• Sonuç bulunamadı

1. EDEBİYATTAN SİNEMAYA SANATSAL BİR ANLATI TÜRÜ OLARAK

1.4. Polisiye Türünün Tarihsel Gelişimi

Polis kavramıyla ilk olarak Eski Yunan döneminde karşılaşılmaktadır. Birçok bilim insanı ve tarihçi açısından polis, “kent devleti” olarak adlandırılmaktadır. Eski Yunan döneminin ilk zamanlarında polis kelimesinin, yüksek kent (tepedeki kent) anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Eski yunan döneminin ilerleyen zamanlarında ise, önce tüm kenti daha sonra devleti temsil eden bir anlam haline geldiği görülmektedir. Kavramın anlamlandırılmasındaki bu değişimler yalnızca Eski Yunan dönemiyle sınırlı kalmamaktadır. Orta Çağ’a gelindiğinde polis kavramının anlamlandırılmasında, Eski Yunan dönemine göre farklılıklar görülmektedir. “Polis kelimesi, bu çağda iç ve dış tehlikelere karşı halkı korumaya, onun mutluluk ve esenliğini sağlamaya yönelik araçların ‘otorite’ tarafından sağlanması olarak anlaşılmaktadır” (Bıçak, 2011: 144). Bilinen ilk polis teşkilatı ise ‘Metropolitan Police’ adıyla 1828 yılında İngiltere’de kurulmaktadır (Holat, 2015: 71). Günümüzde, Polis Vazife ve Salahat Kanunu’nun birinci maddesine göre, polis “şahıs tasarruf emniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder. Yardım isteyenlere, yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eder. Kanun ve Cumhurbaşkanlığının kendisine verdiği vazifeleri yapar” şeklinde tanımlanmaktadır. Orta Çağ ve günümüz tanımlamalarından yola çıkarak polis kavramının, önceki dönemlere göre günlük hayata ve sanata daha fazla nüfuz ettiğini söylemek mümkündür. Bu sebepten dolayı sanat eserlerinde suç, şiddet ve polis konularının işlenmesiyle birlikte; sanatsal bir anlatı türü olarak polisiye öğeler ortaya çıkmaktadır.

Polis kavramının anlamlandırılmasında görülen bu değişim, tarihi dönemler içerisinde hukuk kavramında da kendini göstermektedir. Bu duruma ceza yargılama sistemindeki aşamalar halinde gelişen değişimleri örnek olarak göstermek doğru olacaktır. Ceza yargılama sistemindeki “haddini bildirme, suçlunun cezalandırılması” anlayışı ilk aşama olarak bilinmektedir. Bu aşamada, suçu işleyenin suçlu olduğu araştırılmaksızın kabul edilmekte ve ceza yargılama sistemi bir araç olarak görülmektedir (Şahin, 2014: 353). Haddini bildirme anlayışı 18. yüzyılın ikinci

yarısında yerini, “sanığın korunması” anlayışına bırakmıştır. “Bu anlayışın hâkim olduğu dönemlerde, yargılamanın başında şüpheli ya da sanık masum sayılarak vesayet altına alınmış, devlet kudreti karşısında korunmuştur” (Bıçak, 2011: 77). Suç ispatlanana kadar, sanık veya şüpheli suçsuz olarak kabul edilmiştir. Suçun ispatlanma süreci, araştırma ve incelemeyi ön plana çıkartarak, polisiye türünün ortaya çıkma sürecini hızlandırdığı düşünülmektedir.

