• Sonuç bulunamadı

Program çerçevesinde kamunun ürettiği mallara yapılan yüksek oranlı zamlarında etkisiyle %101’i aşan enflasyon rakamları, 1981 yılında %36.8 ve 1982’de ise %27’ye çekilerek başarı sağlanmıştır (İlter, 1994). 1982 - 1983 döneminde 24 Ocak kararlarının uygulanmasıyla, kamu kesiminin açtığı krediler ve net iç varlıklara getirilen önlemler ile enflasyon denetim altına alınmış, ancak faizlerin yükselmesiyle beraber ekonomi çapında iflaslar, tarımsal üreticilerle ücretli ve maaş alan sabit gelirli kesimin fakirleşmesi ve ağır siyasal baskı programın olumsuz yanlarını ortaya koymuştur. Program sabit gelirli kesimlerin milli gelirden aldıkları pay açısından gelir aşınması ve iç talebin düşmesine neden olmuştur (Kazgan, 2013). Faizlerin serbest bırakılmasından sonra banker kuruluşlarının faiz oranlarını bankaların belirledikleri faiz oranlarının üzerinde belirlemeleri, fonların banka mevduatlarında olmaması dolayısıyla kaynakların etkin kullanılmaması ile sonuçlanmış ve 1982 yılında bir banker krizine yol açmıştır. Banker krizi ve bankalardan aşırı mevduat çıkışları 1983 yılında enflasyon oranlarının yeniden yükselişe geçerek %53 düzeyine ulaşmasına sebep olmuştur (Uluşan, 2011). Bir anlamda bu dönem maliyet ve talep enflasyonun bir arada görüldüğü bir ekonomiye tanıklık etmiştir (Aker, 2009).

1984 yılından sonra ise iç talebe dayalı ve fiyatlar üzerinde yukarı doğru baskı oluşturan politikalar yerine dış satımı özendirmeye yönelik politikalar izlenmeye çalışılmıştır. Ancak bu dönemde de kamu harcamalarındaki artışlara karşılık kamu gelirlerinin yeterince arttırılamaması kamu bütçe açıklarının daha da büyümesi ile sonuçlanmıştır. Bu dönemde ekonominin dışa açılmasını sağlamaya yönelik ve üretken sanayi kesimlerini dış pazarlara yönlendirmeyi amaçlayan kur politikalarının ithalat maliyetleri ve yurt içerisindeki faiz yapısı üzerinde oluşturduğu olumsuz etki enflasyonun daha da düşürülmesini engellemiştir (DPT, 1990).

1985 yılında başlayan ve 1986 yılında da devam eden döviz piyasalarında yaşanan gelişmeler ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır. Merkez Bankasının ve ticari bankaların dış ödemelerini gerçekleştirmek için ağır koşullar altında döviz talep etme durumuna gelmeleri yerli paranın dış piyasalarda değer kaybına uğramasına neden olmuştur. Bunun sonucunda ithalat talebi artmış, ithalata konu

olan malların fiyatları yükselmiş, dış borçların anapara ve faiz yükü artmıştır. Bu ortam da iç piyasalarda fiyatlar genel düzeyi üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır. Bu yükseliş aynı zamanda faizlerin ve KİT mallarının fiyatlarının artmasına da neden olmuştur (İktisadi Rapor, 1986).

1986 ve 1987 yıllarına fiyat genel düzeyi artışları birbirine yakın bir seyir göstermiş, sırasıyla %30 ve %32 düzeylerinde gerçekleşmiştir. Bu dönemlerde petrol fiyatlarında yaşanan azalma eğiliminin enflasyonda göreceli bir iyileşme eğilimi yarattğı görülmüştür. Ancak artan kamu harcama talebi izleyen dönemlerde enflasyonist eğilimlerin devam etmesine neden olmuştur (Saraçoğlu, 1990).

1988 yılına gelindiğinde kamu harcamalarından kaynaklanan bütçe açıkları iç borç stokunun hızla yükselmesi ve faizlerin artması ile sonuçlanmıştır (Kabataş, 2006). Faizlerdeki artışa paralel büyüme yavaşlamış, işsizlik yükselmiş ve ekonomi stagflasyon ile mücadele eder bir duruma gelmiştir.

1989 yılına gelindiğinde döneme damgasını vuran gelişme döviz kurlarındaki hareketlenme olmuştur. 7 Ağustos 1989 tarihinde yayınlanan “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile para piyasalarında tam serbestleşme sağlanmış ve Türk parasının konvertibl olması için ihtiyaç duyulan kanuni yapı önemli ölçüde oluşturulmuştur (Konak, 2019). Bu durum ise yaşanan sermaye girişlerine bağlı olarak ulusal paranın hızla yabancı pararlar karşısında reel olarak değerlenmesine neden olmuştur.

