• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nde Resmî Ulaşım ve Haberleşmenin Tarihsel Seyri

1.2. MENZİLHÂNELERİN ORTAYA ÇIKIŞI

1.2.1. Osmanlı Devleti’nde Resmî Ulaşım ve Haberleşmenin Tarihsel Seyri

Gerek devrin kaynaklarında, gerekse günümüzde yapılmış araştırma ve incelemelerde devletin kuruluşundan, ana yollar üzerinde bulunan yerleşimlerde devlet adına menzil beygirlerinin beslenmeye başladığı Lütfi Paşa’nın sadaretine (1539-1541) değin, Osmanlı Devleti’nde resmî ulaşım ve haberleşmenin nasıl temin edildiğini net olarak ifade etmeye yarayacak bilgiler mevcut değildir. Fakat bir takım veriler, bu süreçte haberleşmenin nasıl sağlandığı hususunu, bir nebze de olsa, aydınlatacak düzeydedir. Bu başlık altında söz konusu veriler kullanılmak suretiyle, Osmanlı Devleti’nde resmî haberleşme ve ulaşımın tarihsel seyri takip edilmeye çalışılacaktır.

Osmanlılarda, devletin kuruluşundan Lütfi Paşa’nın sadaretine kadar, merkez ile taşra arasındaki irtibatın ulak hükmü adı verilen bir yöntem çerçevesinde sağlandığı genel olarak kabul görmüştür56. Ulak hükmü, elinde bulunan kişiye, devletin âcil ve mühim işlerinin aksamaması adına, gerektiği hallerde ülkenin herhangi bir yerinde ve dilediği kişilerin atlarına el koyabilme hakkını tanıyan padişah fermânlarının genel adıdır57. Buna benzer bir sistemin Moğollar tarafından da bir dönem kullanıldığı bilinmekte olup, ulak hükmünün de bahsedilen sistemden etkilenmek suretiyle geliştirildiği kabul edilmektedir58.

Eldeki sınırlı bilgilerle ulak hükmünün ortaya çıkışına ve geliştirilmesi esnasında işleyen süreçte ne gibi yeniliklerin yapıldığına dair şimdilik net bir şeyler söylemek mümkün gözükmemektedir. Fakat devletin kuruluş döneminde, ülke topraklarının henüz genişlemeye başlamasından önce, resmî bir gaye için gönderilen görevlilerin gidecekleri yere/yerlere kendi atı/atlarıyla gidip-gelmiş olmalarının mümkün olduğu düşünülmektedir59.

56 Halaçoğlu, Menziller, s.43.

57 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul 1993, s.543. 58 Lütfî Paşa, Tarih, s.373; Şentürk, “ Haberleşme”, s.447; Spulder, İran Moğolları, s.458-465. 59 1530 tarihli Kanunnâme’deki ifadeler, “…Umûr-ı saltananatdan bir gâyet mühim maslahat vâki’

olursa ki gönderilen çavuş kendi atıyla erişmek mümkün olmayub zarûret olsaki te’hîri ile fesâd

lâzım ola ol vakit ulak gönderile…” geçmişte bu türden bir temayülün olabileceğini işaret

Yapılan fetihlerle bağlantılı olarak ülke topraklarının genişlemeye başlamasıyla birlikte uzun mesafeli yolculuk yapacak görevlilere; atların bakımlarını yapmak ve atları dinlendirmek gibi hususlarla vakit kaybetmemeleri için, ihtiyaç duydukları yerlerde dinlenik atlar tedarik edebilmeleri amacına yönelik olarak ulak hükümlerinin verilmeye başlanıldığı tahmin edilmektedir. Ulak hükmünün birçok mahzurları olmakla birlikte, devletin bekası ve umumun faydası için, takriben XVI. yüzyılın ilk yarısının sonlarına değin, özellikle kıymetli evrakların yerlerine ulaştırılması hususunda sıklıkla uygulanan bir yöntem olduğu anlaşılmaktadır60.

