• Sonuç bulunamadı

2.1. MODERNİTE AÇISINDAN İNSAN

2.1.2. Sezai Karakoç’un Modern Bilim ve Modern İnsana Eleştirisi

2.1.2.1. Modern Bilimin Matematik Dilinin Eleştirisi

Karakoç, Müslümanların son birkaç yüzyıldır yaşadığı sorunları ele alırken kolay çözümler peşinde koşmaz. O, sorunların kaynağına gitmeye çalışarak daha külli bir bakış açısıyla sorunlara çözüm önerileri üretmeye çalışır. Karakoç, modern Batı uygarlığı kaynaklı yaşadığımız krizi değerlendirirken modernite sürecine reaksiyoner tarzda yaklaşmaz. Karakoç, sadece bu krizden etkilenen İslam toplumu açısından olaya yaklaşmaz, aynı zamanda Batının da içinde bulunduğu durumdan kurtulması için uyarılarda bulunur. “Tehlike medeniyeti” olarak adlandırdığı modern Batı uygarlığı Karakoç’a göre kendisi de dâhil nüfüz ettiği her uygarlığı yok etme tehlikesi taşımaktadır.301 Bunun sebebi, modern Batı uygarlığının üzerine kurulu

olduğu dünya görüşünün metafizikten yoksun oluşudur. Bu yoksunluk “varlık”ı

298 Oscar Ewald, Fransız Aydınlanma Felsefesi, çev. Gürsel Aytaç, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2010, s. 10-11

299 Westfall, a.g.e.

300 Bkz. Julien Offray de La Mettrie, İnsan Bir Makina, çev. Zehra Bayramoğlu, Havass Yayınları, İstanbul, 1980

97

değerlendirme hususunda art arda büyük yanlışlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu temel yoksunluk ise, Descartes’la başlayan mekanik dünya görüşüdür. Karakoç, pek çok şiirinde Batının yıkıcı tarafını eleştirmesine rağmen bu medeniyetin felsefi anlamda yaslandığı temeli Taha’nın Kitabı’nda gerek metaforik anlamda gerek açıktan çok daha kapsamlı ele alır. Medeniyet meselesini insan üzerinden okumaya çalışan Karakoç, söz konusu kitapta hem bireysel hem tarihi- sosyolojik anlamda yaşanan medeniyet krizini Taha’nın merkezde olduğu bir kurgu ile göstermeye çalışır.

Kitabın başında Taha, bir “kavis” görecektir ve bu, o güne kadar süregelen hayatın ve insanın mecraından çıkarak her şeyin köklü bir değişime uğraması anlamına gelmektedir. Nitekim bu karşılaşmanın sonucunda Taha da eskisi gibi olmayacaktır, daha şiirin başında yaşanan büyük bir değişimden bahsedilmektedir: “Taha'daki değişme böyle ol[muştur]”.

“Taha dağın ucunda Bir kavis gördü

Dönen bir göz yayıydı bu Kirpiklerden ve güneşten Dünyanın sularda kırılmasından Doğma bir yaz yayıydı bu (...)

Bir atın savaşa akışında mı olur böyle bir eğri

Yoksa bir mimarın boğulurken gördüğü son kent çizgisi mi Bir kundak kıvrımı mı

Belki de gözün ileriye fırlattığı Yakınlaştırılmış geometrik bir anı Soyut bir yahudi tapınağı”302

Taha’nın Kitabı’nda 25 defa kullanılan “kavis” kelimesi, Karakoç’un başka şiirlerinde de kullanılır. Özellikle Alınyazısı Saati 11. bölümde bu kelime, daha önceki kapalı anlama ışık tutacak tarzda kullanılır. İslam toplumundan bahsedilen şiirde bu toplumun olumlu yanlarından bahsedilirken “Çelişkileri bile âhenk olarak kullanan/Kavisleri bile dosdoğru”303 denilmektedir. Bir eğrilik olarak sapma

anlamına gelen kavis bu şiirde sürekli olmayan bir sapma anlamında

302 Karakoç, Gün Doğmadan, s. 299. 303 Karakoç, a.g.e., s. 670.

98

kullanılmaktadır. Dosdoğruluk hakikate bağlı olmayı anlatırken İslam toplumunda bir sapmanın bile nihayetinde doğru yola evirildiğini ifade edilmektedir.

