• Sonuç bulunamadı

Philosophia Perennis yahut Ezelî ve Ebedî Bilgelik Olarak Gelenek

Guénon, yaşadığımız çağda bütün değerler henüz tamamiyle alt üst olmamasına rağmen düşünce alanında çok ciddi deformasyonların meydana geldiğini düşünür. Ona göre modern dünyada bu durumun en belirgin göstergelerden biri dilin bozulmasıdır. Bazı kelimelerin gerçek anlamlarından uzaklaştırılarak yanlış kullanılmaları, Guénon’a göre modernistlerin bilinçli bir tercihidir. O, dildeki bu yozlaşma neticesinde kelimelerin özünde sahip oldukları asıl nitelikleri kaybederek salt maddi planda değerlendirilen niceliksek anlamlarla sınırlandırıldığı düşüncesindedir. Guénon, bu yozlaştırmanın bir çeşit “yön değiştirme” olduğunu ve bu yolla kelimelerin hiç de uygun düşmedikleri karşıt kavramlar olarak kullanılmaya

61 Armağan, a.g.e., s. 65-6.

27

başlandığını söyler. 63 Guénon, bu tarz bir “yön değiştirme”nin gelenek kavramında

da yaşatılmaya çalışıldığı düşüncesindedir. Gelenek kelimesinin, modern zamanlarda her türlü manevi derinlikten yoksunlaştırılarak “âdet”, “görenek” kelimelerinin eş anlamlısı olarak kullanıldığını ve bu düşünce doğrultusunda gelenek fikrinin tamamen insanî bir düzeye indirgendiğini söyler. Modernistler tarafından gelenek kelimesinin aşkın bilgiyi içkin olan bağlamından koparılarak salt beşerî olana indirgendiğini düşünen Guénon, gelenek kelimesinin bütün bu anlamların ötesinde, insanüstü bir alana ait olduğunu belirtir. 64 Guénon, gelenek anlayışını tanımlamaya

çalışırken öncelikle kavramın profan anlamlardan arındırılması gerektiğini düşünür. Gelenek kavramının her türlü beşerî üretimin üstünde aşkın bir anlamı olduğunu ifade eder. 65

Guénon, gelenek kavramını, “hakikat”le olan ilişkisi üzerinden okur. Ona göre gelenek kavramına işlerlik ve tarih-üstülük özelliği kazandıran şey, zaman ve mekanüstü bir anlam ifade eden hakikat ilkesidir. Hakikat karşısında, herhangi bir düşüncenin, öğretinin, doktrinin kökenini belirlemek son derece anlamsızdır; ayrıca geleneksel gerçeklik, beşer-üstü olduğu için hiçbir zaman sistematik bir biçim altında ifade edilemez. 66

Guénon’a göre bu durumun sebebi, hakikatin, özünde taşıdığı sınırsızlık ve tüm tarihsel formların ötesinde soyut bir biçimde var olmasıyla ilgilidir. Geleneksel

63 René Guénon, Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, çev. Mahmut Kanık, İz Yayıncılık, 3. baskı, İstanbul, 2012, s. 263.