Bilinen en eski tarihli ulak hükmü 30 Şa’ban 887 / 15 Ekim 1482 tarihli olup, II. Bâyezid tarafından verilmiştir. Bu hükümde “...kulum bir mühim maslahat

gönderdim ve buyurdum ki, emr ettiğim yere varup gelince mezkûr kuluma yolda ve âyende hâcet olduğu bilâda menzil be menzil bir ulak vireler özr ü bahâne etmeyeler…”61 denilerek, mühim bir iş için gönderilen kişiye ihtiyaç duyduğu her menzilde bir ulak (beygir) verilmesi için, padişah tarafından eline bu ahkâmın verilmesinin uygun görüldüğü ifade edilmiştir. Diğer bir ulak hükmü ise yine II. Bâyezid tarafından verilmiş olup, Evâil-i Muharrem 903 / 30 Ağustos- 8 Eylül 1497 tarihlidir. Söz konusu hükmün bulunduğu fermânda “…kulum İlyas vilâyet-i

Karaman’a mühim maslahat içün gönderip buyurdum ki; mezkûr kulum emr olunan mahalle varınca ve gerü dergâh-ı muallâma gelince yolda ve izde, menâzilde ve merâhilde ulak sâhibi olan yerlerde mezkûra bir ulak viresiniz…”62 şeklinde geçen ifadeler, ulak hükmünün ne suretle verildiğini izah etmektedir.

Yaklaşık 15 yıl arayla verilen bu hükümlerin, ana hatları aynı olmakla birlikte,

60 Gelibolulu Mustafa Âli, ulak hükmünün verilme sebeplerini şu şekilde özetlemektedir: “Biri dahi ulak husûsudur ki, Selâtîn-i pîşîn ve havâkîn-i mütekaddimînin ulağa ruhsatları bir beliyye-i ‘amme ve zarûret-i tâmme def’î için idi ki, farazâ isti’câl ü müsâre’at olunmamakla umûr-ı dîn ü devlet halel-pezîr olmak lâzım gelirdi. Ve terâhî ihtiyâr olunduğu takdîrce, fi’t-te’hîri âfâtün, mûcebince mühimmât-ı mülk ü millete, ‘iyâzen bi’llâh, naks u şeyn ‘ârız olmak görünürdü.

Ana binâ’en def’ine müsâre’at ve ebnâ-i sebîlin bâr-gîri alınmağa ruhsat buyrulmuşdu…”. Çerçi,

“Ulak Organizasyonu”, s.208.

61 Tam metin için bkz. Halaçoğlu, Menziller, s.183 62 Tam metin için bkz. Halaçoğlu, Menziller, s.184.

içerik açısından bir takım farklılıkları bulunmaktadır. Bu farlılıklar ilk hükümde geçen “…mezkûr kuluma yolda ve âyende hâcet olduğu bilâda menzil be menzil bir

ulak vireler...” şeklindeki ifade ile ikinci hükümde geçen “…mezkûr kulum emr

olunan mahalle varınca ve gerü dergâh-ı muallâma gelince yolda ve izde, menâzilde ve merâhilde ulak sahibi olan yerlerde mezkûra bir ulak viresiniz…”şeklindeki ibarenin kıyaslanmaları neticesinde belirgin bir biçimde anlaşılmaktadır. Buna göre ilk hükümden ulağın ihtiyaç duyduğu herhangi bir yerde beygir alabileceği anlaşılmaktayken, ikinci hükümden yalnızca ulak sahibi olan yerlerden beygir alabileceği anlaşılmaktadır. Bu husus çok tartışılacak bir mevzu olmakla birlikte, 1482-1497 yılları arasındaki 15 yıllık süreçte, devlet görevlilerine verilmek üzere bazı noktalarda beygir beslenmesine yönelik altyapının şekillendirilmeye başlanıldığı şeklinde de yorumlanabilir. Nitekim Yavuz Sultan Selim Dönemi’ne ait Menteşe Sancağı Adâletnâmesi’nde avarız vergisinden muaf kaydedilen geri hizmet erbabı arasında “…ulak besleyenler…” şeklinde tanımlanan bir zümre zikredilmektedir. Bunun yanında Niş Sancağı kanunlarında da avarız vergisinden muaf olmak suretiyle “…ulak bârgirin besleyenler…” olarak zikredilen reayanın varlığı anlaşılmaktadır63.

