• Sonuç bulunamadı

2.1. MODERNİTE AÇISINDAN İNSAN

2.1.1. Modern İnsanın Serüveni

2.1.1.1. Batıda Gelenekten Kopuş: Modern Bilimin Oluşumu

Grekler için doğanın düzeni, onun bir akla sahip olmasından; sürekli devinim halinde olması ise, onun bir ruha sahip olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü onların analoji nesnesi insandı. Buna göre insan kendine baktığında, pek çok parçanın, bütünün canlılığını korumak için uyum içinde hareket ettiğini görür. Ayrıca kendini, tüm bu süreci yöneten bilinç olduğu görüşündedir. Dolayısıyla doğa, insan mikro kozmosunun makro kozmosu olarak modellenir.287

On altıncı yüzyıldan itibaren Batı’da bu anlayışı reddeden yeni bir anlayış ortaya çıkmaya başlar: Hümanizm. Buna göre doğa bir akıl ya da ruha sahip değildir. Ondaki düzen ve devinimin kaynağı onun kendisinde değil, onun dışındadır: Tanrı. Buna göre tanrı, evreni bir makine olarak yapmıştır, çalıştırmış ve kenara çekilmiştir. Bu inanışın felsefesini yapan isim Descartes’tır. Descartes, klasik üçlü yapı olan akıl- nefs-beden üçlü ayrımında nefsi ortadan kaldırmış ve esasta iki töz varsaymıştır: Akıl ve beden. Diğer bir değişle akıl ve doğa. Bu ayrım aynı zamanda felsefe-bilim ile teoloji arasında da geçerlidir. Çünkü eğer doğada gerçekleşen olaylara müdahil olmayan bir Tanrı varsa, şu halde yaşamda gerçekleşen herhangi bir olay Tanrı’nın

92

cezası ya da ödülü olmayacak, her şey fiziksel nedenlerce gerçekleşecektir. Dolayısıyla böyle bir Tanrı anlayışının, bilim ile çatışmasının ihtimali de yoktur.288

Yeni metafiziğin en temel tartışma konusu nefsin ortadan kaldırılması ile ortaya çıkar: Akıl, tümüyle mekanik bir karakteri haiz olan ve kendisine yabancı olan bir şeyle nasıl bir ilişkisi kurar? Son tahlilde Descartes gibi Kant, Hume, Hegel gibi filozoflar da aynı cevabı verir: Akıl, doğayı kurar. Tabii ki her filozof için akıl, doğa ve kurmak farklı anlamlara gelir.289

Doğanın düzenliliği, bir rasyonalite-akıl sahibi olmasından değil, Tanrısal akıl tarafından yaratılmasından kaynaklanır. Ama burada Tanrısal akıl, insanın aklıdır. Gerçeği insan aklı aydınlatır. Şu halde, insan aklı, yani “Res Cogitans”, iki temel yetiye sahiptir: irade (aktif) ve istidlal (pasif). İstidlal ile kastedilen, kendini Öklid’in Element’lerinde somutlaştıran rasyonalitedir. “Düşüyorum, o halde varım” diyen akıl yürütmedir. Buna istidlal ya da anlama yetisi de denir ki, bu yeti, duyusal temelli ya da irade temelli (pozitif veya negatif içerikli) kavramları-ideleri özne yüklem ilişkisine sokarak önermeyi; önermeleri de içlem-kaplam, neden-sonuç ilişkilerine sokarak bilgi üreten yetidir.290

Eğer, istidlalin icra-yı faaliyeti kendini Öklid geometrisinde ifşa ediyorsa ve eğer doğayı, nihayetinde akıl kuruyorsa, o halde makine doğanın düzenliliği matematiksel olmalıdır. Dolayısıyla felsefe-bilimin kendisinden hareketle doğaya yaklaşacağı temeller, şeyler değil, olgulardır. Şey, tüm değişimi taşıyan statik-makul yapıdır. Oysa olgular söz konusu olduğunda ortada, her şeyin kendisine yüklendiği bir töz yoktur, sürekli değişen parametreler vardır. Fonksiyon, yani bilimsel formülasyon, bu değişkenler arasındaki ilişkinin adıdır.291

Matematiksel olmayan doğal var olanlar, Galileo’nun, Descartes’ın birincil ve ikincil nitelikler ayrımında olduğu gibi, gerçek (alethes) değildir. Gerçek değildir

288 Alexandre Koyre, Bilim Tarihi Yazıları 1, Çev. Kurtuluş Dinçer, TÜBİTAK Yayınları, Ankara 2000, s. 151-154; Collingwood, a.g.e., s. 14-16, 111-154.

289 Eduard Jan Dijksterhuis, The Mechanization of the World Picture: Pythagoras to Newton, tr. C. Dikshoorn, New Jersey, Princeton University Press, 1986, s. 312

290 Gary Hatfield, "René Descartes", The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2016 Edition), Edward N. Zalta (ed.), (Çevrimiçi)

https://plato.stanford.edu/archives/sum2016/entries/descartes/, 16.06.2017.

