• Sonuç bulunamadı

1. EDEBİYATTAN SİNEMAYA SANATSAL BİR ANLATI TÜRÜ OLARAK

1.6. Polisiye Türünde Suçu Kurgulama Yöntemleri

Polisiye kurgusunun geleneksel biçimlerinin ilk olarak, polisiyenin kurucusu olarak bilinen Edgar Allan Poe ve takipçileri tarafından ortaya atıldığı düşünülmektedir. Daha önce de bahsedildiği üzere Poe’nin “problem, ilk çözüm, düğüm, karışıklık dönemi, ilk pırıltı, çözüm ve açıklama” gibi yedi aşamadan oluşan anlatı yapısı, Reşit Küçükboyacı’ya göre polisiye türünün kurgusunun nasıl olması gerektiği konusuna da açıklık getirmiştir. Bu doğrultuda Küçükboyacı polisiye roman kurgusunda olayların 6 aşamalı bir sıra izlemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır:

 Dedektifin tanıtılması  Suçun işlenmesi ve ipuçları  Araştırma-soruşturma  Çözüm

 Çözüme götüren delillerin açıklanması  Sonuç (Küçükboyacı, 198: 32)

Suut Kemal Yetkin 1958 yılında yayımlandığı bir makalesinde en ilgi çeken ve en çok sevilen polisiye romanların, okuyucuyu çözülmesi güç bir problemle karşılaştırarak, dedektif ve hafiye ile birlikte okuyucunun zihnini çalıştırması gerektiğini vurgulamaktadır. Polisiye romanın mantık ve düşünme oyunlarından oluştuğunu savunan S. Kemal Yetkin, romanın kurgusunda ilk olarak cinayetin işlenmesi gerektiğinden bahsetmektedir. Bu cinayet sonucunda, cinayeti işleyenin ortaya çıkartılması yani sebebin bulunması gerekmektedir. Delillerin düşünce süzgecinden geçirilerek, tutarlı delillerin birbirini tutmayan bilgilerden ayıklanması sonucunda, katil beklenmedik bir zamanda ortaya çıkarılmaktadır. Yetkin’e göre polisiye roman okurken alınan haz, cinayetin işlendiği yerin sınırlı ve kapalı bir mekân olma özelliklerine göre farklılaşmaktadır. Cinayet mahalli ne derece kapalı ve gizemliyse alınan haz da o derece fazla olacaktır (Yetkin, 1985: 9).

Polisiye türünde anlatılan olayların yapısının, belirli bir anlatı yapısının ortaya çıkmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bilgiyi arama süreci, bilginin aşamalar halinde ortaya çıkması ve okur ya da izleyicinin bu bilgileri analiz etmesi bu anlatı yapısının öğelerini oluşturduğu belirtilmektedir. Anlatı yapısı aynı zamanda polisiye türündeki eserleri incelemek ve polisiye türünün belirleyici yanlarını açıklamak için de ayrı bir önem taşımaktadır (Benyahia, 2014: 71). Bu doğrultuda anlatı yapısının polisiye türü adına göz ardı edilemeyecek kadar mühim bir konu olduğu düşünülmektedir. S.S. Van Dine polisiye türünün anlatı yapısı içerisinde hikâyede ne kadar suç işlenirse işlensin katilin ya da suçlunun sadece bir kişiden oluşması gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca katilin, okurun aşina olduğu bir karakterden seçilmesi, hikâyede geçen evin hizmetçilerinin herhangi biri içerisinden seçilmemesi gerektiğinden bahsetmektedir (Küçükboyacı, 1988: 4). Van Dine ayrıca suçu işleyen kişinin dedektif ya da hafilerden seçilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Böyle bir yöntemin okurun tamamen hayal kırıklığı yaşamasına neden olacağını belirten Dine suçlu kişinin gerçekte okurun ilgi duyacağı bir kişi olması gerektiğini savunmaktadır (Kakınç, 1995: 28).

Fransız Charles Baudelaire, polisiye türünde dedektif dâhil herkesin suçlu olabilme ihtimali üzerinde durmuştur. Baudelaire “Okuyucunun kendi suçsuzluğundan tam olarak emin olması için sabırsızlıkla katilin bulunmasını

beklediğini” belirtmektedir (Güngören, 1985: 12). Julian Symons’da tıpkı Van Dine gibi Baudelaire’nin görüşlerine karşı çıkarak suçlu kişinin dedektifin kendisi olmaması gerektiğini savunmaktadır. Polisiye türü okuyucusunun iyi ile kötüyü içerisinde var ettiğini ve dedektif ile suçlunun sonsuza kadar mücadele ettiğini belirten Symons, suçlunun dedektif olarak nitelendirildiği durumlara tamamen karşı çıkıldığını vurgulamaktadır (Roloff, Seeblen, 1997: 59).