18. yüzyılda sanayi devriminin yaşanmasıyla birlikte gelen endüstriyel yeniliklerin de insan hayatında büyük farklılıklara yol açtığı görülmektedir. Bu yenilikler sonucunda sanayi şehirlerinin büyüyen nüfusları, ilerleyen yıllarda şehirlerdeki suç oranlarının da artmasına neden olmaktadır. Şehirlerin karmaşık yapısı, insanları kırsala göre daha özgür kılmakla birlikte, bireyselliği daha fazla ön plana çıkarmakta ve gelir düzeyleri farklı olan insanlar arasında rekabet ortamını meydana getirmektedir. Bu rekabet ortamından doğan, kişinin kendi refah düzeyini arttırması ve refah düzeyini arttırmak için “kolay para kazanma eğilimi” içerisinde olması, suç oranlarının artmasında diğer bir neden olarak gösterilebilmektedir. Bu sebepten dolayı devletler, şehirlerde işlenen suçlara engel olabilmek için güvenliğin sağlanması adına çeşitli önlemler almak zorunda kalmışlardır. Emsley ve Makov’a göre bu önlemler daha çok üniformalı devriye memurlarının üzerinde yoğunlaşmıştır (Emsley, Makov, 2006: 2). Suça ve suç işleme eğiliminde olan insanlara engel olmak adına alınan bu önlemler, aynı zamanda şehirlerdeki güvenlik görevlilerinin sayısında da bir artışa neden olmuştur.

Sanat, içinde bulunduğu dönemlerin bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Büyüyen şehirlerde görülen artan suç oranları, dönemlerinin sanatçıları tarafından, ürettikleri sanat eserlerinde işlenmektedir. 1799 yılında Paris’in uzak bölgelerinde soyguna dayalı vahşi bir suç işlenmiş ve “bu tüyler ürperten sahne bir gravürde tasvir edilmiştir” (Emsley, Makov, 2006: 39). Gravürde; arka taraftaki demir parmaklıklara sıkışan bir kol ve kesilen baştan fışkıran kanlar, ön taraftaysa üç kişinin (içlerinden birisi kucağında kesik olan başı tutmakta) caddede koştuğu görünmektedir. 19. yüzyılın önemli sanatçılarından biri olan ressam Francisco de Goya, 1814 yılında ürettiği eserinde İspanya’nın işgal edilmesi sonucunda ayaklanan İspanyolların, Napolyon ordusu tarafından kurşuna dizilmesini

betimlemektedir. Resim, Goya'nın konuya yoğun duyarlılığını ve sanatçının yaşadığı ortamdan kişisel etkileşimini yansıtmakta ve her sanatçı gibi Goya'da bu yapıt aracılığıyla çağına tanıklık etmektedir (Ötgün, 2008: 93). Suç ve suça dayalı olaylar dizisini, resim sanatı dışında edebi sanat eserlerinde de görmek mümkündür. Edebi eserler de tıpkı resim sanatındaki gibi bulundukları dönemlerin sosyolojik özelliklerini yansıtmaları açısından önemlidir. Ayşen Şatıroğlu, “Edebiyat Sosyolojisi” adlı makalesinde; “edebiyat ile içinde üretildiği toplum arasında kopmaz, yadsınamaz, reddedilemez bir bağ olduğunu” savunmaktadır (Şatıroğlu, 2005: 173). Edebi sanatlara bakıldığında, Carrol John Dally (Race Williams), Raymond Chandler (Philip Marlowe), Dashiell Hammett (Same Spade), Mickey Spillane (Mike Hammer) gibi polisiye roman yazarlarının oluşturdukları karakterler; “1929 Büyük Bunalımı’nın ortaya çıkardığı yoksulluk ve suç ortamında, beyinlerinden çok bilek ve tabancalarıyla, kişisel çıkarlarından çok temeldeki dürüstlükleri yüzünden suçların ve suçluların üstüne” gitmişlerdir (Fişek, 1985: 5). Türk Edebiyatı’nın önemli sanatçılarından biri olan Attilâ İlhan’ın şiirlerinde de toplumsal unsurlar görmek mümkündür. Attilâ İlhan’ın 1954 yılında çıkarmış olduğu “Sisler Bulvarı” adlı kitabının içerisinde yer alan “Cinayet Saati” isimli şiiri bu duruma örnek gösterilebilmektedir. Cinayet Saati adlı şiirde “bir vapur, bir insan gibi cinayete uğramakta, birtakım denizci adları, görgü tanığı ve polisten söz edilerek, olay somutlaştırılmaktadır” (Aksan, 2011: 115). Bu şiir aynı zamanda Ahmet Kaya tarafından da bestelenerek Türk müzik tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Dünya müziğine bakıldığı zaman ise “reggae” türünde oluşturulan müziklerin, özgürlük arayışı ve başkaldırı müzikleri olduklarından bahsedilmektedir. Reggae müziğin kurucusu olarak bilinen Bob Marley’in şarkılarında, siyah ırkın çektiği eziyetler, hayatta kalma çabaları, özgürlük ve eşitlik gibi konular işlenmektedir. “Reggae ve Bob Marley, tüm siyahlar için özgürlük demektir. 1979’da Bob Marley’nin yaptığı ‘Zimbabwe’ şarkısı (o zamanlar ülkenin adı Rodezya’ydı) özgürlük savaşı veren tüm gerillaların marşıydı” (http://www.sanatatak.com/view/reggae-bir-ozgurluk-bicimi-mi e.t. 22.12.2017). Müzik dalında cinayet unsurlarının karşılaşıldığı bir diğer şarkı ise The Killers grubunun “Jenny Was a Friend of Mine” isimli şarkısıdır. 2004 yılında grubun çıkarmış olduğu “Hot Fuss” isimli albümde yer alan şarkıda, sevgili cinayeti