Elinde ulak hükmü olan görevliler, geçtikleri mahallerde kendilerinin veya bineklerinin ihtiyaçlarını her kim olursa olsun talep etmek, istedikleri atlara ücretsiz olarak devlet adına el koymak ve istedikleri yerlerde gecelemek gibi imtiyazlara sahiptiler64. Ancak zamanla bazı mahsurlarının olduğunun anlaşılması üzerine, en azından muhtelif hizmetler sunan geri hizmet erbabından beygir alınması yasaklanmıştır. Mesela; madenci ve kömürcü olan reayanın çalışmalarının yavaşlaması sebebiyle, binek ve nakliye hayvanlarına ulaklar tarafından el konulması kesin suretle yasaklanmıştır65. Yine yabancı elçilere devlet tarafından tahsis edilen ya da elçilerin kendi mülkleri olan bineklerin de ulaklar tarafından alınması yasaklanmıştır66.

63 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, C.III, İstanbul 1991, s.186, 450. 64 Şentürk, “Haberleşme”, s.448.

65 Antonov, “Menzil Sistemi”, s.929.

66 Bu hükümlerden birisi Evâil-i Zi’l-hicce 898 / 13-22 Eylül 1493 tarihinde Rumeli tarafından

İstanbul’a gelecek olan Dubrovnik elçilerinin İstanbul’a sağ-salim intikallerinin sağlanması için gönderilmiştir. Söz konusu hükümde, elçilere ait hayvanlarının ulaklara aldırılmaması da, kesin bir dille emredilmektedir. Belirtilen hükmün tam metni için bkz. Halaçoğlu, Menziller, s.183.

Ulak hükmüyle reayaya zarar verilmesinin önüne geçmek için alınan diğer bir önlem ise, sahte hükümler düzenleyen veya ulak olduklarını iddia eden şahısların faaliyetlerinin engellenmesidir. Nitekim bazı kişilerin, ellerinde hüküm bulunduğunu iddia etmek suretiyle, ulaklar için beslenen beygirleri kendi özel işlerinde kullandıkları tespit edilmiştir. Bunun önünün alınması için söz konusu kişilere fırsat verilmeyerek, takip edilmeleri ve yakalandıkları yerlerde cezalandırılmaları hususunda taşra yöneticilerine talimat ve yetki verildiği görülmektedir67.

Ulak hükmü vasıtasıyla sağlanan resmî ulaşım ve haberleşme, ahaliye zülm sebebi olmakta ve buna bağlı olarak da devlet merkezini sıkıntıya sokmaktaydı. Yapılan fetihlere bağlı olarak ülke topraklarının genişlemesiyle birlikte artan ulak trafiğine paralel olarak, halkın ve taşra yöneticilerinin şikâyetleri de artmaya başlamıştır. Ulakların ülke içindeki uygunsuz tutumları o dereceye gelmiştir ki; söz konusu husus devrinin resmî belgelerinde bile ulak zulmü olarak telaffuz edilmeye başlanılmıştır68. Ulak zulmüne halkın neredeyse tamamı maruz kalmakla birlikte, bu durumdan en çok etkilenenler şüphesiz ana yollar üzerinde veya bu yolların yakınlarında yaşayan ahali olmuştur69.

Osmanlı Devleti’nde resmî ulaşım ve haberleşme ile ilgili bilinen en erken tarihli kanunnâme 936 / 1529-1530 yılına aittir. Lütfi Paşa’nın kendi ifadesiyle kurmuş olduğunu belirttiği menzil teşkilâtının hazırlık safhası, bu kanunnâmede açıkça görülmektedir. Ulakların ahali üzerindeki rahatsızlık veren hareketlerinin artması üzerine yayınlanmış olan kanunnâme, yayınlandığı dönemdeki resmî ulaşım ve haberleşmenin nasıl yürütüldüğüne dair de bir takım ipuçları vermektedir. Söz konusu belgede sistemli bir teşkilâtın varlığından bahsedilmemektedir. Zikredilen ifadelerden âcil ve önemli hususlar için gönderilen ulakların, yine eskiden olduğu gibi, beygir alma ayrıcalıklarının devam edeceği anlaşılmaktadır. Ancak ulaklar rastgele yerlerde ve diledikleri kişilerin beygirlerini alamayacaklardır. Bunun yerine kadılara müracaat etmek suretiyle, onların nezaretinde ve öngördükleri kişilerden olmak üzere yalnızca ihtiyaçları olan miktarda beygir alabileceklerdir. Ayrıca