64 Guénon, a.g.e., s. 263.

65 Guénon, salt insanî alana ait hiçbir şeyin, yasal olarak “geleneksel” diye nitelendirilemeyeceğini, örneğin gelenek sözcüğünün modern ve profan anlamıyla, “felsefî gelenek” ve “ilmî gelenek” şeklinde kullanılamayacağını, kuşkusuz “siyasî gelenek” diye de bir şey olamayacağını; çünkü orada geleneksel her toplumsal kuruluş eksik olduğunu ifade ederek günümüzde gelenek kelimesinin kullanımı ile ilgili ortaya çıkan komik görümümleri görür gibi şöyle der: “Gerçekten de öyle zaman oluyor ki, ‘gelenek’ adını, tabiatları gereği gelenek düşmanı şeylere bile verecek kadar ileri gidiliyor: İşte böylece ‘hümanist gelenek’ten ya da ‘ulusal gelenek’ten söz ediliyor. Oysaki, ‘hümanizm’ bizzat insan-üstü alanın inkarından başka bir şey değildir. Aynı şekilde, ‘ulusçuluk’un oluşması Ortaçağın geleneksel, toplumsal kurumlarını yıkmak için kullanılan bir vasıta olmuştur. Bu koşullarda, eğer bir gün aynı şekilde ‘protestan gelenek’ten, hatta ‘laik gelenek’ten ya da ‘devrimci gelenek’ten söz edilecek olursa pek şaşmamalı. Ya da eğer bizzat materyalistler, büyük ölçüde geçmişe ait olan bir şeyin temsilcileri olmak sıfatıyla, sadece bu maksatla, kendilerini ‘geleneğin’ savunucuları olarak ilan ederlerse, şaşırmamak gerekir.” Bkz.: René Guénon, a.g.e., s. 267-268.

66 René Guénon, Manevî İlimlere Giriş, çev. Lütfi Fevzi Toğaçoğlu, İnsan Yayınları, İstanbul 1997, s. 101.

28

hakikat tarihin herhangi bir kesitinde görünür olsa bile bu, aslında kendisini belirli bir şekilde gösteren doktrinin kaba bir taklidinden başka bir şey değildir. 67

Guénon’un gelenek kavramının gerçek anlamıyla kavranamayacağına dair ileri sürdüğü gerekçelerden biri de, geleneğe ancak belirli bir inisiyatik yolla ulaşılabilir olduğu düşüncesidir. Guénon, bütün geleneksel öğretilerin, kutsalın yaşantı ile tecrübe edilmesine dayanan bir farkındalık düzeyine sahip olduğunu ve bu nedenle modernlerin, zihinsel yetersizlikleri nedeniyle asla metafizik gerçekleri göremeyeceklerine inanmaktadır. Ona göre hakikati “görmek” salt zihinsel bir tecrübe olmayıp, aynı zamanda var oluşsal bir katılmayı, hatta gelenek içinde erimeyi gerektiren kozmik bir farkındalık ile mümkündür. Modernistler hem düşünce planında hem kozmolojik düzeyde bir körlük içinde olduklarından Guénon’a göre geleneksel hakikati ve kutsal olanı algılama şansından mahrumdurlar.

Guénon, geleneğe ait meselelere sistematik bir tarzda, birer obje olarak yaklaşmamasını, akademik bir kaygıdan çok, inandığı bir dünyanın özümsenerek yaşantı ile anlaşılması gerektiğine olan inancıyla açıklar. “Doğu Düşüncesi” adlı kitabının önsözünde müsteşrikler özelinde bu konuya değinir. Ona göre müsteşriklerin en büyük yanılgısı, iyi niyetli olsalar bile, Doğuyu anlamaya, özümsemeye çalışmayıp onu içeriden değil, dışarıdan görmeye çalışmalarıdır. Guénon, bu bakış açısıyla geleneksel dünyaya ait hakikatlerin hiçbir zaman gerçek çehreleriyle kavranamayacağı düşüncesindedir.

Geleneksel ekolün bir başka önemli siması Lord Northbourne da, gelenek konusunda Guénon’un çizgisine yakın bir duruş sergiler. Northbourne sahih kaynaklı dinleri, ideoloji görünümündeki beşeri müesseselerden ayırmak için din kelimesini büyük harfle yazdığı gibi, gelenek kavramına da aynı mantıkla yaklaşır. Gelenek kavramının, âdet”, “stil” kavramlarının karşılığı olarak kullanılmasının yanlışlığını ifade ederek kavramın, aşkın hakikatle olan ilgisi dolayımında değerlendirilmesi gerektiğini düşünür. Northbourne, gelenek kelimesini din ve medeniyetle ilişkili olarak kullansa da geleneğin bu her iki kavramın da üstünde olduğunu ifade eder. Ona göre gelenek, geçmişten tevarüs edilen ve dini olarak tavsif edilebilecek olanlar