Taha’nın Kitabı’nda ise kavis, çok daha merkezi bir tarzda örtük bir şekilde kullanılmaktadır. Bu kavis304 nedir ve neyi temsil etmektedir? Şiirin ilerleyen

bölümlerinde kavis ile bilim ve değişim arasında sıkı bir ilişki olduğu aşikardır ve şiirde sıklıkla vurgulanır. Buradan hareketle kavis tarif edilmek istendiğinde “Dönen bir göz yayıydı bu / Kirpiklerden ve güneşten” dizelerinin belirli bir sembolizme işaret ettiği görülür. Bu dizelerdeki anahtar kelimeler “kirpiklerden ve güneşten” bir “göz”dür. Değişim adlı aynı bölümün sonunda “Belki de gözün ileriye fırlattığı/Yakınlaştırılmış geometrik bir anı/Soyut bir yahudi tapınağı” dizelerinde geçen “geometrik bir anı”, “Soyut bir yahudi tapınağı” ifadeleri öncekilerle bir arada düşünüldüğünde bu sembolizmin Amerika Birleşik Devletlerinin Ulusal Mührü’nü işarete ettiği rahatlıkla söylenebilir.

304 Taha’nın Kitabı’nın temel imgelerinden biri olan “kavis”, şiirde farklı bir bağlam ve gösterenle kullanılmakla birlikte, Kur’ân’da Tâhâ Sûresi’nde geçen Hz. Musa’nın kıssası ile sıkı bir ilgiye sahiptir. Hz. Musa’nın peygamber olarak Tuvâ Vadisinde vahye muhatap olması, bir dağın ucunda bir ateş görmesi ile gerçekleşir. Musa Peygamber’i ve ümmetini kurtuluşa götürecek olan sürecin başlangıcı, dağın başında görülen bu ateştir. Tâhâ Suresi’nde bu hadise şu şekilde geçer:

“9- (Habîbim!) Musa'nın (başından geçen hayat) hikayesi sana geldi mi?

10- Hani o bir ateş görmüştü de, ailesine: "Yerinizde durun, benim gözüme bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum" demişti.

11- Ateşe vardığı zaman şöyle çağrıldı: "Ey Musa!

12- "Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ'dasın."

13- "Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.” Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır,

Kur’ân-ı Kerim Meali, 20/9-13.

Hz. Musa’nın görmüş olduğu ateş/ışık ile Taha’nın dağın ucunda gördüğü kavis bu anlamda büyük bir değişimin başlangıcı olması açısından benzerdir. Fakat Taha’nın Kitabı’nda kavis, semantik açıdan ışığın karşıtıdır. Bu ışık, Musa ve ailesini kurtuluşa götürürken, Taha için bir yıkım ve katastrofi anlamına gelir. Taha’nın kavis ile yanlışı deneyimlemesi, Karakoç’un, geleneksel insanın hayatı kavrama şekli ile modern insanın kavrama şekli arasındaki farka yapmış olduğu vurgudur. Taha, her ne kadar da sonuçta bir çıkış bulsa da, bu sürecinbaşlangıcında karşılaştığı bu sorunu kendi potansiyeli, bir başka ifade ile kendi aklı ile çözmeye çılışır. Deneyim ve negaston üzerine kurulu olan bu çözüm arayışı, felaketi daha da büyütecektir. Yanlışı deneyimleyerek yanıla yanıla ilerlemeye çalışan Taha, kurtuluşu bu yolla bulamacak, Musa’nın kurtuluşunu sağlayan vahiy, Taha’ya da ışık olacaktır.

Kavis konusunda Kemal Bek’in yaptığı yorum ise çok ilginçtir. Yazısının sonunda Karakoç’un şiirinin kolay anlaşılır bir şiir olmadığını ve kendisinin de anlamadığını itiraf ettiği bu yazı, Karakoç şiirinin anlamlandırılması açısından büyük hatalarla doludur. Bek şöyle der: “... bana kalırsa Taha, ‘asr-ı saadet’te yeni bir “dünyevi” serüvene girişen ‘İslam insanı’nın simgesidir; Taha’nın gördüğü kavis de yüzyıllar öncesinde ‘insanın kaderini değiştiren İslam’dır.” Bkz. Kemal Bek, “Taha’nın Kitabı Üzerine Okuma Notları”, Ludingirra, S. 9, Bahar 1999, s. 69

99

Resim 2.1: Amerika Birleşik Devletlerinin Ulusal Mührü (ilk şekli)