67 Akgündüz, Kanunnâmeler, (Kanuni Devri Kanunnâmeleri II. Kısım), C. VI, s.230. 68 Kanunnâme, s.127a; Lütfî Paşa, Tarih, s.379; Lütfî Paşa, Asâfnâme, İstanbul 1326, s.10-11. 69 Şentürk,“Haberleşme”, s.448.

beygirlerin sahiplerine iade edilebilmesi için memleket hâkimi, kadı, köy imamı ve benzeri görevliler veya güvenilir kişilere emanet edilmesi (ısmarlamaları) gerekmektedir. Bununla ilgili olarak ulakların beygir sahiplerine verilmek üzere, kimden kaç beygir aldıklarını gösterir bir temessük veya başka bir evrak düzenleyip- düzenlemedikleri bilinmemektedir. Ayrıca o dönemin sicillerinde de bu hususların kaydedilmiş olduğuna dair bilgiler bulunmamaktadır. Muhtemelen devrin bürokratları, pratik bir uygulama olması açısıdan, bu hususun karşılıklı güven esasına göre çözümlenmesini uygun görmüş olmalıdırlar.

Beygirlerin sahiplerine teslim edilmesi yönündeki düzenlemenin yanında, ulak yoğunluğunu azaltmak için taşra yöneticilerinin elzem olmayan hususlarda ulak göndermeleri engellenilmeye çalışılmıştır. Bunun için âcil olmayan ve önemsiz hususları arzetmek için gelen ulakların cezalandırılacağı, gönderenlerin de bu durumdan mes’ul tutulacağı yönünde bir hüküm bulunmaktadır. Ayrıca mes’ul olan kişilerin yanlış anladıklarını mazeret göstermelerinin önüne geçmek için de söz konusu kanunnâmede ulak hükmünün hangi şartlarda, kimler tarafından verilebileceği ve kimlerin ulak olarak gönderileceği açık olarak belirtilmiştir70.

Önceleri ulak hükmü yalnız padişah tarafından verilmekteyken, zamanla vezirler ve defterdârlar da bir şekilde bu imtiyaza kavuşmuşlardır. Ardından beylerbeyiler, sancakbeyleri, kadılar hatta subaşılar bile ulak hükmü vermeye başlamışlardır71. Bu suretle ortaya ülkenin dört bir tarafında her an reayanın atına el

70“…Umûr-ı saltanatdan bir gâyet mühim maslahat vâki’ olursa ki gönderilen çavuş kendi atıyla

erişmek mümkün olmayub zarûret olsaki te’hîri ile fesâd lâzım ola ol vakit ulak gönderile... Rumelide ve Anadoluda ve Karaman ve Zülkadirlüde ve Rodosda ve Akdeniz yalılarında vâki’ olan beylerbeyilere ve sancakbeylerine ve kadılara alâ vechi’l-umûm ne dergâh-ı mu’allâya ve ne memleket içinde birbirine külliyen ulak yürütmek cerâimin azâmı ola meğerki beylerbeyiliklerinde ve sancaklarında erbâb-ı fitne vü fesaddan kimesne baş kaldırub veyahud deryâdan küffâr-ı hâksâr gemileri ve karadan düşman askerî zâhir ve muhakkak olub memâlik-i mahrûseye zararü gezende kasd eyleyeler veyahud kâfiristan krallarından elçiler vârid olub ve mühim haberler gelüp te’hiri ile fesâd lâzım gelüb vâcibü’l-arz ola veyahud deryâda donanma-yı hümâyun olub muaccelen dergâh-ı mu’allâya i’lâmı lâzım olur husus ola ol vakit ulak gündereler ammâ gönderdikleri ulak çok olmayub gayet ile mühim olduğu yerde iki neferden ziyâde olmaya bunlardan ma’adâ vâki’ olan mesâlih içün her kim dergâh-ı mu’allâya asla ulak göndermeyeler ve sancaklarında ulak

yürütmeyeler…” ifadelerinden de rahatlıkla anlaşıldığı üzere “ulak hükmü”nün hangi şartlarda

verileceği hükme bağlanmıştır. Bu ifadeler ve devamı için bkz. Kanunnâme, nr. 1970, 127a-127b- 128a-128b; Kanunnâme’nin tam metni için bkz. Akgündüz, Kanunnâmeler, (Kanunî Devri Kanunnâmeleri, I. Kısım), C. IV, s.681-683; Halaçoğlu, Menziller, Ek-IV, s.207-210.

