş Milletlerin de desteği ile İran’la nükleer zenginleştirme programının yavaşlatılmasına dair müzakerelere başlanmıştır. Ancak, İran’ın dış dünyaya ve ABD’ye bakışını yumuşatan Hatemi döneminden sonra cumhurbaşkanlığına seçilen Mahmud

338 “İran: Nükleerden Vazgeçemeyeceğiz”, Milliyet, 04.02.2005, s. 8.

Ahmedinecad’ın ABD’ye ve batı’ya karşı uzlaşmaz tutumu, ABD’nin İran’ın küresel güvenliğe tehdit olduğu şeklindeki düşüncelerini derinleştirmektedir.340