Dolayısıyla 1980 – 1989 döneminde enflasyon üzerinde baskı oluşturan etkenler kamu harcama talebindeki artış ile ulusal paranın dış değer kayıplarına bağlı olarak yaşanan döviz kuru artışları ve bu doğrultuda ithal edilen malların ulusal para cinsinden fiyatlarında yaşanan artışlar belirleyici olmuştur (Öniş & Özmucur, 1998).

2.3. 1990-1999 Dönemi

Aşağıda 1990’li yıllarda enflasyon olgusunun seyri bir tablo şeklinde okuyucuya aktarılmakta ve daha sonra politika gerçekleşmeleri hakkında bilgi verilmektedir:

Tablo 3.1990’lı yıllarda enflasyonun gelişimi

1989 yılında ücretli çalışan kesimin elde ettiği önemli gelir kazanımları ülke içi talebin canlanmasına neden olmuştur. Ancak 1990’ların ilk dönemleri ile birlikte bu canlanma cari işlemler dengesinde önemli açıklar meydana getirmiş, bu da döviz kurları üzerinde yukarı doğru bir baskı yaratmıştır. 1991 yılının seçim dönemi olması ücret artışlarını devam ettirmiş, bir yandan KİT’lerin fiyatlama politikaları diğer yandan da ekonomide yaşanan ücret artışları enflasyon üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır (Koçyiğit & Doğan, 2006: 190). 1991 yılını izleyen dönemde kamu kesiminde harcama ve gelir dengesizliğinden kaynaklanan sorunların süregelmesi, yatırım harcamalarında gözlenen azalma eğilimi ve yurt içi tasarrufların azalmaya başlaması kamu kesimi açısından toplam borç ödemelerinin vergi gelirlerinin oldukça üzerine çıkması ile sonuçlanmış, 1992 ve 1993 yıllarında iç borçlanma reel faizlerinin yükselmesine bağlı olarak kamu kesimi açısından oldukça ciddi finansman sorunları yaratmıştır. Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi enflasyonu körükler bir nitelik taşımıştır (Ekzen, 2009).

Bu gelişmeler ışığında dönem içerisinde faiz oranlarının düşürülerek borçlanma miktarının sınırlandırılması şeklinde bir politika önerilmiş, ancak yüksek enflasyon ve yüksek bütçe açıklarının veri olduğu bir ortamda bu tür politika uygulamaları iktisadi birimler açısından ulusal para talebini azaltma ya da para ikamesi şeklindeki bir eğilimi ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda izleyen 1994 yılında ulusal paranın dış değerinde büyük bir kayıp meydana gelmiş ve üretimdeki gerilemeye paralel %100’ün üzerine çıkan bir maliyet enflasyonu yaşanmıştır (ISO, 1995). 50 60 70 80 90 100 110 120 130 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 TÜFE ENFLASYONU TEFE ENFLASYONU

Dolayısıyla kamu borçlanma gereğinin son derece yüksek olduğu bir ortamda faizlerin düşük tutulmaya çalışılması devlet iç borçlanma senetlerine yönelik talebi azaltarak para piyasasındaki likidite fazlasının döviz piyasalarına bir talep baskısı şeklinde yansımasına neden olmuştur. Kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından karşılanması şeklindeki bir politika tercihi de bu dönemde Merkez Bankası tarafından kamu kesimine kullandırılan kredilerde büyük bir artışa yol açmış, bu doğrultuda genişleyen parasal tabanın döviz piyasalarına bir talep şeklinde yönelmesi iktisadi bir kriz ile sonuçlanmıştır (Korap, 2011). Ekonomik şartların giderek bozulması ile beraber 5 Nisan 1994 istikrar programı kararları acilen yürürlüğe sokulmuştur (Yıldırım, 2001).