71 “… ve dahî vakt olur yine kapudan bazı kimesnelere ulak hükmün virirlerdi bir at kendisi içün ve dört beş at hidmetkârları içün ve bir at dahî kılağuz içün vakit olurdu bazı hususlara beş altı kişiye ulak hükmün verirlerdi… taşralarda dahî beylerbeyiler ve sancakbeyleri ve kadıları ve subaşılar

koymaya hazır çok sayıda ulağın yolculuk yaptığı bir manzara çıkmıştır72. Ulaklara tanınan bu geniş yetkiler ve sağlanan imkânlar, çoğu zaman ulakların keyfi hareketlerine ve suiistimallerine sebep olmuştur.

Yukarıda özetlenen kanunnâmenin yayınlanmasının da ulakların ülke içinde halka verdiği zararları engelleyememesi üzerine, yaklaşık 10 yıl sonra, Kanûnî Sultan Süleyman, sadrazamlarından Lütfî Paşa’yı (sadâreti 1539-1541) bu meselenin halli için görevlendirmiştir. Bu vesile ile Lütfî Paşa halka büyük sıkıntı kaynağı olan ulak hükmü ile haberleşme usulüne son vermiştir. Ulak hükmünü kaldıran Lütfî Paşa ana yollar üzerinde, bir takım menzilci ahalinin devlet adına menzil beygirleri besleyecekleri bir sistem geliştirmiştir. Bu suretle, her ne kadar kurumsallaşma gerçekleştirilemese de, resmî haberleşme ve devlet görevlilerinin ulaşımları açısından bir geri hizmet erbabının meydana getirildiği anlaşılmaktadır73. Lütfî Paşa Asafnâme adlı eserinde “…sadâretim zamanında menzil bârgîrleri bazı köşelerde

vaz’ ettim...” şeklinde74 tanımladığı yöntemle, devlet görevlilerinin rastgele yerlerde ve istedikleri kişilerden beygir almasını engellemeye çalışmıştır.

Lütfî Paşa’nın kurmuş olduğu sistem, 1691 ve 1696 yıllarında yapılan düzenlemelerle şekillenen, menzilhânelerin ilk nüvesini oluşturmaktadır. Kendi tarihinde bilgi vermemiş olmasına rağmen75, Lütfî Paşa’nın kurduğu sistemin nasıl işlediği hususunda daha sonraki tarihlere ait belgelerden bir fikir edinmek mümkündür. Mesela konuyla ilgili olarak 18 Eylül 1593 tarihinde Adana hâkimine ve kadısına, Adana ve Misis menzilleriyle ilgili bir hüküm gönderildiği tespit edilmiştir. Bu hükümden anlaşıldığına göre, bir kısım ahali menzilci statüsüyle

kapudan hüküm almak hacet değil her biri kendü mekûblarıyla ulak yürüdürlerdi…”, bkz. Lütfî

Paşa, Tarih, s.378-379.

72 “ …atları zebûn olduğu yerde darben ve kahren bir âher kimesnenin atın alub giderlerdi ve bu ulaklar ekser ehl-i ilm tâifesine ayrışub atlarını yolda ve izde alub ve kadı olanların ahurlarına

girüb atların alub binüb giderlerdi…”, Lütfî Paşa, Tarih, s.379.

73 Lütfî Paşa, Tarih, s.374. Lütfî Paşa, Asâfnâme, İstanbul 1326, s.11; Uluçay, Saruhan’da Eşkiyalık,

İstanbul 1955, s.34-35. Lütfî Paşa’nın Osmanlı ülkesinde haberleşme işlerine nizam verdiği tarihten bir müddet sonra İngiltere’de de I Elizabeth tarafından haberleşme açısından bir takım düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Ayrıntıları için bkz. Mark Brayshay, “Royal post-horse routes in England and Wales: the evolution of the network in the later-sixteenth and early- seventeenth century”, Journal of Historical Geography, 17, 1991, s.373-374.