Mührün hikayesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk yıllarına dayanır. 1782'de Sam Adams, üçüncü kongrede Philadelphia'daki William Barton adlı tasarım sanatçısını ulusal mühür için bir öneri getirmek üzere görevlendirir. Barton ise, 13 basamaklı bir piramit ve piramidin üzerinde etrafında güneşi ve kirpikleri andıran “her şeyi gören göz” sembollerinin yer aldığı mührün ilk şeklini tasarlar. Mührün üzerinde Latince “DEO FAVENTE”, “Tanrı’nın Desteğiyle” ve piramidin altında “PERENNİS” ise, “ebedi” anlamlarına gelen ifadeler mührün mottosunu oluşturur.305

Daha sonra mühür belirli yönlerden tekrar dizeyn edilecek ve bugünkü haline gelecektir. Bugünkü şekli ise, görüntüsü kadar üzerindeki slogan da şiirde “kavis”le ifade edilen “göz yayı”nın sembolize ettiği anlama ışık tutacaktır. Mührün mottosu “ANNUIT CŒPTIS”, "Tanrı Girişimleri Destekler" ve “NOVUS ORDO SECLORUM” ise “Tarihin Yeni Düzeni” anlamında Latince ifadelerdir. 306

305 (Çevrimiçi), https://en.wikipedia.org/wiki/Annuit_c%C5%93ptis ,05.03.2017 306 (Çevrimiçi) ,https://en.wikipedia.org/wiki/Annuit_c%C5%93ptis ,05.03.2017

100

Resim 2.2: Amerika Birleşik Devletlerinin Ulusal Mührü (son şekli)

Fransız Devrimi ile kendisini gösteren “Egalité” (Eşitlik), “Liberté” (Özgürlük), “Fraternité” (Kardeşlik) ilkelerinden hareketle ortaya konan Fransa’daki aydınlanmacı yeni düzenin sembollerinin aynı olduğu göz önünde bulundurulduğunda mühürde kullanılan sloganların, sadece bir ülkenin kuruluşunu ifade etmek için kullanılmadığı görülür. Özelikle “NOVUS ORDO SECLORUM”, bir kopuşa ve kurulan yeni dünya düzenine işaret etmesi açısından önemlidir. Bu yeni düzen Birleşik Devletlerin kuruluşu değildir; mührün üzerindeki “göz”, “güneş” ve “piramit”le birlikte değerlendirildiğinde bu sembolizmin “the enlightenment” (aydınlanma) çağını işaret ettiği söylenebilir.

101

Görüldüğü üzere Karakoç, Taha’nın şahsında yaşanan değişimin Aydınlanma felsefesi ile çerçevesini bulan modern Batı uygarlığı ile ortaya çıktığını ve bütün sorunların kaynağının bu olduğu düşüncesindedir. Taha’nın Kitabı’nda bu bilimsel pozitivist düşünce kavis ve Doktor ile temsil edilmektedir.307

Taha, Doktor’un karşısına şiirde iki defa çıkacaktır. Şiirde Doktor’un milliyeti ve dolaylı olarak inancı ile ilgili sürekli sorular sorulmasına rağmen Doktor ile Hristiyanlık arasında açıktan bir ilgi kurulmaz. Fakat, bu bölümün başlığı olan “Doktorun karşısında” olması ve “Bilirim bilirim İncil’den yola çıktınız / Ama yolu çabuk şaşırdınız” dizelerinden de anlaşılacağı üzere, muhatap açıkça ifade edilmese de Doktor’dur. Bu anlamda Doktor’un, inancın özünden uzaklaşmış “modern Batı uygarlığı”nın metaforu olarak kullanıldığını söylemek mümkündür. Taha’nın ileride fark edeceği üzere, yaşadığı bütün sorunların arkasında Doktor vardır, “Doktor bütün hastalıkların mayası”dır. Fakat Taha, bunu çok sonra fark edecektir.

Taha, daha bu sürecin başındadır ve gerek kendisini gerek içinde yaşadığı kenti ve bunlarla ilgili sorunları tam olarak kavrayabilmiş değildir. Fakat bir kavis görür ve her şey bununla başlar.