67 Mehmet Evkuran, “René Guénon Düşüncesinde Temel Konu Ve Kavramlar”, bilimname, S. X, 2006/1, s. 94.

29

da dâhil bir medeniyeti meydana getiren tüm ayırıcı nitelikleri kapsar. Ona göre din, hem fert planında hem sosyal yanıyla daha somut olarak görünmesine karşın gelenek, daha dolaylı olarak zaman ve mekanüstü yapısıyla dinin de özünü kendinde barındıran bütüncül bir metafizik yapıdır. 68

Rene Guenon'un başlattığı geleneksel bakış açısını ve fikir hareketini bir felsefe ve bir dünya görüşü haline getiren Frithjof Schuon69, geleneksel ekolün

yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.70

Schuon’a göre gelenek, bir anlamda ilk hakikatin insana yansıyan tarafı olan vahyin taşması ile ortaya çıkar ve fark edilir; bu hakikatler ise hep vardır ve var olacaktır. Bütün ortodoksi (sahih) dinlerin ezoterik tarafında bu hakikatlerin sembolik bir dille resmedildiği görülür71.

Schuon’a göre gelenek, dinin özünden ortaya çıkmakla birlikte onunla aynı şey demek değildir. Din, insanı bütün hakikatlerin kaynağı olan Allah’a bağlayan asli ve otantik bir bağdır.72 Gelenek ise bu bağın geçen zaman içinde aktarım süreci olarak

ortaya çıkmaktadır. Schuon şöyle der: “Bir din doğuşunda, ilk andan itibaren insanları Allah’a bağlar, fakat ona gelenek adı verilemez. Dinin ilk tâbilerinin üzerinden iki ya da üç nesil geçince din gelenek halini alır.”73

Schuon, geleneği vahiy ve dinle ilişkilendirirken, onu, hakikatin daha dışa dönük, maddi ve parçalı yüzü olarak görmektedir.74 Gelenek bu dışa dönük yanıyla

bakir tabiatın, kutsal sanatın ve beşeri varlığın özündeki gerçeklik olarak varlığını

68 Lord Northbourne, Modern Dünyada Din, çev. Şahabeddin Yalçın, İnsan Yayınları, 3. baskı, İstanbul, 2003, s. 13.

69 İsviçre'nin Basel şehrinde, Alman bir ailenin çocuğu olarak doğan Frithjof Schuon, yirmi yedi yaşında müslüman olup Şazeliyye tarikatına intisap ettikten sonra Îsa Nûreddin adını almıştır.

70 Adnan Aslan, “Îsa Nûreddin”, DİA, C. 22, İstanbul 2000, s. 483.

71 Frithjof Schuon, “Hakikat Olmadan Eylem Olmaz”, Geleneğe İhanet, haz. Harry Oldmeadow, çev. Tahir Uluç, İnsan Yayınları, İstanbul 2013, s. 31.

72 Din kelimesinin karşılığı olarak Batı dillerinde kullanılan “religion” kelimesinin, etimolojik olarak “bağlayan” anlamına geldiğine de dikkat etmek gerekmektedir.

73 Frithjof Schuon, Light on the Ancient Worlds, London 1966. s. 144. (Akt. Mustafa Armağan,

Gelenek, Ağaç Yayınları, İstanbul, 1992, s. 12)

74 Mehmet Vural, “Gelenek ve Dinlerin Aşkın Birliği”, Doğu Batı, S. 25, Kasım, Aralık, Ocak 2003- 4, s. 163.

30

sürdürür.75 Vahyin hakikatinden ortaya çıkan gelenek, dinin özünün birkaç nesil

sonra bir anlamda hayatta görünür olmaktadır.