74 Lütfî Paşa, Âsafnâme, s.11. 75 Lütfî Paşa, Tarih, s.374.

avarız ve bedel-i nuzül vergilerinin muafiyeti karşılığında devlet adına beygir beslemektedir. Uygulama menzilci olan ahalinin her yirmi hânesinin bir beygir beslemesi şeklinde gerçekleşmektedir. Ayrıca menzilcilik tıpkı reaya statüsünde olduğu gibi babadan oğula geçmekte olup, menzilcilerin organizasyonlarından da bölge kadıları sorumlu tutulmuştur. 1593 tarihli hükümden de anlaşılacağı üzere Lütfî Paşa’nın geliştirdiği yöntemin aslı, ana yollar üzerinde belirlenen menzil noktalarında geri hizmet erbabı olan menzilci ahalinin bir takım muafiyetler karşılığında beygir beslemesine dayanmaktadır.

Lütfî Paşa ulak hükmünü kaldırdığını belirtmiş olmasına rağmen, 1565-66 yıllarında Anadolu’dan geçen Portekizli bir seyyah Halep yolu üzerinden Urfa’ya gitmekte iken bir ulak kafilesinin önlerini kesip, ellerinde bulanan atlardan üç tanesine el koyduklarını belirtmektedir. Ayrıca söz konusu seyyah bu ifadelerine, başlarına gelen durumun Osmanlılarda zaten bir kanun veya gelenek (âdet) olduğunu da ilave etmektedir76. Her ne kadar ulakların Portekizli seyyahın atına el koydukları yol üzerinde 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar menzilhâne kurulmamış olsa da, seyyahın bunun bir âdet olduğunu belirtmesi ilginçtir77. Yine Roma-Cermen İmparatorluğu’nun İstanbul’a gönderdiği elçinin maiyetinde bulunan Salomon Schweigger, yolculuk yaptığı dönemde (1578-1581 yılları arasında) Osmanlı topraklarında belirli aralıklarla yerleştirilmiş posta merkezleri olmadığı için ulakların her nerede uygun at görürlerse aldıklarını belirtmektedir. Ayrıca at sahiplerinin hayvanlarını geri alabilmek için muhakkak suretle ulakları takip etmelerinin gerektiğini ifade etmektedir78. Ancak seyyahların yukarıdaki ifadelerinden hareketle, Osmanlı topraklarında haberleşme işlerinin tamamen başıboş bırakıldığı şeklinde bir sonuç çıkartılmamalıdır. Çünkü söz konusu dönemleri kapsayan zaman zarfında gönderilen hükümlerde, ulaklara ait binekleri ihtiyaç duydukları bineklerin yol

76 Salih Özbaran, İran, Türkiye, Irak, Suriye ve Mısır Yollarında Portekizli Seyyahlar, İstanbul 2007,

s.76.

77 Ulak hükmü aslında 19. yüzyıla kadar devam etmiş görünmektedir. Ancak daha önce ulaklar

herhangi bir ücret ödemeden beygir almaktayken, 1690 yılında yapılan reformla ulaklar menzil olmayan yerlerden yine ulak alabilmekte ancak kazâ ahalisine ücret ödemekteydiler. Bununla ilgili hüküm için bkz. Halaçoğlu, Menziller, s.16,187; BOA, MAD. 9920, s.77/2, (20 Cemaziye’l-Âhir 1142 / 10 Ocak 1730).

78 Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, (Yay. Haz. Heidi Stein), (Çev. S.

üzerlerinde bulunan taşra yöneticilerinin marifetiyle tedarik edileceği belirtilmektedir79. Bu suretle reayanın tedirgin edilmemesini amaçlayan merkezî yönetim, ulaklık iddiasıyla reayayı kandırmak suretiyle, haksız yere beygir alanların takibini yapmakta ve küreğe mahkûm etmek gibi caydırıcı olabilecek türden ağır cezalar tatbik etmekteydi80. Yine tüccar ve yolcuların mağdur olmaması için, hanlarda konaklayan tüccar ile sair yolcuların hayvanlarının ulaklar tarafından alınmaması hususunda da taşra yöneticilerine sık sık uyarı gönderilmekteydi81. Ancak incelenen döneme ait kanunnâmelerden, alınan tüm önlemlere rağmen, ulakların yol üzerinde bulunan reayaya bıkkınlık verdikleri ve bunlardan bir kısmının da bulundukları bölgeleri terk etmelerine neden oldukları anlaşılmaktadır82.