Değişim Taha’da kavisle başlar. Bu kavisin sözcüleri ve destekçileri ise soytarı, yarasalar. Taha, soytarının temsilciliğini yaptığı düşüncelerle ilkin okulda karşılaşacaktır ve bu zamanlarda kavisi kendi inançlarıyla çelişmeyen bir yapı olarak düşünür. Bu biraz da küçük yaşın gelişmeyen muhakeme yeteneğinden ve derin bir bilgi birikimine sahip olamayan bir çağ olması açısından savunmasızca bu fikirlere maruz kalmadır: “Samanyolunu öğen/Bir okul şöleninde/Bir soytarıyı anımsadı”. Bu dizelerde, kavis ile alınan eğitim arasındaki ilgiye dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Bu açıdan okul, Cumhuriyet ideolojisinin aydınlanmacı değerlerine göre eğitim veren bir kurum olarak Taha’nın yabancılaşmaya maruz kaldığı ilk yerdir.

307 Doğanın matematik dilini çözmeye olan merakından dolayı fizikten çok matematikle ilgilenen Descartes aslında tıp tahsili almıştır. Taha’nın Kitabı’nda aydınlanmayı temsil eden kişinin “Doktor” olması, bu mesleğin hastalıklara bir çare bulması ve bilimselliği temsil etmesinin yanında, “Doktor”un savunuculuğunu yaptığı dünyanın matematik dili ile kendisi arasındaki bağ, Karakoç’un bu ismi seçmesinde Descartes’a bir gönderme de yapma isteğinin söz konusu olabileceğini gösterir.

102

Eliğimsağma, Taha’nın çocukluğunda duyduğu inancın renkli, canlı tarafıdır. Eliğimsağma, samanyolunun, insana daha yakın görünümüdür. Samanyolu, bütün bir doğa tasarımı olarak kozmolojik bir anlayışı karşılamaktadır ve organik dünya görüşünün bir parçası olarak Tanrı’nın varlığının bir delilidir, Tanrı’nın ayetlerindendir.308

“Taha bir kavis gördü

Onu eleğimsağmanın parçası sandı Sonra birden samanyolunu anımsadı”309

Taha’nın gördüğü kavis, ona güne kadar karşılaştığı hiçbir şeye benzememektedir. Şiirde geçen “ok”, “yay”, “kılıç” bir çatışma durumunu ifade etmektedir. Taha’nın Kitabı, tekil anlamda “insan”ın serüveni olarak değerlendirildiğinde bu savaş araçları birer mecaz olarak cebri değişime zorlayan fikirler olarak karşımıza çıkar. Fakat bu serüven bir uygarlık sorunu olarak ele alındığında bu mecazın dışında gerçek bir mücadeleden de söz edilebilir. Bu anlamda kavis, daha önceki savaş araçlarından çok farklıdır. İslam uygarlığı, bilinen savaş yöntemlerine karşı yıllarca kendini savunmuş, bütün tehditleri savuşturmuştur. Bu anlamda Karakoç’un uygarlık mücadelesinde sıklıkla dile getirdiği Moğol saldırıları ve Haçlı Seferleri bunun birer örneğidir. Nitekim İslam uygarlığı bu iki büyük hadisenin de üstesinden gelmiştir. Bu açıdan kavis, o güne kadar yaşanan hiçbir mücadeleye benzememektedir. Bu, yine Karakoç’un bütün entelektüel serüvenini belirleyecek olan modern Batı uygarlığının tahakkümüdür. İslam uygarlığının dize getiremediği geleneksel savaş yöntemleri artık değişmiştir. Kavisin en önemli taktiği karşısındakini “değiştirmek”tir. Şiirde bu durum, Taha’nın şahsında bütün bir uygarlığı değiştirmiş, bir anlamda öldürmüştür.

“Bugüne dek

Beni hiçbir yay hiçbir ok değiştirmedi Yüreğimle karşılaşınca

Bütün kılıçlar kırıldı Bir saman çöpü gibi Gözümün önüne gelen Bu kavis

308 Karakoç’un kosmoloji hakkındaki bu düşüncesi, Aydınlanma öncesi Batı dünyasında da kabul edilmektedir. Örneğin Bonaventura da doğayı, Tanrı'ya işaret eden ikinci bir İncil gibi görmektedir. 309 Karakoç, Gün Doğmadan, s. 302.

103

Neden değiştirdi beni

Neden döndürdü beni çevresinde Neden öldürdü beni”310

Kavisin yaptığı değişim, ülkede kaçınılmaz olmuştur. İnsan çocukluktan çıktığı andan itibaren bununla yüz yüze gelmektedir. Aşağıdaki dizeler, bir açıdan bu değimin seküler eğitim sistemi ile başladığını göstermektedir. Bu, Karakoç’un kişisel hayatı açısından da böyledir.

