• Sonuç bulunamadı

Gelenek en genel anlamıyla ister folklorik, sosyolojik ister dinî boyutlarıyla olsun daima bir sürekliliğe işaret eder. Gelenek hem içinde var olduğu hem var ettiği küreyi süreklilik zinciriyle geçmişten bugüne, bugünden de yarına bağlamak ister. Bütün boyutlarıyla her türlü geleneğin özünde bu süreklilik duygusu yer almaktadır.130

126 Oldmeadow, Geleneğe İhanet, s. 22.

127 Schuon, “Hakikat Olmadan Eylem Olmaz”, s. 37. 128 Schuon, a.g.y., s. 31.

129 Guénon, Modern Dünyanın Bunalım, s. 50. 130 Armağan, Gelenek, s. 19.

46

Geleneğe daha çok sosyolojik, folklorik boyutuyla yaklaşan Shils de geleğin tevarüs ve intikal eden tipolojik özelliğine dikkat çeker. Ona göre gelenek, en basit ifadesiyle traditum anlamına gelir ki, traditum da geçmişten günümüze intikal ettirilen ya da miras bırakılan herhangi bir şeydir. Shils, aktarılan şeyin mahiyetinin belirsizliğine rağmen, gelenek olarak tanımlanan her şeyde bu aktarımın varlığından söz edilmesinin zorunluluğunu dile getirir.131 Shils, zamana dayalı bir zincir olarak

geleneğin benimsenerek intikal ettirilen temalar konusundaki varyasyonlar serisi olduğunu ve zaman içindeki kimi ufak değişikliklere rağmen bir geleneğin özünü koruduğunu ifade eder. Ona göre bir geleneğin oluşması ise en az üç kuşak tarafından benimsenmesi ve aktarılması ile mümkün olur. Shils, her gelenekte bir kuşağın farklı sürelere sahip olduğunu, örneğin çocukların dört yılını geçirdiği bir okuldaki kuşağın dört yıllık bir süreyi kapsadığını belirtir.132

Gelenekselci düşünceye göre de “İlk/Aslî Gelenek” dışında, bu hakikatin yansıması olarak ortaya çıkan kurumsallaşma neticesinde oluşan bir gelenek söz konusudur ve bu da belirli bir zamansallık ifade eder. Geleneğin bu yönünü Frithjof Schuon daha açık bir şekilde ifade eder. Geleneği dinin üstünde bir ilke olarak değerlendiren Schuon, geleneklerin oluşmasını dinin doğuşuna bağlar; bu sebeple her geleneğin kökeninde ortodoksi bir dinin bulunduğunu düşünür. Fakat dinin zuhuru ile hemen gelenek oluşmaz. Din, ilkin ortaya çıktığında insanı Allah’a bağlar; fakat ona gelenek adı verilemez. O dinin tabilerinin üzerinden iki ya da üç kuşak geçtikten sonra din, bir gelenek haline gelir.133 Görüldüğü üzere Schuon, kökenini dine

dayandırdığı geleneğin oluşumunu belirli bir sürekliliğe ve otantik özünün kuşaklar arası aktarımına bağlamaktadır.

Northbourne’e göre de geleneğin temel ayrıcı özelliklerinden ilki, geleneğin, beşeri üretim ve tefekkürün ötesinde, metafizik boyutuyla dinle olan ilişkisi ise, ikincisi de, geleneğin nakil ya da tevarüs etmesi hadisesidir. Ona göre bu tevarüs iki düzlemde gerçekleşmektedir. Bu düzlemin ilki, gelenek zincirinin tarihsel ya da ‘yatay’ yönü, diğeri de sosyal, mekansal yani ‘dikey’ yönü. Northbourne, tarihsel yönü itibariyle gelenek zincirinin gerçek manevi bir miras olduğunu ve bu mirasın

131 Shils, “Gelenek”, s. 110. 132 Shils, a.g.y., s. 112-3.

47

devamlılığının her ferdin bir öncekinden devraldığı inisiyatik fonksiyonlarla muhafaza altına alındığını ifade eder. Northbourne’e göre bütünüyle geleneksel olan bir medeniyette toplumun tüm fonksiyonlarında birçok dışsal formda bir çeşit nakil varolmuştur. Bu nakil, o geleneğin yapısına uygun olarak her fonksiyonun birbiriyle etkili bütünleşmesini temin eder. Bu sayede prensipte kutsal olmayan hiçbir şeyin var olmaması ve manevi mirasın intikal ettirdiği sözlerin gerçek bir anlama kavuşması sağlanmış olur.134 Gelenek zincirinin bu şekildeki nakli, manevi bir mirasın aktarımı

olarak uzamsal ve yataydır.

Northbourne’e göre gelenek zincirinin toplumsal ve dikey yönü ise, tıpkı canlı bir organizmanın çeşitli organlarının karşılıklı olarak birbirleriyle uyum ve dayanışma içinde hareket etmesi gibi, toplumu birleştiren fonksiyonların bir hiyerarşisi olarak düşünülür. Ona göre sıkı kurulmuş bir fonksiyonlar hiyerarşisi, bir medeniyetin birliğinin ve dirliğinin şartıdır; bu hiyerarşi, yüksek olanı aşağı olana, geçmişi de geleceğe bağlayan bir zincir meydana getirir.135

Guénon, her ne kadar geleneğe sistematik yaklaşmanın yanlışlığını ifade etse de ona göre tarihsel süreç içinde gelenek kavramının değişmeyen temel özelliklerinden biri, onun ‘intikal eden’ bir şey olmasıdır. Batıdaki dinsel düşünüşün geleneği salt şifahî intikali kastetmelerine karşın Guénon, kavramın şifahî intikalin dışında yazılı gelenek şeklinde de var olduğunu dile getirir. 136

Oldmeadow da geleneksel düşünürlerin hepsinde ortak olan, geleneğin intikali hususuna dikkat çeker. İlk/Aslî Hakikat anlamının metafizik yönü dışında, geleneğin, zahire bakan bir yönü vardır. Batı dillerinde tradition kelimesinin etimolojik anlamının “nakledilen/aktarılan şey” olduğunu ifade eder. Burada gelenek terimi; şekilsiz ve değişmez bir Hakîkati değil, ilahî bir vahiy aracılığı ile herhangi bir dinî kültürün akîdelerinde, ibadetlerinde, sembollerinde ve diğer tezahürlerinde şekli ifadesini bulmuş “Hakikat”in yansıması olarak kullanılmaktadır. Oldmeadow,

134 Northbourne, Modern Dünyada Din, s. 36. 135 Northbourne, a.g.e., s. 36-7.

48

geleneğin bu intikal eden/ettiren yönünü anlatmak için Northbourne’ün “Kelimenin doğru anlamıyla Gelenek, medeniyeti vahye bağlayan zincirdir.” sözünü aktarır.137

İster sosyolojik yanıyla ister dinî boyutuyla geleneğe yaklaşan bütün düşünürlerin birleştiği, noktanın geleneğin kuşaklar tarafından benimsenmesi ve özü korunan geleneğin bir miras olarak sonraki nesillere aktarılması olduğu görülmektedir. Burada geleneğin tevarüsü ve intikali, zamansal anlamda bir sürekliliği sağlamaktadır. Bu ise, gerek sosyolojik, folklorik gerek dinî anlamıyla her tür geleneğin toplumsal anlamda bir bütünlük hissi oluşturduğu söylenebilir.

1.2. GELENEK VE EDEBİYAT