Belgelerde ne zaman ve ne şekilde geliştiği tam takip edilememekle birlikte, XVII. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru, menzil hizmetlerinin kazâ ahalilerine deruhte edilmeye başlanıldığı anlaşılmaktadır83. Bu bağlamda, daha önce menzilci olarak bilinen reaya da yeni statüleriyle bağlantılı bir şekilde artık menzilkeş ve menzilciyân adıyla zikredilmeğe başlanılmıştır. Bu süreç sonunda söz konusu reayanın sorumlulukları da yalnızca menzil beygirlerinin masraflarının finanse

79 Bununla ilgili hüküm şu şekildedir: “Südde-i saadetimden Kırım Hanı Gazi Giray Hana varınca yol üzerinde vaki olan sancakbeylerine ve kadılara ve azep ağalarına ve dizdarlara ve iskele eminlerine hüküm ki; Hala din ve devlet ve namus-ı saltanatıma müteallik bir mühim için dergâh-ı muallâ kapucularından mehmed ve ali dörder nefer yoldaşlarıyla ve tayin-i müddet ile müşarinileyh han-ı damet maaliyeye irsal olunmuşlardır her kangınızın taht-ı liva ve kazasına ve kala ve iskelesine uğrarlar ise bir an ve bir saat tehir etmeyüb yarar ve tuvana olan beygirleriyle mi olur yüğrük koçi arabalarıyla mı olur yahud gemi ile mi olur her mahalde ve menzilde ne tarikle mümkün ve müyesser ise mezburları bervechi musaraat müşarünileyh hana ulaştırmak ve emin ve selamet ve süratle varup gelmelerine ilhtimam edilmesi avk ve tehir ve ihmalin siyasetle

cezalandırılmaya mucip …”. BOA, Mühimme (MD.) 73, s.356/780, (6 Muharrem 1004/ 11 Eylül

1595)

80 BOA, MD. 10, s.320/ 517, (H. 978/ M. 1570-71).

81 Gence beylerbeyisine gönderilen hüküm ile Genceye gelen tüccar ve misafirlerin handa duran

hayvanlarını ulak için aldırmayub, başka yerden beygir tedarik edilmesi emredilmiştir. MD. 70, s.51/108, (16 Cemâziye’l-âhir 1001 / 20 Mart 1593); Beçin kadısına: Milas kasabasında hanlara inen yolcuların ulaklar tarafından beygirleri alınmaması ve menzil olmayan yerlerde halktan beygirler tedarik olunup, yolcuların beygirlerine dokunulmaması emri hilafına vaki müdahalenin meni hakkında bkz. MD. 69, hüküm 81, (28 Muharrem 1001 / 4 Kasım 1592).

82 Akgündüz, Kanunnâmeler, (Kanunî Devri Kanunnâmeleri II. Kısım), C. VI, s.409.

83 Nitekim 1 Receb 1058/ 22 Temmuz 1648 tarihli hükümden anlaşıldığına göre: menzilci reaya olan

Derkos Kazâsı ahalileri, ulakların yoğunluklarından, taleplerinden ve tavırlarından huzurları kaçmış ve maddi olarak da zarar görmüşlerdir. Bu olumsuz durumun ortadan kaldırılması hususunda söz konusu ahalinin tasarladığı çözüm, kendi kazâlarına oldukça yakın olan Eriha Kazâsı ahalisinin ya menzillerinin idaresi hususunda kendilerine yardımcı olmaları ya da bu kazâda bir menzil teşekkül ettirilmesi şeklinde olmuştur. BOA, MAD. 2773, s.65/2.

edilmesine yönelik olmuştur. Bu yeni düzenleme ile ahali, devlet tarafından kendilerine tevdi edilen beygir besleme vazifesini ittifakla yerine getirecektir. Bununla bağlantılı olarak bölge ahalisi, a’yân ve eşrafın önderliğinde, menzilhânede