“Kurtuluşu yok bir çıban

Gelir yakalar insanı insan çıkarken çocukluktan”311

Taha, kavisi ilkin samanyolunun bir görünümü olarak eliğimsağmaya benzetir. Kendi benliğindeki değişimin farkındadır. Fakat sorunun nereden kaynaklandığı, çözümün nasıl olacağı hakkında hiçbir fikri yoktur. İlk andan itibaren bir refleks göstermeye çalışmıştır, fakat bu sezgiseldir ve nahif bir duruştur. Taha’nın gerçekliği tam fark edemeyişi, sürekli eşikte yer alışı, şiirin bu bölümünde tıpkı Taha’nın kafasındaki sorular gibi, art arda gelen cevapsız, kimi zaman karşıt sorularla verilmeye çalışılır.

“Kavis görmek Taha'nın gözünde gelenekleşti mi Bu içten mi gelmekte dıştan mı saldırdı

Biçimlerde başlayan yeni bir değişim mi (...)

Bütün olup bitenler bir yaz düşü mü bir gerçek mi”312

Rönesans’la başlayan süreçte doğanın insan dışında konumlandırılışı ve bilginin sahasına giren her şeyin insan aklıyla algılanabilir olduğu düşüncesi, doğayı matematikleştirmiştir. Tümel ve zorunlu olan geometrik önermeler, hayatın içinde erimiş ve yerlerini sınanabilir matematiksel verilere bırakmıştır.

Modern bilim anlayışı ile birlikte matematikçiler, çözümlemeyi geometriden kesinlikle ayırmışlardır. Bu süreç öncesinde geometrik bir biçimde konulmuş sorunlar çözülüp hesap sonuçları da geometrik biçime uygun hale getiriliyordu.

310 Karakoç, Gün Doğmadan, s. 301-302. 311 Karakoç, a.g.e., s. 310.

104

XVIII. yüzyılda ise, çözümleme, bağımsız bir bilim haline getirildi ve Lagrange, çözümlemeci Mekanik adlı eserine tek bir şekil, tek bir çizgi sokmamıştır.313

Bütün her şeyin matematikleştirildiği bu durum, Guénon’un ifadesiyle “niceliğin egemenliği”dir. Bilgi ve ona ait gerçeklik, ancak deneysel anlamda ölçülebilen verilerle sınırlandırılmıştır. Bunun dışındaki her şey, “bilinemez” düşüncesiyle yaşamın dışına atılmıştır ki bu durum, en hafif şekliyle sekülerizmi doğurmuştur. Bu düşünce modern eğitimi ve o da modern bireyi meydana getirmiştir. Taha, bu modern seküler eğitimin uzun zaman hayata bakışını nasıl belirlediğini anlatmaktadır. Hayata ait bütün somut şeyler, matematiğin soyutluğu içinde sayısal anlamda yeniden ölçülebilir olarak anlamlandırılmaktadır. Bu durum, ölçülebilirlik anlamda kendi içinde bir veri sunmaktadır fakat en temel sorun olan hayatın kendisi hakkında bir cevap verememektedir. Ekmek ve suyun matematikselleştirilememesi ile modernitenin yaşama dair sunduğu reçetenin işe yaramadığı ifade ediliyor. Yine “Yalnız kan kaçıyordu elimden/Bir türlü kanı soyuta çeviremedim ben” dizelerinde de ölümün matematikselleştirilemez oluşu, matematikselleştirilemeyen hiçbir şeyin gerçek (alethes) olmadığını iddia eden modernite ile bu hakikatin apaçık çeliştiği dile getirilmeye çalışılmaktadır:

“Ben çocukluğumda çok cebir okudum doktor Cebire çevirdim boyuna bilgileri

Bir ara yok olmuştu geometri Enlemler endi boylamlar boydu Dağlar yükseklik ırmaklar çizgi Ülkeler ya üçgen ya dörtgen ya yamuk Sonra a b c ... n

Sonra 1 2 3 ... sonsuz

Coğrafya da böylece cebre giderdi Tarih zaten cebirdi

Felsefe (0), din (1) di

Sonra aradım cebirin cebirini Cebirin cebiri de elbet bir cebirdi

Ekmeği cebir diliyle istedim de vermediler Suyu rakama çevirdim içirmediler

Yalnız kan kaçıyordu elimden

Bir türlü kanı soyuta çeviremedim ben Bakmayın gözlerimin içine

Gözlerim cebirden bir deprem”314

313 Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası IV: 18. Yüzyıl: Aydınlanma ve Devrim, Cem Yayınevi, 3. Basım, İstanbul, 1994, s. 23.