Günümüzde gelenekselci düşüncenin en önemli temsilcilerinden olan Seyyid Hüseyin Nasr’ın geleneğe bakışı, kimi farklılıklar içerse de, büyük orada kendisinden önceki gelenekselci düşünürlerinki ile aynı doğrultudadır. Şu kadar ki, Guénon; geleneği metafizik ilke düzeyinde ele alırken, Schuon; uygulama düzeyinde ele almaktadır. Nasr ise, Guénon ve Schuon’un bakış açılarını yorumlayarak geleneği hem ilkeleri hem de uygulamaları içerecek tarzda değerlendirir.76

Nasr, gelenek kavramının, Batıda modernite sürecinde bilgi ve dünyanın profanlaşmasından sonra ortaya çıktığı düşüncesindedir.77 Guénon’un da eleştirdiği

gibi, Nasr da, bu profanlaşma neticesinde kavramın, beşerüstü aşkın bir anlamdan ziyade daha çok, yanlış bir anlamda “âdet, miras olarak devralınmış düşünce kalıpları ve benzeri şeylerle”78 karıştırılır olduğu düşüncesindedir.

Nasr’ın, modernite öncesi düşünsel yapıyı ifade etmesi açısından yetersiz de olsa, “ebedî ve ezelî bilgelik” ya da “hikmet-i halide” anlamında kullanmış olduğu gelenek, dinle doğrudan ilişkilidir. Gelenek, dinin gerek metafizik gerek doktrin ve ahlak yönlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Geleneğin dini ve metafizik anlamını Nasr şu şekilde tanımlamaktadır:

“En evrensel anlamda, geleneğin, insanı ilahi olana bağlayan ilkeleri, yani dini içerdiği düşünülebilir. Bir başka açıdan din, esas itibarıyla gökten indirilen ve insanı kaynağına bağlayan ilkeler olarak da düşünülebilir. Bu durumda gelenek, daha sınırlı bir anlamda bu ilkelerin uygulanması şeklinde görülür. Gelenek, çekip çıkartılamaz biçimde dine ve vahye, kutsallığa, ortodoksi kavramına, otoriteye, sürekliliğe ve zahiri-batıni hakikatin düzenli biçimde aktarılmasına bağlıdır. Gelenek Batı düşüncesindeki sophia perennis, Hindulardaki sanatana dharma ve Müslümanlardaki hikmet-i hâlide yani ebedi bilgelik kavramıyla çok yakından ilgilidir.”79

75 Frithjof Schuon, İslam’ın Metafizik Boyutları, Çev. Mahmut Kanık, İz Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 2010, s. 18. Bu kitapta yer alan ilgili bölüm, Schuon üzerine kaleme alınmış bir tanıtım yazısı olup S. Hüseyin Nasr’ın Knowledge and the Sacred adlı kitabından alınmıştır. Bkz. Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, çev. Yusuf Yazar, İz Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2009, s. 121. 76 Armağan, Gelenek, s. 36.

77 Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 75-6. 78 Nasr, a.g.e., s. 78.

31

Harry Oldmeadow’un geleneksel düşünürlerin ortak düşüncesini ifade etmek için kullandığı şekliyle gelenek; kadîm, evrensel ve değişmez olan ezelî bir felsefe veya hikmetle aynı anlama gelmektedir. Farklı kültür ve dillerde philosophica perennis, Lex Aeterna, Hagia Spphia, ed-Dînü’l-Hakk, Akalika Dharma, Sanatana Dharma olarak geçen fakat öz itibariyle gelenek kavramı ile ifade edilen hakikati anlatmaktadır. Bu İlk/Aslî Gelenek, insanüstü bir kaynağa sahiptir ve hiçbir anlamda insan insan düşüncesinin bir ürünü ve sonucu değildir. Bütün büyük dinî öğretiler, kendi manevî yapılarına uygun ifadelerle bu hakikati dile getirirler. Bu yönüyle gelenek, en kadim anlamında aslî bir “Hakikat”i ifade etmekte ve bu bakımdan bir ilk sebep ve kozmik esas statüsü kazanmaktadır. Bu ise, geleneksel düşünürlere göre evrenin yapısına ve insanın ruhuna yerleştirilmiş bir aslî gerçeklik olarak hep vardır.80