291 Engin Koca, Hareketin Nicelleşmesi: Yeni Doğa Felsefesinin Yükselişi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2017, s. 188-210.

93

demek, yoktur demek değildir. Vardırlar ama insanı aldatırlar. Gerçek olan matematikseldir. Bir olgu, matematikselleştirilebildiği nispette gerçektir.292

“Bugün modern bilim, olgulardan hareket etmekte ve nesneler

hakkındaki bilgileri deneysel olarak kanıtlamaya çalışmayı amaçlamakta; bunun için de, araştırma konusu yaptığı olguları öncelikle ölçüm ve hesaplamaya tabi tutmakta, bunlar hakkındaki bilimsel bilgiyi sayılarla ifadeye gayret etmektedir.”293

Demirci’nin Guénon’a da dayanarak ifade ettiği gibi, modern matematiğin geleneksel matematikten temel farkı, sayılar alanındaki geçerli yasalardan aksiyomatik çıkarımların yapılmış olmasıdır. Bu şekilde, zaman ve mekana taalluk eden her şey, matematiksel olarak ifade edilmeye başlanmış ve ölçülebilir her varlık ya da ilişki, sayıya dönüştürülmüştür.294

Sezai Karakoç, Batı uygarlığının bu temel anlayışını fark etmiş ve eleştirilerini bu bakış açısına göre yapan nadir düşünür/şairlerdendir. İlerideki bölümlerde ele alınacağı üzere, modern Batı uygarlığının tahakkümü karşısında bir tezle ortaya çıkan Karakoç, modern bilimin bu niceliksel kimliği ve bundan dolayı ortaya çıkan yeni düzen ve insan anlayışına esaslı eleştiriler getirir. Bilhassa Taha’nın Kitabı’nda bu sürecin ortaya çıkardığı temel sorunlar ve insanın bu süreçteki çelişkileri üzerinde durulur.

2.1.1.2. Modern Bilimin İnsan Algısı: “Man-Michine”

Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefeleri genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlemesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel/felsefi başlatıcısı olmuştur. Bu yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız Devrimi (1789) ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.

292 Collingwood, a.g.e., 68-94

293 M. Fatih Demirci, “İbn Sînâ’da Nicelikler Ve Sayı”, dergİabant (AİBÜ İlahiyat Fakültesi

Dergisi), C. 3, y. 3, S. 6, Güz 2015, s. 21.

94

Din ya da Tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Geniş ve genel anlamıyla aydınlanma, ortaçağ'da hüküm süren dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkması ve temellendirilmesi olarak belirtilir. Bu yüzyıl yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir. Böylece ilerleme ideali, insanın geleneğin köleliğinden kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda gelişeceği düşüncesine dayandırılır.

18. yüzyılda en genel çerçevesini almış, Avrupa merkezli yeni bir felsefi anlayış olan Aydınlanma, temelde Tanrı düşüncesine göre şekillenmiş varlık ve doğa anlayışı yerine akıl üzerine kurulan yeni bir sistemdir. Avrupa’da Rönesans ve Reformasyon süreciyle ortaya çıkan bu düşünce, herhangi bir dış/aşkın yasa olmaksızın insan aklının doğayı ve toplumsal düzeni anlayıp şekillendirebileceği, bu konuda insanın bir yetkinliğe sahip olduğu aksiyomuna dayanır. Tanrı düşüncesine göre şekillenmiş bir dünya yerine, yeni bir dünya düzeninin savunulduğu bu anlayışa göre rasyonalite ve bilim, insanı daha önceki bütün bağlarından koparacak ve insana özgürlüğün yolunu açacaktır. Bu yeni entelektüel kültüre göre şekillenen insanlık, bilimin öncülüğünde sonsuz bir gelişme ve refah içine girerek insanlığa muhtaç olduğu mutluluğu getirecektir. Aydınlanma düşüncesinin asıl hedefi, dinin şekillendirdiği sosyal hayata ve doğaya ait temel kabulleri reddetmek ve bunun yerine aklın eleştirel ilkelerini koymaktır.