Paul Buchloch ve ve Jens Becker ikilisinin ortaklaşa olarak polisiye roman kurgusu için yeni bir model ortaya attıkları görülmektedir. Polisiye roman kurgusu kişiler, çevre, kim-nasıl-niçin gibi unsurlarla gruplara ayrılarak farklı yaklaşımlar üzerinden ele alınması gerektiğini savunmuşlardır. Buchloch ve Becler ikilisine göre polisiye türde kişiler sembolik betimlemelere göre sunulmalıdır. Ortaya çıkartılan kişilerin sayısı sınırlı sayıda olmalı ve kişilerin yaşadıkları dönemin özelliklerine uygun davranmaları gerekmektedir. Polisiye romanda en önemli kişinin hafiye olduğunu belirten ikili, hafiyenin karşısında cinayeti işleyen birisinin bulunması gerektiğinden bahsetmektedir. Kurban genel olarak önemsiz kişilerden seçilir ancak romanda yer alacak tüm karakterler kurbanla ilişkili olmak zorundadır. Hafiyenin ise soruşturmayı yürütürken bu kişileri titizlikle incelemesi gerekmektedir. Buchloch ve Becler’e göre polisiye romanlarda çevre konusunda da durum kişilerdeki gibi işlenmelidir. Polisiye romanlarda nasıl ki kişilerin gerçeklikten kopmadan, titiz bir şekilde ve sınırlı sayıda oluşturulmaları gerekiyorsa romanda geçen mekânların da titizlikle seçilmesi, gerçeğe yakın olması ve sınırlı sayıda tutulması gerekmektedir. Hatta mekân sayısı ne kadar az ise romanın ilgi çekici olma özelliği de o derece fazla olmaktadır. “Closed Room Mystery” olarak adlandırılan “Kapalı Oda Esrarı” hikâyeleri bu durumun yaşandığı polisiye roman türüne örnek olarak gösterilebilmektedir. Bu roman türünde olayların tek bir mekânda gerçekleştiği ve romandaki kişilerden kimsenin, her yeri kapalı olan bu odadan dışarı çıkamadığı belirtilmektedir. Buchloch ve Becler, son olarak kim-nasıl-niçin sorularının polisiye türünde önemli bir yere sahip olduğunu belirtmektedir. Suçun kim tarafından nasıl ve niçin işlendiğine yönelik soruların, polisiye türünün kurgusunu etkilediği düşünülmektedir (Kakınç, 1997: 26-27). Soruların soruların sırasının değişmesine göre ise polisiye türünde farklı türlerin ortaya çıktığı da belirtilmektedir. 19. yy’da

romanlarda insan ve insan aklına yönelik yetenekler işlenirken, 20. yy’da daha çok suçların nasıl işlendiği ve nasıl ortaya çıkarıldığı konuları üzerine kitapların kurgulandığı belirtilmektedir.

Ernest Mandel polisiye romanın mutlu son kitapları olduğunu belirtmektedir. Suçlunun dedektif ya da polis teşkilatı tarafından daima yakalandığı romanlarda adaletin daima yerini bulduğunu savunmaktadır. Mandel’e göre polisiye roman toplumsal açıdan ele alınmak istendiğinde burjuva kesimi olarak görülen yöneten sınıfın daima mutlu olduğu ve yapılan mücadeleler sonucunda daima burjuva kesiminin haklı çıktığı görülmektedir. Mandel, her zaman suç ve suçlunun karşısında bulunan polisiye romanın, toplumu bütünleştirme etkisinin olduğunu savunmaktadır. Ona göre polisiye türde “burjuva yasallığı, burjuva değerleri, burjuva toplumu her zaman muzaffer olur. Polisiye romanlarda suç, şiddet ve cinayet gibi unsurların ele alınmasına karşın bu romanlar yatıştırıcı, toplumsal bakımdan bütünleştirici bir yazındır” (Mandel, 1985: 63).

Reşit Küçükboyacı, polisiye romanların klasik olarak nitelendirilen kurgusunu belirli bir şema üzerinden anlatmaktadır. Ona göre polisiye roman kurgusunun yapı taşlarını oluşturan 3 temel öğe bulunmaktadır. Polisiye roman kurgusu dedektif, suçlu ve kurban üzerinden oluşturulan bu şema üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır.

Şekil 1’de görülen üçgenin sınırlarını olay ve olayın etrafındaki unsurlar belirlemektedir. Bu sınırlar içerisindeki dedektif(D) ve suçlu(S) arasında bulunan şüphe, deliller ve ipuçları olayın aydınlanmasına yardımcı olan unsurlardır. Bu

D - Dedektif

K - Kurban Suçlu - S

OLAY

unsurların hepsi olay ile sınırlı kalmaktadır. Küçükboyacı’ya göre suçlu(S) ve kurban(K) arasında da aynı unsurlar bulunmaktadır. Dedektif ise soruşturmayı çözüme kavuşturmak adına DS-SK-KS veya DK-KS arasındaki unsurların birbirleriyle olan bağlantıları üzerine yoğunlaşmaktadır. Reşit Küçükboyacı şekil 1’de yer alan üçgenin içerisinde, zaman-mekân-hareket unsurlarından oluşan başka bir üçgenin varlığından da söz etmektedir. Zaman-mekân-hareket unsurları da dedektif-suçlu-kurban üçgeninde olduğu gibi bütün hatlarıyla olay örgüsü sınırları içerisinde yer almaktadır. Zaman-mekân-hareket unsurlarının bir arada işlenmesi üç birlik kuralı olarak da bilinmektedir. Üç birlik kuralının polisiye romanlarda da sık sık işlendiği belirtilmektedir. Üç birlik kuralı çerçevesinde oluşturulan polisiye romanlarda olay ya da hikâyenin anlatım zamanı önem kazanmaktadır. Küçükboyacı, Arthur Conan Doyle’nin Kızıl Dosya isimli hikâyesinin olay ya da hikâyenin anlatım zamanının iyi düzenlenememesinden dolayı, bu eserin zayıf kaldığını belirtmektedir (Küçükboyacı, 1988: 104-108). Bu doğrultuda polisiye bir romanda olayların kurgulanması adına, dikkat edilecek en önemli hususlardan biri olarak hikâyelerin anlatım zamanlarının iyi işlenmesi gerektiği dikkat çekmektedir.