anlatılmaktadır. Kadın karakter, sevgilisine onu sevdiğini ancak başka bir yere gitmesi gerektiğini söylemektedir. Bunun üzerine ise erkek karakter sevdiği kadını kaybetmemek adına, kadına güçlü bir şekilde sarılarak onun ölümüne sebep olmaktadır. “Ayrıca şarkıda cinayete doğrudan tanıklık edilmektedir. Kadının öldüğü esnada katil; ‘Sonra sen kulağıma fısıldadın: Burada ne yaptığını biliyorum.’ şeklinde dinleyiciye seslenmektedir” (http://221bdergi.com/2016/11/25/bir-cinayeti- konu-alan-9-iyi-sarki-cagla-uren/ e.t. 04.01.2018). Resim, müzik ve edebi sanat türlerinin yanı sıra sinema sanatında da polisiye unsurları görmek mümkündür. Sinema sanatındaki ilk polisiye unsurlar barındıran film, edebiyat kahramanı olan Sherlock Holmes’a aittir. “1903 yılında çekilen Sherlock Holmes Baffled (Sherlock Holmes’un Kafası Karıştı) adlı film, yaklaşık 35 saniye süren siyah-beyaz bir sessiz filmdir ve tarihteki ilk dedektif filmi olarak görülmektedir” (Holat, 2015: 99). Sanatın yanı sıra popüler kültür öğeleri olan çizgi romanlar ve televizyon dizilerinde de polisiye unsurlarla karşılaşmak mümkündür.

Polis ve polisiye kavramı, daha çok 18. yüzyıldan itibaren insan hayatı içerisinde kendisine yer bulabilmiştir. Bu duruma neden olarak; 18. yüzyıldan itibaren insan haklarına verilen önemin artmasını söylemek mümkündür. Suçu işleyen sanıkların cezalandırılma yöntemleri, insan haklarının gelişimiyle birlikte büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Aynı zamanda suçun kesinleştirilmesi adına, suçun araştırma evresi ortaya çıkmış ve bu evreler içerisinde suç işlediği düşünülen sanık da belirli haklara sahip olmuştur. Bu gelişmeler belirli bir zamana ve olaylar dizisine sahip olarak kendisine sanat içerisinde de yer bulmuştur. Sanatta “suç, suçlu, cinayet, polis, dedektif” gibi konuların işlenmesiyle polisiye türü ortaya çıkmış ve suç kavramı, polisiye türünün ana unsurlarından biri olarak diğer unsurların da ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.