“Aydınlanma felsefesinin dayandığı ilkeler, yalnızca burjuvaziye değil, bütün insanları kapsayan, eski düzenden yana olanlara karşı (asiller, rahipler) bütün insanların mutluluğunu amaç edinmiş görünen ilkelerdir. “Hürriyet”, “ilerleme”, “insan değeri” gibi kavramlar, bütün insanlığı hedef tutmaktadır. İnsanın özü gereği bir değer olduğu, burjuva felsefesinin temel ilkesidir.”295

Kant, o güne kadar aklını başka yasalardan dolayı kullanmamış ve bu yüzden bir akli vesayet içinde olduğunu ileri sürdüğü insanın, aydınlanma ile ergenlikten çıktığı düşüncesindedir. Ona göre aydınlanma, insanın aklını kullanma cesaretini göstererek özgürleşmesi anlamına gelmektedir:

95

“Aydınlanma, insanın bizzat kendisinin neden olduğu erginsizlikten kurtuluşudur. İşaret edilen bu erginsizlik başkasının kılavuzluğu olmadan kendi zekasını kullanma yeteneksizliğidir. Eğer bunun nedeni, insan kavrayışının yetersizliği değil de, başkasının kılavuzluğu yerine kendi zekâsına dayanmak için gereken sebat ve cesaret eksikliğiyse, bu insanın kendi suçudur. Bu yüzden Aydınlanmanın şiarı ‘Sapere aude! Kendi zekânı kullanmaya cesaret et!’ olmalıdır.”296

Nikolas Kopernik’in "De revolutionibus orbium coelestium" (Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine) adlı eseriyle, Dünyanın kendi çevresinde ve Güneş çevresindeki hareketlerini ortaya çıkarması; Kepler’in gezegenlerin hareket kanunlarını bulması; Galileo’nun, Kopernik’in teorisini ilerletmesi ve dinamiğin ilk kanunu olan nesnelerin düşüşü kanununu hesaplaması; Newton’ın yerçekimi kanununu ortaya koyması gibi buluşlar, kozmoloji ile başlayan ve doğa yasalarının keşfi ile devam eden büyük çaplı bir değişimi beraberinde getirmiş ve o güne kadar göksel bir aşkınlıkla değerlendirilen birtakım gerçekler, insan aklının algılayabileceği, ölçülebilir birer unsura dönüşmüşlerdir.

Fizik alandaki bu gelişmelerin felsefi başlatıcısı, hiç şüphesiz Descartes’tır. Descaretes’ın, doğayı insandan bağımsız bir mekanizma olarak tasarımlaması ve aklın konusu yapması, büyük bir bakış farkılığına sebep olmuştur.

“Önceki felsefeler doğayı organik, açıdan görmüşlerdi. Descartes ise organik olguları bile mekaniksel bir biçimde görecek kadar işi tersine çevirdi. Onun evreninde insan, hem ruh hem de bedene sahip bir canlı olarak, tek örnekti. Bununla birlikte insanda bile ruh, yaşamın merkezi olarak düşünülüyor ve bütün organik etkinlikler tümüyle mekaniksel yollarla çıklanıyordu. Kalp bir çaydanlık olmuştu: Isısı Descartes'a göre mekaniksel bir süreç olan mayalanma ısısına benziyordu ve damarlardan kalbin içine pompolanan kan, damarları kaynatıp genişleterek buhar basıncıyla geri itiyordu. Akılcı bir ruhtan yoksun olan öteki hayvanlar ise, karmaşık makinalardan başka birşey değillerdi.”297

Erekselliği bilimden dışlayan temel anlayış, modern bilimin çıkış noktasını oluşturur. Bilim artık ereksellikle değil, nedensellikle ilgileniyordu ve aşkınsal bir anlayışı ifade eden “niçin”leri bir kenara bırakmış, “nasıl”larla uğraşmaya

296 Lucien Goldmann, Aydınlanma Felsefesi, Çev. Emre Arslan, Doruk Yayınları, Ankara, 1999, s. 15-6

297 Richard S. Westfall, Modern Bilimin Oluşumu, Çev. İsmail Hakkı Duru, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 1995, s. 44

96

başlamıştır.298 Bu düşünce, doğanın bir mekanizma olarak düşünülmesinin de

temelini oluşturur.

“[M]ekanikçi felsefe tek tek görüngülerin nedenselliği ile ilgileniyordu. Hiç değilse Descartesçılar kendilerini, doğanın insan aklı için tam olarak anlaşılabilir olduğu önermesine adamışlardı. Aslında mekanikçilerin hepsi de doğa felsefesindeki her bir belirsizliği ortadan kaldırmaya ve görüngüleri oluşturan görünmeyen mekanizmalar ile günlük yaşamdaki mekanizmaların tamamıyla benzer olduğunu göstermeye uğraşıyorlardı.”299

Descartes’le başlayan doğanın bilgisinin matematikselliği daha sonraki yıllarda daha ileri götürülerek insanın da aslında bir makina olduğu şekline evrilecektir. Geleneksel dünya algısında “akıl-nefs-beden” üçlüsü ile ifade edilen insan varlığı, Descartes’ın düalist felsefesinde değiştirilerek “nefs” yani ruh, varlığın bir özelliği olmaktan çıkarılacak ve bu da bütün varlıklar gibi insanın da matematiksel verilere dayanılarak açıklanabilen bir makina olduğu modern kabulünü doğuracaktır.300

2.1.2. Sezai Karakoç’un Modern Bilim ve Modern İnsana