105

Şiirde öncelik sonralık açısından mantıksal bir sorun teşkil etse de Taha, doktorla karşılaştığında kavisi, tam olarak anlamdıramamıştır. Bir değişimin içinde yer almaktadır fakat bir taraftan da bir savunmaya girişmiştir. Yarasalara karşı bir savaş yürütmesine rağmen kavisin yarasalarla ilgisi meselesini çözümleyememiştir. Doktor da, Taha için sorunların çözümü için başvurulacak kişi olarak vardır.

“Doktor bir kavisim var bir kavisim Geçen günden beri bir kavisim var Ondan bir akıntı mıdır yarasalar Bir kavis önünde linç mi demek(...)”315

Taha, yarasalarla mücadele etmesine rağmen yaptığı şeyin mantıksal doğruluğuna ulaşamamıştır. Kaynağı belirsiz bir ses, Taha’nın ilk zamanlarında her şeyi “cebir pencesi”nden görmesinin yanlışlığını “Hey Taha dur sınırı geçiyorsun/Bir taş var orada nereye gidiyorsun” sözleriyle birkaç kez uyarasına rağmen Taha’nın yaşadığı mütereddit hali sonlandırmamıştır. Her şey öyle bir yok oluş içindedir ki Taha, yarasaların söyleminin gerçek olabileceği ikilemini yaşar: Doğu gerçekten miadını doldurmuş bir uygarlık mıdır? Taha, içinde bulunduğu gerçeklikten şüphe eder duruma gelmiştir. Taha’nın yaşadığı bu durum, Batı’nın Doğu hakkında oluşturduğu imajın, belirli bir süre sonra yerli aydınlarca devralınarak kendilerine yabancılaştığı süreçtir. Dışarıdan oluşturulan bu imajın kanıksanması, oryantalizmin nihai aşamalarından biridir. Bu, Doğunun yerli unsurlarca Batının istediği doğrultuda ilerlemesidir.316

“Belki de konuşan bir akşam ışığıydı Güneşten gözüme gelen bir göç kırışığıydı

Güneşse Kapalıçarşı'da batmıştı Kapalıçarşı'da batmıştı Sahaflar yanmıştı bütün kitaplar ıslanmıştı

Çınar ve mermer kuru şadırvan ve güvercin Yanmıştı için için

Çökmüştü ufkumuza bir ateş keskin keskin Ve bulmuştu yepyeni bir cebir yarasalar Artık batı yok eden sayılar

Artık doğu tükenen rakamlar”317

315 Karakoç, Gün Doğmadan, s. 310.

316 Bkz. Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, 7. Basım, İstanbul, 2013. 317 Karakoç, a.g.e., s. 316.

106

Taha, yaşadığı süreci tam olarak anlamlandıramamıştır fakat doktorun kendi hayatında yaptığı değişikliğin sebebi olduğunu kavramıştır. Taha, Doktor’u bütün iyi niyetiyle bir kurtuluş yolu olarak görmüştür. Bu, saf bir aldanmadır. Taha, bir açıdan Doktor’u inancın yerine koymuştur ya da inancın sahip olduklarıyla Doktor’u özdeşletirmiştir. Nasıl ki “kavis” ile “eleğimsağma”yı “samanyolu”nun bir yansıması olarak değerlendirmişse Doktor’u da inançla aynı yere koymuştur. Fakat sonunda anlamıştır. “Doktor bütün hastalıkların mayası” olarak Taha’nın hayatını alt üst eden bütün sorunların kaynağıdır. Taha gerçeği kavramıştır; “Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız/Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız” dizelerinde ifade edildiği gibi Doktor’u gerçek yüzüyle apaçık görmektedir

“Gözümün hastalığından

Nasıl ki Meryem de bir çocuk sezmişti Cebrail sularından Nasıl ki yeşil sancaklar inmişti bir gün Diyarbekir surlarından Kurtarıyordunuz beni

Bana bir gemi gibi yaklaşan Üsküdar akşamlarından Fatih Camii gibi aydınlıktınız Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sade Sağımda kırgın solumda çılgın Önümde Yakup Yusuf ve İshak'tınız Arkada kaynak suları kadar berraktınız Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız”318