2.3.1. 1994 Krizi

2.3.1.1. Krizi Hazırlayan Başlıca Koşullar

1994 krizi önceki yıllarda gerçekleşen sermaye girişlerinin aşırı değerli bir ulusal para yaratarak temel makroiktisadi dengeleri bozması ve bunlar için önlem almayan merkezi idarenin faiz oranlarını indirme girişiminin sonucunda gerçekleşmiştir (Kazgan, 2013). 1993 yılının son günlerinde döviz piyasasında geçerli olan kur ile resmi kur arasındaki farkın yüzde 3’ün üzerine çıkması, açık piyasa işlemlerinin durdurulması, faiz oranlarının düşürülmesi amacı ile kamu borçlanma ihalelerinin sık sık iptal edilmesi ve hızla büyüyen kamu açıkları karşısında yasal sınırın aşılması üzerine Tahkim Yasası (21 trilyonluk borcun silinmesi) ve ek bütçe çıkarılarak ( 80 trilyon) Merkez Bankası’ndan ek kaynak kullanımına gidilmiş, ayrıca kamu kağıtlarından doğan gelirlerin vergilendirilmesi gibi yeni vergi düzenlemelerinin ekonomiye tanıtılması Hazine’nin borçlanma olanaklarını güçleştirmiştir (Arıcan, 1996; Korap, 2011). Ayrıca bazı kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisi ile ilgili açıkladıkları düşük kredi notu ve yerli parada satın alma gücüne göre yaşanan aşırı değerlenme eğilimi yerli paranın yabancı paralar karşısında değer kaybı olasılığının iktisadi birimlerin gözünde artmasına neden olmuştur. Bu doğrultuda 15 Ocak maaş ödemeleri ve kamu kağıtlarının itfası sonucu para piyasasına sürülen önemli boyutlardaki para döviz piyasasına yönelmiş, yerli paranın dış değerinde yaşanan değer kayıpları nedeni ile açık pozisyonların kapatılması

çabaları döviz kurları üzerindeki baskıyı daha da arttırarak bir devalüasyonu kaçınılmaz duruma getirmiş ve 26 Ocak, 1 Mart ve 17 Mart tarihlerinde olmak üzere üç devalüasyon gerçekleşmiştir (Keyder, 1998). Bunun sonucunda kısa vadeli ve portföy içerikli sıcak paranın yurt dışına kaçması Merkez Bankası döviz rezervlerinin hızla tükenmesi olasılığına yol açmıştır (Kepenek & Yentürk, 2007). 27 Mart 1994 seçimleri sonrasında mali piyasalarda başlayan paniğin bir kriz ortamı yaratması sonucu 5 Nisan 1994 tarihinde bir ekonomik önlemler istikrar paketi kamuoyuna açıklanmıştır.

2.3.1.2. 5 Nisan 1994 İstikrar Önlemleri

1994 yılındaki krizin etkilerinden kurtulmak için merkezi hükümet 5 Nisan 1994 tarihinde bir istikrar programı açıklamıştır. Bu şekilde kronikleşen enflasyon oranlarını azaltabilmek, ulusal paraya değer kazandırmak, dış satımı özendirmek ve diğer ekonomik ve sosyal göstergelerdeki dengeleri sağlamak gibi kısa dönemli ekonomik istikrara ve uzun dönemli yapısal reformlara yönelik hedeflere ulaşmak amaçlanmıştır Karluk (2014). DPT (1994), Korap (2011) ve Şahin (2013) çalışmalarından yararlanılarak program hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz:

1) Kamu gelir gider dengesinde yaşanan dengesizliği ortadan kaldıran ve kamu borçlanma gereğini azaltan önlemlere vurgu yapılmıştır. Bu şekilde faizlerdeki artışın önüne geçilmek istenmiştir.

2) KİT’lerin zararlarını azaltan önlemlere vurgu yapılmıştır. Bu doğrultuda KİT’lere yönelik özelleştirme politikalarının gerekliliği savunulmuştur.

3) Döviz piyasası ve diğer mali piyasalarda istikrar sağlayacak önlemlerin ivedilikle alınması gerekli görülmüştür. Bunun içinse ulusal paradan kaçışı durduracak ve borsadaki düşüşü engelleyecek beklentilerin oluşturulması üzerinde durumuştur. Bu piyasalarda istikrarın sağlanması için gerekirse faiz oranları hızla yükseltilmelidir.

4) Para piyasasında istikrarı sağlayacak şekilde Merkez Bankasının denetim gücünün arttırılması, ayrıca uzun vadeli olarak sermaye piyasasında güven sağlayacak önlemlerin alınması üzerinde durulmuştur.

5) Dış satım ve ekonomiye döviz kazandırıcı faaliyetlerin arttırılması gerekmektedir

6) Bu hedeflere ulaşabilmek için kamu maliyesi, bankacılık ve finans, sosyal güvenlik ve tarım gibi sorunlu alanlarda iyileştirme yapılması zorunlu bulunmuştur

İstikrar paketi ile Hazine’ye kısa vadeli avans limiti genel bütçe ödeneklerindeki artışın yüzde 15’inden yüzde 12’sine indirilerek bu oranda aşamalı bir düşüş öngörülmüş, ayrıca mevduata sonsuz güvence verilmiştir (Keyder, 1998). Bu oran 1996 yılı için yüzde 10, 1997 yılı için yüzde 6 ve izleyen yıllar içinse yüzde 3’tür.7